Загрузил aliasker2068

Президент Турции Тургут ОЗАЛ

Реклама
TURGUT
ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Editörler:
Erkan ERTOSUN
Erkan DEMİRBAŞ
Turgut Özal Üniversitesi Yayınları No: 020
ISBN: 978-605-4894-09-3
Bu eserin dil ve bilim bakımından sorumluluğu konuşmacılarına/yazarlarına aittir.
Tüm hakları saklıdır.
İzinsiz kopyalanamaz, aktarılamaz, çoğaltılamaz.
Copyright© Turgut Özal Üniversitesi
Editörler: Erkan Ertosun, Erkan Demirbaş
Kapak ve Sayfa Tasarımı: Veysel Cebe
Baskı: Sincan Matbaası Zübeyde Hanım Mh., Büyük Sanayi 1. Cad. Elif Sk. Sütçü Kemal İş Merkezi No:7,
İsiktler/Ankara Tel: 0312 384 5688
Baskı Tarihi: 07.04.2015
Baskı Adedi: 500
2
YAZARLAR HAKKINDA
Muhammet KÖSECİK
1992 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun olan Kösecik, 1993 yılında YÖK burslusu olarak, Afyon Kocatepe Üniversitesi adına lisansüstü eğitimi için İngiltere’ye gitti. Yüksek Lisans
derecesini Coventry Üniversitesi’nde 1995 yılında, doktora derecesini de Leeds
Üniversitesi’nden 1999 yılında aldı. 1999-2000 yılları arasında Afyon Kocatepe
Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak görev yaptıktan sonra 2000 yılında Pamukkale Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü Yönetim Bilimleri Anabilim Dalına yardımcı doçent olarak atandı. 2004 yılında doçentlik unvanı alan Kösecik,
2009 yılına kadar Pamukkale Üniversitesinde öğretim üyesi olarak görev yaptı;
fakülte ve rektörlük düzeyinde çeşitli idari görevlerde bulundu. 2009 yılında Bartın Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümünde profesörlük kadrosuna atandı. 2010 yılında ise Turgut Özal Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi Dekanı olarak göreve başladı ve halen bu görevi yürütmektedir.
Başlıca araştırma alanları; merkezi yönetim-yerel yönetim ilişkileri, yerel
yönetimlerde siyaset, yerel seçimler, Türkiye ve Avrupa ülkelerinde kamu
yönetimi yapıları, kamu yönetiminde değişim süreci, Avrupa Birliği sürecinin
kamu yönetimi ve yerel yönetimler üzerindeki etkileri, Avrupalılaşma süreci ve
Avrupa Birliği yönetsel alanıdır.
Kösecik, Turgut Özal Üniversitesi tarafından periyodik olarak düzenlenen
International Turgut Özal Congress on Business, Economics and Political
Science’in Düzenleme Kurulu başkanlığını yürütmekte ve yine Turgut Özal
Üniversitesi tarafından periyodik olarak yayımlanan JOBEPS (International
Journal of Business, Economics and Political Science) adlı akademik derginin
editörlüğünü yapmaktadır.
Levent VURGUN
Halen Turgut Özal Üniversitesinde görevli olan Yrd. Doç. Dr Levent
VURGUN doktora eğitimini 2009 yılında Kocaeli Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi İşletme Anabilim Dalı, Yönetim ve Organizasyon alanında
tamamlamıştır. Ulusal ve uluslararası hakemli dergilerde Liderlik, Aidiyet,
Kurumsal Değerler konularında yayınlanmış olan makaleleri vardır. Bugüne kadar
3
İnsan Kaynakları Yönetimi, Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi, İşletmelerde
İletişim, Modern Yönetim Teknikleri, Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri
gibi dersleri vermiştir. İki yıldır Turgut Özal Üniversitesi Girişimcilik Uygulama
ve Araştırma Merkezi Müdürlüğü’nü yürütmektedir. Üniversitedeki görevlerinin
yanı sıra yaklaşık olarak 10 yıldır kişisel gelişim eğitimleri vermektedir. Bu güne
kadar Başbakanlık, Yargıtay, Maliye Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel
Müdürlüğü, THY, sivil toplum kuruluşları, belediyeler, üniversitelerde birçok
konuda kişisel gelişim seminerleri vermiştir. Evli ve iki çocuk babasıdır.
Mahmut AKPINAR
Lisans eğitimini Dokuz Eylül Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümünde
tamamlayan Akpınar, yüksek lisansını Dumlupınar Üniversitesi’nde ve doktorasını
Sakarya Üniversitesi’nde Kamu Yönetimi alanında yapmıştır. Halen Turgut Özal
Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi
olarak çalışmaktadır. Kamu Yönetimi, Kürt Sorunu, terör ve güvenlik, sivil asker
ilişkileri alanında yaptığı çalışmalar ile tanınmaktadır.
Kamu Bürokrasisi ve Türk Kamu Bürokrasi’ndeki Kariyer Meslekler (Gazi
Kitabevi), Arap Baharı mı İran Ateşi mi? (Akçağ Yayınları), Dini Jeopolitik
Yaklaşımıyla Orta Doğu (Akçağ Yayınları), Ortadoğu Raporu (Turgut Özal
Üniversitesi Yayınları), Kürt Sorunu ve PKK Nereye Gidiyor? (Ufuk Yayınları)
adlı kitapların yazarıdır. 2013’den beri doçent kadrosunda görev yapan Akpınar
kamu yönetimi, Orta Doğu, Türk siyasal hayatı, siyaset ve bürokrasi konularında
lisans ve lisansüstü dersler vermektedir. Bununla birlikte birçok bilimsel ve güncel
makalenin sahibidir.
İbrahim UYSAL
Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde 1995 yılında başladığı lisans eğitimini
2000 yılında tamamladı. Daha sonra Bursa ve İstanbul’da öğretmenlik ve
idarecilik yaptı. 2014 yılında Turgut Özal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde yüksek lisans yapmaya başladı.
Halen üniversitede yüksek lisans öğrencisi olarak devam etmektedir.
Seydali EKİCİ
1998 yılında Marmara Üniversitesi’ni bitirdikten sonra çeşitli eğitim kurumlarında
eğitici ve idareci olarak çalışmıştır. 2011 yılından itibaren Turgut Özal
Üniversitesi’nde İngilizce okutmanı olarak çalışmaktadır. 2012 yılında Siyaset
Bilimi ve Uluslararası İlişkiler alanında yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır.
Doktorasını Gazi Üniversitesi’nde Siyaset ve Sosyal Bilimler alanında yapmakta
olup, şu anda tez aşamasındadır.
4
S. Rıdvan KARLUK
Prof. Karluk, 1970’de Ankara Üniversitesi SBF’ni bitirmiştir. 1975-1976’da
Sussex Üniversitesi’nde araştırmalarda bulunmuştur. 1982 yılında DPT AET
Dairesini kurmuştur. 1984-1985 döneminde İKV Yönetim Kurulu üyeliğine
seçilmiştir. 1985’de Paris’te OECD nezdinde Türkiye Büyükelçiliği’ne atanmıştır.
1990 yılında yurda dönüşünde Başbakanlık Müşaviri olarak Türkiye ile Türk
Cumhuriyetleri’nin ekonomik ilişkilerinin gelişmesi amacıyla “Türk Ödemeler
Birliği” kurulması için bir proje geliştirmiştir. 1991 yılında profesörlüğe atanarak
Anadolu Üniversitesi’ne geçmiştir. İkinci (1981), Üçüncü (1992) ve Dördüncü
(2004) Türkiye İktisat Kongreleri’ne bildiri sunarak katılmıştır.1996 yılında
TÜSİAV Bilim Kurulu Başkanı olmuş, aynı yıl Paris’teki ICC Komisyon
Temsilciliğine getirilmiştir. Özgeçmişi Günümüz Türkiye’sinde Kim Kimdir
(2005), Who’s Who in the World 2011, Who’s Who in Asia 2012’de yer almıştır.
2011 Yılın Eğitimcisi Ödülü sahibidir. Yayınlanmış 24 kitabı, yüzlerce makalesi
ve gazete köşe yazısı, 11 ortak ve 3 çeviri eseri vardır. 5 bilimsel araştırma ödülüne
sahiptir.
Engin AKÇAY
İstanbul Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü
mezunudur. Milli Savunma Bakanlığı, Dış Tedarik Daire Başkanlığı emrinde,
Başbakanlık TİKA bünyesinde Sınırötesi İşbirliği Koordinatörlüğü ve İçişleri
Bakanlığı bünyesinde Genel Sekreterlik ve Özel Kalem Müdürlüğü birimlerinde
görev yapmıştır. Glasgow Üniversitesi’nde bir dönem akademik çalışma yürüten
Akçay, Center for Global and Regional Studies (CEGRES) adlı araştırma
merkezinde Afrika, Diplomasi ve Küresel Güvenlik odaklı çalışmalarını
sürdürmektedir. Engin Akçay, halen Turgut Özal Üniversitesi Siyaset Bilimi ve
Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyeliği yapmaktadır.
Erkan ERTOSUN
Lisans ve yüksek lisansını Bilkent Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler
Bölümü’nde, doktorasını Ankara Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler alanında
yapmıştır. Ertosun, Ekim 2012’den bu yana Turgut Özal Üniversitesi Siyaset
Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesidir. Ayrıca, Turgut Özal
Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürlüğü ve Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdür
Yardımcılığı görevlerini yürütmektedir. Temel ilgi alanları Türkiye dış politikası
ve Orta Doğu’dur. Filistin Politikamız: Camp David’den Mavi Marmara’ya
kitabının yazarı olan Ertosun, Dini Jeopolitik Yaklaşımıyla Orta Doğu, Türkiye’nin
5
Beş Yakın Coğrafyası İle İlişkileri ve Half a Decade in Turkey: Ambassadorial Insights
kitaplarının editörleri arasındadır. Lisans ve lisansüstü seviyede Siyasi Tarih, Türk
Dış Politikası, Orta Doğu ve Araştırma Metotları derslerini vermektedir.
Muhammed Murat ARSLAN
Muhammed Murat Arslan, 2014 yılında Turgut Özal Üniversitesi Siyaset
Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. Bilim ve Medeniyet Kulübü
kurucuları arasında yer aldı ve iki yıl süreyle başkanlık görevini yürüttü. Birinci
Dış Politika Akademisi genel koordinatörlüğü yaptı. Türk Dış Politikasında
Paradigma Değişimi ve Güncel Konular: Enerji, Mülteciler, Güvenlik isimli kitabın
editörleri arasındadır. Turgut Özal Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası
İlişkiler Bölümü’nde yüksek lisans eğitimine devam etmektedir. İlgi alanları
arasında Türk modernleşmesi, Türk dış politikası, uluslararası ilişkilerde güç
kavramı, kamu diplomasisi ve Balkan politikaları bulunmaktadır.
Umut ÜNAL
Umut Ünal 2004 yılında Hacettepe Üniversitesi İktisat Bölümü’nden ikincilik
derecesiyle mezun oldu. 2006 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden ve
2009 yılında Amerika Birleşik Devletlerin’de Florida International University’den
Yüksek Lisans derecelerini ve yine tam burslu olarak devam ettiği Florida
International University’den doktora ünvanını 2012 yılında aldı. Dr. Ünal, Orta
Doğu Teknik Üniversitesi’nde 2005-2007 yılları arasında araştırma görevlisi,
Florida International University’de 2008-2010 yılları arasında asistan, 2010-2011
yılları arasında da öğretim görevlisi olarak çalıştı. Dr. Ünal’ın başlıca araştırma
alanları, “Makroekonomi”, “Makroekonometri”, “Uygulamalı Ekonometri”
ve “Kamu Ekonomisi”dir. İlgili konularda ulusal ve uluslararası birçok prestijli
dergide yayınları vardır. Başta Amerika Birleşik Devletlerinde “American
Economic Association”ın her yıl düzenlediği ve iktisat alanında dünyanın en
saygın ve prestijli konferansı kabul edilen “Annual ASSA Meeting” olmak üzere,
çeşitli ülkelerde konferans ve seminerlerde eserlerini sunmuştur. 2012-2014 yılları
arasında, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın Türkiye merkezi ve uluslararası diplomatik
bir kuruluş olan SESRIC’te görev alan Dr. Ünal, 2014 yılı Şubat ayından bu
yana Turgut Özal Üniversitesi İktisat Bölümü’nde Yardımcı Doçent olarak görev
yapmaktadır. Evli ve Banu İpek’in babasıdır.
6
Erkan DEMİRBAŞ
1974 Almanya doğumlu olup, ilk, orta ve lise eğitimini Artvin’in Hopa İlçesinde
tamamladı. 1991’de Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Maliye Bölümü’nde lisans eğitimine başlayıp, 1996 yılında mezun oldu. 2006
yılında Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Ana Bilim
Dalı’nda yüksek lisans eğitimine başlayarak, 2008 yılında “Ülke Uygulamaları
Işığında Tobin Vergisi ve Uluslararası Finansal İstikrarsızlıkları Önlemedeki
Rolü” isimli yüksek lisans tezini tamamlayarak mezun oldu. 2011’de hazırlamış
olduğu “Türkiye’de Kamu İnşaat Harcamalarının Belirleyicileri İle Ekonomik
Büyüme Arasındaki İlişki” konulu tezi ile doktora eğitimini tamamladı. Fatih
Üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalıştı. Eylül 2014’te doçentlk unvanını
aldı. Büyüme ve finansal kriz konularında çalışmaları olan Demirbaş Turgut Özal
Üniversitesi İktisat Bölümü›nde öğretim üyesidir.
Nurettin CAN
Dr. Can, 1995 Erciyes Üniversitesi İİBF İşletme (İngilizce) bölümü mezunudur.
1995-1999 yılları arasında Rusya Federasyonu’nda Uluslararası Doğu
Üniversitesi’nde Öğretim Görevlisi olarak çalışmıştır. 1999 yılında Dağıstan
Devlet Üniversitesi’nde Ticaret-Pazarlama anabilim dalında Yüksek Lisans
derecesi almıştır. 2000-2007 yılları arasında Kazakistan Süleyman Demirel
Üniversitesinde Öğretim Görevlisi ve idareci olarak görev yapmıştır. 2004 yılında,
Dr. derecesini Kazak Ekonomi Üniversitesi’nde Uluslararası Finans ve Ekonomi
ana bilim dalında “Kazakistan ve Türkiye’nin Finansal ve Ekonomik İlişkileri”
başlıklı teziyle, almıştır. 2008 yılında Kırgızistan Atatürk Alatoo Üniversitesi’nde
Öğretim Görevlisi ve idari görev yaptıktan sonra 2008-2011 yılları arasında Fatih
Üniversitesi’nde Öğretim Üyesi olarak çalışmıştır. Fatih Üniversitesi Ankara
MYO ve Fatih Üniversitesi Ankara Sürekli Eğitim Merkezi’nde idari görevlerde
bulunmuştur. 2011 yılından itibaren Turgut Özal Üniversitesi İİBF, İktisat
Bölümü Öğretim üyesi görevini devam ettirmektedir. Akademik çalışmalarında
ağırlıklı olarak; uluslararası konferans tebliğleri, bilimsel dergilerde yayınları ve
kitap bölümleri mevcuttur. İngilizce ve Rusça bilmekte olan Can evli ve iki çocuk
babası olup, Ankaralı’dır.
Hamide ÖZYÜREK
1974 yılında Eskişehir’de doğan yazar Ankaralı’dır. Doktora eğitimini 2014
yılında Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Anabilim
Dalı, Maliyet Muhasebesi alanında tamamlamıştır. Ana çalışma konuları, İleri
7
Maliyet Muhasebe Sistemleri ve Yönetim Muhasebesi’dir. Kendi araştırma
konuları üzerinde ulusal ve uluslararası düzeyde makale ve bildiri çalışmaları
bulunmaktadır. Yazarın akademik yayınları uluslararası European Journal
of Social Sciences, International Journal of Business and Management Studies,
Corporate Ownership & Control v.b ve Türkiye’de çeşitli Üniversitelerin İktisadi
İdari Bilimler Fakültelerinin dergilerinde yayımlanmıştır. 2007 yılında Fatih
Üniversitesi Ankara Meslek Yüksekokulu’nda öğretim görevlisi olarak başladığı
akademik hayata Turgut Özal Üniversitesi İİBF İşletme Bölümü öğretim üyesi
olarak devam etmektedir. Yazar aynı zamanda Ankara Serbest Muhasebeci Mali
Müşavirler Odası’na kayıtlı Serbest Muhasebeci Mali Müşavir’dir. Evli ve bir
çocuk annesidir.
Yüksel NİZAMOĞLU
1987 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Tarih Öğretmenliği
Bölümü’nden mezun oldu. 2008 yılına kadar çeşitli kurumlarda öğretmenlik
ve idarecilik yaptı. 1995 yılında İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp
Tarihi Enstitüsü’nde “Osmanlı Eğitim Sisteminin Atatürkçü Eğitim Sistemi
ile Karşılaştırılması” başlıklı tezi ile yüksek lisansını, 2010 yılında da aynı
üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı’nda “Vehip Paşa’nın
Hayatı ve Askeri Faaliyetleri” başlıklı tezi ile doktora eğitimini tamamladı.
Doktora tezi “Kahramanlıktan Sürgüne Vehip Paşa” adıyla kitap olarak yayınlandı.
Nizamoğlu’nun Balkan Savaşları, 1. Dünya Savaşı, Balkanlar ve Orta Doğu
tarihi ile ilgili yayınlanmış çok sayıda makale ve bildirisi bulunmaktadır. Yüksel
Nizamoğlu halen Turgut Özal Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Uluslararası
İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesidir ve Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
görevini yürütmektedir.
8
KISALTMALAR
AB
ABD
AET
ANAP
AP
AT
BK
Bkz.
BM
BYKP
CEO
CHP
CSIS
DEİK
DİE
DP
DPT
DSİ
DSP
DYP
EİÖ
EÜAŞ
FİFO
FKÖ
GKRY
GVK
Gwh
HES
HP
ICC
IMF
İKÖ
İKV
KDV
KEİB
Avrupa Birliği
Amerika Birleşik Devletleri
Avrupa Ekonomik Topluluğu
Anavatan Partisi
Adalet Partisi
Avrupa Topluluğu
Bobon Kriteri
Bakınız
Birleşmiş Milletler
Beş Yıllık Kalkınma Planı
İcra Kurulu Başkanı
Cumhuriyet Halk Partisi
Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi
Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu
Devlet İstatistik Enstitüsü
Demokrat Parti
Devlet Planlama Teşkilatı
Devlet Su işleri
Demokratik Sol Parti
Doğru Yol Partisi
Ekonomik İşbirliği Örgütü
Elektrik Üretim AŞ.
İlk Giren İlk Çıkar
Filistin Kurtuluş Örgütü
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi
Gelir Vergisi Kanunu
Gigawat saat
Hidroelektrik santrali
Halkçı Parti
Uluslararası Ticaret Odası
Uluslararası Para Fonu
İslam Konferansı Örgütü
İktisadi Kalkınma Vakfı
Katma Değer Vergisi
Karadeniz Ekonomik İşbirliği Bölgesi
9
KİT
km.
LİFO
MDP
MGK
MHP
MSP
MY
NATO
OECD
OECD
PKK
SBF
SM
SMMM
SPK
SSCB
SSK
ŞİÖ
TBMM
TCG
THY
TİKA
TRT
TSK
TTK
TTK
TÜBİTAK
TÜRKSOY
TÜRMOB
TÜSİAV
TV
vd
YMM
YSK
Kamu İktisadî Teşebbüsü
kilometre
Son Giren İlk Çıkar
Milliyetçi Demokrasi Partisi
Milli Güvenlik Konseyi
Milliyetçi Hareket Partisi
Milli Selamet Partisi
Meslek Yasası
Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Kuruluşu
Kürdistan İşçi Partisi
Siyasal Bilgiler Fakültesi
Serbest Muhasebeci
Serbest Muhasebeci Mali Müşavir
Sermaye Piyasası Kurulu
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
Sosyal Sigortalar Kanunu
Şanghay İşbirliği Örgütü
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Türkiye Cumhuriyeti Gemisi
Türk Hava Yolları
Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı
Türkiye Radyo Televizyon Kurumu
Türk Silahlı Kuvvetleri
Türkiye Taşkömürü Kurumu
Türk Ticaret Kanunu
Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu
Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi
Türkiye Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler ve Yeminli Mali
Müşavirler Odaları
Türkiye Sanayici ve İşadamları Vakfı
Televizyon
ve devamı
Yeminli Mali Müşavir
Yüksek Seçim Kurulu
10
İÇİNDEKİLER
Önsöz ......................................................................................................................................... 13
Birinci Bölüm: İÇ SİYASET
ÖZAL’IN KAMU YÖNETİMİ VİZYONU VE POLİTİKALARI .................... 19
Muhammet KÖSECİK
DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİK KONSEPTİ VE TURGUT ÖZAL’IN İÇ
VE DIŞ POLİTİKA, EKONOMİ, SİLAHLI KUVVETLER, YÜRÜTME
VE YARGI ALANLARINDAKİ DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİK
UYGULAMALARI .............................................................................................................. 57
Levent VURGUN
ÖZAL’DA UZLAŞMA KÜLTÜRÜ: ANAVATAN PARTİSİ (ANAP) VE
DÖRT EĞİLİMİN BULUŞMASI ................................................................................. 89
Mahmut AKPINAR, İbrahim UYSAL
ÖZAL’IN GÜNEYDOĞU SORUNUNA YAKLAŞIMI
Seydali EKİCİ
...................................
111
İkinci Bölüm: DIŞ SİYASET
TURGUT ÖZAL VE AVRUPA BİRLİĞİ:
UZUN VE MEŞAKKATLİ BİR YOL ........................................................................ 135
S. Rıdvan KARLUK
TRANSFORMASYONEL DİPLOMASİ VE ÖZAL EKOLÜ ........................ 169
Engin AKÇAY
ÖZAL’IN ORTA DOĞU BARIŞI PERSPEKTİFİ ................................................ 191
Erkan ERTOSUN
KAMU DİPLOMASİSİ PERSPEKTİFİYLE TURGUT ÖZAL DÖNEMİ
TÜRK DIŞ POLİTİKASININ ANALİZİ ................................................................ 219
Muhammed Murat ARSLAN
11
Üçüncü Bölüm: EKONOMİ
ÖZAL DÖNEMİ EKONOMİSİNE GENEL BİR BAKIŞ ............................... 241
Umut ÜNAL
TÜRKİYE EKONOMİSİNDE ENERJİ VE ULAŞTIRMADA YAPISAL
DÖNÜŞÜM: ÖZAL’LI YILLAR (1983-1991) ....................................................... 257
Erkan DEMİRBAŞ, Nurettin CAN
ÖZAL DÖNEMİ PARASAL EKONOMİ:
PİYASALAR VE POLİTİKALAR ................................................................................ 275
Ercan SANCAK
SERBEST MUHASEBECİ MALİ MÜŞAVİRLİK MESLEĞİNİN
KURUMSALLAŞMASINDA ÖZAL’IN ROLÜ ................................................... 309
Hamide ÖZYÜREK
Dördüncü Bölüm: ÖZAL ÇALIŞMALARI KAYNAKÇASI
TURGUT ÖZAL ÇALIŞMALARI BİBLİYOGRAFYASI TAHLİLİ ............. 335
Yüksel NİZAMOĞLU
İNDEKS ................................................................................................................................. 353
12
ÖNSÖZ
Turgut Özal, gerek bürokratlık gerekse siyaset adamlığı kimliği ve görevleri
münasebetiyle Türkiye’nin siyasi, sosyal ve ekonomik bakımdan değişim ve
dönüşümünün öncüsüdür. Özal’a olumlu ya da olumsuz açıdan yaklaşan
tüm araştırmacılar, Özal’la birlikte Türkiye’de muazzam bir değişim yaşandığı
tespitinde birleşmektedir. Ancak bu değişimin yönünün ve niteliğinin ne olduğu,
Türkiye’ye neler kazandırdığı ya da kaybettirdiği pek çok boyutuyla analiz edilmeyi
beklemektedir. Özal’ın yürütme sorumluluğunu taşıdığı başbakanlık görevini
üstlenişinin üzerinden 31 yıl, bu görevden ayrılışından sonra ise 25 yıl geçtiğini
düşündüğümüzde Özal politikaları artık tarihe mal olma eşiğine yaklaşmıştır ve
bu zaman zarfında ortaya çıkan sonuçlar akademik bir değerlendirme yapmayı
çok daha mümkün hale getirmektedir.
Aslında Özal, görev yaptığı dönemde Türkiye’nin yaşadığı değişimin
amacının ve niteliğinin ne olduğunu bir kelime ile çok veciz bir biçimde ifade
etmiştir: Transformasyon. Türkiye’de pek çok insan “transformasyon (dönüşüm)”
kavramını ilk kez Özal’ın ağzından duymuştur. Yani Özal, mevcut durum
üzerinde bir iyileştirme ve geliştirme amaçlamaktadır. Bu nedenle kitabımızın alt
başlığına Özal’ı en iyi ifade eden iki kavramı yerleştirmeye karar verdik: Değişim
ve Dönüşüm. Özal, değişim ve dönüşümü sadece söylemleriyle değil, aynı
zamanda ve daha fazlasıyla kritik kararları ve uygulamaları ile temsil etmektedir.
Bu kitap Özal döneminde özellikle Özal’ın fikir ve politikaları kaynaklı olarak
yaşanan değişim ve dönüşümü iç siyaset, dış siyaset ve ekonomi alanları üzerinde
incelemektedir. Özal’la birlikte Türkiye’de bu üç alanda gerçekleşen değişim
amacı, niteliği ve sonuçları itibarıyla analiz edilmektedir.
Turgut Özal değişimi savunan reformist bir devlet adamıdır. Ancak Özal’ın,
Türkiye’nin ne Anayasal düzeni ile bir sorunu vardır ne de Batılı kimliği ile. Ne
toplumun İslami değerlerine ve Osmanlı geçmişine karşıdır, ne de modernleşme
sürecine. Özal, Türkiye’nin çok kimlikli yapısını içeride ulusal birliğin sağlanması,
dışarıda ise çok yönlü dış politika izlenmesi için birer zenginlik kaynağı olarak
görmüştür. Her şeyden önce, 12 Eylül’ü yaşamış bir ülkede istikrar istemektedir,
13
böylece en önemli hedefi olan ekonomik kalkınma için uygun bir ortam tesis
edilmiş olacaktır. ANAP’ta dört eğilimi birleştirmesi ve siyaset dilinden çatışmacı
üslubu çıkarıp, serinkanlı ve uzlaşmacı bir yaklaşımı benimsemesi bu doğrultuda
attığı çok önemli bir adımdır. İç siyasette yaptığı bu dönüşümü, dış ilişkilere de
yansıtmaya çalışmış; ülkeyi kriz ve çatışmalardan uzak tutmak, kronik siyasi
sorunlarla boğulan dış politika gündemini ekonomik işbirliği eksenine çekmek
için büyük bir gayret göstermiştir. Hem iç siyasette hem de dış politikada attığı
adımların temelinde ve merkezinde ise ekonomik gelişme hedefi vardır.
Şüphe yok ki bu zamana kadar Turgut Özal’la ilgili çok değerli araştırmalar
yapılmıştır. Nitekim kitabımızın sonunda yer alan Özal çalışmaları kaynakçasının
zenginliği de bunun en bariz göstergesidir. Ne var ki Türkiye’nin 10 yılında
başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı öncesinde başbakan yardımcılığı ve DPT ve
başbakanlık müsteşarlığı gibi önemli siyasi ve bürokratik görevler üstlenmiş
bir kişilik için bu çalışmaların yeterli olduğunu söylemek zordur. 24 Ocak
kararlarının alınması ve uygulanması, darbe sonrasında ülkenin demokrasiye
dönüşü ve demokrasi seviyesinin yükseltilmesi, Kürt sorunu gerçeğinin kabulü
ve çözüm için adım atılması, AET’ye başvuru, Körfez Krizi’nde ABD’yle işbirliği
yapılması ve Sovyet sonrası coğrafya ile yakın ilişkiler kurulması gibi çok hayati
gelişmelerin yaşandığı bir dönemin sadece kendi zamanını etkilemekle sınırlı
kaldığı düşünülemez. 1980-1993 gelişmeleri, Türkiye’nin sonraki 20 yılı da göz
önünde bulundurularak analiz edilmelidir. Bu yönüyle kitabımız Özal dönemine
bütüncül bir bakışla yaklaşmaktadır.
Kitabın ayırt edici başka bir yönü de bütünüyle Turgut Özal Üniversitesi
akademisyenleri tarafından kaleme alınmasıdır. Turgut Özal Üniversitesi, Özal’ı
seven siyaset arkadaşları ve işadamlarının Özal’a vefasının somutlaşmış halidir.
Özal’ın adının ve fikirlerinin yaşatılması ve araştırılması için sonraki dönemlere
bırakılan en kalıcı miras bu üniversitedir. Bu kitap, üniversite bünyesinde
bulunan Turgut Özal Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin öncülüğünde
merhum Cumhurbaşkanımız Özal’a bir “vefa” olarak hazırlanmıştır. Ancak
bu kitaba katkıda bulunan yazarların tamamı, çalışmalarını Özal’a “vefa”
boyutunun ötesinde, Özal’ı Türkiye siyaseti ve ekonomisine etkileri ile bilimsel
olarak araştırılmayı fazlasıyla hak eden bir şahsiyet olarak değerlendirerek kaleme
almışlardır. Bu yönüyle tüm bölümler, bilimsel ölçüler dâhilinde ve tam bir
akademik disiplin içerisinde yazılmıştır. Kitabın çıkış noktasındaki önemli bir
tespit, literatürde sevenlerinin Özal’ı çok öven ya da muhalilerinin Özal’ı çok
yeren çalışmaların varlığıydı. Turgut Özal Üniversitesi mensupları olarak, bir
14
Özal kültü oluşturmayı düşünmedik; amacımız, Özal’ın fikir ve politikalarını
anlamak, açıklamak ve sonuçları itibarıyla olumlu ve olumsuz yönleri ile
değerlendirmek oldu. Özal’ın politikalarını objektif ölçüler dâhilinde incelemek
Özal’ın daha iyi anlaşılmasını sağlayacak, böylece günümüz Türkiye’sinin Özal’ın
yaklaşımlarından ve Özal dönemi tecrübelerinden daha verimli biçimde istifade
etmesini sağlayacaktır. Elinizdeki kitabın bu amaca katkıda bulunması öncelikli
hedefimiz ve dileğimizdir. Elbette ki bu kitap, belirtilen amaç doğrultusunda
mütevazı bir adımdır, sonraki çalışmalarda bu yolda çok daha önemli merhaleler
alınacaktır.
Kitabın ortaya çıkmasında değerli teşviklerinden dolayı Turgut Özal
Üniversitesi Mütevelli Heyeti’nin saygıdeğer üyelerine ve Rektörümüz Sayın
Prof. Dr. Abdülkadir Şengün’e çok teşekkür ederiz.
Verimli okumalar dileğiyle…
Editörler
Erkan Ertosun & Erkan Demirbaş
15
Birinci Bölüm
İÇ SİYASET
ÖZAL’IN KAMU YÖNETİMİ VİZYONU
VE POLİTİKALARI
Muhammet KÖSECİK*
Türkiye Cumhuriyeti’nin 8. Cumhurbaşkanı olarak görevi başında iken hayata
veda eden Turgut Özal’ın hayatı, düşünceleri ve yaptığı hizmetler üzerine
yapılan akademik veya popüler türdeki tüm çalışmalar, Türkiye Cumhuriyeti’nin
1950’den sonra siyasal, toplumsal ve ekonomik alanda yaşadığı büyük değişim ve
dönüşüm hikâyesinin içinde kendini bulur. Önemli kamu kurumlarında yaptığı
kariyer meslekleri, Amerika’da aldığı eğitim ve edindiği izlenimler, görevleri
kapsamında İngiltere, Almanya, Japonya’da bulunurken yaptığı gözlemler,
DPT ve başbakanlık müsteşarlığından başbakan yardımcılığına kadar devlet
bürokrasisinin en üst kademelerinde geçirilen yılların sağladığı devleti bütün
olarak tanıma ve bilme imkanı ve nihayet önemli özel sektör kurumlarındaki
deneyimleri başbakanlık görevini üstlendiği 1983 yılına kadar Özal’ın zihnindeki
Türkiye vizyonunu ve temel politika önceliklerini şekillendirmiştir:
“Benim bir talihim oldu. Ben 1950’de üniversiteden mezun aldım. İki yıl sonra
da Amerika’ya gönderildim. Avrupa’ya değil, Amerika’ya. Tabii, Türkiye’den
Amerika’ya hele o yıllarda giden insanın ne kadar büyük bir şaşkınlığa düştüğünü
tasavvur edemezsiniz. Bizi New York’a götürdüler. New York’la o tarihteki İstanbul’u
yahut Ankara’yı bir mukayese edin. Acaba biz bunlara nasıl yetişeceğiz, bu korku
benliğimizi sardı. Bunlar yetişilmez insanlardı. Vaktiyle Anadolu’da söylendiği gibi,
“barajları, tesisleri, yapsa yapsa Alman yapar yahut da Avrupalı yapar” sözü acaba
doğru muydu? Bize fevkalade dokunmuştur. Çok şey öğrenmeye çalıştım. Hep
etrafı inceledim. Bunlar nasıl bu işte muvafak olmuşlar, nasıl başarılı olmuşlar,
niçin böyle yapmışlar? Tabii, bir yıl içinde bunları öğrenmek kabil değildi. 3-4
yıl okusanız, üniversitede öğrenim görseniz, gene öğrenemezsiniz. Aynı şekilde,
incelemek, değerlendirmek lazım. Türkiye şartlarına göre bizim çalıştığımız,
bulunduğumuz idare, modern bir idareydi. Yurtdışına çok gittim geldim. Avrupa’yı
gördüm. İngiltere, Almanya daha sonra da Planlama Müsteşarlığım sırasında
Japonya’ya gittim. Tekrar Amerika’ya gittim. Dünya Bankası’nda çalıştım. Bu
arada da devamlı olarak niçin geri kaldık? Nasıl yaparsak bu aramızdaki mesafeyi
kapatabiliriz? Bunların metotları ve uygulamaları, düşünce tarzları nedir? Diye
düşündük. Bu sorulara cevaplar aradık. Kendime göre birtakım sonuçlara vardım.
Eğer ülkenin insanları iyi bir şekilde yönetilir ve birbirlerine bağlı olurlarsa, bir
* Prof. Dr., Turgut Özal Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü.
19
ÖZAL’IN KAMU YÖNETİMİ VİZYONU
VE POLİTİKALARI
şeyler yapma, yarışma arzusu içlerinde olursa, zaman tünelindeki mesafeler öyle
100 yıl değil, 10-15 yıl içerisinde kapatılır kanaatine vardım.”1
Bu perspektifte, Türkiye’yi sık sık kullandığı ifadesi ile “muasır medeniyetler”
seviyesine çıkarma vizyonu ile hareket eden Özal’ın düşünce ve politikaları arasında
genel olarak devlet idaresi, devlet-vatandaş ilişkisi, devletin kamu yönetimi yapısı,
bu yapının içindeki önemli unsurlar olan bürokrasi, merkez-taşra teşkilatı, merkezi
yönetim-yerinden yönetim kademe ve organları bir sistemin olmazsa olmaz
dişlileri olarak nerede durmaktadır? Hangi önem ve etki derecesine sahiptir? Bu
çalışma, Özal’ın kamu yönetimi vizyonu ve politikalarının plansız, rastlantısal,
günübirlik, parçacıl, müstakil hedef ve adımlardan oluşmadığı; bilakis, Türkiye’yi
çağın ekonomik, siyasal ve toplumsal açıdan kalkınmış ülkelerini yakalama
vizyonunun tamamlayıcı bir parçası olduğu argümanı etrafında kamu yönetimi
politikalarının önemli başlıkları altında bir analiz sunmaktadır: (i) Devletin Rolü,
(ii) İdari Yapı ve Bürokrasi, iii) İdari Yapıda Merkezi Yönetim, (iv) İdari Yapıda
Merkezi Yönetim-Yerel Yönetim İlişkileri ve (v) Başkanlık Sistemi ve Federasyon.
Özal’ın, bu ana temalar etrafındaki düşünceleri, uygulamaya geçirdiği veya
geçiremediği reformlar, literatürdeki ilgili çalışmalarda tartışılan kavram, teori
ve saptamalar etrafında çalışmanın ilk kısmında ortaya koyduktan sonra; kamu
yönetimi vizyonu, reformları ve bu vizyon ve reformların Türk kamu yönetiminin
yapısı ve işleyişi üzerindeki -gerçekleşen ve potansiyel- etkilerini, önemli ölçüde
birincil verilerden yararlanarak, spesifik bir şekilde ortaya koymak bu çalışmanın
yoğunlaştığı alanı oluşturmaktadır.
Literatür Perspektifinden Geleneksel Kamu Yönetimi Modelinin Dönüşüm
Süreci ve Türk Kamu Yönetiminde Özal Döneminin Etkisi
1970’ler bir çok gelişmiş ülke için, 2. Dünya Savaşı sonrası dönemlerden
başlayan ve artarak devam eden sosyal refah düzeyinin aksine, ekonomik
sıkıntıların başgösterdiği, o döneme kadar üzerinde göreceli bir uzlaşma olan
Keynesyen ekonomik modelin yaygın bir biçimde sorgulanmaya başlandığı
yıllar olmuştur. Ekonomik sıkıntılar içerisinde bocalayan ve yeni arayışlar içine
giren Batı Avrupa ülkelerinde ve Amerika’da 1970’lerin sonlarından itibaren
merkez-sağ partiler, düşünce ve hareketler yükselen değerler haline gelmiştir.
İsveç’te 1976’da, İngiltere’de 1979’da, Amerika’da 1980’de, Almanya’da 1983’de,
Hollanda’da 1982’de, Danimarka’da 1981’de merkez-sağ partiler seçimleri
kazanmış ve şanslarını sonraki seçimlerde de devam ettirmişlerdir. Seçilen bu
1 Turgut Özal, “Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın “2000’li Yıllara Doğru” Konulu Konuşmaları”, İstanbul, 28
Mayıs 1990, Bilgisayar Kongresi, İstanbul, Atatürk Kültür Merkezi, (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1990),
s. 8-9.
20
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
hükümetler, ekonomik problemleri çözmek için genel olarak liberal politikaları
desteklemişler ve uygulamışlardır. Bu politikalar, Yeni Sağ adı altında akademik
ve siyasi çevrelerde ekonomik, siyasi ve sosyal fikirler içeren bir terim olarak kabul
edilmiştir. İngiltere’de hatcher, ABD’de Reagan’ın liderlik ettiği hükümetlerin
poitikalarında bu yaklaşımın etkisindeki politikaları uyguladığı akademik ve siyasi
çevrelerde kabul edilmiştir.2 Liberalizm, monetarizm ve kamu tercihi teorilerinin
bir bileşkesi olan makro bir model olarak Yeni Sağ anlayışına göre; devletin, asli
nitelikli temel kamu hizmetlerinı sağlamak, sosyal ve ekonomik faaliyetler ve
hukuk düzeni ile ilgili genel kuralları belirlemek ve takip etmek, temel hak ve
özgürlükleri korumak, kamu otoritesi ve ulusal savunma sistemini kurmak dışında
ekonomiye müdahalesini gerektirecek bir neden yoktur; kaynakların bürokratik
yollardan tahsisi etkinliği sağlamada yetersiz kalmaktadır; mal ve hizmetlerin
üretilmesi için en uygun mekanizma serbest piyasadır; kamu sektöründe önemli
ölçüde küçülme ve özelleştirme yapılmalıdır; mevcut düzenlemeler vatandaşların
taleplerini ve tercihlerini yansıtma ve kaliteli hzimet sunma konusunda zayıf
kalmaktadır.3
Yeni Sağ anlayışının etkili olduğu bu dönemde, Batı Avrupa ülkelerinde
1970’lere kadar geçerliğini koruyan, katı hiyerarşinin hakim olduğu bürokrasiye
dayanan, merkezi organlarda önceden belirlenen amaçları gerçekleştirmek için, tek
özneli, merkezi, hiyerarşik bir işbölümü içinde üretim yapan, kaynak ve yetkileri
kendinde toplayan, sorumluluğun yasalara ve prosedürlere göre olduğu geleneksel
kamu yönetimi modeli, 1980’li yıllarda başlayan bir dizi reform politikaları ile
yeni bir modele (yeni kamu işletmeciliği) dönüşmüştür.4 Bu dönüşüm sürecinde,
kamu sektörünün toplumun üretim kaynaklarını verimsiz ve gereğinden oldukça
fazla bir ölçekle kullanıyor olması; kamu yönetiminin hizmet sunma biçimlerinin
halkın hizmet kalitesi ve çeşitliliği konusundaki taleplerini karşılama düzeyi
açısından yaygın olarak eleştirilmesi; devlet yönetimine hakim olan ekonomik
teorilerde, devletin piyasanın işleyişine müdahale etme ve ekonomik faaliyette
bulunma açısından rolünün sınırlanması, kamu harcamalarının kısılması ve
özelleştirmenin yaygınlaştırılması yönündeki düşüncelerin yeniden hakim olmaya
başlaması; özel sektörün başarıyla uyguladığı verimlilik, küçülme, performansa
odaklanma, teknolojik yeniliklerin yaygın olarak kullanılması, özel sektör
2 Bkz. R. Levitas, Ideology and the New Right (London: Polity Press, 1986); R. Eatwell, “Right or Rights? The
Rise of the New Right”, içinde R. Eatwell ve N. O’Sullivan, The Nature of the Right: European and American
Politics and Political Thought since 1789 (London: Pinter, 1989), s. 3-17; D. S. King, The New Right: Politics,
Markets and Citizenship (London: Macmillan, 1987).
3 Muhammet Kösecik, “Yerel Yönetim Teorileri ve Merkez-Yerel Yönetim İlişkilerindeki Merkezileşme: Thatcher Dönemi”, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 9, Sayı 1, 2000, s..37-39.
4 Uğur Ömürgönülşen, “Kamu Sektörünün yönetimi sorununa Yeni Bir Yaklaşım: Yeni Kamu İşletmeciliği”,
içinde Muhittin Acar ve Hüseyin Özgür, der., Çağdaş Kamu Yönetimi-I (Ankara: Nobel Yayın, 2003), s. 3-43.
21
ÖZAL’IN KAMU YÖNETİMİ VİZYONU
VE POLİTİKALARI
kurumları arasında yaşanan işbirlikleri gibi uygulamaların başarısı, dolayısıyla,
aynı toplum içinde ve aynı üretim kaynaklarından beslenen kamu kurumlarının
göreceli başarısızlığının açıkça görülmesi; özel sektörün işleyişinin ve küresel
rekabet ortamında ulusal rekabet gücünün, kamu yönetiminin kararlarından
ve işleyişinden doğrudan etkilenmesi dolayısıyla kamu otoritelerinin kendisini
yeniden yapılandırması gereğinin açıkça ortaya çıkması; teknolojik yenilikler
sonucu her çeşit bilginin ve verinin çok hızlı biçimde elde edilebilir, kullanılabilir
hale gelmesi ile çok kademeli hiyerarşik yapıların ve uzun süren bürokratik
prosedürlerin eski önemlerini ve anlamlarını yitirmesi değişimi doğuran faktörler
arasında öne çıkmaktadır.5
Batı Avrupa ülkeleri ve Amerika, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda
gibi ülkelerde 1980-1990’lı yıllarda kamu yönetiminin örgütlenmesini ve
işleyişini iyileştirmek üzere gerçekleştirilen reformlar, iki temel eksen üzerinde
gerçekleşmiştir: Birincisi, kamu örgütlerinin performansını artırmaya yönelik
örgüt içi işleyiş ile ilgili reformlardır (insan kaynaklarının eğitimi, performansa
önem, nitelikli personel istihdamı, personelin kararların alınması ve uygulanması
süreçlerine daha fazla katılımı, örgütsel amaçların ve standartların açıkça
belirlenmesi ve performans denetimi, esnek idari yapılar ve yöntemler, kamu
örgüt yapısının küçük, yönetilebilir birimlere ayrılması, bilgi teknolojileri
kullanma, vatandaşları müşteri olarak kabul etme ve onlardan geri besleme
yöntemini benimseyerek hizmet kalitesine önem verme, sonuçlardan yöneticilerin
sorumluluk alması, vb.). İkincisi de, özel sektörden daha fazla yararlanmak üzere
yapılan değişikliklerdir (kamu kurumları tarafından sunulan mal ve hizmetlerin
özel sektöre ihale ve benzeri yollarla aktarılmasının sağlanması, kamu kurumlarının
bir çok mal ve hizmetlerdeki tekel pozisyonlarının özelleştirmeyle sona erdirilmesi
ya da rekabetin kamu hizmetlerine sokulması, vb.)6 Sonuç olarak, ortaya çıkan
ve yeni kamu yönetimi ya da işletmeciliği olarak adlandırılan model, geleneksel
modelin aksine, esnek yapılanma, çıktılara odaklı işleyiş, vatandaşın talep ve
tercihlerine önem verme, performans kriterlerine göre çalışma ve sonuçlardan
dolayı yöneticilerin sorumluluk alması gibi ilkelere dayalı kamu yönetimindeki
bu yeni anlayış toplumda genel olarak kabul görmeye başlamıştır.
Yeni Sağ ve yeni kamu yönetimi anlayışının politikalarının etkisi, Özal’ın
liderliğindeki hükümetlerin uyguladığı politikalar ile Türkiye’ye yansımış ve
İngiltere’de hatcherizm, ABD’de Reaganizm olarak adlandırılan bu yaklaşımın
5 Owen Hughes, Public Management & Administration (London: Macmillan Press, 1998), s. 1-22.
6 OECD, Public Management Developments (Paris: OECD, 1991).
22
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
politika uygulamaları “Özalizm”7 ya da “Özal ile başlayan” anlayış8 olarak
Türkiye’de karşılığını bulmuştur. Türkiye’de liberal bir ekonomik politika, serbest
piyasa ekonomisi, teşebbüs hürriyeti, bürokrasinin azaltılması, devletçiliğin
bırakılması ve yerel yönetimlerin daha fazla yetkiye sahip olması gibi liberal bir
söylemle9 iktidara gelen Özal’ın politikalarıyla uygulanmaya başlayan Yeni Kamu
Yönetimi anlayışı, kamu yönetimi alanında daha önce görülen reformlardan
farklı olarak, ekonomik, sosyal ve siyasal temellere dayanan, topyekün bir
değişim gösteren, bürokratik olmayan, piyasa esaslı, vatandaşın müşteri
olarak algılandığı ve müşteri tercihli bir kamu hizmeti sunan bir ideal sistem
öngörmüştür;10 devletçi ekonomik politikaların yerine serbest piyasa ekonomisi,
özelleştirme, dışa açık büyüme ile birlikte bürokrasinin azaltılması;11 mevzuatın
düzenlenmesi ve kırtasiyeciliğin azaltılması, kamu hizmetlerinin daha hızlı, etkili
ve ekonomik bir biçimde yerine getirilebilmesi için kamu yönetiminde değişim
ve yeniden yapılanması çalışmaları;12 bakanlıkların sayılarının azaltılması,
devletin küçültülmesine yönelik kitlerin özelleştirilmesi, bir çok formalitelerin
kaldırılması, yerel yönetimlere fon aktararak güçlendirilmesi;13 Özal döneminde
kapsamlı çözümler ve politikalar getirilen başlıca alanlar olmuştur. Bu dönemde,
merkeziyetçi idare yapımızın ıslah edilmesi ve tüm kamu kurum ve kuruluşlarının
teşkilat yapılarının yeniden düzenlenmesi üzerinde durulan diğer konular
olmuştur.14 Uluç’un ifadesi ile “statükocu devlet anlayışına büyük bir darbe”
vuran15 Özal döneminin önemli bir sonucu da Doğan’a göre, “merkezi teşkilat
yapısını hantal, bürokratik ve geri bulan Turgut Özal’ın bu yapıyı merkez kaç
güçlere sağladığı ekonomik ve siyasal olanaklarla aşma çabasıdır.” O dönemler
için henüz adı konulmamış bir “subsidiarite” olarak da değerlendirileceği ileri
sürülen bu imkanlar, “merkezden başlayıp taşra örgütüne, taşra örgütünden de
7 N. Talat Arslan, “Klasik - Neo Klasik Dönüşüm Süreci: ‘Yeni Kamu Yönetimi’”, C.Ü. İktisadi Ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 11, Sayı 2, 2010, s. 31; Dilek Küp, “Yeni Sağ Politikalar Ekseninde Türk Kamu Yönetiminde
Yeniden Yapılanma Arayışları Ve Bu Yeni Yapının Beklentilere Cevap Verebilme Düzeyi” (Basılmamış Yüksek
Lisans Tezi, Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, 2012), s. 48-93.
8 Selime Güzelsarı ve Saadet Aydın, “Türkiye’de Büyük Burjuvazinin Örgütlü Yükselişi: Siyasal Ve Yönetsel
Süreçlerin Biçimlenmesinde TÜSİAD”, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt
2010-1, Sayı. 20, s. 65.
9 A. Vahap Uluç, “Liberal - Muhafazakar Siyaset ve Turgut Özal’ın Siyasi Düşüncesi”, Yönetim Bilimleri Dergisi, Cilt. 12, Sayı. 23, 2014, s. 116.
10 Rafet Çevikbaş, “Yeni Kamu Yönetimi Anlayısı ve Türkiye Uygulamaları”, Ekonomi ve Yönetim Arastırmaları Dergisi, Cilt. 1, Sayı. 2, 2012, s. 11.
11 Arslan, 2010, s. 28.
12 Ulvi Saran, Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanma: Kalite Odaklı Bir Yaklaşım (Ankara: Atlas Yayıncılık,
2004), s. 149.
13 Dinçer Bıdık, “Türkiye’de Muhafazakarlık Ve Liberalizm”, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Muğla Üniversitesi, 2007), s.152, 159.
14 Coşkun Can Aktan, “Özal’ın Değişim Modeli ve Değişime Karşı Direnen Güçlerin Tahlili”, Türkiye Günlüğü, Yıl. 5, Sayı. 40, 1996, s. 15-32.
15 Uluç, 2014, s. 118.
23
ÖZAL’IN KAMU YÖNETİMİ VİZYONU
VE POLİTİKALARI
yerel yönetimlere yetki devri” anlamına gelen bir süreci de başlatmıştır.16
Özal hükümetlerinin bürokrasiyi azaltmaya yönelik politikaların
uygulamadaki sonuçlarının beklendiği gibi oup olmadığını araştıran Şener,
1984-1989 arasında kamu personeli sayısının azalmadığını, aksine %10
arttığını, ilk Özal Hükümetinde bakanlık ve devlet bakanlıklarının sayısının
azaltılmasına rağmen ikinci hükümet döneminde her ikisinin tekrar artırıldığı
ortaya konmaktadır.17 Yayman’ın çalışmasında da Özal döneminde uygulama
sonuçlarına göre merkezi yapının her şeye rağmen gücünü ve otoritesini devam
ettirdiği, örneğin özelleştirmelerin istenen düzeye ulaşmadığı tartışılmaktadır.
18
Eryılmaz’a göre de, 1980’lerin başında başlayan yasal-yapısal serbestleşmeye
dayalı “birinci dalga” reform çalışmaları, “kamu yönetiminde verimlilik, etkinlik,
kalite, hesap verebilirlik, yönetişim, vatandaş odaklılık, esnek örgüt yapıları,
adem-i merkeziyetçilik ve performansa dayalı yönetim gibi, kamu yönetimi
anlayışını ve uygulamalarını bir bütün olarak yeniden düzenlemeyi amaçlayan
ikinci ve üçüncü dalga reformlarla devam ettirilememiştir.19 Özal liderliğindeki
ANAP Hükümetinin, bürokrasi kavramını, daha çok “kırtasiyecilik” ve “devletin
ekonomiye mücadelesi” olarak yorumladığı ve icraatını buna göre yürüttüğü,
bu kapsamda kırtasiyecilikle mücadele, nüfus, pasaport ve ehliyet gibi belgelerin
alınmasında uygulanan ve gereksiz zaman kayıplarına neden olan işlemlerin
azaltılması ya da basitleştirilmesi biçiminde yürütüldüğü, kırtasiyeciliğin
en önemli faktörlerinden olan, tüm kamu bürokrasisini olumsuz etkileyen,
hantallığın ve verimsizliğin kaynağı görülen yetkileri üst makamlarda toplama
ve aşırı merkeziyetçilik konularında kayda değer yapısal-kurumsal değişiklikler
yapılamadığı, dolayısıyla kırtasiyecilikle mücadelenin, tüm kamu kurumlarına
yayılmadığı, ancak birkaç işlemle sınırlı kaldığı, bilgisayar, faks, çağrı cihazı, cep
ve araç telefonu, fotokopi makinesi ve modern hizmet binaları gibi bürokrasinin
araçsal yönüne yönüne yapılan yatırımların artmasına rağmen, bürokrasi
zihniyeti geleneksel tutumunu sürdürdüğü, kamu bürokrasisinin temel sorunu
olan, aşırı merkeziyetçilik, hantallık, israf, örgütsel büyüme, gizlilik, kuralcılık,
tutuculuk, biçimsellik, siyasallaşma, kayırma, yolsuzluk ve en önemlisi, kamu
hizmetlerinde aracıların kullanılması gibi olumsuzluklar ciddiyetini koruduğu,
16 Cem Doğan, “Kamu Yönetiminde Neo-Liberal Restorasyon Süreci Ve Türkiye”, Eğitim Bilim Toplum, Cilt.
4, Sayı. 16, 2006, s. 105.
17 Hasan Engin Şener, “Public Administration Reform in The Context Of The European Union Enlargement
Process: The Hungarian And Turkish Cases”, (Basılmamış Doktora Tezi, ODTÜ, 2008), s. 209 ve 211.
18 Hüseyin Yayman, “1980 Sonrası Türkiye’de Özelleştirme Uygulamalarının Gelişimi Ve Kamu Yönetimi
Üzerine Etkileri”, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt. 2, Sayı. 3, 2000, s. 135156; Dinçer Bıdık, “Türkiye’de Muhafazakarlık Ve Liberalizm”, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Muğla Üniversitesi, 2007), s. 159.
19 Bilal Eryılmaz, Kamu Yönetimi (İstanbul: Okutman Yayıncılık, 2007), s. 38.
24
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Özal döneminde yapılan bürokrasi ile mücadele politikalarına yapılan önemli
eleştirilerdir.20
Bu eleştirel bakışın yanında, Özal’ın genel olarak tüm toplumsal alanlarda,
özel olarak da kamu yönetimi ile ilgili konularda gösterdiği liderliğin özel bir tarza
sahip olduğu da çokça ifade edilmiştir. Örneğin Yılmaz, Özal’ın pratik/problem
çözücü bir disiplin olan mühendislik eğitimi, devlette DPT ve Başbakanlık
Müsteşarlığı gibi en üst görevler ve bizzat hizmet üreten birimlerde bulunması ve
Dünya Bankası’nda çalışması gibi bazı tecrübe ve görevlerinin kararlarında etkili
olduğunu vurgulamakta, liderlik özellikleri ve kişisel nitelikleri itibarıyla Özal’ın,
statükocu olmak yerine “değişimci ve dönüştürücü” bir stile sahip oduğunu
ve dolayısıyla yönetsel, ekonomik ve siyasi yapıyı dönüştürmeye önem veren
“değişimci bir lider” olduğunu, sistem sorun ürettiğinde sorunları çözmek ve
daha iyi bir yapı oluşturmak üzere aktif ve geleceğe dönük bir tavır sergilediğini,
bu kişilik ve liderlik özelliğinin Özal’ın yönetim anlayışına yansıdığını ifade
etmektedir.21 Aynı şekilde Bozkurt’un ifadesi ile bir lider olarak Özal, toplumdaki
değişim sürecini doğru okumak için sürekli bir arayış içinde olan, geçmişe dönük,
işleri doğru yapmaya çalışan yönetsel bir liderden çok, geleceğe dönük, risk alan,
geniş bir vizyonu olan, izleyenlerine umut aşılayan, hata yapmaktan korkmayan,
kendisini toplumun hizmetkarı olarak gören son derece tutkulu bir “dönüşümcü
lider”dir.22 Erdoğan’ın tabiri ile de Özal, her ne kadar kendisi bürokrasi içinden
gelmiş olsa da geleneksel bürokrasinin baskıcı anlayışından ayrıldığı ölçüde halka
yakın düşmüş, “devlet yerine “cumhur”un, yani halkın temsilcisi haline” gelmiş,
Türk siyaset geleneğinin “hikmeti hükümet” efsanesini ve “devletin vatandaşa
önceliği” saplantısını aşındırmaya çalışmış, Türk vatandaşına toplumun asıl ve
öncelikli biriminin kendisi olduğuna ve devletin aslında kendisi için var olduğunu
anlatmaya çabalamış, “reformist” bir liderdir.23 Sezal ise Özal’ın Türk toplumunda
bıraktığı etkiyi, siyasal, toplumsal ve kültürel zihniyet dönüşümlerine el atılan
ancak bütün bu dönüşümlerin tamamlanamadığı “yarım kalmış devrim” olarak
nitelemektedir.24
20 Bilal Eryılmaz, Bürokrasi Ve Siyaset Bürokratik Devletten Etkin Yönetim (İstanbul: Alfa Yayınları, 2002),
s. 153.
21 Aytekin Yılmaz, “Türk Bürokrasi Geleneği ve Özal”, içinde İhsan Sezal ve İhsan Dağı, der., Kim Bu Özal:
Siyaset, İktisat, Zihniyet (İstanbul: Boyut Yayın, 2001), s. 96 ve 98.
22 Veysel Bozkurt, “Geleceğin Toplumu, Dönüşümcü Liderlik ve Turgut Özal”, içinde İhsan Sezal ve İhsan
Dağı, der., Kim Bu Özal: Siyaset, İktisat, Zihniyet (İstanbul: Boyut Yayın, 2001), s. 179.
23 Mustafa Erdoğan, “Türk Politikasında Bir Reformist: Turgut Özal”, içinde İhsan Sezal ve İhsan Dağı, der.,
Kim Bu Özal: Siyaset, İktisat, Zihniyet (İstanbul: Boyut Yayın, 2001), s. 21 ve 31.
24 İhsan Sezal, “Bir Toplumsal Barış Mimarı ve Yarım Kalmış Devrim” içinde İhsan Sezal ve İhsan Dağı, der.,
Kim Bu Özal: Siyaset, İktisat, Zihniyet (İstanbul: Boyut Yayın, 2001), s. 163-168.
25
ÖZAL’IN KAMU YÖNETİMİ VİZYONU
VE POLİTİKALARI
Özal’ın Kamu Yönetimi Vizyonu
Devletin Rolü
Özal’ın ülke yönetimini devralmadan çok önce şekillenmiş olan devlet anlayışı,
net çizgilerle “liberal devlet” anlayışını yansıtmaktadır. Ona göre devlet, “bir
milletin dışarıda ve içeride işlerinin yürütülmesinde, müdafaasında emniyetinin
temini, hakiki ve hükmi şahıslar arasında adaletin tevzii, ekonomik faaliyetin
asgari kayıpla ve maksimum randımanla yapılması için gene millet tarafından
kurulan müesseselerden” meydana gelmektedir. Güçlü devlet, harcamaları
hak ölçüler içinde, fakat hazinesi dolu olan devlettir. Devlet, “mabud veya
baba” olmadığı gibi “bir istihdam kapısı” da değildir.25 “Devlet hiç bir zaman
vatandaşın karşısında veyahut da vatandaşın rakibi değildir, devlet vatandaşın
yardımcısıdır. Asıl olan vatandaşın kendisidir, milletin kendisidir.”26 Devletin
bütün kurumları ile milletin hizmetinde ve “Devletin zenginliği sonucu
milletin zenginliği değil, milletin zenginliği sonucu devletin zengin olması”
Özal’ın devlet anlayışının merkezinde yer almıştır.27 Türkiye’nin liberal piyasa
ekonomisine geç girdiğini düşünen Özal, iki yüzyıl Batılılaşma reformu adına
her şeyin yapıldığını ama Batı’nın üstünlüğünün liberal ekonomiden geldiğini
anlayamadığımızı vurgulamakta, 1980’e kadar ekonomimizin içe dönük,
mücadeleci ve ithal ikameci niteliğini muhafaza ettiğini, girişimcilere, piyasaya ve
piyasa güçlerinin işbirliğine kuşkuyla bakıldığını, savunmacı bir releksle, ithalata
karşı kendimizi koruduğumuzu ve ihracatı arttırmaktan kaçındığımızı özeleştiri
olarak vurgulamaktadır. Bu nedenlerle de kamu sektörünün aşırı güçlendiğini,
merkezi planlamanın büyük ölçüde piyasanın yerine geçtiğini, fiyat, kambiyo
ve dış ticaret kontrolleriyle sübvansiyonların kaynak tahsisini temel biçimde
çarpıttığını, ancak kendilerinin popülist ideolojinin çağdaş ve milliyetçi olarak
gösterdiği bu yaklaşımı devraldıklarını, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne
katkıda bulunan bu müdahaleleri yeni şartlara uydurduklarını dile getirmektedir.28
Bu ilkelerin, 1980’li yılların başından itibaren kapitalist dünyada sarsıcı
25 Turgut Özal, “Kalkınmada Yeni Görüşün Esasları”, Türkiye’nin Sosyo-Kültürel ve Ekonomik Meseleleri-İlmi Seminer, Aydınlar Ocağı, Ankara, 28-29 Nisan 1979.
26 Turgut Özal, “Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı 1982 Mali Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı Münasebetiyle
TBMM’deki Konuşması”, 17.1.1982, Danışma Meclisi Tutanak Dergisi, C. 2, B. 36, s. 203-218; Turgut Özal,
“Bakanlar Kurulu Programının okunması münasebetiyle TBMM’deki Konuşması, 19.12.1983, TBMM Tutanak
Dergisi, D. 17, C. 1, B. 10, s. 62-84.
27 Turgut Özal, “Kalkınmada Yeni Görüşün Esasları”, Türkiye’nin Sosyo-Kültürel ve Ekonomik Meseleleri-İlmi Seminer, Aydınlar Ocağı, Ankara, 28-29 Nisan 1979; Turgut Özal, “Bakanlar Kurulu Programının okunması
münasebetiyle TBMM’deki Konuşması, 19.12.1983, TBMM Tutanak Dergisi, D. 17, C. 1, B: 10, s. 62-84;
Turgut Özal, “Bakanlar Kurulu programının okunması münasebetiyle TBMM’deki Konuşması, 25.12.1987,
TBMM Tutanak Dergisi, D. 18, C. 1, B. 3, s. 40-72.
28 Turgut Özal, “Uluslararası Kamu Finansmanı Enstitüsünün İstanbul’da Yapılan 44. Kongresinde Açılış Konuşması”, 22 Ağustos 1988, Başbakan Turgut Özal’ın Tesis Açılışları, Çeşitli Toplantılarda Yaptığı Konuşmaları: 13.12.1987 - 12.12.1988 (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1989).
26
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
değişikliklere neden olduğu, 1960’tan sonraki dönemde “devlet bürokrasilerinin
milletlerin kaderine el koymalarına” neden olan ve “devletçi doktrinler” olarak
“adeta tabulaştırılan “planlı” anlayışın, komünizmin yıkılması ve sosyalist blokun
yeniden yapılanmasını zorunlu kıldığı düşüncesi Özal’ın neo-liberal devletçi
fikirlerini kuvvetlendirmiştir.29
1980’li yıllarla birlikte Batı Avrupa ülkelerinde piyasa mekanizması
ve devletin ekonomideki yerini sorgulayan neo-liberal düşüncelerin temel
argümanları Özal’ın devletin ekonomideki rolü ve asli görevlerine dair vizyonunu
şekillendirmiştir. Ekonomik kalkınmada devletin esas rolü, karma ekonomi
sistemi olarak adlandırılan sistem içerisinde tanzim edici ve gelişmeyi teşvik edici
olmalıdır; devlet, fertlerin ve kuruluşların ekonomik ilişkilerini düzenlemeli,
ihtilaların çözümü, ekonominin rahat çalışması için sık sık değişmeyen kaideler
koymalı ve engelleri kaldırarak verimliliği yükseltmelidir. Devlet, genel olarak
bütün millete hizmet veren, esas itibariyle de karayolları, barajlar, elektrik
tesisleri, demiryolları, meydanlar, limanlar, büyük sulama tesisleri gibi vatandaşın
yapamayacağı, ama yapılması lüzumlu olan altyapı hizmetlerini yapmalıdır.
Devlet, sanayi ve ticarete esas prensip olarak girmemelidir. Sanayi sahasındaki
görevi, mevcut devlet ünitelerini mümkün olduğu kadar rantabl hale getirmek,
fazla büyütmeden, yapılması icap eden, yine özel teşebbüsün yapamadığı işleri
yapabilmek şeklinde olmalıdır. Sanayide geri kalmış bölgelerde ilk girişimi
sağlamak için istisnai olarak piyasaya girse de de ilk fırsatta bu teşebbüsleri
millete devretmelidir. Sanayi ve ticarette devletin esas rolü düzenleyici ve teşvik
edici olmalıdır. “Devletin vatandaşa rakip olmadığı, bilakis onun yardımcısı, ona
hizmet eden, gelişmesini, kalkınmasını kolaylaştıran bir fonksiyona sahip olması”
ilkesi bu prensiplerin esasını oluşturmaktadır.30 Buna göre kamu sektörü, bütün
ticari ve sınai faaliyetlerden, Kamu İktisadi Teşebbüslerinin hepsinden ve hizmet
sektörlerinin önemli bir kısmından çıkmalıdır.31 Bu prensipler, Özal’ın ifadesiyle
“pratik, pragmatik, gerçekçi bir anlayıştır.”32
29 Turgut Özal, “3. İzmir İktisat Kongresinin Açılışında Yaptığı Konuşması”, 4 Haziran 1992, İzmir İktisat
Kongresi (Ankara: DPT, 1993), s. 21-27.
30 Turgut Özal, “Kalkınmada Yeni Görüşün Esasları”, Türkiye’nin Sosyo-Kültürel ve Ekonomik Meseleleri-İlmi Seminer, Aydınlar Ocağı, Ankara, 28-29 Nisan 1979; Turgut Özal, “Konuşmaları, “Turgut Özal’ın Devlet
Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı 1982 Mali Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı Münasebetiyle TBMM’deki Konuşması”, Danışma Meclisi Tutanak Dergisi, 17.1.1982, C. 2, B. 36, s. 203-218; Turgut Özal, “Bakanlar Kurulu
Programının Okunması Münasebetiyle TBMM’deki Konuşması, 19.12.1983, . TBMM Tutanak Dergisi, D. 17,
C. 1, B. 10, s. 62-84.
31 Turgut Özal, “İş Dünyası Vakfı Toplantısındaki Konuşması”, 2.10.1992, İstanbul-Conrad Otel (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1992).
32 Turgut Özal, “Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı 1982 Mali Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı Münasebetiyle
TBMM’deki Konuşması, 17.1.1982, Danışma Meclisi Tutanak Dergisi, C. 2, B. 36, s. 203-218.
27
ÖZAL’IN KAMU YÖNETİMİ VİZYONU
VE POLİTİKALARI
Bununla birlikte, Özal’ın eğitim, sağlık ve ileri teknoloji başta olmak üzere,
temel kamu hizmetleri alanında da devlet tekelinin kırılması, temel kamu
hizmetlerinin rekabete açılması düşüncesi Yeni Sağ politikalara paralellik arz
etmektedir:
“Eğitimde tek merkezden, tekdüze bir eğitim olmaz. Artık onun devri geçti.
Bununla biz tornadan çıkmış gibi, hep aynı adamı yetiştiririz. Allahtan adamlarımız başka yerde, sanayide şurada burada kabiliyetli. İnsanımız zeki. Mektepten
aldığından farklı şeyleri dışarıda öğreniyor. Yoksa eğer mekteplerimizdeki eğitim
sistemiyle devam edersek, hep aynı adamı yetiştiririz. Özellikle ilkokul, ortaokul,
liselerde. Bizim gibi bir ülke yok. Bir taraftan serbest bir ülkeden bahsediyoruz,
serbest pazar, serbest ekonomik sistem vesaire diyoruz… Ne yapmışız, her şeyi
Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlamışız. Bununla bir yere gidemeyiz. Eğitimde de,
sağlıkta da, rekabetin olmadığı yerde, aynen sanayi ve ticaret gibi gelişme olmaz. Gelişme mümkün değildir. Muhakkak rekabeti oraya sokmak lazım, yeni
düşünceleri sokmak lazım.”33
Temel kamu hizmetlerinden biri olan sosyal yardımlar konusunda da Özal,
devletten yardım almayı değil çalışmayı teşvik edici bir yaklaşıma sahiptir. “Sosyal adalet, sosyal güvenlik ve sosyal yardımın düzenlenmesi ve sağlanması; sosyal
hizmet ve faaliyetlerin tanzim, teşvik ve yönlendirilmesi ve gereğinde doğrudan
yapılması devletin başlıca görevleri arasındadır.”34 Ancak, sosyal yardımların ölçüsünün çok iyi tespit edilmesi, devletin sosyal sahada gönüllü sosyal dayanışmayı teşvik edip kolaylaştırması, sosyal yardımın “insanları çalışmadan uzaklaştırıcı,
tembelliği teşvik edici değil, havadan geçinmeye sevk edici” yönde olmamasına
özellikle itina gösterilmesi, muhtaçların gelişmeleri, yararlı hale gelebilmeleri için
önlerindeki engellerin kaldırılmasına çalışılması, sosyal yardımın devletin gücü
ile orantılı ve hiçbir suretle ekonomik gelişmeyi yavaşlatıcı bir hüviyette olmaması gerektiği onun vurguladığı hususlardır.35
İdari Yapı ve Bürokrasi
Özal’ın hayalindeki Türkiye vizyonunu gerçekleştirmek için ele alınması gereken
öncelikli konulardan biri de Türkiye’nin “merkeziyetçi idari yapısı” olmuştur.
İzmir İktisat Kongresinde başbakan yardımcısı olarak yaptığı konuşmada “artık ihtiyacımızı karşılamayan bürokratik karakteri ağır basan, merkeziyetçi” idari
yapının mutlaka ıslah edilmesi gerektiğini vurgulamış, yeni anayasa hazırlık sürecinde merkezi idare ile mahalli idareler arasındaki görev dağılımının yeniden
33 Turgut Özal, “İş Dünyası Vakfı Toplantısındaki Konuşması”, 2.10.1992, İstanbul-Conrad Otel, (Ankara:
Başbakanlık Basımevi, 1992).
34 Turgut Özal, “Bakanlar Kurulu Programının okunması münasebetiyle TBMM’deki konuşması”, 19.12.1983,
TBMM Tutanak Dergisi, D. 17, C. 1, B. 10, s. 62-84.
35 Turgut Özal, “Kalkınmada Yeni Görüşün Esasları”, Türkiye’nin Sosyo-Kültürel ve Ekonomik Meseleleri-İlmi Seminer, Aydınlar Ocağı, Ankara, 28-29 Nisan 1979.
28
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
yapılması, idari yapıyı gelişen Türkiye’nin artan klasik ve yeni ihtiyaçlarını karşılayacak dinamik bir yapıya kavuşturulması gerektiğini ifade ederek, kamu yönetimi alanındaki reform ihtiyacını öncelikli değişim ve dönüşüm alanlarından biri
olarak ortaya koymuştur.36
Yine başbakan yardımcılığı döneminde kamu kurum ve kuruluşlarının yeniden düzenlenmesi ile ilgili bir yasa tasarısı görüşmelerinde hükümet programından aktardığı idari yapıya ilişkin değerlendirmelerde, merkeziyetçi yapı,
görev-yetki-sorumluluk paylaşımındaki dengesizlik, kırtasiyecilik, istihdam sorunları ve verimsizlik öne çıkan sorunlardır:
“Mazisi yüzyıllara dayanan Türk idare yapısı şartların değişmesiyle yeniliklere ve
ihtiyaçlara ayak uyduramayarak eskimiş, ekonomik ve sosyal gelişmelerin gerisinde
kalmıştır. Bunun sonucunda yönetiminde aşırı merkeziyetçilik, görev, yetki ve
sorumlulukların dağılımında dengesizlik, normalin çok üstünde istihdam, atıl
kapasite, verimsizlik, lüzumsuz formalite ve kırtasiyecilik hastalıkları meydana
gelmiştir. Kalkınmakta olan bir ülke durumundaki Türkiye’nin ekonomik ve sosyal kalkınmasını engelleyen en önemli faktör Türk idaresinin bu hastalıklarıdır.”37
İdari yapının sağlamakla yükümlü olduğu kamu hizmetlerinin görülmesinde
karşılaşılan gereksiz bürokrasi, kırtasiyecilik ve idari işlemlerdeki aşırı formalite
dolayısıyla idareye muhatap olan vatandaşın büyük sıkıntılara girmesi, en basit kayıt, ruhsat ve belge çıkarma gibi işlemlerin günlerce devam etmesi, resmi
belgelerin dosyalar dolusu yığılması Özal’ın şikayet ettiği konuların başında gelmektedir. Bu yapının aynı zamanda kırtasiyecilik, rüşvet ve yolsuzlukların da esas
kaynağını teşkil ettiği Özal’ın vurguladığı bir konudur. Bu şekilde işleyen idari yapıda ekonomik programların uygulanması, gereksiz formaliteler yüzünden
gecikmekte, milyonlarca işgünü ve tonlarca kağıt israf edilmekte, “Türk idaresi
kırtasiyeciliğin sonunda kendisini yiyip, bitiren bir fasit daire içine” düşmektedir.
En kısa zamanda kamu hizmetlerinin görülmesindeki aksamaların giderilmesi,
basit, sade ve pratik yöntemlerin geliştirilerek uygulamaya konması Özal’ın öncelikleri arasında yer almıştır.38
Türk idare sisteminin memura “itimatsızlık ve şüphe” üzerine kurulu olduğunu eleştiren Özal, itimadın esas, şüphenin istisna olmasının gerektiğini dü36 Turgut Özal, “Geleceğe Bakış”, İkinci İzmir İktisat Kongresi’nin Kapanış Oturumu Konuşması (7.11.1981),
içinde İsmet Binark, der., Bu Dünyadan Bir Turgut Özal Geçti (Ankara: Turgut Özal Düşünce Hamle Derneği
Yayınları, 2008).
37 Turgut Özal, “Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Kuruluş, Görev ve Yetkilerinin Yeniden Düzenlenmesi ile
İlgili Yetki Kanunu Tasarısı münasebetiyle TBMM’deki Konuşması”, 13.5.1982, Danışma Meclisi Tutanak
Dergisi, C. 5, B. 94, s. 439-445.
38 Turgut Özal, “Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Kuruluş, Görev ve Yetkilerinin Yeniden Düzenlenmesi ile
İlgili Yetki Kanunu Tasarısı münasebetiyle TBMM’deki Konuşması”, 13.5.1982, Danışma Meclisi Tutanak
Dergisi, C. 5, B. 94, s. 439-445.
29
ÖZAL’IN KAMU YÖNETİMİ VİZYONU
VE POLİTİKALARI
şünmüştür. Bu nedenle bakanlıklar, kitler ve kamu kurumlarının tamamında bu
şüphe sistemi yüzünden müfettiş kadrolarının geliştikçe geliştiğinden yakınmış,
bu sistemde namuslu adamın çalışamaz hale geleceğini, hile yapanın yine de işini
bir yolunu bulup işini yaptıracağını, asıl bu konuda bir reform ihtiyacı olduğuna
inanmıştır.39 Devlet memuruna itimat etmeyince memur da vatandaşa itimat etmemektedir. Sistemi tersine çevirerek “itimada dayanan bir sistem” getirmek, birçok bilgi-belge gereken durumda (sağlık raporu, ikametgâh kağıdı, nüfus kağıdı
sureti) vatandaşın beyanına göre işlem yapmak, yanlış beyanda bulunana ölçülü
ağır bir ceza vermek suretiyle oto kontrolü sağlamak, kırtasiyecilik ve gereksiz bürokratik işlemleri azaltacak ve vatandaşa güveni tesis etmeye katkı sağlayacaktır.40
1983 genel seçimlerinin kazanmasının ardından başbakan olarak açıkladığı
Hükümet programında41 Özal, ülkenin önünde duran meselelerin süratle çözüme kavuşturulması için hukuki ve idari yapının buna imkan sağlayacak bir
hale gelmesi gerektiğinin altını çizerken, “kendimizi, yine kendimizin koyduğu
kaidelerin esiri olmaktan kurtarmalı, yeni, dinamik, kaideleri ve yapısı birbiriyle uyumlu, iyi çalışan bir sistem kurmalıyız.” diyerek idari yapı ve mevzuatın
toplumun ihtiyaçlarına cevap verebildiği sürece muteber olduğunu, günün şartlarına uygun olmayan, eskimiş, yavaş, karar almaya sebep olan ve uygulamayı
imkansız hale getiren, zaman ve kaynak israfına yol açan idari yapının yeni bir
anlayışla gözden geçirileceğini ifade etmiştir. Devlet hizmetleri, aşırı formaliteler
ve teferruat keşmekeşinden kurtarılacak, bu amaçla bürokratik işlemler en fazla
ve gereksiz olduğu alanlardan başlamak üzere, konular tasnif edilecek, işlemleri
asgariye indirecek bütün tedbirler alınacak, kanun, tüzük, kararname, yönetmelik ve tebliğlerde gerekli değişiklikler yapılacak, böylece devlet hizmetlerinin etkisi artırılacak, vatandaşlar rahatlayacak, ekonomik gelişmeye katkı sağlanacaktır.
Kamu hizmetlerinin her kademesinde israf önlenecek ve tasarrufa riayet edilecektir. Resmi makamlara müracaatta istenen bütün bilgi ve belgelerin gözden
geçirilerek azaltılması ve bazılarının kaldırılması kaçınılmaz hale gelmiştir. Memurların tayin, teri ve emeklilik işlemleri ile sağlık, gümrük, tapu, noter, ehliyet
alma, vergi yatırma ve benzeri hizmetlerdeki işlerin basitleştirilmesi için bütün
tedbirler alınacaktır.
Hükümet programında, bürokratik işlemlerde vatandaşın beyanının esas alınacağı şeklinde taahhüt edilen anlayış, geleneksel bürokratik işleyiş bakımından
39 Turgut Özal, “Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Kuruluş, Görev ve Yetkilerinin Yeniden Düzenlenmesi ile
İlgili Yetki Kanunu Tasarısı münasebetiyle TBMM’deki Konuşması”, 13.5.1982, Danışma Meclisi Tutanak
Dergisi, C. 5, B. 94, s. 439-445.
40 Turgut Özal, “Basın Mensuplarıyla TRT’de Yaptığı Açık Oturum”, 25 Ekim 1983.
41 Turgut Özal, “Bakanlar Kurulu Programının okunması münasebetiyle TBMM’deki Konuşması”, 19.12.1983.
TBMM Tutanak Dergisi, D. 17, C. 1, B. 10, s. 62-84.
30
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
vatandaşı odağa koyan bir yaklaşım sunmaktadır. “Herkes aksi görülünceye kadar
beyanında haklıdır, doğrudur. Vatandaşın devletine daha fazla güven duyması
için önce devletin vatandaşa itimat etmesi gerektiğine inanıyoruz. Devlet kapısı
vatandaş için korkulu, ürkeklikle başvurulacak bir duvar değil, rahatlıkla, güvenle
girilen bir yer olmalıdır.” Geleneksel bürokratik sisteme hakim olan inisiyatif kullanmayı, sorumluluk almayı engelleyen, sonuç değil hata arayan, mevzuat odaklı
işleyiş Hükümet programında net çizgilerle eleştirilmekte ve yeni dönemdeki idari yapının bu hastalıklar üzerine gideceği taahhüt edilmektedir.
“Diğer önemli bir husus devlet hizmetinin, gayret ve feragatle yapılan işlerin bir
yana bırakılarak sadece memurun ve yöneticinin hatalarını arayan teftiş zihniyetinden kurtarılması ihtiyacıdır. Bu zihniyet umulanın aksine inisiyatif almayı
ve daha iyi karar verilmesini engellemekte, yetki ve sorumluluğu zayılatmakta,
ekonomik kayıplara sebep olmaktadır. Devletin sadık ve çalışkan memuruna sahip çıkarak taltif etmesine, buna mukabil yapılmayan veya sürüncemede bırakılan
işlerin murakabesine ağırlık vereceğiz.”42
Geleneksel bürokratik modelin değişim sürecinin yansımalarını taşıyan bu
bakış açısı, II. Özal Hükümeti programında da yerini almıştır: “Devlet müesseselerinin kuruluşunda ve işleyişinde temel prensip, işlemlerin müessir, süratli ve verimli bir şekilde yürütülmesidir. Bunun için, sistem açık, basit ve kolayca anlaşılır
olmalıdır. Türk idare ve hukuk sitemi, daha süratli, etkili, verimli hale getirilecek,
pek çok işlem bilgisayarla otomatik yapılacak; vatandaş devlet kapısında bekletilmeyecektir. Hükümetimiz, bürokrasinin devamlı olarak azaltılmasında, memura
ve vatandaşa itimadı esas almaktadır.” 43
Bürokrasinin azaltılması, kamu hizmetlerinde etkinliğin artırılması için, bürokratik işlemlerin en fazla ve en gereksiz olduğu alanlardan başlamak üzere, ilgili
kanun, tüzük, kararname, yönetmelik ve tebliğlerde gerekli değişiklikler yapılması, nüfus işleri, adalet, emniyet, milli eğitim, vergi idaresi ve daha pek çok kamu
kuruluşunun bilgisayara geçmesi, işlemlerin hızlandırılması, bekleme sürelerinin
kalkması veya büyük ölçüde azaltılması, bütün bakanlıklarda etkili ve verimli
çalışacak şekilde bilgisayar yardımıyla otomasyon projelerinin başlatılması, ehliyet, pasaport, nüfus dahil, çok çeşitli alanlarda bürokratik işlem ve formalitelerin
basitleştirilmesi, bürokrasi, kırtasiyecilik ve formalitelerle mücadele programına
devam edilmesi, kamu personelinin bu konuda eğitilmesi ve programın vatandaşa tanıtılması alınması planlanan tedbirler olarak hükümet programında yer
almıştır.
42 Turgut Özal, “Bakanlar Kurulu Programının okunması münasebetiyle TBMM’deki Konuşması”, 19.12.1983.
TBMM Tutanak Dergisi, D. 17, C. 1, B. 10, s. 62-84.
43 Turgut Özal, “Bakanlar Kurulu programının okunması münasebetiyle TBMM’deki Konuşması”, 25.12.1987,
TBMM Tutanak Dergisi, D. 18, C. 1, B. 3, s. 40-72.
31
ÖZAL’IN KAMU YÖNETİMİ VİZYONU
VE POLİTİKALARI
Türkiye’nin idari yapısının işleyişine ilişkin Özal hükümetinin getirdiği
önemli bir bakış açısı değişikliği de “vatandaşın teba durumu ve konumundan,
Devlet hizmetlerinden faydalanan müşteri başka bir deyişle Devletin eşiti konumuna geçişidir. Vatandaş artık Devlet’ten birçok istek ve beklentisi olan bir
kişidir.”44
Bununla birlikte, bürokrasinin içinde bulunduğu sorunlar II. Özal hükümetinin önünde bir sorunlar yumağı olarak durmaktadır. Kalkınmanın en önemli
aracı hatta itici gücü olmak durumundaki Türk Kamu Yönetiminin, “kalkınma
sürecini uzatan ve yavaşlatan” bir duruma geldiği ifade edilen Başbakanlığin raporunda, kıt kaynakların merkezi bir planlama ile daha rasyonel kullanımı amaçlanmasına rağmen, merkezde kaynakların daha çok israf edildiği sonucunun ortaya
çıktığı, görev ve hizmet çatışmaları, aynı işi birçok kamu kurum ve kuruluşunun
yapmakta oluşunun personel, büro, araç ve gereç, makine parkı kullanımında
büyük isralara yol açtığı, kamu kurum ve kuruluşları arasında işbirliği ve koordinasyon sağlanamadığı için yatırım ve hizmetlerde dublikasyon ve çatışmanın
özellikle proje safhasında yoğunlaştığı, problemlerin daha kolay çözülebilmesi
için güçlendirilmeye çalışılan Ankara bürokrasisinin, beklenen faydayı sağlamak
bir yana, Türk kamu idaresinin verimliliği ve rasyonelliği bakımından tartışır hale
geldiği yönündeki değerlendirmeler, bürokrasinin içinde bulunduğu durumdan
duyulan memnuniyetsizliği ifade etmektedir.45 Hizmetlerin sağlanma sürecinde
bürokrasiden kaynaklanan bu sorunlar, ironik bir şekilde vurgulanmaktadır:
“İdari tarihimizin içinde, zaman zaman mevzuatta yapılan değişiklikler ile
bürokrasi daha da genişlemiş, netice olarak devlet ile vatandaş arasındaki mesafe
–kademe- artmış, münasebetler daha da giriftleşmiştir. Öyle ki bazı sahalarda
yatırım yapmanın veya yatırım izni almanın –bu gereksiz formaliteler yüzündenbeş, on seneyi geçtiği görülmüştür, hatta devlet kendi tesisleri için dahi izin almakta zorluk çekmiş, bazen tesislerini ruhsatsız inşa etmek zorunda kalmıştır.”46
Bürokrasi içinde de Özal, “şekilci, kırtasiyeci, ağır çalışan insanlar” yerine
dinamik, hareketli ve çalışkan” insanlarla çalışmayı tercih etmiş ve özellikle Bakanlar, Bürokratlar, valiler ve belediye başkanları gibi yakın çalıştığı insanlarda da
bu özellikleri aramıştır. Dönemin İçişleri Bakanlarından Abdulkadir Aksu’nun
ifadesi ile Özal “çalışanların projeye dayalı çalışmalarını, planlı, hızlı, aktif ve
dinamik olmalarını” beklemiştir.47 Bir başka deyişle, Özal’ın düşüncesinde bü44 Başbakanlık, Gelişen Türkiye: Bürokrasi (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1988), s. 4.
45 Turgut Özal, “Bakanlar Kurulu programının okunması”, 25.12.1987, TBMM Tutanak Dergisi, D. 18, C. 1,
B. 3, s. 40-72.
46 Başbakanlık, “Reform Mahiyetindeki Kanuni Düzenlemeler: 13 Aralık1983 – 30 Aralık 1987, 30 Aralık
1987 – 18 Kasım 1988 (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1988).
47 Yusuf Tümtürk, Yeni Türkiye’nin Mimarı (Ankara: Turgut Özal Düşünce ve Hamle Derneği, 2008), s, 132.
32
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
rokrasi mekanizması “tıpkı özel sektör gibi dinamik, hızlı ve enerjik” olmalıydı.
Hizmetlerin gerçekleşmesine odaklanma, kalitenin sürekli artırılması, devlet imkanlarının verimli kullanılması Özal’ın düşüncesinin ana esasları olmuştur. Her
yatırımla ilgili bütçe kalemi oluşturulmadan harekete geçmemek, gerekli altyapı
hazırlıkları tamamlandıktan sonra harekete geçmek, yapılacak çalışmaları bir sistem ve sonuç etrafında şekillendirmek, kuru ve havada kalan çalışmalar yerine
sonuç odaklı ve verimli bir çalışma periyodunu benimsemek, onun bürokrasiye getirmeye çalıştığı çalışma disiplini olmuştur. Özal’ın bu anlayışı, dönemin
İçişleri Bakanlığı müsteşarlığı görevinde bulunan Galip Demirel’in ifadeleri ile
geleneksel bürokrasi için alışılması zor bir tarz oluşturmuştur:
“Devletin bütünlüğünü kapsayan bu çalışma dinamiği devletin üzerine çöken
hantal yapıyı derinden etkilemişti. Bürokrasi Özal’ın hızına yetişmek için kendisini çağın koşullarına göre dizayn etmek zorundaydı. Hız, maliyet ve verimlilik
esası üzerine kurulu olan bu yapı, vatandaşların devletle ilişkilerinde de yeni bir
çığır açmıştı. Devlet hizmet ürettikçe, verimliliği esas aldıkça, vatandaşı ile arasına
giren duvarlar da bir bir ortadan kalkıyordu. Bürokratik hantallık bir yönüyle de
devlet-vatandaş barışının belirleyici bir manivelası olmuştu. Hantal devlet, ya da
kutsal devlet efsanesi çökerken, hizmet veren verimli ve dinamik bir devlet anlayışı
hızla yükselmeye başlamıştı.”48
Özal’ın bürokrasiye bakış açısını net çizgilerle ifade eden bu sözler, Özal’a
atfedilen ve memurların usulsüzlük yaptığı, rüşvet aldığı şeklinde yorumlanan
“benim memurum işini bilir” söylemi49 ile tutarlılık göstermemektedir. Nitekim,
yakın çalışma ekibinde bulunan Barlas Doğu’nun ifadesi ile “Özal ‘Benim memurum üretkendir, çalışkandır, hizmet kabiliyeti yüksektir’ demişti ama bu konuşma çarpıtıldı.” Özal, bürokratlara değer veren bir liderdi. “Asla bürokratlarla
oynamayacaksınız. Asla tayin yapmayacaksınız, kış kıyamette kimseyi yerinden
etmeyeceksiniz, sizin göreviniz insanların yerleriyle oynamak değil ülkeye hizmet
etmektir” talimatı Özal’ın iktidara geldikleri ilk grup toplantısındaki talimatlarından biri olmuştu.50
İdari Yapıda Merkezi Yönetim
İdari yapının ana unsuru olan merkezi idare ile taşra teşkilatı arasındaki görev,
yetki ve sorumluk dağılımı ve bu yapıya hakim olan ilişkiler bakımından Özal’ın
kamu yönetimi anlayışı, taşra teşkilatlarının güçlendirilmesi yönündedir. Başbakan yardımcısı olarak kamu kurum ve kuruluşlarının görev ve yetkilerinin yeni48 Ahmet Turan Ayhan, Hizmete Adanmış Bir Ömür: Galip Demirel (İstanbul: Malatya Kitaplığı, 2013), s. 240.
49 A. Vahap Uluç, “Liberal - Muhafazakar Siyaset ve Turgut Özal’ın Siyasi Düşüncesi”, Yönetim Bilimleri
Dergisi, Cilt. 12, Sayı. 23, 2014, s. 116 ve 137.
50 Yusuf Tümtürk, Yeni Türkiye’nin Mimarı (Ankara, Turgut Özal Düşünce ve Hamle Derneği, 2008), s, 179.
33
ÖZAL’IN KAMU YÖNETİMİ VİZYONU
VE POLİTİKALARI
den düzenlenmesi çalışmalarında bu bakış açısı belirgindir. “Bizim burada getirmek istediğimiz merkezi idarenin, merkezi teşkilatla merkezi teşkilata bağlı taşra
teşkilatı arasındaki dengeyi ortaya koymaktır. Taşra teşkilatı gerekli fonksiyonu
yapamıyorsa, vatandaş her işi için idare merkezine geliyorsa, Ankara’ya geliyorsa
mümkün olduğu kadar merkezi idarenin taşra teşkilatını buna göre düzenlemek
mecburiyeti vardır.”51 İlk hükümet programında da taşra teşkilatlarının başındaki
mülki idare amirlerinin “tam bir tarafsızlıkla” vatandaşın hizmetinde olacağını,
mülki idare amirlerinin yetkilerinin artırılacağı ve vatandaşlarının işlerinin büyük bir kısmının Ankara’ya gelmeden mahallinde halledilmesine imkan verecek
kanun ve idari düzenlemelerin yapılacağı bu alandaki öncelikli hedeler olarak
açıklanmıştır.52
Merkeziyetçi yapının yerine onu tamamlayan unsurların öne çıkması gerektiği inancı, Özal’ın bakış açısında önemli bir yer tutmuştur. Toplumda bireyin öne çıktığı gibi merkezi idare içinde de onun alt parçaları öne çıkmalıdır.
Özellikle, teknoloji ve telekomünikasyonun, bilgisayarların hayatımıza girmesi
ile çok süratli bir bilgi birikimi ve bilgiye ulaşım imkanı olduğu, bireyin öneminin arttığı, hedefin insan olduğu, gelişmiş ülkelerde devletin rolünün iyice
aşağıya çekildiği, en ileri Sosyalist ülkelerde dahi insana hitap etmeye başlandığına dikkat çekerek, büyük kuruluşların yerini dinamik, daha ufak kuruluşlara terk
ettiği, büyük kuruluşların da kendi içlerinde ufak kuruluşlar haline dönüştüğü,
artık “kuvvetli bir merkezi idarenin” önemini kaybetmeye başladığı, dolayısıyla
bir “merkezi idare yerine, daha dağılmış bir otorite, daha dağılmış” bir yapının
öne çıktığı düşünceleri Özal’ın merkezi idareye bakışını şekillendirmiştir. Merkezi idarenin yükünün azaldığı, insanların daha fazla söz sahibi olduğu, bugünkü
yapıda sorun olarak görülen şeylerin hiç sorun olarak görülmediği ve muhtemelen 30-40 sene devam edecek bir sürecin içerisinde oluşacak “yeni bir devre”
Özal’ın vizyonuna göre bizi beklemektedir.53
Özal’ın idari yapının modernleştirilmesindeki yaklaşımlarının bir kısmı
daha pragmatik niteliktedir. 2000’li yıllara giren Türkiye’nin idari yapısını daha
da modernleştirmeyi azmettiklerini söyleyen Özal, gelecek bir iki yıl içinde
100’ün üzerinde kasabayı ilçe yapacaklarını, il sayısını, her yıl 5-6 tanesini yapa51 Turgut Özal, “Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Kuruluş, Görev ve Yetkilerinin Yeniden Düzenlenmesi ile
İlgili Yetki Kanunu Tasarısı münasebetiyle TBMM’deki konuşması”, 31.5.1982, Danışma Meclisi Tutanak Dergisi, C. 5, B. 99, s. 640-641.
52 Turgut Özal, “Bakanlar Kurulu Programının okunması münasebetiyle TBMM’deki Konuşması”, 19.12.1983,
TBMM Tutanak Dergisi, D. 17, C. 1, B. 10, s. 62-84.
53 Turgut Özal, “Dış Politika ve Ekonomi Açılarından ‘Türkiye’nin Stratejik Öncelikleri Uluslararası
Sempozyumun Açılışında Yaptığı Konuşma”, 5.11.1991, The Marmara Oteli, İstanbul (Başbakanlık Basımevi:
Ankara, 1992), s. 28; Turgut Özal, “Dünyadaki Yeni Dengeler ve Türkiye’ Konulu Pazar Toplantısında Yaptığı
Konuşma”, 17.11.1991, President Otel, İstanbul (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1992), s. 23.
34
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
rak, 100’ün üzerine çıkaracaklarını, büyük şehir sayısını da artıracaklarını ifade
etmiştir.54
İdari Yapıda Merkezi Yönetim-Yerel Yönetim İlişkileri
Özal’ın idari yapı içerisinde yerel yönetimlerle ilgili yaklaşımı 1989 yerel seçimleri sürecinde çok net çizgilerle ortaya konmuştur. I. Özal Hükümeti programında55 belediyeler “şehirleşme hizmetlerinin ifasında ana kuruluşlar” olarak görülmüş ve belediyelerin “müessir, süratli ve verimli şekilde hizmet verebilmeleri için,
mükellefiyetlerine uygun imkan ve kaynaklara kavuşturulmaları” hedelenmiştir.
II. Özal Hükümeti programında da yerel yönetimlerin mali kaynaklarla güçlendirildiği, bu imkânların kullanılmasıyla, ülkenin çehresinin değiştiği, şehirlerimizin, kasabalarımızın tanınmayacak şekilde güzelleştiği, imar edildiği, parklar,
bahçeler, spor tesisleri, altyapı yatırımları, köylere kadar uzanmaya başlayan kanalizasyon şebekelerinin ve gelecek yüzyıla göre planlanan beldelerin hükümet
icraatlarının sonuçları olarak açıklanmıştır. Çeşitli mevzuat düzenlemeleriyle
yerel yönetimlerin yetkilerinin artırıldığı, çalışma serbestisi sağlandığı, böylece, yerel hizmetlerin vatandaşın ihtiyaçlarına arzının süratlendiği ve kolaylaştığı, yerel yönetimleri güçlendirerek, “demokrasinin en küçük birimlere kadar
uzanması”nın ve “bir hayat tarzı olarak yerleşmesi”nin sağlandığı, İl Özel İdaresi
Kanunu ile idari sistemimizde gerçek anlamda bir reform yapıldığı, hizmetlerin
tespitinin ve harcama yetkisinin yerel yönetimlere verilerek, idare sistemimizin
aşırı merkeziyetçi yapısından kurtarıldığı, çok sayıda yeni ilçeler kurularak, hizmetlerin dağılımında kolaylık ve etkinlik sağlandığı, büyük şehir belediye idaresinin kurulduğu ve büyük şehirlerdeki problemlerin çözümlenmesine ayrı bir
önem ve ağırlık verildiği, gelecek dönemde, yerel yönetimlerin yetki ve kaynak
yönünden daha fazla destekleneceği, kaynakların daha verimli kullanılması için
gerekli tedbirlerin alınacağı, Belediye ve Köy kanunlarının değiştirileceği, mahalli idarelerin daha da güçlenmesi temin edileceği, teftiş ve denetim sisteminin
yeni bir anlayışla düzenleneceği bu alandaki değerlendirme ve hedeler olarak yer
almıştır.56
1989 yerel seçimlerine doğru gidilirken yerel yönetimlere verilen önem, Özal
tarafından daha somut biçimde ifade edilmiştir:
“Biz mahalli idareleri demokrasinin temeli sayıyoruz. Katılımcı demokrasinin en
iyi örneği mahalli idarelerin güçlenmesidir. Mahalli idareler yetkisiz olursa size iyi
54 Turgut Özal, “26 Mart 1989 Mahalli Seçimleriyle İlgili 22. 22 Mart 1989’da Radyo Televizyon Konuşmaları” (Ankara: Basın-Yayın-Tanıtma Ve Halkla İlişkiler Başkanlığı Yayınları, 1989).
55 Turgut Özal, “Bakanlar Kurulu Programının okunması münasebetiyle TBMM’deki Konuşması”, TBMM
Tutanak Dergisi, D. 17, C. 1, B. 10, s. 62-84.
56 Turgut Özal, “Bakanlar Kurulu programının okunması münasebetiyle TBMM’deki konuşması”, 25.12.1987.
TBMM Tutanak Dergisi, D. 18, C. 1, B. 3, s .40-72.
35
ÖZAL’IN KAMU YÖNETİMİ VİZYONU
VE POLİTİKALARI
hizmet veremezler. Mahalli idareler parasız olursa size iyi hizmet veremezler. Bizim
demokrasi anlayışımızda işlerin merkezden değil, yerinde yapılması anlayışı yatar.
Sizin sokağınızın, caddenizin yolu, suyu, kanalizasyonu, mahalledeki kartları,
oyun bahçeleri ve diğer altyapı ve sosyal tesisleri Ankara’dan gelen kararlarla değil
de mahalli kararlarla yapılırsa hem daha iyi yapılır, hem daha güzel yapılır. Biz iktidara gelir gelmez mahalli idarelerimizi yetkilerle donattık. Bu aslında demokrasinin yerleşmesi bakımından da çok önemlidir. Yani mahalli idareler artık merkezi
idarenin vesayeti altında değillerdir.”57
Yerel yönetimler, onun ifadeleriyle, aynı zamanda ülke yönetimine insan yetiştiren, başarılı olanlara daha üst kademelere Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne
seçilme imkanı veren bir çeşit “mekteptir”. Artan ve yetki imkânlarıyla yerel yönetimler Türkiye’nin hızla ve gerçek anlamda bir “Avrupa ülkesi” görüntüsüne
kavuşmasını, Avrupa’nın en güzel ve planlı şehirleri olan bir ülke haline gelmesini
sağlayacaktır.58
Yerel yönetimlerin “merkezi idareden emir almamaları” gerektiğini, merkezi idarenin ancak gereğinde para desteği yapması gerektiğini, yerel yönetimlerdeki bu reformların kendileri tarafından getirildiğini söyleyen59 Özal, yerel
yönetimlerin geldiği noktayı özetlemektedir:
“Eskiden mahalli idareler parasızdı. Belediye Başkanlarının –özellikle büyükşehir belediye başkanları- işçisinin, memurunun parasını vermek için, Ankara’da
Maliye Bakanı’nın kapısının önünde yattığını hatırlarım. Belediyelerin imkanları
çok azdı. Bütün yetkileri merkezi hükümet üzerine almıştı. Plan dahi yapamazlar, tatbik edemezlerdi. Tapu vermeyi bırakın, ellerinden hiçbir şey gelmezdi.
Eskiden belediye başkanlarının yaptığı iş sadece cilalamak, asfalt yapmaktı. Belediye Başkanlarından bazılarına da isim takılmıştı, Asfalt Osman gibi. Biz mahalli
idarelere hem yetki, hem para verdik. Bu seçimlerden sonra size daha iyi hizmet
etsinler diye mahalli idarelere daha fazla imkan ve para vereceğiz. Bizden önceki
partilerin yaptığı tek iş vardı. O da gelin, Ankara’ya yalvarın. Biz vatandaşımıza
güveniyoruz. Vatandaşımızın doğru insanları seçeceğine inanıyoruz. Onun için
mahalli idarelere yetki verdik. Sadece belediyelere değil, il özel idareleri yani il
genel meclislerine de çok önem verdik. Çünkü köylere götürülen hizmetleri bundan sonra onlar daha iyi planlayacaklar. Artık bu planı merkezi idare yapmayacak.
Merkezi idare parasını, elemanını verecek, teknik yardım yapacak. Ama kararı
mahalli idareler verecek. O şehirde size çok daha iyi hizmet gelecektir.”
57 Turgut Özal, “Turgut Özal’ın 17 Ağustos 1988’de Televizyonda Gelişen Türkiye Programında Yaptığı Konuşma”, içinde Başbakan Turgut Özal’ın Basın Mensuplarına Açıklama, Mülakat Ve Konuşmaları: 13.12.1987
- 12.12.1988 (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1989).
58 Turgut Özal, “Turgut Özal’ın 17 Ağustos 1988’de Televizyonda Gelişen Türkiye Programında Yaptığı Konuşma”, içinde Başbakan Turgut Özal’ın Basın Mensuplarına Açıklama, Mülakat Ve Konuşmaları: 13.12.1987
- 12.12.1988 (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1989).
59 Turgut Özal, “3 Mart 1989’da Antalya’da Halka Hitaben Yaptığı Konuşma”, içinde Başbakan Turgut Özal’ın
Yurtiçinde Halka Hitaben Yaptığı Konuşmalar 13.12.1988 – 31.10.1989 (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1990).
36
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Özal’ın yerel yönetimlere verdiği önem ve artmakta olan yetkiler, Galip Demirel’in ifadeleri ile yerel siyasetçi profilini önemli bir şekilde değiştirmiştir:
“Özal döneminden önce, belediye başkanları ya emekli memur ya kendi evini
bile geçindiremeyecek cinsten adamlardı. Çünkü kimse rağbet etmezdi. Yatırım
yapılmazdı, İller Bankasından müşterek para gelir memurlara işçilere bu paradan
maaş verilirdi. Yatırım hep devletten beklenirdi. Özal ilk defa üniversite mezunu
olan teknik elemanları, avukatları, mühendisleri teşvik etti onları gelin aday
olun belediye başkanı olun diye teşvik ederek, belediyelerin becerikli insanlara
verilmesini sağladı.”60
1989 yerel seçimlerinde ülkenin “genel seçim havasına” girmesini arzu etmeyen Özal, ülke genelinde büyük bir gezi programına çıkmamış ve mitingler
yapmamıştır. Yerel yöneticilerin seçildiği mahalli seçimlerin demokrasinin temelini oluşturduğunu, seçimlere bu nedenle önem verdiklerini vurgulamış, ancak,
“Memleketimizin huzur içindeki, sulh içindeki havasını ben diğerleri gibi bozmak istemedim.” ifadesi ile bu konudaki bakış açısını belirtmiştir.61
Özal, 1989 yerel seçim döneminde hükümetle aynı partiye mensup belediyelerin daha uyumlu çalışacağını ve yerel hizmetleri daha verimli sunacağı tezini
savunmuştur. “Merkezi hükümetle mahalli idareler ahenk içerisinde çalışırlarsa”,
“Hükümet ile belediyeler bir makinanın dişlileri gibi uyum sağlarlarsa netice alınır.” veya “daha iyi hizmete vesile olur” düşüncesi etrafında, 1984 yerel seçimlerinden sonra Ankara, İstanbul ve İzmir’de yapılanların bu “uyum”dan dolayı
yapıldığını ifade etmiştir.62 “Mahalli idarecilerinizi eski anarşi yuvalarına teslim
etmeyiniz. Oylarınızı bölmeyiniz. Bölünen her oy, eski bölücü ve anarşistlere
yarayacaktır.”;63 “Belediyeleri anarşistleri besleyen yuvalar haline getirmeyin.”64
sözleri ile de yerel yönetimlerin özerk yapıları itibarı ile merkezi idare ile uyumlu
olmamaları halinde kamu düzeni bakımından da sıkıntılara sebebiyet verebilece-
60 Ahmet Turan Ayhan, Hizmete Adanmış Bir Ömür: Galip Demirel (İstanbul: Malatya Kitaplığı, 2013), s. 244.
61 Turgut Özal, “26 Mart 1989 Mahalli Seçimleriyle İlgili 19 Mart 1989 tarihinde yaptığı Televizyon Konuşması”, içinde, ANAVATAN Partisi Genel Başkanı Ve Başbakan Sayın Turgut Özal’ın 26 Mart 1989 Mahalli
Seçimleriyle İlgili Radyo Televizyon Konuşmaları (Ankara: Basın-Yayın-Tanıtma ve Halkla İlişkiler Başkanlığı
Yayınları, 1989).
62 Turgut Özal, “22 Mart 1989 tarihinde Milliyet Gaztestesi Muhabiri Süreyya Oral’ın Sorularına Verdiği Cevaplar”, içinde, Başbakan Turgut Özal’ın Basın Mensuplarına Açıklama, Mülakat Ve Konuşmaları 13.12.1988
– 31.10.1989 (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1989); Turgut Özal, “26 Mart 1989 Mahalli Seçimleriyle İlgili
19 Mart 1989 tarihinde yaptığı Televizyon Konuşması”, içinde, Anavatan Partisi Genel Başkanı Ve Başbakan
Sayın Turgut Özal’ın 26 Mart 1989 Mahalli Seçimleriyle İlgili Radyo Televizyon Konuşmaları (Ankara: Basın-Yayın-Tanıtma ve Halkla İlişkiler Başkanlığı Yayınları, 1989).
63 Turgut Özal, 26 Mart 1989 Mahalli Seçimleriyle İlgili 22 Mart ve 25 Mart 1989 tarihinde yaptığı Televizyon
Konuşması”, içinde, Anavatan Partisi Genel Başkanı Ve Başbakan Sayın Turgut Özal’ın 26 Mart 1989 Mahalli
Seçimleriyle İlgili Radyo Televizyon Konuşmaları (Ankara: Basın-Yayın-Tanıtma ve Halkla İlişkiler Başkanlığı
Yayınları 1989).
64 Turgut Özal, 26 Mart 1989 Mahalli Seçimleriyle İlgili 22 Mart 1989 tarihinde yaptığı Televizyon Konuşması”, içinde, Anavatan Partisi Genel Başkanı Ve Başbakan Sayın Turgut Özal’ın 26 Mart 1989 Mahalli Seçimleriyle İlgili Radyo Televizyon Konuşmaları (Ankara: Basın-Yayın-Tanıtma ve Halkla İlişkiler Başkanlığı
Yayınları 1989).
37
ÖZAL’IN KAMU YÖNETİMİ VİZYONU
VE POLİTİKALARI
ği mesajı vermek zorunluluğunda hissetmiştir.
1989 Yerel seçimlerinde ANAP’ın aldığı düşük oy oranı ve özellikle büyükşehirlerin kaybedilmesi ile Özal’ın beklentileri karşılanmamış olsa da yerel yönetimlere hükümet tarafından verilen desteğin devam edeceği, başarının yanında
olacağı vurgulanmıştır:
“Belediyelerin siyasi yükü üzerimizden gitmiştir. O siyasi yükü biz taşıdık. İki
belediyede yolsuzluk iddiaları yapılır, belediye kontrol edemez. Ondan sonra
Merkezi Hükümet kabahatli olur. Benim söylediğim bu siyasi yükün önemli bir
kısmı bizim üzerimizden kalkmıştır, şimdi oraların yöneticileri vardır. O yöneticiler artık başka bir [partiye] mensuptur, büyükşehirlerde özellikle söylüyorum ve
o yöneticiler de ümit ediyorum ki, bizden daha iyi netice alırlar. Hatta grup toplantısında ‘Benim de reyim onların olur. Eğer başarılı olurlarsa, ben de onlara rey
verebilirim.’ dedim. Uyumlu, çalışkan belediye başkanlarına da her zaman yardım
etme imkanımız varsa yardım ederiz.65
Başkanlık Sistemi ve Federasyon
Özal’ın Türkiye’nin idari yapısında potansiyel olarak önemli değişiklikler içeren ve kendisinden sonraki Cumhurbaşkanları tarafından da tartışılmaya açılan
önemli bir konu da başkanlık sistemi önerisidir. Parlamenter sistemde parlamentoda çoğunluğa sahip olan tek partinin hem yürütmeye hem de yasamaya hakim
olduğunu, koalisyon hükümetlerinde ise bu kez yasamanın hem yasamayı hem
de yürütmeyi kontrol edip, diğerine üstün geldiğini savunan Özal66, Fransa tipi
yarı başkanlık değil Amerika’daki modele benzer bir başkanlık sistemini önermiştir. “Bakanlarla milletvekilleri arasına devamlı problem giriyor. Çünkü bakanın
da seçim kaygısı vardır, milletvekilinin de seçim kaygısı vardır. Aynı yerde veya
aynı grupta olmadıkları takdirde birbirlerine zıt hareketler yapıyorlar ve dejenerasyon başlıyor.” diyerek, kendi tecrübelerine göre bakanların başkanlık sisteminde olduğu gibi parlamento dışından olması gerektiğini savunmuştur.67
Parlamenter sistemin uygulandığı özellikle Avrupa ülkelerinin kültür bakımından birbirine yakın homojen toplumlar olduğu, ancak, etnik farklılıklar, din
ve mezhep ayrılıkları ile hemşericilik ve bölge farklılıkları gibi farklı çıkarların
olduğu bir toplumda seçimin kazanılmasında hizmet yarışının dışındaki bu faktörlerin daha etkili olduğu, bu nedenle nispi temsile dayalı parlamenter sistemde
65 Turgut Özal, “Başbakan Sayın Turgut Özal’ın Basın 30 1989 Tarihli Toplantısı” içinde, Başbakan Turgut
Özal’ın Basın Mensuplarına Açıklama, Mülakat Ve Konuşmaları 13.12.1988 – 31.10.1989 (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1989).
66 Turgut Özal, “Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Marmara Kulübü Toplantısındaki Konuşmaları: Geleceğe
Bakış, Değişim”, 16 Ekim 1992, İstanbul, The Marmara Otel (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1992), s. 52.
Mehmet Barlas, Turgut Özal’ın Anıları (İstanbul: Birey Yayıncılık, 2000), 345-346.
67 Turgut Özal, “Mehmet Ali Birand’ın 1993 yılında 32. Programında Yağtığı Röportaj”, 17.01.2014 (İnternet
Yayın Tarihi).
38
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
birleştirici unsurların azalmaya başlayarak koalisyonlar ve istikrarsızlıkların sürdüğü, buna karşılık başkanlık sisteminde bir başkan seçildiği için seçmenlerin bu
farklılıkları göz ardı ederek en iyisini seçmek zorunda kalacağını savunan Özal,
bir “İmparatorluk bakiyesi” olarak çok çeşitli insanların ve kültürlerin mecz olduğu bir ülke ve ayrışmaya müsait bir ülke olarak başkanlık sisteminin tartışılması
gerektiğini ve sistemin değişmesinin yararlı olabileceğini savunmuştur.68
Özal’ın Türkiye’nin idari ve siyasi yapısı bakımından önem taşıyan bir
yaklaşımı da “federasyon” sistemidir. Güneydoğu’da yaşanan olaylara karşı
federasyon fikrini savunanların kendisinin de bu fikri desteklediğini iddia
ettiklerini, hâlbuki kendisinin federasyona karşı olduğunu, bunun olmasının
mümkün olmadığını, ancak, bu ikirlerin münakaşa edilmesi gerektiğini,
münakaşa edilmeden “yanlış ikirlerin yanlış olduğunu”nun anlaşılmayacağını
ifade etmiştir. Bir Üniter devlet olarak vatandaşlar arasında hiç bir ayrım
gözetilmeden hizmetlerin eşit dağıtılması gerektiğini, federasyon olması halinde
oraya sağlanan yatırımların ve temel kamu hizmetlerinin aksine azalacağını,
çünkü oradan petrol dahil elde edilen gelirinden çok daha fazla 20-30 kat yatırım
yapıldığını, federasyon halinde bunun devam etmesinin mümkün olmadığını
vurgulamıştır.69 Sonuç itibarıyla, Ekrem Pakdemirli’nin sözleriyle “Türkiye’nin
jeopolitik durumu ve etnik yapısı kaldırmaz” diye kanaat getirilmiş ve eyalet fikri
“masada” kalmıştır.70
Özal, başkanlık sistemini, yakın çalışma arkadaşlarından Ekrem
Pakdemirli’nin ifadesi ile “Devlet mekanizması içerisinde etkin olan birçok ayrı
unsur”un neden olduğu “siyasal dağılmışlığa” çare ve 1990’lı yılların başında
kaybolan devlet bütünlüğünü bir merkezde toplayacak çözüm;71 Hüsnü Doğan’ın
sözleriyle “Türkiye’nin birliğini, beraberliğini, ekonomik ve siyasi istikrarını
sürekli hale getirmenin bir formülü”;72 Mehmet Keçeciler’in deyişiyle de siyasal
sistemdeki tıkanıklığın ve koalisyonlardan kurtulmanın çaresi olarak görmüş;
“Başkanlık sistemi gelirse eyalet gelir” tartışmalarına “Onu da tartışırız, faydalı
olduğu kanaati genelde hasıl olursa onu da yaparız” şeklinde yaklaşmış, ancak
hiçbir zaman eyalet sisteminden yana tavır almamıştır.73
68 Turgut Özal, “Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Marmara Kulübü Toplantısındaki Konuşmaları: Geleceğe
Bakış, Değişim”, 16 Ekim 1992, İstanbul, The Marmara Otel (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1992), s. 52;
Mehmet Barlas, Turgut Özal’ın Anıları (İstanbul: Birey Yayıncılık, 2000), 345-346.
69 Turgut Özal, “Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Marmara Kulübü Toplantısındaki Konuşmaları: Geleceğe
Bakış, Değişim”, 16 Ekim 1992, İstanbul, The Marmara Otel (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1992), s. 52;
Mehmet Barlas, Turgut Özal’ın Anıları (İstanbul: Birey Yayıncılık, 2000), s. 345-346.
70 Mehmet Ali Birand ve Soner Yalçın, The Özal: Bir Davanın Öyküsü (İstanbul: Doğan Kitap, 2001), s. 217.
71 Turgay Yavuz, Anılarıyla Ekrem Pakdemirli: Özal’ın Mirası (İstanbul: Ufuk Yayınları, 2013), s. 183.
72 Yusuf Tümtürk, Yeni Türkiye’nin Mimarı (Ankara: Turgut Özal Düşünce ve Hamle Derneği, 2008), s. 153.
73 Tümtürk, 2008, s. 153.
39
ÖZAL’IN KAMU YÖNETİMİ VİZYONU
VE POLİTİKALARI
Kamu Yönetimi Alanında Yapılan Düzenlemeler
Özal’ın başbakanlığı döneminde idari yapının reorganizasyona yönelik çıkarılan
başlıca kanuni düzenlemeler, adları ve içerikleri itibarıyla, aşağıdaki tablolarda
verilmektedir. Düzenlemeler, bakanlıkların ve kamu kurumlarının görev, yetki
ve sorumluluklarının dağılımının etkin ve verimli hale getirilmesi, hiyerarşik
yapıların sadeleştirilmesi, bürokrasiyi artıran kurul ve komisyonalrın azaltılması,
personel rejiminin revize edilmesi ve performansın teşvik edilmesi gibi önemli
iyileştirmeler içermektedir.
Tablo 1: İdari Yapının Reorganizasyonuna Dair Düzenlemeler
İçerik
Düzenleme
1984 tarihli ve 3046 sayılı, Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değişirilerek Kabulü
Hakkında Kanun.
Bakanlıkların kanunla kurulması, idari yapıdaki görev
tekrar ve karışıklıklarının giderilmesi, her kuruluşun
danışma, deneim ve yardımcı birimlerin benzer şekilde
kurulması, hiyerarşik yapının sadeleşirilmesi ve idari
yapıdaki dağınıklığın giderilmesi, taşra teşkilaının kuruluş
esaslarının ve merkezi kuruluşlarla mahalli idareler arasında koordinasyon ve işbirliğinde bulunma esaslarının
belirlenmesi, dinamik bir teşkilat yapısının kurulması,
yurt dışı teşkilat esaslarının günün şatlarına göre belirlenmesi
1983 tarihli ve 190 sayılı, Genel
Kadro ve Usulü Hakkında Kanun
Hükmünde Kararname
Osmanlıların son dönemlerinden beri reforma ihiyaç
duyan Personel rejiminde merkezi kuruluşların kadrolarının tespit ve tanzimi, hiyerarşik kademelerin azalılarak
bürokraik kademe sayısının merkezde ondörten yediye,
taşrada 20’den 10’a; 8000 civarındaki birbirine benzeyen
unvan adedinin 1000 civarına indirilmesi; yöneici sayısının 18 binden 8 bine indirilmesi, Kadro tespit ve taleplerinin iş analizi ölçümlerine dayandırılması, merkezden
taşraya kadro aktarımının kolaylaşırılması
1985 tarihli ve 3161 sayılı (Tarım
Orman Köyişleri Bakanlığının Teşkilat Ve Görevleri Hakkında) Kanun.
Aynı amaca dönük faaliyetleri olan tarım, orman ve köyişlerinin tek çaı alında toplanmaları, buna paralel olarak
Gençlik ve Spor ile Milli Eğiim, Bayındırlık ile İmar İskan,
Sanayi Teknoloji ile Ticaret, Çalışma ile Sosyal Güvenlik
bakanlıklarının birleşirilmesi
1987 tarihli ve 3347 sayılı, 1986 Tarihli ve 3268 Sayılı Kanun ile Kamu
Kurum ve Kuruluşlarının Teşkilaında Değişiklik Yapılmasına Dair Yetki
Kanunu.
Kamu kurum ve kuruluşlarının kuruluş, görev ve yetkilerine dair konularda, düzenleme yapmaya Bakanlar Kurulunun yetkili kılınması
1987 tarihli ve 294 sayılı, 1963
Tarihli ve 278 Sayılı Türkiye Bilimsel
ve Teknik Araşırma Kurumu Kanununun Bazı Maddelerinin Değişirilmesi Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname
Danışma Kurulu ile Bilim Kurulunun kaldırılarak daha
etkin bir yapı olarak Yöneim Kurulu ile Başkanlığın kurulması, kurum dışı proje faaliyetlerinde görevlendirilen
araşırma gruplarının pay almasının sağlanması, özel sektörün araşırma gelişirme faaliyetlerinin teşvik edilmesi
40
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Tablo 1 (Devam): İdari Yapının Reorganizasyonuna Dair Düzenlemeler
İçerik
Düzenleme
1987 tarihli ve 304 sayılı, Devlet
Planlama Teşkilaı Kuruluş ve Görevleri Hakkında 223 Sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamede Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde
Kararname.
Koordinasyon sorunu yaşanan Ekonomik İşler Yüksek
Koordinasyon Kurulu ile Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı
Kurulu kaldırılarak, bu kurulların görevlerinin Yüksek
Planlama Kurulu’nca bırakılması, ülke ekonomisi ile ilgili
kararların acilen ve tek merkezden alınmasının sağlanması
1988 tarihli ve 307 sayılı, 1984
Tarihli ve 3056 Sayılı Kanunun Bazı
Maddeleri ile 178 Sayılı Kanun
Hükmünde Kararname ve 190 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararnamenin
Eki Cetvellerde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname.
Başbakanlığa yeni kuruluşların bağlanması ve bazı hizmetlerin devredilmesi ve yeni Devlet Bakanlarının atanması sebebiyle hizmetlerin daha iyi görülebilmesi için
müşavir ve özel kalem müdürü kadroları arırılması
1998 tarihli ve 309 sayılı, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun
Değişik 112’nci Maddesine Bir Fıkra
Eklenmesi Hakkında Kanun Hükmünde Kararname.
Bölge müdürlüklerinde sicil amirliklerin belirlenmesi
konusunda ortaya çıkan sıkınıyı gidermek üzere Bakanlar
Kuruluna bölge müdürlüklerindeki personelin sicil amirlerini tespit etme yetkisi verilmesi, sicil sisteminin yeniden
düzenlenmesi başarılı olanalrın daha hızlı teri etmelerinin sağlanması
1998 tarihli ve 310 sayılı, Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname.
Savunma Sanayii Gelişirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı ile Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi Başkanlığında Savunma 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile
diğer kanunların sözleşmeli personel çalışırılmasına dair
hükümlerine bağlı kalınmaksızın isihdam imkanı ve isisnai memurluk statüsünün geirilmesi (meslek ve ihisas
gerekirmesi nedeniyle)
1988 tarihli ve 3407 sayılı, Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları
Hakkında 3046 Sayılı Kanunun Bir
Maddesinde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun.
Ekonominin tek elden ve gereği gibi yürütülebilmesi
amacıyla Başbakanlığa yeni kuruluşların bağlanması ve
ilgilendirilmesi gereğince Devlet bakanlıklarının sayısının
on beşe çıkarılması
1988 tarihli ve 322 sayılı, Türkiye
Radyo ve Televizyon Kanunun Bazı
Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname.
TRT’de özel bilgi ve ihisas gerekiren konularda kadro
şarı aranmaksızın sözleşmeli personel isihdamına ve
müşavir unvanı ile sözleşmeli personel çalışırılmasına
imkan sağlanması
1988 tarihli ve 331 sayılı, 657 ve
3056 Sayılı Kanunlar ile 233 ve 320
Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun.
Kamu kurum ve kuruluşlarından Başbakanlıkta gerekli
bilgi ve ihisasa sahip personelin görevlendirilmesi imkanı
sağlanması, memuriyeten sözleşmeli personel statüsüne
geçenlerin sağlık alanındaki özlük haklarındaki aksaklıkların giderilmesi, kadrosuzluk sebebiyle derece yükselmesi
yapılmayan başarılı personelin hizmet sürelerinin kadro
şarı aranmaksızın değerlendirilmesi
1988 tarihli ve 329 sayılı, Devlet
Sanayi ve İşçi Yaırım Bankası
A.Ş.’nin Kuruluşu Hakkında Kanun
Hükmünde Kararnamenin Bazı
Maddelerinin Değişirilmesine Dair
Kanun Hükmünde Kararname.
Kamu bankalarının Başbakanlık bünyesinde toplanması uygulamasına paralel olarak, adı Türkiye Kalkınma
Bankası olarak değişirilen Devlet Sanayi ve İşçi Yaırım
Bankasının Başbakanlıkla ilgilendirilmesi, özerk yapıya
kavuşturulması
41
ÖZAL’IN KAMU YÖNETİMİ VİZYONU
VE POLİTİKALARI
Tablo 1 (Devam): İdari Yapının Reorganizasyonuna Dair Düzenlemeler
Düzenleme
İçerik
1988 tarihli ve 3472 sayılı, Devlet
Memurları ile Diğer Kamu Görevlilerinin Aylıklarının Ödeme Zamanının Değişirilmesine Dair 1987
Tarih ve 289 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabulüne Dair
Kanun.
Enlasyonla mücadele kapsamında kamu gelirleri ve giderleri arasında dengeyi sağlamak ve kamu harcamalarını
ay içine yayarak düzenli bir talep ortaya çıkmasını sağlamak için kamu personelinin aylıklarının aybaşı yerine ayın
ortasında ödenmesinin kabul edilmesi
Çeşitli Kanun Hükmünde
Kararnameler
Personelin başarısını teşvik ve kaliteli personelin bulunması ve başarılı olanların görevde tutulmalarına yönelik
kamu görevlilerinin mali ve sosyal haklarının arırılması
(kreş, sosyal tesisler, konut kredilerinden yararlandırma,
aile yardımı ödeneğinin arırılması, özel hizmet tazminaının arırılması, kalkınmada öncelikli yörelerde çalışan
personele zamlı ücret verilmesi, başarılı personelin maaş
ödülü verilmesi
Çeşitli Kanun Hükmünde
Kararnameler
Hizmetlerin zamanında görülmesini engelleyen ve bürokraik işlemleri çoğaltan ve sayıları 100’e yaklaşan kurul ve
komisyon sayısının 40’a indirilmesi
1988 tarihli ve 346 sayılı, 2949,
3202 ve 7471 Sayılı Kanunların
Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde
Kararname.
Köy Elektriikasyon Daire Başkanlığının kaldırılarak yürüttüğü hizmetler Köy İçme Suları Daire Başkanlığına devredilerek, hizmetlerin verimli, hızlı ve ekonomik bir şekilde
yürütülmesinin planlanması
Kaynak: Başbakanlık, Reform Mahiyetindeki Kanuni Düzenlemeler (13 Aralık 1983 – 12 Aralık 1985)
(Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1985); Başbakanlık, Reform Mahiyetindeki Kanuni Düzenlemeler: 13
Aralık1983 – 30 Aralık 1987, 30 Aralık 1987 – 18 Kasım 1988 (Ankara, Başbakanlık Basımevi, 1988);
Başbakanlık, Gelişen Türkiye: Mahalli İdareler (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1988); Başbakanlık, Gelişen Türkiye: Bürokrasi (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1988); Başbakanlık, Merkez Teşkilatının Faaliyetleri Reform Çalışmaları: Hükümet’in Dört Yıllık İcraatı 13.12.1983 – 12.12.1987 (Ankara: Başbakanlık,
1987).
Özal’ın başbakanlığı döneminde bürokrasi ile mücadeleye yönelik çıkarılan
düzenlemeler, adları ve içerikleri itibarıyla, aşağıdaki tablolarda verilmektedir. Bir
çok resmi evrak ve işlemde bürokratik formalitelerin ve kırtasiyeciliğin azaltılması, vatandaş beyanının esas alındığı işlemlerin artırılması ve mevzuatın sadeleştirilmesi yapılan düzenlemelerin esasını oluşturmaktadır.
42
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Tablo 2: Bürokrasi İle Mücadeleye Yönelik Düzenlemeler
İçerik
Düzenleme
Başbakanlık İdareyi Gelişirme Başkanlığı İdarenin geliştirilmesi ve bürokratik formalitelerin
asgariye indirilmesi için Başbakanlık İdareyi
Geliştirme Başkanlığının kurulması, idari reform
konusunun devamlılığının ve dinamikliğinin
sağlanması
1984 tarihli ve 2977 sayılı ve
20/10/1988 tarihli ve 3481 sayılı İdari
Usul ve İşlemlerin Yeniden Düzenlenmesi ile İlgili Yetki Kanunları
2977 ve 3481 sayılı Kanunlarla mevzuat sadeleşirilmesi ile ilgili yapılan çalışmalar sonucunda, işlemlerde gereksiz evrakların kaldırılması, vatandaş beyanının yeterli sayılması, kırtasiyeciliğin azalılması,
idare ve işlemlerin yeniden düzenlenmesi
1984 tarihli ve 2997 sayılı Veraset ve
Veraset ve İnikal Vergisinin tahakkuk ve tahsilinin
İnikal Vergisinde değişiklik yapan Kanun kolaylaşırılması
1984 tarihli ve 3000 sayılı Kanun
Resmi makamlara müracaata, istenen bilgi ve belgelerin azalılmış veya kaldırılmışır (kredi işlemlerinde resmi senede bağlanma şarının kaldırılması,
ipotek işlemlerine basitlik geirilmesi, mükerrer
işlemlerin kaldırılması
1985 tarihli ve 3163 sayılı Kanun
Tarımsal krediler sebebiyle bankalar veya kamu kurum ve kuruluşları lehine teminat olarak gösterilen
gayrimenkullerin ipotek işlemlerinde resmi senet
düzenleme şarının kaldırılması
1984 tarihli ve 3073 sayılı Kanun
Hudut kapılarında işlerin yürütülmesi için pasaport
ve pasaport yerine geçen belgelerin ibraz edileceği
makamın tespii, Dışişleri Bakanlığınca verilen Hususi ve Hizmet Damgalı Pasaportların İçişleri Bakanlığınca verilmesi ile pasaport işlemlerinin bir kuruluş
içinde biirilmesi ve çabuklaşırılması, umumi
pasaportlarının süresinin 2 yıldan 5 yıla çıkarılması,
pasaportların şekil, kapsam ve değişirilme esas ve
usullerinin tespii
984 tarihli ve 3080 sayılı Kanun
Nüfus Kanununda değişiklik yapılarak bütün nüfus
hareketlerinde beyan esasına geçerlik kazandırılması, Merkezi Nüfus İdaresi Sisteminin (MERNİS) uygulamasına kadar nüfus işlemlerin basitleşirilmesi ve
formalitelerden arındırılması
1985 tarihli ve 3176 sayılı Kanun
Vatandaşın traik konusunda karşılaşığı bürokraik
engellerin ortadan kaldırılmasına yönelik Traik
Kanununda değişiklik yapılarak şoför okulları ve bu
okullardan alınan seriikaların sürücü belgesine
dönüştürülmesi ve traik suçları karşılığında tahsil
edilecek para cezaları ile ilgili hükümlerin düzenlenmesi, ilgili bakanlıkların il ve ilçe traik komisyonlarındaki görev ve yetkilerinin açık ve anlaşılır hale
geirilmesi
43
ÖZAL’IN KAMU YÖNETİMİ VİZYONU
VE POLİTİKALARI
Tablo 2 (Devam): Bürokrasi İle Mücadeleye Yönelik Düzenlemeler
İçerik
Düzenleme
1985 tarihli ve 3320 sayılı Kanun
Her türlü tebligaın PTT İşletmesi vasıtasıyla yapılacağına dair prensibin yumuşaılarak yaygınlaşırılması, gece vaki tebligaın yapılmasına cevaz verilmesi ve Kanunda geçen sürelerin en aza indirilmesi
sureiyle bürokraik işlemler basite irca edilmesi,
ürelerin kısalılması ve sair tedbirler yoluyla da özellikle adli mercilerin işlerine sürat kazandırılması
1987 tarihli ve 3331 sayılı Kanun
Diploması ve Konsolosluk Memurlarınca Düzenlenen Belgelerde formalitelerin basitleşirilmesi, ilgili
memurlarca düzenlenen belgelerde onay işleminin
kaldırılması
1988 tarihli ve 326 sayılı Kanun Hükmünde Kararname
Özel eğitim kurumlarında ücretlerle ilgili işlemlerin
bürokratik formalitelerden arındırılması
1988 tarihli ve 3473 sayılı Kanun
Muhafazasına lüzum kalmamış malzemelerin arşivlerden ayıklanma ve imha usul ve esaslarının revize
edilmesi
Kaynak: Başbakanlık, Reform Mahiyetindeki Kanuni Düzenlemeler (13 Aralık 1983 – 12 Aralık 1985)
(Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1985); Başbakanlık, Reform Mahiyetindeki Kanuni Düzenlemeler: 13
Aralık1983 – 30 Aralık 1987, 30 Aralık 1987 – 18 Kasım 1988 (Ankara, Başbakanlık Basımevi, 1988);
Başbakanlık, Gelişen Türkiye: Mahalli İdareler (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1988); Başbakanlık, Gelişen Türkiye: Bürokrasi (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1988); Başbakanlık, Merkez Teşkilatının Faaliyetleri Reform Çalışmaları: Hükümet’in Dört Yıllık İcraatı 13.12.1983 – 12.12.1987 (Ankara: Başbakanlık,
1987).
Özal’ın başbakanlığı döneminde yerel yönetimleri güçlendirmeye yönelik
çıkarılan düzenlemeler, adları ve içerikleri itibarıyla, aşağıdaki tablolarda verilmektedir. Yerel yönetimlere genel bütçeden ayrılan payların önemli ölçüde arturulması, büyükşehir belediyelerinin kurulması, emlak vergisi toplama ve imar
planlarının onaylama yetkisinin belediyelere verilmesi, il özel idarelerinin daha
etkin ve fonksiyonel bir yapıya kavuşturulması ve yerel demokrasi ve özerkliği
garanti altına alan Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın imzalanması bu
alanda yapılan reform niteliğinde düzenlemeler olarak dikkat çekmektedir.
Tablo 3: Yerel Yönetimler Alanında yapılan Düzenlemeler
İçerik
Düzenleme
1984 tarihli 2380 Sayılı Belediyelere Ve
İl Özel İdarelerine Genel Bütçe Vergi
Gelirlerinden Pay Verilmesi Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
3004 Sayılı Kanun
Belediyelere ve il özel idarelerine genel bütçe vergi
gelirlerinden ayrılan payların önemli ölçüde arırılması (genel bütçe vergi gelirleri toplamı üzerinden
%5 oranında verilen pay yıllara göre %9,30-12,60
oranında arırıldı)
1984 tarihli 195 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname (Bilahere 3030 sayılı Kanun
halinde TBMM’ce kabul edilmişir.)
Halka daha yakından hizmet sağlama ve yerel demokrasiyi güçlendirme amacıyla, İstanbul, Ankara
ve İzmir’de büyükşehir belediyeleri kurulması, bu
uygulamanın 3306, 3391, 3398 ve 3399 sayılı Kanunlarla Adana, Bursa, Gaziantep ve Konya’ya da
yaygınlaşırılması
44
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Tablo 3 (Devam): Yerel Yönetimler Alanında yapılan Düzenlemeler
İçerik
Düzenleme
1985 tarihli 3194 sayılı Kanunla
Şehir imar planlarının tasdiki ve bu planların mahallinde uygulanmasını yapacak olan teknik görevlilerin
atama işlemlerin merkezi idareden belediyelere
devredilmesi
1987 tarihli 3360 sayılı İl Özel İdareleri
Kanunu
İl Özel İdareleri ve merkezi idare kuruluşları
arasındaki görev karışıklıkları, İl Özel İdarelerine
hizmetlerin yerine getirilmesinde ağırlık verilmek
üzere asgari düzeye indirilmiş; son yıllarda artan
gelirlerine paralel olarak bu idarelerin teşkilatlanma
ve hizmet yönünden daha verimli hizmet
vermelerine imkan sağlanmışır;özel idarelerin görev
alanına giren yerlerdeki okul, lojman yapımı, sağlık,
tarım, sulama, köy yolları ve içme suları ile imar,
bayındırlık, hayvancılık gibi benzer hizmet ve yaırımların bu idarelerce yapılmasına imkan verilmesi
Köy Kanunu’nun 74’ncü maddesine iki
ıkra eklenmesine dair 26/5/1985 tarih
ve 3365 sayılı Kanun
Olağanüstü hal ilanını gerekiren sebepler ve şiddet
hareketlerinin artması hallerinde Bakanlar Kurulunca tespit edilecek İllerde yeteri kadar köy korucusu
isihdam edileceğine dair düzenleme
Köy Kanununda 20/5/1987 tarih ve
3367 sayılı Kanun
Modern köycülüğe yönelik olarak köylerde yerleşme
planlarının yapılması imkanları açılması
1987 tarih ve 3365 sayılı Kanunla 2464
sayılı Belediye Gelirleri Kanununda
değişiklik
Meslek vergisi ile ilgili maddelerin kaldırılarak esnaf
ve sanatkârların vergi yüklerinde haileme sağlanması
1987 tarih ve 3372 sayılı Kanunla 2108
sayılı Kanunda değişiklik
Köy ve mahalle muhtarlarının aylık ödeneklerinden
gösterge rakamının arırılması
1991 tarihli 3723 sayılı Avrupa Yerel Yöneimler Özerklik Şarının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
(3/10/1992 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 92/3398 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile onaylanarak 1/4/1993’den
iibaren geçerli olmak üzere)
Avrupa Konseyince hazırlanarak 15/10/1985 tarihinde üye ülkelerin imzasına açılan “Avrupa Mahalli
İdareler Özerklik Şarının imzalanması
1981 tarih ve 2380 sayılı Kanunda değişiklik yapan iki Kanunla (9/5/1984 tarih
3004 ve 14/12/1985 tarih ve 3239 sayılı
Kanunlar)
Devlet Bütçesi vergi gelirlerinden mahalli idarelere
ayrılan oranlarda kademeli olarak büyük arışlar
yapılması (belediyelere 1981’de %1’den 1987’de
%9.25; il özel idarelerine de kademeli arış)
3030 sayılı Kanun
Büyükşehir belediyelerinin sınırları içinde tahsil
edilen Devlet bütçesi vergi gelirlerinin %5’inin bu
belediyelere tahsis edilmesi
1984 tarih ve 3074 sayılı Kanun
Akaryakıt tükeiminden alınan verginin % 55’i ile
oluşturulan fonun % 30’unun belediyelere ayrılması
3239 sayılı Kanun
Merkezi idarece tahsil edilmekte olan Emlak Vergisinin 1986 yılından iibaren belediyelerce tahsil edilmeye başlanması
Kaynak: Başbakanlık, Reform Mahiyetindeki Kanuni Düzenlemeler (13 Aralık 1983 – 12 Aralık 1985)
(Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1985); Başbakanlık, Reform Mahiyetindeki Kanuni Düzenlemeler: 13
45
ÖZAL’IN KAMU YÖNETİMİ VİZYONU
VE POLİTİKALARI
Aralık1983 – 30 Aralık 1987, 30 Aralık 1987 – 18 Kasım 1988 (Ankara, Başbakanlık Basımevi, 1988);
Başbakanlık, Gelişen Türkiye: Mahalli İdareler (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1988); Başbakanlık, Gelişen Türkiye: Bürokrasi (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1988); Başbakanlık, Merkez Teşkilatının Faaliyetleri Reform Çalışmaları: Hükümet’in Dört Yıllık İcraatı 13.12.1983 – 12.12.1987 (Ankara: Başbakanlık,
1987).
Özal döneminde yapılan kamu hizmetlerine ve kamu yönetimin verimliğine
ilişkin temel göstergeleri içeren tablolar, bu dönem hakkında yapılacak değerlendirmeler için ışık tutmaktadır. Eğitim ve sağlık hizmetleri bakınından temel
göstergeler (Tablo 4 ve Tablo 5) yıllar itibarıyla önemli sayılacak artışlar kaydetmiştir.
Tablo 4: Kamu Hizmetlerine İlişkin Temel Göstergeler-I (%)
1983
1985
1987
Okuryazar Nüfus (İlköğreim)
76.0
882.3
84.0
Genel Ortaokullar
42.8
49.1
53.0
Genel Lise
16.2
18.9
20.0
Mesleki Teknik Ortaokul
5.0
5.3
8.0
Mesleki Teknik Lise
10.5
13.5
14.0
Yükseköğreim
8.2
11.0
11.5
Kaynak: Kalkınma Bakanlığı, Ekonomik ve Sosyal Göstergeler, http://www.kalkinma.gov.tr/Pages/
EkonomikSosyalGostergeler.aspx (10.03.2015).
Tablo 5: Kamu Hizmetlerine İlişkin Temel Göstergeler-II
Yatak sayısı
Yatak başına nüfus
Doktor başına nüfus
Sağlık ocağı sayısı
1970
1980
1985
87.134
114.217
119.018
409
389
423
1990
2000
1995
2010
137.662 136.072 150.855 199.950
408
426
406
369
2.572
1.631
1.381
1.109
890
755
597
851
1.827
2.887
3.454
4.927
5.700
6.367
Kaynak: “Kalkınma Bakanlığı, Ekonomik ve Sosyal Göstergeler”, 10.03.2015, http://www.kalkinma.
gov.tr/Pages/EkonomikSosyalGostergeler.aspx.
Özal döneminde yerel yönetimlere aktarılan payların artırılması sonucu, yerel
yönetimlerin harcamalarının GSYH’ye oranı 1983’de %1.2’den 1991’de 2.0’a
yükselerek önemli bir oranda artış göstermiştir.
Tablo 6: Yerel Yönetimlerin Gelir ve Harcamalarının* GSYH’ya Oranı (%)
1975
1980
1983
1987
1991
1995
1999
2002
2010
Gelirler
1,2
1,1
1,2
1,9
2,0
2,4
3,1
2,9
3,5
Harcamalar
1,2
1,3
1,2
2,2
2,2
2,5
3,5
3,0
3,4
Kaynak: “Kalkınma Bakanlığı, Ekonomik ve Sosyal Göstergeler”, 10.03.2015, http://www.kalkinma.
gov.tr/Pages/EkonomikSosyalGostergeler.aspx.
46
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
*Belediyeler, İl Özel İdareleri, İller Bankası ve Su-Kanalizasyon İdarelerine ilave olarak 1999 yılından
sonra Toplu Taşıma İşletmeleri, 1999-2006 yılları arasında da Doğalgaz İşletmeleri kapsama dahil edilmiştir.
Yine Özal dönemini içine alan 1980-1990 arasındaki altyapı hizmetleri,
içme suyu ve kanalizasyon yatırımları itibarıyla, yüksek bir artış göstermiştir.
Tablo 7: Altyapı Hizmetleri* (Milyon TL, Cari Fiyatlarla)
1980
1990
2000
2010
İçme suyu yaırımları
10
593
268.673
861.142
Kanalizasyon yaırımları
3
231
128.537
117.642
*DSİ Genel Müdürlüğü ve İller Bankası Genel Müdürlüğü’nün içmesuyu yatırımları ve İller Bankası
Genel Müdürlüğü’nün kanalizasyon yatırımlarıdır.
Kaynak: “Kalkınma Bakanlığı, Ekonomik ve Sosyal Göstergeler”, 10.03.2015, http://www.kalkinma.
gov.tr/Pages/EkonomikSosyalGostergeler.aspx.
Kamu ve özel sektör tarafından yapılan yatırımlara bakıldığında Özal döneminin liberal politikaları etkisini göstermeye başlamış, kamu sektörü yatırımları
1983’te %43.3 iken 1991’de %31.9’a düşmüş, aynı dönemde özel sektör yatırımları %56.7’den 68.1’e yükselmiştir.
Tablo 8: Kamu Sektörü ve Özel Sektörün Toplam Yatırımları (%)
1980
1983
1987
1991
1995
1998
Kamu
40.0
43.3
40.5
31.9
17.5
22.7
Özel
60.0
56.7
59.5
68.1
82.5
77.3
Kaynak: Devlet Planlama Teşkilatı, Temel Ekonomik Görüşler 1998. Ekonomik ve Sosyal Göstergeler,
1950-1995: Yıllık Programlar (Ankara: DPT, 1998).
Kamu personel sayılarına bakıldığında ise Özal döneminin en önemli etkisi,
nitelikli ve esnek şartlarda personel istihdam etme yaklaşımın bir yansıması olarak sözleşmeli personel sayılarında görülen artış, kamu sektörnün küçültülmesi
stratejisinin bir sonucu olarak da kamu işçilerinin sayılarında görülen azalıştır.
Tablo 9: Kamu Personeli Sayılarında Yıllık Artış Oranları (%)
Toplam
Personel
Memurlar
Geçici İşçiler
İşçiler
Sözleşmeli
Personel
1983
1.07
1.06
2.83
0.26
16.71
1984
1.55
5.47
-68.01
-27.5
1.06
1985
2.87
3.76
-0.77
-8.95
-8.25
1986
2.25
2.36
-0.17
0.01
17.19
1987
2.58
2.98
4.1
-5.33
22.37
1988
1.85
1.64
1.92
4.3
12.95
47
ÖZAL’IN KAMU YÖNETİMİ VİZYONU
VE POLİTİKALARI
Tablo 9(Devam): Kamu Personeli Sayılarında Yıllık Artış Oranları (%)
1989
0.26
0.12
0
0.69
19.7
1990
3.87
3.4
-8.98
4.26
94.07
1991
1.54
1.62
-0.07
-0.02
3.93
1992
4.48
4.09
229.54
-0.09
-9.2
1993
3.63
3.8
21.24
0.8
-14.71
1994
-0.6
0
-49.51
0.21
-2.22
1995
2.44
2.63
0.41
0.17
-2.66
Kaynak: TÜİK, Statistical Indicators, 1923 – 2006 (Ankara: DPT, 2007)’den aktaran Hasan Engin,
Şener, “Public Administration Reform in the Context of he European Union Enlargement Process:
he Hungarian And Turkish Cases”, (Basılmamış Doktora Tezi, ODTÜ, 2008), s. 211.
Bu temel göstergelerin yanı sıra, halkın kamu yönetiminin işleyişi ile ilgili kanaatleri de dikkate alınması gereken bir başka veridir. TÜSİAD tarafından
Türkiye’nin yedi bölgesinde 2002 yılında yapılan Kamu Reformu Araştırmasında, halkın, mevcut yönetim kalitesine ilişkin algılamalarını yakın geçmişteki yönetim kalitesi değerlendirmeleriyle karşılaştırmak amacıyla, Türkiye’nin geçmiş
yirmi yıl içinde herhangi bir dönemde daha iyi yönetilip yönetilmediğine ilişkin
görüşleri alınmış, “Türkiye’nin Son 20 Yılda Daha İyi Yönetildiği Dönemler
Oldu mu?” sorusuna olumlu cevap verenlerin %44,8’i ülkenin bugünden daha
iyi yönetildiği dönem olarak Özal dönemini (1983-89) gösterirken, DYP-RP
(%8,7) ve DYP-SHP (%4,1) dönemleri geride kalmıştır.74
Özal döneminde yapılan kamu yönetimi reformlarını değerlendirmeye
yönelik en kapsamlı çalışma, Devlet Planlama Teşkilatınca TODAİE’ye yaptırılan Kamu Yönetimi Araştırma Projesi’dir. DPT’nin, 1988 yılında kamu yönetimini geliştirmek ve yeniden düzenlemek üzere bugüne kadar yapılmış olan çalışmaların uygulamaya ne ölçüde yansıdığını araştırmak; yapılan bu çalışmaların ve
uygulamaların eksik yönlerini, aksaklıklarını ve sorunlarını belirlemek ve bunlarla ilgili alınması gereken önlemleri açıklığa kavuşturmak üzere talep ettiği Kamu
Yönetimi Araştırma Projesi (KAYA) Raporu 1991 yılında yayımlanmıştır. Rapor,
1983’te göreve gelen Özal iktidarının, kamu yönetimine yönelik yaklaşımının bir
gereği olarak; hizmetlerin daha düzenli, hızlı, etkili ve ekonomik biçimde yerine
getirilmesini sağlamak düşüncesiyle, köklü düzenlemelere gittiğini vurgulamış,
ancak, kamu yönetiminde görülen ve üzerinde ciddi çalışmalar yapılması gereken
sorunlarla ilgili tespitlerini aşağıdaki gibi sıralamıştır.75
1. Kamu yönetimi kapsamındaki bir kesim görevler ya hiç yapılmamakta ya da
74 TÜSİAD; Kamu Reformu Araştırması (İstanbul: Lebib Yalkın Yayınları, 2002), s. 54.
75 TODAİE, Kamu Yönetimi Araştırması Genel Rapor, Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Yayınları
NO: 238 (Ankara: Devlet İstatistik Enstitüsü Matbaası, 1991), s. 6.
48
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
ancak sınırlı ölçülerde ve amaçtan uzak biçimde gerçekleştirilmektedir.
2. Temel nitelikli kimi görevlerin yürütülmesinde, hizmette birlik ve bütünlük
temel bir sorun olarak her alanda kendisini göstermektedir.
3. Kimi görevler merkezi yönetim kapsamında bulunmakla birlikte, görevi gerçekleştirecek işlevsel nitelikte örgütsel düzenlemelere gidilemediğinden, eldeki yapı, gereksinimleri karşılayamamaktadır.
4. Önemli orandaki merkezi yönetim görevlerinde ise, gereksiz ve amacı aşan
bir örgütsel büyüklüğe ulaşılmıştır. Bu durum görev ve yapı arasındaki ussallık dengesinin kurulmasını güçleştirmektedir.
5. Merkezi yönetim görevlerindeki oransal artış, sistemin birçok noktada
tıkanmasına ve işleme bozukluklarına neden olmakta; görevlerin merkez,
taşra ve yerel yönetimler arasında ussal dağılımı yeterince sağlıklı biçimde
gerçekleştirilememektedir.
6. Kimi kamu örgütlerinde, bunların kuruluşuna gerekçe olan görevin önemi azalmamasına karşın, süreç içinde toplumsal geresinimlerden kaynaklanan ikincil görevler, asıl görevlerin yerini almakta; bu da örgütlerde görev
kaymalarına yol açmaktadır.
7. Yönetimde genel bir kaynak sıkıntısı çekilirken; öncelikli olmayan kimi konularda kaynak savurganlığına yol açılmakta; sınırlı kaynaklardan, daha etkili
olarak yararlanma yoluna gidilememektedir.
8. Kamu kuruluşlarında, görev-yetki-sorumluluk dengesinin iyi kurulamamış
olması, örgütsel etkililiği olumsuz yönde etkilemektedir.
9. Aynı görev için birden çok kuruluş yetkilendirildiğinde, görev ortada kalmakta; bu da görevsel etkililiği azaltmaktadır.
10. Görevlerin bölünüşünde ve düzenlenmesinde görev ve örgüt ile çevresel girdi
ve değişkenlerin gözardı edilmesi ya da bunların yeterince dikkate alınmaması; çoğu kuruluşta, hizmet üretme gücünden yoksun alt birimlerin doğmasına neden olmaktadır.
Sonuç ve Değerlendirme
Özal’ın başbakan yardımcılığı, başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı görevleri sırasında, Türkiye’nin kamu yönetimine hakim olan anlayışa, kamu kurum ve kuruluşlarının örgütlenme ilke ve esasları ile işleyişine etki eden düşünceleri, aldığı
kararlar ile uyguladığı politikalarla ilgili sunulan veriler, bu çalışmanın temel ar-
49
ÖZAL’IN KAMU YÖNETİMİ VİZYONU
VE POLİTİKALARI
gümanını desteklemektedir. Özal’ın kamu yönetimi vizyonu ve politikalarının,
plansız, rastlantısal, günübirlik, parçacıl, müstakil hedef ve adımlardan oluşmadığı, aksine Türkiye’yi çağın ekonomik, siyasal ve toplumsal açıdan kalkınmış
ülkelerini yakalama vizyonunun tamamlayıcı bir parçası olduğu ortaya konmuştur. Özal’ın, Türkiye’nin kalkınması ve muasır medeniyetler seviyesini yakalamasına dair bir ufku vardır ve bu ufka ulaşmak için kullanabileceği tüm enstrümanları optimal bir şekilde kullanmak ve harekete geçirmek istemiştir. Dolayısıyla,
Türkiye’nin idari yapısına bakışının önemli bir açısını, ülkenin kalkınması için
oynadığı ya da oynayacağı rolün nasıl etkin ve verimli hale getirileceği oluşturmaktadır. Diğer bir bakış açısı da devlet-millet ilişkisi ya da vatandaşın devlet
karşısındaki rolü ile ilgilidir. Devlet, millete hizmet etmek için vardır, milletin
zenginliği esastır, vatandaş teba değil, devletin kendisine hizmet etmekle yükümlü olduğu esas sahibidir. Bu nedenle de, devlet tarafından sunulan hizmetlerde
vatandaşın istekleri, tercihleri ve memnuniyeti esas olmalıdır. Üçüncü bakış açısı
da bireyin, bireysel teşebbüsün ve performansın esas alındığı, bireysel başarıya
bağlı kalkınma modelinin başarının anahtarı olduğudur. Buna göre de bireysel
yeteneklerin geliştirilmesi, bireysel başarının teşvik edilmesi ve ödüllendirilmesi,
bireysel teşebbüsten doğan özel sektörün kamu sektörüne önceliğinin olması ve
güçlendirilmesi Özal’ın uygıladığı politilaların arka planında yatan unsurlardır.
Özal’ın tüm düşünce ve politika tercihlerinde bu bakış açılarının izlerini bulmak
mümkündür.
Şüphesiz bu bakış açılarının oluşmasında, gelişmiş Batı Avrupa ülkelerinde
ve Amerika’da hakim olan piyasa ekonomisi, teşebbüs, düşünce ve inanç özgürlüğü başta olmak üzere temel hak ve özgürlükleri, bireyi ve bireysel yetenekleri ortaya çıkaran, bireysel performası ödüllendiren sisyasal ve ekonomik yapı
etkili olmuştur. Özal’ın 1980’lere gelmeden zihninde idealize ettiği bu fikirler,
1980’lerde popüler hale gelen Yeni Sağ düşüncesi ve neo-liberalist politikalarla
birlikte daha da etkili olmuş, Özal’ın söylem ve politikaları Avrupa’da ve ABD’de
etkili olan Yeni Sağ politikaları ile paralellik göstermiştir. Özal’ın kamu yönetimi
alanındaki düşünce ve politikaları da Yeni Kamu Yönetimi/İşletmeciliği modeli
ile özdeşleşen reformlar ve düzenlemelerle önemli ölçüde benzerlik göstermiştir.
Dolayısıyla, Özal dönemindeki kamu yönetimi politikalarının, diğer bir deyişle reformların, arkasında yukarıda tanımlanan bakış açılarının etkisi vardır.
Merkezi idarenin yapısı ve işleyişinde etkinliği ve verimliliğini artırmaya yönelik yapılan düzenlemeler, hiyerarşik kademelerin azaltılması, kamu personelinin
performansını artttırmaya yönelik alınan tedbirler, formalite ve kırtasiyeciliğin
50
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
azaltılması, mevzuatın sadeleştirilmesi, birçok işlemde vatandaş beyanının esas
alınması, taşra teşkilatlarının güçlendirilmesi, yerel yönetimlerin mali yönden
güçlendirilmesi, imar planları ve emlak vergisi gibi alanlarda verilen yetkiler, yerel demokrasiye verilen önem, il özel idarelerinin yapısal olarak güçlendirilmesi,
metropol alanlarda büyükşehir belediyeleri ile büyük kentlerdeki yerel yönetim
yapılarının güçlendirilmesi hep bu bakış açılarını yansıtan reformlardır. Ülke
kalkınması adına en doğru sistemi bulma çabası içinde diğer ülkelerin siyasal
sistemleri ile Türkiye’deki siyasal sistemi mukayese ederek özellikle başkanlık sisteminin tartışılmasını da aslında “Ülkenin muasır medeniyetler seviyesine daha
hızlı ulaşma yolu olabilir mi?” düşüncesi ile desteklemiştir.
Özal, icranın başı ve siyasi sorumluk sahibi olarak görev yaptığı süre
içerisinde, zihninde ülke kalkınmasına dair var olan bütüncül bakış açısı, projesi
veya paradigmasının tamamlayıcı parçaları olarak, Türkiye’nin idari ve bürokratik yapısının reform edildiği, kamu hizmetlerinin etkin ve verimliliğinin sağlandığı, yetkilerin ve gücün merkezde toplanma yerine merkezin dışındaki yönetim
kademelerine dağıtıldığı, devletin vatandaşına değer verdiği, vatandaşı teba değil
devletin asıl sahipleri olarak görüldüğü, bireysel performansın öne çıktığı ve teşvik edildiği bir yönetim anlayışının kamu kurumlarına hakim olmasını sağlayacak yasal düzenlemeleri ve politikaları hayata geçirmeye çalışmıştır. Ancak, kamu
yönetiminin uzun yıllara dayalı yapısal ve işlevsel sorunlarını kısa sayılacak bu
süre içinde çözülmesini beklemek gerçekçi bir yaklaşım değildir. Nitekim, yapılan reformların etkisinin göreceli olarak sınırlı kaldığı literatürdeki tartışmalar ve
bu çalışmada sunulan veriler ışığında görülmektedir. Bununla birlikte, yine bu
çalışmadaki değerlendirmelerin bizi götürdüğü bir başka sonuç, Özal döneminde
kamu yönetimi alanında yapılan reformların, takip eden hükümet dönemlerinde
kamu yönetimi alanında yapılacak olan daha kapsamlı reformların “işaret fişeği”
sayılması gerektiğidir. Son olarak, bu çalışmada sunulan veriler ve tartışmalar
ışığında söylenebilir ki, Özal’ın başbakan yardımcılığı, başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı döneminde kamu yönetimi reformu kapsamına giren tüm konuşmalarının, ileri sürdüğü düşüncelerinin ve uygulamaya geçirdiği düzenlemelerin en
önemli sonucu, Türkiye’nin idari sisteminin yapılanmasına ve işleyişine hakim
olan düşüncelerde ya da mantalitede meydana getirdiği “zihniyet devrimi”dir.
51
ÖZAL’IN KAMU YÖNETİMİ VİZYONU
VE POLİTİKALARI
Kaynakça
Aktan, Coşkun Can, “Özal’ın Değişim Modeli ve Değişime Karşı Direnen Güçlerin
Tahlili”, Türkiye Günlüğü, Yıl. 5, Sayı. 40, 1996, s. 15-32.
Anavatan Partisi, 29 Kasım 1987 Seçim Beyannamesi (Ankara: Anavatan Partisi, 1987).
Anavatan Partisi, Anavatan Partisi İktidarı İcraatı (Ankara: Anavatan Partisi, Gaye Matbaacılık, 1987).
Arslan, N. Talat, “Klasik - Neo Klasik Dönüşüm Süreci: ‘Yeni Kamu Yönetimi’”, C.Ü.
İktisadi Ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 11, Sayı 2, 2010, s.21-38.
Ayhan, Ahmet Turan, Hizmete Adanmış Bir Ömür: Galip Demirel (İstanbul: Malatya
Kitaplığı, 2013).
Barlas, Mehmet, Turgut Özal’ın Anıları (İstanbul: Birey Yayıncılık, 2000).
Başbakanlık, Gelişen Türkiye: Bürokrasi (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1988).
Başbakanlık, Gelişen Türkiye: Mahalli İdareler (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1988)
Başbakanlık, Merkez Teşkilatının Faaliyetleri Reform Çalışmaları: Hükümet’in Dört Yıllık
İcraatı 13.12.1983 – 12.12.1987 (Ankara: Başbakanlık, 1987)
Başbakanlık, Reform Mahiyetindeki Kanuni Düzenlemeler (13 Aralık 1983 – 12 Aralık
1985) (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1985)
Başbakanlık, Reform Mahiyetindeki Kanuni Düzenlemeler: 13 Aralık1983 – 30 Aralık
1987, 30 Aralık 1987 – 18 Kasım 1988 (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1988).
Bıdık, Dinçer, “Türkiye’de Muhafazakarlık Ve Liberalizm”, (Basılmamış Yüksek Lisans
Tezi, Muğla Üniveristesi, 2007).
Birand, Mehmet Ali ve Yalçın, Soner, he Özal: Bir Davanın Öyküsü (İstanbul: Doğan
Kitap, 2001).
Bozkurt, Veysel, “Geleceğin Toplumu, Dönüşümcü Liderlik ve Turgut Özal”, içinde İhsan Sezal ve İhsan Dağı, der., Kim Bu Özal: Siyaset, İktisat, Zihniyet (İstanbul: Boyut
Yayın, 2001), s 171-196.
Çevikbaş, Rafet, “Yeni Kamu Yönetımı Anlayısı Ve Türkıye Uygulamaları”, Ekonomi ve
Yönetim Arastırmaları Dergisi, Cilt.1, Sayı. 2, 2012, s. 9-32.
Devlet Planlama Teşkilatı, Temel Ekonomik Görüşler 1998. Ekonomik ve Sosyal Göstergeler, 1950-1995: Yıllık Programlar (Ankara: DPT, 1998).
Doğan, Cem, “Kamu Yönetiminde Neo-Liberal Restorasyon Süreci ve Türkiye”, Eğitim
Bilim Toplum, Cilt. 4, Sayı. 16, 2006, s. 98-113.
52
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Eatwell, R. “Right or Rights? he Rise of the New Right”, içinde R. Eatwell N. O’Sullivan, he Nature of the Right: European and American Politics and Political hought since
1789 (London: Pinter, 1989), s. 3-17.
Erdoğan, Mustafa, “Türk Politikasında Bir Reformist: Turgut Özal”, içinde İhsan Sezal
ve İhsan Dağı, der., Kim Bu Özal: Siyaset, İktisat, Zihniyet (İstanbul: Boyut Yayın, 2001),
s. 17-31.
Eryılmaz, Bilal, Bürokrasi ve Siyaset Bürokratik Devletten Etkin Yönetim (İstanbul: Alfa
Yayınları, 2002).
Eryılmaz, Bilal, Kamu Yönetimi (İstanbul: Okutman Yayıncılık, 2007).
Güzelsarı, Selime ve Aydın, Saadet, “Türkiye’de Büyük Burjuvazinin Örgütlü Yükselişi:
Siyasal Ve Yönetsel Süreçlerin Biçimlenmesinde TÜSİAD”, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 2010-1, s. 43-68.
Hughes, Owen, Public Management & Administration (London; Macmillan Press, 1998).
Kalkınma Bakanlığı, Ekonomik ve Sosyal Göstergeler, 10.03.2015, http://www.kalkinma.
gov.tr/Pages/EkonomikSosyalGostergeler.aspx
King, D. S., he New Right: Politics, Markets and Citizenship (London: Macmillan, 1987).
Kösecik, Muhammet, “Yerel Yönetim Teorileri ve Merkez-Yerel Yönetim İlişkilerindeki
Merkezileşme: hatcher Dönemi”, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 9, Sayı 1, 2000,
s. 25-41,
Küp, Dilek, “Yeni Sağ Politikalar Ekseninde Türk Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanma Arayışları Ve Bu Yeni Yapının Beklentilere Cevap Verebilme Düzeyi” (Basılmamış
Yüksek Lisans Tezi, Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, 2012).
Levitas, R., Ideology and the New Right (London: Polity Press, 1986)
OECD, Public Management Developments (Paris: OECD, 1991).
Ömürgönülşen, Uğur, “Kamu Sektörünün yönetimi sorununa Yeni Bir Yaklaşım: Yeni
Kamu İşletmeciliği”, içinde, Muhittin Acar ve Hüseyin Özgür, der., Çağdaş Kamu
Yönetimi-I (Ankara: Nobel Yayın, 2003), s. 3-43.
Özal, Turgut, “Bakanlar Kurulu Programının Okunması Münasebetiyle TBMM’deki
Konuşması, 19.12.1983, TBMM Tutanak Dergisi, D. 17, C. 1, B. 10, s. 62-84.
Özal, Turgut, “22 Mart 1989 tarihinde Milliyet Gaztestesi Muhabiri Süreyya Oral’ın
Sorularına Verdiği Cevaplar”, içinde Başbakan Turgut Özal’ın Basın Mensuplarına Açıklama, Mülakat ve Konuşmaları 13.12.1988 – 31.10.1989 (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1989).
53
ÖZAL’IN KAMU YÖNETİMİ VİZYONU
VE POLİTİKALARI
Özal, Turgut, “26 Mart 1989 Mahalli Seçimleriyle İlgili 19 Mart 1989 tarihinde yaptığı
Televizyon Konuşması”, içinde Anavatan Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Sayın Turgut
Özal’ın 26 Mart 1989 Mahalli Seçimleriyle İlgili Radyo Televizyon Konuşmaları (Ankara:
Basın-Yayın-Tanıtma Ve Halkla İlişkiler Başkanlığı Yayınları, 1989).
Özal, Turgut, “26 Mart 1989 Mahalli Seçimleriyle İlgili 22. 22 Mart 1989’da Radyo
Televizyon Konuşmaları” (Ankara: Basın-Yayın-Tanıtma ve Halkla İlişkiler Başkanlığı
Yayınları, 1989).
Özal, Turgut, “3 Mart 1989’da Antalya’da Halka Hitaben Yaptığı Konuşma”, içinde
Başbakan Turgut Özal’ın Yurtiçinde Halka Hitaben Yaptığı Konuşmalar 13.12.1988 –
31.10.1989 (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1990).
Özal, Turgut, “3. İzmir İktisat Kongresinin Açılışında Yaptığı Konuşması”, 4 Haziran
1992, İzmir İktisat Kongresi (Ankara: DPT, 1993), s. 21-27.
Özal, Turgut, “Bakanlar Kurulu Programının okunması münasebetiyle TBMM’deki Konuşması, 19.12.1983, TBMM Tutanak Dergisi, D. 17, C. 1, B. 10, 62-84.
Özal, Turgut, “Bakanlar Kurulu programının okunması münasebetiyle TBMM’deki Konuşması”, 25.12.1987, TBMM Tutanak Dergisi, D. 18, C. 1, B. 3, s. 40-72.
Özal, Turgut, “Bakanlar Kurulu Programının okunması münasebetiyle TBMM’deki Konuşması”, 19.12.1983. TBMM Tutanak Dergisi, D. 17, C. 1, B. 10, s. 62-84.
Özal, Turgut, “Basın Mensuplarıyla TRT’de Yaptığı Açık Oturum”, 25 Ekim 1983.
Özal, Turgut, “Başbakan Sayın Turgut Özal’ın Basın 30 1989 Tarihli Toplantısı” içinde, Başbakan Turgut Özal’ın Basın Mensuplarına Açıklama, Mülakat Ve Konuşmaları
13.12.1988 – 31.10.1989 (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1989).
Özal, Turgut, “Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın “2000’li Yıllara Doğru” Konulu Konuşmaları”, İstanbul, 28 Mayıs 1990, Bilgisayar Kongresi, İstanbul, Atatürk Kültür Merkezi,
(Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1990).
Özal, Turgut, “Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Marmara Kulübü Toplantısındaki Konuşmaları: Geleceğe Bakış, Değişim”, 16 Ekim 1992, İstanbul, he Marmara Otel (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1992).
Özal, Turgut, “Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı 1982 Mali Yılı Bütçe Kanunu
Tasarısı Münasebetiyle TBMM’deki Konuşması”, 17.1.1982, Danışma Meclisi Tutanak
Dergisi, C. 2, B. 36, s. 203-218.
Özal, Turgut, “Dış Politika ve Ekonomi Açılarından ‘Türkiye’nin Stratejik Öncelikleri
Uluslararası Sempozyumun Açılışında Yaptığı Konuşma”, 5.11.1991, he Marmara
Oteli, İstanbul (Başbakanlık Basımevi: Ankara, 1992).
54
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Özal, Turgut, “Dünyadaki Yeni Dengeler ve Türkiye’ Konulu Pazar Toplantısında Yaptığı
Konuşma”, 17.11.1991, President Otel, İstanbul (Ankara, Başbakanlık Basımevi, 1992).
Özal, Turgut, “Geleceğe Bakış”, İkinci İzmir İktisat Kongresi’nin Kapanış Oturumu Konuşması (7.11.1981), içinde, İsmet Binark, derleyen, Bu Dünyadan Bir Turgut Özal Geçti
(Ankara: Turgut Özal Düşünce Hamle Derneği Yayınları, 2008).
Özal, Turgut, “İş Dünyası Vakfı Toplantısındaki Konuşması”, 2.10.1992, İstanbulConrad Otel (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1992).
Özal, Turgut, “Kalkınmada Yeni Görüşün Esasları”, Türkiye’nin Sosyo-Kültürel ve
Ekonomik Meseleleri-İlmi Seminer, Aydınlar Ocağı, Ankara, 28-29 Nisan 1979.
Özal, Turgut, “Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Kuruluş, Görev ve Yetkilerinin Yeniden
Düzenlenmesi ile İlgili Yetki Kanunu Tasarısı münasebetiyle TBMM’deki Konuşması”,
13.5.1982, Danışma Meclisi Tutanak Dergisi, C. 5, B. 94, s. 439-445.
Özal, Turgut, “Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Kuruluş, Görev ve Yetkilerinin Yeniden
Düzenlenmesi ile İlgili Yetki Kanunu Tasarısı münasebetiyle TBMM’deki konuşması”,
31.5.1982, Danışma Meclisi Tutanak Dergisi, C. 5, B. 99, s. 640-641.
Özal, Turgut, “Konuşmaları, “Turgut Özal’ın Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı
1982 Mali Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı Münasebetiyle TBMM’deki Konuşması”, Danışma Meclisi Tutanak Dergisi, 17.1.1982, C. 2, B. 36, s. 203-218
Özal, Turgut, “Mehmet Ali Birand›ın 1993 yılında 32. Programında Yağtığı Röportaj”,
17.01.2014 (İnternet Yayın Tarihi).
Özal, Turgut, “Turgut Özal’ın 17 Ağustos 1988’de Televizyonda Gelişen Türkiye Programında Yaptığı Konuşma”, içinde Başbakan Turgut Özal’ın Basın Mensuplarına Açıklama, Mülakat ve Konuşmaları: 13.12.1987 - 12.12.1988 (Ankara: Başbakanlık Basımevi,
1989).
Özal, Turgut, “Uluslararası Kamu Finansmanı Enstitüsünün İstanbul’da Yapılan 44.
Kongresinde Açılış Konuşması”, 22 Ağustos 1988, Başbakan Turgut Özal’ın Tesis Açılışları, Çeşitli Toplantılarda Yaptığı Konuşmaları: 13.12.1987 - 12.12.1988 (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1989).
Özal, Turgut, 26 Mart 1989 Mahalli Seçimleriyle İlgili 22 Mart 1989 tarihinde yaptığı
Televizyon Konuşması”, içinde Anavatan Partisi Genel Başkanı Ve Başbakan Sayın Turgut
Özal’ın 26 Mart 1989 Mahalli Seçimleriyle İlgili Radyo Televizyon Konuşmaları (Ankara:
Basın-Yayın-Tanıtma Ve Halkla İlişkiler Başkanlığı Yayınları 1989).
Özal, Turgut, 26 Mart 1989 Mahalli Seçimleriyle İlgili 22 Mart ve 25 Mart 1989 tarihinde yaptığı Televizyon Konuşması”, içinde, Anavatan Partisi Genel Başkanı Ve Başba55
ÖZAL’IN KAMU YÖNETİMİ VİZYONU
VE POLİTİKALARI
kan Sayın Turgut Özal’ın 26 Mart 1989 Mahalli Seçimleriyle İlgili Radyo Televizyon Konuşmaları (Ankara: Basın-Yayın-Tanıtma Ve Halkla İlişkiler Başkanlığı Yayınları 1989).
Saran, Ulvi, Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanma: Kalite Odaklı Bir Yaklaşım (Ankara:
Atlas Yayıncılık, 2004).
Sezal, İhsan, “Bir Toplumsal Barış Mimarı ve Yarım Kalmış Devrim” içinde İhsan Sezal
ve İhsan Dağı, der., Kim Bu Özal: Siyaset, İktisat, Zihniyet (İstanbul: Boyut Yayın, 2001),
s. 163-168.
Şener, Hasan Engin, “Public Admınıstration Reform in he Context Of he European
Unıon Enlargement Process: he Hungarian And Turkish Cases”, (Basılmamış Doktora
Tezi, ODTÜ, 2008).
TODAİE, Kamu Yönetimi Araştırması Genel Rapor, Türkiye Ve Orta Doğu Amme İdaresi
Enstitüsü Yayınları NO: 238 (Ankara: Devlet İstatistik Enstitüsü Matbaası, 1991).
TÜİK, Statistical Indicators, 1923 – 2006 (Ankara: TÜİK, 2007).
Tümtürk, Yusuf, Yeni Türkiye’nin Mimarı (Ankara: Turgut Özal Düşünce ve Hamle
Derneği, 2008).
TÜSİAD, Kamu Reformu Araştırması (İstanbul: Lebib Yalkın Yayınları, 2002).
Uluç, A. Vahap, “Liberal - Muhafazakar Siyaset ve Turgut Özal’ın Siyasi Düşüncesi”,
Yönetim Bilimleri Dergisi, Cilt. 12, Sayı. 23, 2014, 137. s. 107-140.
Yavuz, Turgay, Anılarıyla Ekrem Pakdemirli: Özal’ın Mirası (İstanbul: Ufuk Yayınları,
2013).
Yayman, Hüseyin, “1980 Sonrası Türkiye’de Özelleştirme Uygulamalarının Gelişimi Ve
Kamu Yönetimi Üzerine Etkileri”, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Dergisi, Cilt. 2, Sayı. 3, 2000, s. 135-156.
Yılmaz, Aytekin, “Türk Bürokrasi Geleneği ve Özal”, içinde İhsan Sezal ve İhsan Dağı,
der., Kim Bu Özal: Siyaset, İktisat, Zihniyet (İstanbul: Boyut Yayın, 2001), s. 89-101.
56
DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİK KONSEPTİ VE
TURGUT ÖZAL’IN İÇ VE DIŞ POLİTİKA,
EKONOMİ, SİLAHLI KUVVETLER, YÜRÜTME
VE YARGI ALANLARINDAKİ DÖNÜŞTÜRÜCÜ
LİDERLİK UYGULAMALARI
Levent VURGUN*
Özal, Türk siyaseti açısından önemli ve oldukça farklı bir liderdir. Kendisine atfedilen önemi, sadece devlet adamlığı perspektifinden açıklamak doğru bir yaklaşım olmayabileceği gibi, onu belirli bir düşüncenin veya siyasetin kimliğine
yakıştırmak da yeterli olmayacaktır. Özal’ın icraatları incelendiğinde, siyaset üstü
olma misyonu ile iktidar olduğu döneme kadar aşırı kutuplaşmış Türk demokrasi
ve siyaset yaşantısı içinde oldukça farklı bir başarı elde ettiği görülebilir.
Türkiye tarihine baktığımızda askeri müdahalelerin çok sık yönetime el
koyması siyasi parti yöneticilerinin, dönüştürücü liderlik özelliklerinin yeterli olmamasından kaynaklandığı söylenebilir. Dönüştürücü lider eksikliği, Türkiye’de
uzunca bir süre çatışma ve ayrışma sonucunda ekonomik sıkıntıların baş göstermesiyle askeri müdahaleler ve sonrasında özgürlük kısıtlamaları çok sık rastlanır
bir olay olmuştur. Özal yaklaşık on yıllık iktidar döneminde hem askerleri kendi
sorumluluk alanlarına yöneltmiş, hem de ekonomik olarak Türkiye’yi dünya ile
rekabet edebilir hale getirmiş bir liderdir.
Türk siyasi hayatında, kendinden öncekilerin söylemlerini kopyalayan,
ülke için kendilerinin ve fikirlerinin tek çözüm olduğunu ifade eden ve dönem içindeki rakiplerini sürekli dış mihraklarla irtibatlı göstermeye çalışarak
taraftarlarını ayrıştırma politikası uygulayarak çatışmadan fayda elde etmeyi
uman siyasi aktörlere çok sık rastlanmaktadır. Türkiye’de hemen her dönem, farklı
siyasi görüşlerden benzer söylem ve uygulamaları yapan siyasi liderlere rastlamak
olasıdır. Tek parti döneminin bitmesinden sonra ilk defa Turgut Özal birleştirici
söylemleri, uygulamaları ve elde ettiği sonuçlar itibarı ile diğer siyasi liderlerden
ayrışmaktadır. Özal ufuk açıcı vizyonu ve kararlılığı ile toplumun her alandaki
beklenti ve taleplerini karşılamış, birçok kesimin hayal bile edemediği rekabete
dayalı politikalar üretip, uygulamaya koyarak güçlü bir ekonomi oluşturmuştur.
Toplumun tüm kesimlerini ortak hedeler etrafında buluşturma hedefi ile yola
* Yrd. Doç. Dr., Turgut Özal Üniversitesi, İşletme Bölümü.
57
DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİK KONSEPTİ VE TURGUT ÖZAL’IN İÇ VE DIŞ POLİTİKA, EKONOMİ, SİLAHLI
KUVVETLER, YÜRÜTME VE YARGI ALANLARINDAKİ DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİK UYGULAMALARI
çıkan Özal, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde dönüştürücü bir lider olarak yerini
almıştır.
Özal hakkında yazılan makaleler ve kitaplar onun birçok yönünü ortaya çıkarsa da en çok değinilmesi gereken özelliğinin dönüştürücü liderliği olması gerekliliği, bu bölümü yazmayı gerekli kılmıştır. Özal’ın başarısı sadece ekonomi,
eğitim, demokratik haklar ve teknolojik gelişim ile ilgili değildir. Özal yönetsel
uygulamaları açısından dönüştürücü bir liderdir. Bu çalışmada Özal’ın dönüştürücü liderlik özelliklerinin, dış politika, iç politika, ekonomi, silahlı kuvvetler,
yürütme ve yargı üzerindeki yansımaları incelenecektir.
Lider, Liderlik ve Dönüştürücü Liderlik
Peter Drucker lideri, “İcraatı gösterişinden fazla”;1 Isabel Werner, “kendinden
emin eylem adamı, riskler ve belirsizliklerle karşı büyük sorumlulukları sırtlamada
çoğu kez dikkate değer bir cesaret gösteren kişi”;2 Ali Akdemir, “grup üyelerini saptanan amaçlar doğrultusunda başarılı kılmaya yönelten, onların çalışmalarını koordine ve kontrol eden, bu çabaları gerçekleştirmek için yeterli özellik ve yeteneklere
sahip olan kişi”; Ömer Dinçer de “vizyon inşa eden, tasarımcı, zihni modelleri test
eden ve açığa çıkaran, insanlara büyük resmi gösteren kişi” 3 olarak tanımlamaktadır. Lider, çevrede bulunan potansiyel fırsat ve ödülleri arayan, astlara esin kaynağı olan, kendi enerjisiyle oluşturduğu süreçleri harekete geçiren ekip arkadaşları
ile yoğun ilişkide bulunan kişidir.4
Liderlik sosyologlara göre, otoritenin sosyal grupları etkilemek amacı ile kullanılması ve zorlayıcı yolları kullanmadan koordinasyon, denetleme, yöneltme,
başkalarının gücünü harekete geçirmektir.5 Liderlik karmaşa ile başa çıkabilmek6
ya da amaçların ve vizyonun başarılmasına yönelik grubu etkileme yeteneği7 olarak da tanımlanabilir. Liderlik, yönetsel görevlerini yaparken izlenen davranış
kalıpları ve çevrelerindeki kişilerle ilişkilerinde sergiledikleri tutumlar, başka bir
deyişle liderin eylemlerini ve ilişkilerini yapılandırmakta kullandığı kurallar, ilkeler, tutumlar ve normlar bütünüdür.8 Liderlik, kişinin bir yönüyle çok iyi olmasından ziyade, tüm özelliklerinin toplamında çok iyi olması ve karizmasıyla bu
özellikleri kendine özgü bir şekilde bütünleştirerek takipçilerini etkilemesidir.9
1 Peter F. Drucker, Gelecek İçin Yönetim (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1996), s. 128.
2 Werner Isabel, Liderlik ve Yönetim (İstanbul: Rota Yayıncılık, 1993), s. 45.
3 Ali Akdemir, Vizyon Yönetimi (İstanbul: Philip & Richard’s Avrupa İnsan Kaynakları Merkezi, 1998), s. 52.
4 John P. Kotter, Liderler Gerçekte Ne Yapar? (İstanbul: Mess Yayınları, Haziran 1999), s. 67.
5 Sulhi Dönmezler, Toplumbilim (İstanbul: Beta Yayımcılık, 1994), s. 272.
6 John P. Kotter, “What Leaders Realy do” Harward Busines Rewiev, May-June, 1990, s. 114.
7 Robbins Stephen P. ve Timothy Judge A., Örgütsel Davranış, (Ankara: Nobel Yayın, 2012), s. 376.
8 M. Valeria Hudson, Foreign Policy Analysis: Actor-Speciic Theory and the Ground of International Relations
Foreign Policy Analysis, 2005, s. 20.
9 Adnan Nur Baykal, Mustafa Kemal Atatürk’ün Liderlik Sırları (İstanbul: Sistem Yayıncılık, 2000), s. 1.
58
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Liderliğin amacı, insanların ve makinelerin performansını artırmak, üretimi
çoğaltmak ve aynı zamanda insanların emeklerinden gurur duymalarını sağlamak olmalıdır. Olumsuz şekilde söylenirse; liderliğin amacı, kişilerin hatalarını
bulmak ve kaydetmek değil, hataların nedenlerini ortadan kaldırarak insanların
daha az çaba sarf ederek daha iyi iş yapmalarını sağlamaktır.10
Dönüştürücü liderlik kavramını James Burns, “Bir örgüt veya sistemi belli bir
vizyon çerçevesinde yeni bir düzleme taşıyan, bir sistemde temel dönüşümler sağlamak” olarak açıklar.11 Dönüştürücü lider; belirsiz, muğlak bir dünya ile uğraşan,
temel görevleri gelecek olan, yeni paradigma geliştirmeyle uğraşan, yeni ilke ve
sınırları belirleyen,12 astının sürekli büyümesini ve gelişmesini isteyen, astlarını
iyi tanıyan, entelektüel teşvikte bulunan, problemlerin bilincinde olan, astlarının
inanç ve değerlerindeki değişikliği teşvik eden, astlarını guruptaki yeni ve değişik
durumları zihinlerinde canlandırmaları konusunda cesaretlendiren kişidir.13
Dönüştürücü liderler; hayal gücü yüksek, ısrarcı insanlardır. Risk alma gücü
olan, ilgileri bilgiden önce gelen, empatik kişilerdir. Aklını kullanan ve diğer insanlara da kullanması için motive etmesini bilen kişilerdir. Dönüştürücü liderler;
serüvenci, maceracı, sıra dışı, tanıdık bir tip olmayan, paradigma erozyonuna
açık, ekip oluşturabilen ve proje üretebilen kişilerdir.14
Dönüştürücü liderler; tutkulu, geniş bir perspektileri olan, zeki, yönetim
sürecinin karmaşık sorunları ile başa çıkabilen15 istisna kişilerdir. Dönüştürücü
liderler; yönettikleri grupta güven oluşturan, ilişkilerinde samimi olmaları ve istisnai yetenekleri ile yönetsel cazibeleri olan kişilerdir.
Dönüştürücü liderler; kendilerine güven duyan, duyguları çok güçlü olan,
karizmatik özellikleri ile alışılagelen tiplerden oldukça farklı olan kişilerdir. Dönüştürücü liderler, otorite kurma kaygıları olmadığı için izleyicileri üzerinde
olumlu etkiye sahiptirler.16 Dönüştürücü liderler; inanç ve hayal gücünü kitlelere
aktarmakta usta olan, henüz denenmemişi deneme cesaretini gösteren, insanları
mobilize etme göreviyle karşı karşıya olan kişilerdir.17
10 William Deming Edwards, Krizden Çıkış (İstanbul: Kalder Yay. 1998), s. 206.
11 Hasan Şimşek, Paradigmalar Savaşı ve Kaostaki Türkiye (İstanbul: Sistem Yayıncılık, 1997), s. 161.
12 Ali Akdemir, Vizyon Yönetimi (İstanbul: Philip & Richard’s Avrupa İnsan Kaynakları Merkezi Yayıncılık,
1998), s. 67.
13 Adnan Ceylan, “Liderliğe Kurumsal Yaklaşımlar”, 21. yüzyılda Liderlik Sempozyumu, Deniz Harp Okulu,
Tuzla-İstanbul, 1997, s. 319.
14 Ali Akdemir, “Değişim ve Dönüşüm Yönetimi”, (Yüksek Lisans Dersi, Kocaeli Üniversitesi, 1998-1999,
Güz Dönemi)
15 Pielstick, C.Dean, “The Transforming Leader: A Meta-Ethnographic Analysis”, Community College Review,
Winter 1998, Vol. 26, Issue. 3, s. 15.
16 N. Den Hartog Deanne vd., “Culture Speciic And Cross-Culturally Generalizable İmplicit Leadership Theories: Are Attributes Of Charismatic/Transformational Leadership Universally Endorsed?”, Leadership Quarterly, Summer 1999, Vol. 10, Issue. 2, s. 219-20.
17 Hasan Şimşek, Paradigmalar Savaşı (İstanbul: Kaostaki Türkiye, Sistem Yayınları,1997), s. 165.
59
DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİK KONSEPTİ VE TURGUT ÖZAL’IN İÇ VE DIŞ POLİTİKA, EKONOMİ, SİLAHLI
KUVVETLER, YÜRÜTME VE YARGI ALANLARINDAKİ DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİK UYGULAMALARI
Dönüştürücü liderler; liderliğin ne olduğunu ve onlar için neden önemli
olduğu konusunu açıklığa kavuşturur, insanlara henüz potansiyellerini tam olarak kullanmadıklarını hatırlatacak bir ayna tutar, onlara, potansiyellerini en üst
düzeye çıkarmak için ne yapmaları gerektiğini öğrendiklerinde, büyüyüp gelişeceklerini gösteren kişilerdir.18
Dönüştürücü liderler; ortak bir vizyon duygusu oluşturarak, bunu büyük bir
heyecanla, yönettiklerine aktaran kişilerdir. Oluşturulan vizyon ise, yönettikleri
grubun ortak geleceğidir. Dönüştürücü liderler; ekip oluşturmak, çalışanları güçlendirmek, ortak vizyon ve sorumluluğu paylaşmak, güven ortamı oluşturmak,
sorumluluk duygusu kazandırmak ve katılımcı bir karar alma süreci oluşturma
hedefi ile iş devrinden çekinmeyerek cesur kararlar alabilen kişilerdir.19
Dönüştürücü Liderlik ve Özal
Yukarıda ifade edilen liderlik, lider ve dönüştürücü lider özelliklerinin önemli
bir kısmında Özal’ı görmek kaçınılmaz bir sonuçtur. Özal bulunduğu dönemde sorunlar ve fırsatlar karşısında yöntem belirleme, politika oluşturma, kültürel
farklılıkları zenginlik olarak görüp hesaba katma, döneminin gerekliliklerini yakalayabildiği gibi geleceğin ihtiyaçlarını öngörme özellikleri ile dönüştürücü bir
lider olarak tarihteki yerini almıştır.
Özal görev yaptığı yıllarda da sonrasında da yapmış olduğu uygulamalar,
başlatmış olduğu ekonomik, politik ve demokratik hamleler ile birçok kişinin
hayranlığını kazanmış dönüştürücü bir liderdir. Özal için, Atatürk’ten sonra modern Türkiye’nin en etkili lideri,20 Türklerin tarihleri ile barışmasına katkıda bulunmuş ve Kemalizm’le Osmanlıcılığın pozitif yanlarını sentezlemeyi başarmış,21
Cumhuriyet tarihinin en büyük toplumsal, siyasal ve ekonomik dönüşümünü
gerçekleştiren siyaset ve devlet adamı olarak,22 Türkiye’yi ‘barış için bölgesel güç’
haline getirerek Washington ve Avrupa başkentlerinin hatta Ortadoğu devletlerini
Türkiye’ye saygınlık kazandıran ,23 ortalama bir Türk’ün anlayabileceği bir dilden
konuşan, ekonomik uzmanlığının öngördüğü zengin ve yeni bir Türkiye resmi
çizen, çok başarılı bir şekilde eski bürokratik partilerin kalıntılarını hünerli bir
18 John Kotter, “Yirmibirinci Yüzyılda Liderlik”, Executive Exellence, Yıl. 3, Sayı. 27, Haziran 1999, s. 11.
19 Elaıne Beaubıen, “Efsanevi Liderlik”, Executive Exellence, Yıl. 3, Sayı. 27, Haziran 1999, s. 15.
20 Mehmet Altan, “Ne Dediler”, içinde M. Nuroğlu, der., “Güle Güle Sevgili Cumhurbaşkanım” (İstanbul:
Sebil Yayıncılık, 1993), s. 523-526., alıntılayan Gündüz Aktan, “Dünya Siyasetinin Ezberini Bozdu, Türkiye’yi
Avrupa’ya Taşıdı” içinde Sezai Uğur, der., Özlenen Demokrat Turgut Özal (İstanbul: Feza Yayıncılık, 2011) s.
117-134.
21 Eric Rouleau, “The Challenges to Turkey” Foreign Affairs, Şubat 2014, http://www.jstor.org/stable/20045818 ı
22 M. Zeki Duman, Türkiye’de Liberal-Muhafazakar Siyaset ve Turgut Özal, (Ankara: Kadim Yayınları, 2010),
s.216.
23 Philip Robins “Turkey and the Middle East” 10 Şubat 2014, http://www.jstor.org/stable/4328363
60
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
şekilde eleştirerek birçok farklı görüşten oy alabilen24 etkileyici bir lider olduğu
ifade edilmektedir.
Dönüştürücü bir lider olan Özal’ın liderlik uygulamaları sadece Türkiye’de
değil dünyada da yankı bulmuştur. Ölümünde dünya liderlerinden olan eski
ABD Başkanı Bill Clinton, Özal için “İstikrasız bir çağda, istikrar ve güvenlik
arayışında görüşlerine başvurduğum değerli bir meslektaşım” derken; eski İngiltere Başbakanı John Major, “Türkiye’nin kalkınmasında lider rolü oynayan Özal’ın
yokluğunun sadece İngiltere ve Avrupa için değil, bütün dünya için kayıp” olduğunu; eski Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, “Kıvrak zekâ, açık sözlü ve kararlı
bir devlet adamı” olduğunu; Özbekistan Başkanı İslam Kerimov, “Özal’ın Türk
dünyası için bir umut olduğunu” ifade eden liderlerdir.25
Özal öldükten hemen sonra 19 Nisan 1993 tarihinde yabancı basında hakkında yazılanlar: Viyana Salzburger Nachrichten “Turgut Özal, adeta politik bir
kabiliyetti”, Bonn: Die Welt “Özal Türkiye’yi güçlü hale getirdi”, Bonn: Stuttgarter
Zeitung Gazetesi “Batılılar Özal’dan övgüyle bahsediyor”, Roma: Corriere Della Sera Gazetesi “Türkiye’nin yürekli kaptanı Cumhurbaşkanı Özal öldü”, Riyad:
El Sark’ul Ewsat Gazetesi “Özal ve Türk kompleksinin çözülmesi”, Paris: Le Figaro Gazetesi “Turgut Özal batı yanlısı reformcu”, Roma: La Repubblica Gazetesi
“Türkiye Özal’ın ardından ağlıyor”, İslamabad: he Pakistan Gazetesi “Bir büyük
dostun kaybı”, Paris: Liberation Gazetesi “Turgut Özal: Modern Türkiye’nin babasının ölümü”. 20 Nisan1993 tarihinde ise yabancı basında; Roma: La Stampa Gazetesi “Türk Mucizesinin Babası Cumhurbaşkanı Özal öldü”, Londra: Newsweek
Gazetesi “Türkiye devrimci ustasını kaybetti”, Atina: Elefterotipia Gazetesi “Yeni
bir Osmanlı kurdu”, Paris Liberation Gazetesi “Turgut Özal: Modern Türkiye’nin
Babasının ölümü”, Bonn: Suddeutsche Zeitung Gazetesi “Büyük Padişahın Halefi
Özal Türkiye’yi kültürel açıdan İslam’a ekonomik açıdan da batıya açmak istiyordu”,
İslamabad: he Pakistan Times Gazetesi “Bir büyük dostun kaybı”, Roma: Corriere Della Sera Gazetesi “Türkiye’nin ‘Yürekli kaptanı’ Cumhurbaşkanı”, Moskova
Radyosu “ Türkiye’nin 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal tarihte saygı ile anılacak”,
ABD: he Wall Street Journal Gazetesi “Modern Atatürk”, Moskova: Komsomolskaya Pravda Gazetesi “Özal’ın Son Zaferi” gibi birçok yorumlar yayınlanmıştır.26
Tüm bu yorumlardan da Turgut Özal’ın sadece Türkiye için değil dünya için de
çok önemli bir lider olduğunu göstermektedir.
24 Kenneth Mackenzie “Turkey in Transition” The World Today, 10 Şubat 2014, http://www.jstor.org/stable/40395830
25 Yusuf Tümtürk, Yeni Türkiye’nin Mimarı, (Ankara: Turgut Özal Düşünce ve Hamle Derneği, 2010), s. 196.
26 Ekrem Pakdemirli, “Yabancı Basında Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Ölümü” ,s. 46-108.
61
DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİK KONSEPTİ VE TURGUT ÖZAL’IN İÇ VE DIŞ POLİTİKA, EKONOMİ, SİLAHLI
KUVVETLER, YÜRÜTME VE YARGI ALANLARINDAKİ DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİK UYGULAMALARI
Batılı bir diplomat Özal’ı şöyle tarif etmiştir: “Özal pragmatik bir insandır.
‘Aklı Batı’da, gönlü Doğu’dadır’. ‘Aklı Batı’dadır’, zira sermaye, teknoloji oradadır.
‘Gönlü Doğu’dadır’, çünkü İslami kimliğini, kültürünü orada görür.” 27
Özal birçok özelliği itibarı ile temel liderlik özelliklerine sahip bir kişidir.
Keçeciler Özal’ın birçok konuyu alanın uzmanları ile istişare yaparken, bilmediği
meselelerde halk ile de çok yakın diyalog kurduğunu,28 bazen de münakaşa ettiğini, ama münakaşa ederken bile fikirler topladığını döneminin savunma bakanlarından olan Sefa Giray’a da29 ifade etmiştir.
Özal seçim çalışmaları sırasında reklamcı bir gencin “Saçmalıyorsunuz” sözüne karşılık “Ben saçmalasam dahi Başbakanım” diyerek çalışmaya devam etmesi,
akabinde de “Oğlanın zehir gibi bir beyni var. Beni o etkiliyor” sözleri alışılmış devlet adamı davranışından oldukça farklı30 bir lider olduğunu göstermektedir. Özal’ın yakın çalışma arkadaşlarından olan 19. Dönem İstanbul Milletvekili
Selçuk Marulu, Özal’ın meselelere soğukkanlılıkla yanaştığını ve sinirlenmediğini belirtmiştir. Özal’ın görevini yapmayan birisine kızdığı zaman “bak gözüm”,
çok kızdığı zaman ise sadece “bak iki gözüm” 31 demesi de Özal’ın duygularını
yönetebilen dönüşümcü bir lider olduğunu ön plana çıkarmaktadır.
Dönemin Türk siyasi liderlerinden olan Ali Coşkun, Özal’ın risk alabilen ve
çok hızlı karar verebilen birisi olduğunu; Cemil Çiçek, Özal’ın çok tahammüllü,
her türlü tartışmanın yapılabileceği bir kişilik olduğunu; Galip Demirel, Özal’ın
herkese eşit davrandığını, adaletli olduğunu ve sinirlenmediğini; Emin Başer,
Özal’ın sadece emir değil destekle gelen emirler verdiğini; Hasan Celal Güzel,
Özal’ın kendine güvendiği için yanına iyi yetişmiş zeki insanları aldığını; Vahit
Erdem, Özal’ın milyarlarca dolarlık çok büyük ihaleler de dahil hiç yanlış bir
talimat vermediğini; Hüseyin Ünlü, Özal’ın hata yaptığında toplum içinde kürsüden bile özür dileyebildiğini; İhsan Doğramacı, Özal’ın karar vermeden önce
ilgili devlet görevlilerinin görüşlerini aldığını; Semra Özal, Özal’ın memuriyet
yıllarında fakir bir kişi ile karşılaştığında üzerindeki ceketi, kazağını ve hatta bir
defasında ayakkabısını verecek kadar çok duygusal olduğunu,32 ifade etmişlerdir.
Özal çalışma temposu çok yoğun bir lider olarak, gazeteci, bakan ve bürokratlar ile birebir görüşmeleri kimi zaman gece 02.00 ile 03.00 saatleri arasında
27 Hasan Cemal, Özal Hikayesi (İstanbul: Doğan Kitap, 2004), s. 199.
28 Mehmet Keçeciler, “Özalcı Doktrin ve Siyaset Anlayışı” içinde Uğur Güzel, der., Özalcılık(İstanbul: Emre
Yayınları, 2008), s. 532.
29 Hulki Cevizoğlu, Körfez savaşı ve Özal Diplomasisi, (İstanbul: Form Yayınları, 1991),s. 227-228.
30 Mehmet Ali Birand ve Soner Yalçın, The Özal, Bir Davanın Öyküsü, (İstanbul: Doğan Kitap, 2001), s. 388.
31 Selçuk Marulu, “Turgut Özal Yaşasaydı Bambaşka Bir Türkiye Olurdu”, Önce Vatan, 25.01.2015, http://
www.oncevatan.com.tr/m/?id=27386&t=makale)
32 Tümtürk, 2010, s. 99-213.
62
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
yapardı.33 Özal, Türkiye’yi dönüştürmek için öncelikle çalışmaya odaklanmış bir
liderdi. Özal’ın hedefi, dünyadaki elektronik, bilgisayar ve enformatik alanlardaki hızlı değişikliklerin izlenmesini ve keşfedilenlerin yeniden keşfi yerine, daha
ileri gitmekti. İktidara geldiğinde de ilk yasalaştırdığı kanunlardan birisi elektronik sanayiye yönelik ithalatın serbest bırakılması idi.34 Özal 1984 yılında TÜBİTAK’ta yaptığı konuşmada da yalnızca dışarıdan teknoloji satın alınarak özlediğimiz gelişmişlik düzeyine ulaşamayacağımızı35 belirtmiştir. Özal ileriki yılların
problemlerini sıralarken; ödemeler dengesi, sanayileşme, eğitimin geliştirilmesi
ve refahın tabana yayılması gibi konular olduğunu ifade etmiştir.36 Tüm bu
ikirler ve uygulamalar, Özal’ın bulunduğu dönemin çok ötesinde öngörüsü olan
dönüştürücü bir lider olduğunu göstermektedir.
Ekonomik ve bilimsel altyapının en zayıf olduğu dönemlerde bile Özal
liderlik özellikleri ile bir umut oluşturmayı başarmıştır. Özal, Türklerin kendi
medeniyetlerinden utanç duymamaları gerektiğini, Türk medeniyetinin aşağı bir
medeniyet olmadığını ve dünyadaki ileri medeniyetlerden biri olduğunu37 sürekli
vurgulayarak, vatandaşlarına umut ve vizyon vermiştir. Özal’ı kalıcı bir lider
yapan en önemli yönü ise; toplumu az gelişmişlik çemberi ve kompleksinden
kurtarması ile, ekonomide, siyasette, üretimde global iddiaları olan modern
Türkiye’nin mimarı olması varsayılabilir.38 Özal’ın bir diğer özelliği, bıraktığı
ekonomik ve kültürel miras ile bayrağı onun bıraktığı yerden daha ilerilere taşıyabilecek, dinamik, dış dünyaya açık, yaptığı işi Türkiye’nin sınırları ile sınırlandırmayan, yüzlerce hatta binlerce profesyonel yetiştirerek ülkeye çok önemli
hizmetler etmiş olmasıdır.39 Özal kendi döneminde eğitimde mesafe alınabilmesi
için iyi bir akademik kadro yetiştirme heyecanı taşıyordu. Özal birçok akademisyeni yurt dışına yüksek lisans ve doktora eğitimine göndererek40, gelecekteki
profesyonelleri yetiştirecek vizyona sahip bir liderdir.
Birçok lider gibi Özal da icraatları ile kimi odakların hedefi haline gelmişti.
1988 yılında uğradığı suikastta bunun önemli bir göstergesi idi. Özal’ın suikast
sonrası “Biz bu ülkenin havasıyla suyuyla bu topraklarda büyüdük, havasını teneffüs ettik, suyunu içtik, okullarında okuduk. Bu ülkeye karşı borcumuz var. Siyasete
33 Yavuz Donat, Özallı Yıllar-1983-1987 (Ankara: Bilgi Yayınevi, 1987), s. 154-156.
34 Engin Güner, Özallı Yıllarım (İstanbul: Babıali Kültür Yayıncılığı, 2003) s. 17-21.
35 Başbakanlık, Başbakan Turgut Özal’ın Konuşma Mesaj Beyanat ve Mülakatları 1983-1984, TÜBITAK,
1984 Yılı Ödül Töreninde Yapılan Konuşma (Ankara: Başbakanlık Basım Evi, 1984), s. 982.
36 Mehmet Barlas, Turgut Özal’ın Anıları, (İstanbul: Birey Yayıncılık, 2000), s. 172.
37 Sedat Laçiner, Turgut Özal period in Turkish foreign Policy: Özalism, (Ankara: Usak Yearbook, Vol. 2, 2009)
s. 166.
38 Taha Akyol, “Özal’a Saygı”, 22 Nisan 1993, Milliyet, 07 Şubat 2015, http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/
Arsiv/1993/04/22 )
39 Meral Tamer, “Aşılmadan Ama Aşı’layarak Öldü”, içinde M. Nuroğlu, der., Ne Dediler (İstanbul: Sebil
Yayıncılık, 1993), s. 585.
40 Ekrem Pakdemirli, Özal’ın Mirası (İstanbul: Ufuk Yayıncılık, 2013), s. 158.
63
DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİK KONSEPTİ VE TURGUT ÖZAL’IN İÇ VE DIŞ POLİTİKA, EKONOMİ, SİLAHLI
KUVVETLER, YÜRÜTME VE YARGI ALANLARINDAKİ DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİK UYGULAMALARI
girdik çok sıkıntı çektik ve çekeceğiz. Siyasette bir bayramlık bir de idamlık gömleği
vardır. Biz rahatı seçmedik, ülkeye hizmeti seçtik”41 sözleri bir lider olarak hedelerinden asla vazgeçmeyeceğini göstermekteydi.
Rifat Hisarcıklıoğlu 2007 yılında dönemin Cumhurbaşkanı ile Japonya’ya
gittiklerinde Toyota Grubu’nun CEO’sunun “Altı kıtada, 20’den fazla ülkede otomobil fabrikamız var. Ama bütün bu fabrikaların içinde, sıfır hata payıyla çalışan
tek fabrika, Türkiye’deki fabrikamız.” demesi ve Türk damgasının bir tercih sebebi
haline gelmesinin ana nedenini ise insanımızdaki cevheri, yeteneği ilk keşfedenlerden birinin, Özal olmasına bağlamaktadır.42 Bugün 52 otomobil markasının
yaklaşık 450 modelinin satıldığı, 15 farklı binek aracın üretildiği Türkiye’de Özal
1990’da otomotiv kararnamesi çıkartarak, otomotiv sektörünü dünya ile rekabete açtığında, hem siyasi rakiplerinin hem de ülke içindeki otomotiv firmalarının
büyük bir sözlü saldırısına uğramıştı.43 Özal tüm karşı çıkmaları ve öngörüsüzlükleri, dönüştürücü liderlik yetenekleri ile çözmeyi başarmış ve Türkiye’yi geleceğe hazırlamış bir liderdir.
Özal çözülemeyen meselelerde de kavga etmektense, bir an bunları
dondurup, anlaşılabilecek meseleler üzerinde durmayı yeğlemiştir. Yunanistan ile
ilgili içinden çıkılamaz sorunlar ile uğraşmak yerine, iktisadi, ticari ve turizm
ilişkilerini görüşerek işbirliği yapmayı ve bu işbirliği üzerinden belki çözülemeyen
davalarında ele alınıp çözülebileceği inancını taşıyan bir liderdir.44
Çandar’ın Özal’ın ölümünde Sabah Gazetesi’nde veda mektubu olarak yazdığı yazısında, “Prag’da Vaclavska meydanında “Kadife devrim” gerçekleşirken hazır bulundum. Rusya’da Sovyetler Birliği’ni tasfiye eden o 1991 Ağustos günlerinde
Moskova’daydım. Tarihin büyük değişim günlerine tanık oldum. Kendi ülkemde de
Özal sayesindeki değişimin zaferine tanık oldum”45 sözleri Özal’ın Türkiye’yi dönüştürmek yolunda birçok değişim hamlelerini gerçekleştiren, dönüştürücü bir
lider olduğunu göstermektedir.
Göktürk Aktüel’deki yazısında, “Özal ne yazık ki bu ülkeye birkaç numara
büyük geldi” derken Özal’ın özellikle politika merdivenlerinden tırmanırken ülkesi için vizyonunu ve cesaretini şahsi çıkarlarına alet etmeyen önemli bir lider
olduğunu belirtmiştir.46 Özal kendi siyasi çıkarlarını ülkenin menfaatleri ile ka41 Işın Çelebi, Türkiyenin Dönüşüm Yıllar, (İstanbul: Alfa Yayıncılık, 2013), s. 24.
42 Rifat Hisarcıklıoğlu, “Büyük Türkiye’yi Birlikte İnşa Edeceğiz” Uluslararası Yatırımcılar Derneği 30.Yıl
Özel Sayısı, (İstanbul:Tor Ofset, 2010), s. 46.
43 Çelebi, 2013, s. 180.
44 Turgut Özal, “MGK Üyelerinin Müdafası”, Cumhuriyet, 8 Aralık 1983.
45 Cengiz Çandar, “Veda Mektubu”, içinde M. Nuroğlu, der., Ne Dediler (İstanbul: Sebil Yayıncılık,1993) s.
413.
46 Gülay Göktürk, “Özal”, içinde M. Nuroğlu, der., Ne Dediler, (İstanbul: Sebil Yay.,1993) s. 725.
64
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
rıştırmayan, “popülist” politikalardan vazgeçen, bölgesel kalkınma farklılıklarını
gidermek için sürekli çözüm üreten, eğitim alanında ülkedeki gençleri bilgisayarlar ile tanıştıran, ihracat odaklı liberal politika ile dünya ekonomisine entegre
olmayı başarmış47 reformist bir liderdir.
Özal da bulunduğu dönem ve şartlar itibarı ile Türkiye’nin en önemli şahsiyetlerinden biri olmayı başarmış lider bir yöneticidir. Özal birçok konuda cesur
kararlar alan, sürtüşme yerine millet ve devlet aklını ön plana çıkartan bir devlet
adamı,48 sabırlı ve uzlaşmacı yönüyle, devlet millet kaynaşmasını sağlayabilen bir
lider49 olarak halkın hafızasında yerini alan biridir. 2011 yılında Türkiye’nin 81
ilinde 3 bin kişi üzerinde Türkiye’nin kişisel markaları konusunda yapılan bir
araştırmada Özal’ın liderlik ve siyaset kategorilerinde dördüncü sırada olması50
aradan bunca yıl geçmesine rağmen Özal’ın liderlik etkisinin hala yoğun olarak
hissedildiğinin göstergesidir.
Ataman, Özal dönemi (1983-1993) için, Türkiye Cumhuriyeti siyasi tarihinin 20. yüzyılda gerçekleşen en büyük siyasi, ekonomik ve toplumsal olarak
yeniden yapılanma dönemi olduğunu, ülke hem içte hem dışta büyük dönüşümler yaşarken, Cumhuriyetin kuruluşundan beri ilk ciddi liderlik değişiminin
gerçekleştiğini51 belirtmiştir. Hasan Cemal 1989 yılında yazdığı Özal Hikâyesi
kitabına 2013’te aradan geçen 24 yıl sonra, son baskı için notlar bölümünde Özal
için “Bir kez daha vurgulamak isterim: Turgut Özal bu ülkenin siyasal tarihinde
derin izler bırakmış, özellikle ekonomik alanda Türkiye’nin önünü açmış büyük bir
liderdir”52 diyerek Özal’ın Türk siyasi hayatındaki önemine vurgu yapmıştır.
Özal temelde üç temel hürriyeti Türkiye’ye yaymaya çalışan bir lider olarak
tarihe geçmiştir. Bunlar serbest düşünce hürriyeti, din ve vicdan hürriyeti,
teşebbüs hürriyeti,53 idi. Özal devlette çalıştığı dönemde başarılı bir bürokrat
iken, IMF ve Dünya Bankası’nda görev yaptığı yıllarda (1971-1973) özel projeler danışmanı olacak kadar yetkin bir kişi idi.54
47 Selman Kayabaşı, “Tarih ve Miras Turgut Özal”, içinde Tuna Erdoğdu ve Fatih Ünal, der., (İstanbul:
Yakın Plan Yayıncılık, 2010) s. 340-343.
48 Hasan Celal Güzel, “Her Konuda Cesur Kararlar Aldı, Sürtüşme Yerine Millet ve Devlet Aklını Ön Plana
Çıkardı”, içinde Sezai Uğur, der., Özlenen Demokrat Turgut Özal (İstanbul: Feza Yayıncılık, 2011) s. 95.
49 Çiçek Cemil, “Devlet ve Milleti Barıştırdı, Kaynaştırdı” içinde Sezai Uğur, der., Özlenen Demokrat Turgut
Özal (İstanbul: Feza Yayıncılık, 2011), s. 11.
50 Fikret Yaman, “Toplumda Kişisel Marka Olmak: Türkiye’nin Kişisel Markaları”, İnsan ve Toplum Bilimleri
Araştırmaları Dergisi, 2012, Cilt.1, Sayı: 4, s. 188.
51 Muhittin Ataman, “Özal, ve Özalizm: Siyasette Yeniden Yapılanma” içinde Tuba Ünlü Bilgiç ve Cihat Göktepe, der. Türkiyenin Demokrasi Tarihi (1946-2012), (İstanbul: Ufuk Yayınları, 2014), s. 259.
52 Hasan Cemal, Özal Hikayesi (İstanbul: Doğan Kitap, 2013), s. IX
53 M. Sait Yazıcıoğlu, Özal’ın İslam Anlayışı ve Dini Özgürlükler” içinde İhsan Sezai ve İhsan Dağı, der.,
Kim Bu Özal? Siyaset-İktisat- Zihniyet (İstanbul: Boyut Yayıncılık 2003), s. 202., alıntılayan Muhittin Ataman,
der., “Leadership Change: Özal Leadership And Restructuring In Turkish Foreign Policy”, Alternatives Turkish
Journal Of İnternational Relations,Volume. 1, 2002, s. 126.
54 Laçiner, 2009, s. 158.
65
DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİK KONSEPTİ VE TURGUT ÖZAL’IN İÇ VE DIŞ POLİTİKA, EKONOMİ, SİLAHLI
KUVVETLER, YÜRÜTME VE YARGI ALANLARINDAKİ DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİK UYGULAMALARI
Özal adem-i merkeziyetçi bir yönetim anlayışının toplumsal sorunları
yerinde çözmek için55 doğru olduğuna inanan ve bu yaklaşımını görev yaptığı
yıllarda hayata geçirmeye çalışan bir lider olması ve 12 yıl kadar süreye yayılan
siyasi hayatında karizmatik meşruiyetini demokratik meşruiyeti vesayeti altına
tutacak, zaman zaman da gölgeleyecek şekilde kullanmaması56 günümüz açısından da oldukça dikkate değerdir.
Özal’ın başarılı bir lider olmasında, istişare kültürünü iktidar olmadan ve
olduktan sonra da devam ettirmesinin olumlu bir etkisi olmuştur. Özal Türk
bilim, iş, siyaset, basın dünyasında isim yapmış kişilerden oluşturduğu bir ekip
ile her hafta toplanıp memleket meselelerini yoğun bir şekilde tartışıyordu. Bu
ekibin arasında Aydın Bolak, Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, Prof. Dr. Sebahattin
Zaim, Prof. Dr. Süleyman Yağcı, Prof. Dr. Asaf Ataseven, Prof. Dr. Ekmeleddin
İhsanoğlu, Ali Coşkun, yazar Ergün Göze, Hulusi Çetinoğlu, Alaattin Büyükkaya, Dr. Özcan Bolcan, Metin Emiroğlu, Kazım Oksay, Prof. Dr. Cevat Babuna
gibi isimler mevcuttu. Özal iktidarda yoğun işlerle uğraşırken bir dönem Devlet
Bakanı Kazım Oksay grubun başkanlığını yaparken bir dönemde Cemil Çiçek
başkanlığı yürütmüştür. Özal her toplantının raporunu alıp, eleştirileri de olumlu yönde değerlendirmesi, icraatlarının açık seçik tartışılmasından rahatsız olmaması,57 Özal’ı alışılmış Türk tipi liderlerden ayırmakta idi.
Özal’ı birçok özelliği dönüştürücü lider yapmaktadır. Vuralhan, Özal’ın
uyku dışındaki her dakikasını çalışma ile dopdolu geçiren bir devlet adamı olduğunu; Güner, Özal’ın yoğun çalışma temposunu sadece Halk için ve Hak
için yaptığını; Kozlu, önceden özel sektörün bürokrasiden yetişmiş adam alırken
Özal döneminde ise özel sektörde tecrübe kazanmış insanların devlet kapısında
önemli görevler aldığını; Özdemir, Özal’ın çevreye karşı da çok duyarlı olduğunu
hatta bu sebepten dolayı hususi müsteşarlık oluşturduğunu; Pakdemirli, Özal’ın
Çankaya’da oturanlar içinde halktan kopmayan, oligarşik yandaşı olmayan, güç
odaklarına karşı çıkan dindar bir insan olarak fark oluşturduğunu; Altan, Özal’ın
bu toprağın insanlarının evrensel başarılarının ortaya çıkarılması için uğraştığını;
Komili, Özal’ın ihracatın Türk işadamlarına öğretilmesinde hocalık vazifesi yaptığını; Uluç, Özal’ı yatak odasında Marlboro bulundu diye genç kızlara 2,5 yıl
ceza verilen ülkeden ihracat odaklı demokratik bir ülkeye dönüştürdüğünü ifade
etmiştir. Çandar ölümünden sonra Özal’a hitaben “Ey yüce put kırıcı, ey özgür
55 Duman, 2010, s. 198.
56 Hüseyin Sak, “Webergil Karizmatik Otorite tipolojisi, Çevresinde Özal ve Demokrasimiz”, içinde İhsan
Sezai ve İhsan Dağı, der., Kim Bu Özal? Siyaset-İktisat-Zihniyet (İstanbul: Boyut Yayıncılık, 2003) s. 81-83.
57 Selçuk Marulu,“Turgut Özal yaşasaydı bambaşka bir Türkiye olurdu”, Önce Vatan, 17 Nisan 2014, http://
www.oncevatan.com.tr/m/?id=27386&t=makale ve Yavuz Donat, “Bir Pazar Hikayesi”, 25.01.2015, http://
www.sabah.com.tr/yazarlar/donat/2011/07/24/bir-pazar-hikayesi
66
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
bireyler ülkesinin mimarı, ey çok sesli Türkiye korosunun orkestra şefi, ey rengarenk
Türkiye’nin mimarı, Allah senden razı olsun! Ruhun şad olsun” diyerek uğurlaması58 Özal’ın dönüştürücü lider olarak gönüllerde de oldukça büyük bir yer işgal
ettiğinin göstergesidir.
Özal’ın Ekonomi, Dış Politika, İç Politika, Silahlı Kuvvetler, Yargı ve Yürütme İle İlgili Dönüştürücü Liderlik Yaklaşımları
Dönüştürücü Lider Olarak Özal’ın Ekonomik Yaklaşımları
Özal dünya başkentlerine yaptığı sayısız resmi ziyaretlerde Türkiye’nin ekonomik
ve ticari tanıtımını yapmak üzere işadamlarından oluşan geniş bir delegasyon ile
seyahat ederdi.59 Özal ekonomik problemlerin çözümü olarak özel teşebbüsü ve
devlet kontrolünün azaltılmasını hedelemişti.60
Özal’ın dış politika anlayışının temel dayanağı ekonomi endekslidir.
Ekonomi ve siyaset arasında sıkı bir bağ kurmayı hedelemiştir.61 Özal, siyasal sorunlar da dahil olmak üzere bütün sorunların, ekonomik geri kalmışlıktan olduğuna inanmaktaydı.62 İşte bu yüzden Özal ilk gezilerinden itibaren dış gezilerine
katılanların büyük bir çoğunluğunu iş adamlarından seçmişti,63 çünkü Özal
“Memleketin en önemli meselesi, ekonomidir” demekte idi.64
Özal kamu gelirleri ile giderlerini eşitleyerek enlasyonu dizginleme,
serbestleşme (liberalizasyon) ve özelleştirmeyi Türkiye’ye getirerek,65 ülkeyi rekabet edebilecek yetkinlikler kazandırmaya çalışmış bir liderdir. Türkiye’nin ihracatının artması ve Türkiye’nin dünya ekonomisine entegrasyonu Özal’ın dış politikadaki temel hedelerinden biri olmuştur.66 Özal, ekonomimizin güçlendikçe, dış
politika meselelerinin daha kolay çözüme kavuşabileceğine inanıyordu.67
30 Haziran 1980’de Özal hastanede yoğun bakımdan çıkarak OECD’ye
Türkiye’nin borçlarının ertelenmesi için gidecek fedakârlığı gösterdikten altı yıl
58 Osman Özsoy Ünlülerin Turgut Özal’la hatıraları (İstanbul: Ziya Ofset Yayınevi, 1994), s. 21-227.
59 Sabri Sayari, “The Changing European Security Environment and the Gulf Crisis”, 10 Şubat 2014, http://
www.jstor.org/stable/4328390
60 John McFadden, “Civil-Military Relations in the Third Turkish Republic”, 10 Şubat 2014, http://www.jstor.
org/stable/4326974
61 Gülüstan Gürbey, “Özal’ın Dış Politika Anlayışı”, içinde İhsan Sezai ve İhsan Dağı, der., Kim Bu Özal?
Siyaset-İktisat- Zihniyet (İstanbul: Boyut Yayıncılık, 2003) s. 292.
62 Duman, 2010, s. 194.
63 Birand ve Yalçın, a.g.e., s. 321.
64 Turgut Özal, Başbakan Turgut Özal’ın TBMM-Yurtiçi Seyahatlerinde Yaptığı Konuşmaları 13.12.198712.12.1988 (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1988) s. 387.
65 Atilla Yayla, “Liberal Siyaset/Liberal İktisat Özal Çizgisi” içinde İhsan Sezai ve İhsan Dağı, der., Kim Bu
Özal? Siyaset-İktisat- Zihniyet (İstanbul: Boyut Yayıncılık, 2003), s. 430., alıntılayan Sedat Laçiner ve Orhan
Kurmuş, der., Türkiye’de Neoliberalizm (Mülkiye, Cilt: XXXIV, Sayı: 268, 2010) s. 20.
66 Sayari, 1997, s. 18.
67 Yalçın Doğan, “S. Arabistan’dan Ucuz Petrol Sözü”, Cumhuriyet, 12 Nisan 1986.
67
DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİK KONSEPTİ VE TURGUT ÖZAL’IN İÇ VE DIŞ POLİTİKA, EKONOMİ, SİLAHLI
KUVVETLER, YÜRÜTME VE YARGI ALANLARINDAKİ DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİK UYGULAMALARI
sonra OECD’nin Bakanlar Konseyi’ne başkanlık yapmıştır.68 Özal özelleştirme,
enerji, eğitim, otoyol, toplu konut, alt yapı, ihracata dönük sanayi politikası,
hava meydanları, turizm, madencilik gibi birçok konuda hamle yapmıştır.69 Özal
vergi politikasında sistemi tamamen değiştirmiş ve Katma Değer Vergisini getirmiştir.70
Özal “Türk Parasının Koruma Kanunu” gibi birçok miadı dolmuş kanunu
kaldırmış,71 1986 yılında İstanbul Menkul Kıymetler Borsasını hayata geçirmiş,
1988’de bankalara mevduat ve kredi belirleme yetkisi vermiş,72 ayrıca kendi döneminde televizyonda devlet tekelini kıran ve ilk özel üniversitenin kurulmasını
da sağlayarak özgür düşüncenin önünü açan cesur bir liderdir. Türkiye’de o güne
kadar yapılmamış hatta düşünülmemiş birçok şeyi hayata geçiren Özal dönüştürücü bir liderdir.
Özal, yurtdışı tecrübelerinden faydalanarak Amerika ve Türk sistemlerini
karşılaştırdığında Türkiye’nin bürokrasi ve ekonomide komünist bir sisteme
sahip olduğunu ifade etmiştir. Onun için Kemalist devletçilik prensibi Türk
ekonomisindeki başarısızlığının önemli nedenlerinden biridir.73 Özal Zonguldak
ziyaretinde zamanın Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Genel Müdüründen,
40 bin kişinin çalıştığı tesiste bu sayının dörtte birinin yer altında fiilen çalıştığı -örneklerden dolayı-,kitlerin devletin sırtında büyük bir yük olduğu, gittikçe
artan bütçe açıklarının ve enlasyonun en önemli sebeplerinden biri olmasından dolayı özelleştirmelerde ısrar etmişti.74 Özal’ın Başbakan olduğu dönemlerde
devlet Şişecam’da cam üretiyor, Sümerbank zarar ediyor ve yapılması gereken
yollar yapılamıyordu.75 Özal Cumhurbaşkanı olduğu sırada Anavatan Hükümeti, Zonguldak işçilerine, işletmenin geliri kadar toplu sözleşme zammı verdiğinde
reaksiyon gösterecek kadar ekonomi ile ilgisini devam ettirmiştir.76 Özal ihracat
temelli, cari açık vermeyen, dış ticaret fazlası veren bir ekonomi oluşturmayı hedelemiş bir liderdi.77
Özal’ın ekonomik politikaları sayesinde Türk ekonomisi OECD ülkeleri
içinde en hızlı oranda %5’in üzerinde büyüme göstermiş, Türkiye’nin ihracat
hacmi yıllık %15,6 artış ile 1980’de 2.910 milyon dolardan 1990’larda 20 milyar
68 Güner, 2003, s. 17. ve Barlas, 2000, s. 158-161.
69 Fatih Uğur, Özlenen Demokrat Turgut Özal (İstanbul: Feza Gazetecilik, 2011), s. 191.
70 Barlas, 2000, s. 113.
71 Keçeciler, 2008, s. 535. ve Kurmuş, 2010, s. 21.
72 Hasan Kazdağlı, “Özal’ın İktisadi Reformları”, içinde İhsan Sezai ve İhsan Dağı, der., Kim Bu Özal? Siyaset-İktisat- Zihniyet (İstanbul: Boyut Yayıncılık, 2003) s. 463.
73 Laçiner, 2009, s. 170.
74 Güner, 2003, s. 46-47.
75 Keçeciler, 2008, s. 503.
76 Barlas, 2000, s. 149.
77 Keçeciler, 2008, s. 536.
68
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
dolara çıkmış ve 10 yıl içinde %350 artmıştır.78
Özal Türkiye’yi uluslararası serbest ticaret sistemine uyumlaştırmayı, siyaset
ve ekonomi arasında sıkı bir bağ kurup, dış politikanın ekonomik boyutunu
yakalamayı hedelemiştir.79 Özal, demokrasinin olduğu yerde serbest pazar ekonomisinin olacağını ve ikisinin birbirini tamamladığı düşüncesinde idi.80 Turgut
Özal’ın ekonomideki danışmanlarından olan dönemin Hazine ve Dış Ticaret
Müsteşarı Namık Kemal Kılıç, Özal’ın Türk Kambiyo Rejimine ilişkin 32 Sayılı
Kararı 1984’te yayınladığını ve sonra da 1989’da sermaye hareketlerinin serbest
bırakılması ile Türkiye’nin, bu iki kararın alınmasından sonra artık bir döviz
problemiyle karşılaşmadığını ifade etmiştir.81
Özal dış gezilerinde de sürekli ekonomik gelişme için hamleler yapmıştır.
Örneğin; Hindistan gezisinde, Hindistan’ın dolduramadığı ABD’ye tekstil ihraç
kotasından yararlanmak istediğini Hint yetkililerine aktarırken,82 Suudi Arabistan gezisinde de ucuz petrol sözü alarak İran ile yeniden petrol pazarlığına oturmayı başarmış83 ve aynı ay içinde Fransa Başbakanı Jacques Chirac ile görüştükten sonra kendisini Türkiye’ye davet etmiş ve kabul almıştır.84
Özal 21 Şubat 1989’da Japonya gezisi öncesi basın mensuplarına yaptığı
açıklamada Japonya’da 10 milyar yenlik kredinin anlaşmasını imzalayacağını,
24 Şubat’ta ABD Cumhurbaşkanı George Bush’la görüşeceğini, aynı gün Cibuti
Başbakanı ile randevusu olduğunu, bu gezide Pakistan Başbakanı Benazir Butto
ve Bangladeş Cumhurbaşkanı ile görüşmesi olduğunu ve en sonda Japonya Başbakanı ile randevusu olduğunu belirmiştir.85 Özal’ın tüm bu gezilerinin temelinde güçlü bir ekonomi oluşturma hedefi vardı.
Özal’ın 1980’lerdeki liberal ekonomiye geçiş programındaki başarısının bir
göstergesi 1977’de kamu sektörü yatırımları %36,9 oranında iken, bu oran 1991
itibariyle %31,9’a, 1998’de %22,7’ye düşmüştür. 1980’ler ve 1990’ların başında
ekonomide bir taraftan ticaretin ve kambiyo rejiminin liberalleşmesi, ihracatta
devlet desteğine duyulan güvenin etkisinden idi. Özal’ın paranın değer kazanmasını önleyen kur politikası, ihracata dayalı gelişme stratejisinin başarısında,
önemli bir rol oynamıştır.86
78 Laçiner, 2009, s. 160.
79 Gürbey, 2003, s. 305.
80 Duman, 2010, s. 296 ve Gürbey, 2003, s. 288.
81 Süleyman Yaşar, “Turgut Özal’ın Müsteşarı Anlatıyor”, 29 Ocak 2015, http://www.sabah.com.tr/yazarlar/
yasar/2011/03/10/turgut_ozalin_hazine_mustesari_anlatiyor.
82 Yalçın Doğan, “Kıbrıs’a Destek Arayışı”, Cumhuriyet, 11 Nisan1986.
83 Yalçın Doğan,“S. Arabistan’dan Ucuz Petrol Sözü” Cumhuriyet, 12 Nisan 1986.
84 Enis Berberoğlu, “Chirac’tan Yakınlık”, Cumhuriyet, 19 Nisan1986.
85 Turgut Özal, Turgut Özal’ın Basın Mensuplarına Açıklama, Mülakat ve Konuşmaları 1988-1989 (Ankara:
Başbakanlık Basımevi, 1989), s. 74.
86 Abdurrahman Abulaban, “Özal›ın 1980›lerdeki Liberal Ekonomik Politikaları”, Yeni Türkiye Dergisi, 2002,
69
DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİK KONSEPTİ VE TURGUT ÖZAL’IN İÇ VE DIŞ POLİTİKA, EKONOMİ, SİLAHLI
KUVVETLER, YÜRÜTME VE YARGI ALANLARINDAKİ DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİK UYGULAMALARI
Özal bu ülkeyi kimsenin tersine çeviremeyeceği sağlam ekonomik temeller
ve bir alt yapı üzerine oturttuğuna, demokratikleşme yolunda sağlam adımlar
attığına, insanımıza her zorluğun üstesinden gelebilecek özgüven sağlattığı87 yönünde yaygın bir inanç Özal’ın liderlik başarısıdır.
Dönüştürücü Lider Olarak Özal’ın Dış Politika Uygulamaları
Özal, dış politikada büyük düşünmeyi sürekli vurgulayan, büyük bir devrimci88ve
önemli bir kişiliktir. Özal Türklere ve Orta Asya’ya yönelik geleneksel Kemalist
izolasyon politikalarını terk etmiş,89 pasif, ürkek ve çekingen bir dış politika yerine aktif, gerektiğinde risk alan bir dış politika uygulamıştır.90 Özal döneminin
diş politikadaki en önemli inisiyatifini AB’ye tam üyelik başvurusunu yaparak
başlatmıştır.91 Özal dış politikada sessiz kalmaktansa aktif rol alıp inisiyatifi ele
alma çabasında olan bir liderdi. 92
Özal sadece Türkiye’de değil küresel ölçekte de barış hedeleyen ve dünya
sorunlarına da kafa yoran bir liderdir. 1986 Nisan ayında gerçekleştirdiği
Hindistan Yeni Delhi ziyareti öncesinde Pakistan Başbakanından, Hindistan
Başbakanı Rajiv Gandi’ye iletmek istediği bir mesajı olup olmadığını öğreniyor
ve gezi sırasında da bu mesajı ileterek 93, iki ülke arasında yaptığı arabuluculuk
ile, küresel barışa katkıda bulunmuştur.
Özal ile birlikte Türkiye, Türk Dünyası ile olan ilişkisini çok önemli oranda
geliştirmiştir. Üç ‘Türkçe Zirvesi’ bu yakın ilişkilerin bir göstergesidir. Yüzlerce
Türk şirketi bu ülkelerde iş yapmaya başlamış ve farklı sektörlerde ortak girişimler kurulmuştur. Binlerce öğrenciye Türk Devleti tarafından burs verilmiştir.
Özal döneminde Türkiye, Orta Asya Cumhuriyetlerinin bağımsızlığını tanıyan
ilk devletlerden birisi olmuştur.94
Özal Karadeniz’e kıyısı olan ülkeleri bir araya getirme projesi kapsamında
Karadeniz Ekonomik İş Birliği projesinin ikir babası idi.95 Özal aynı zamanda
Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri ile de “Türk Birliği” kurulması içinde oldukça yoğun çaba harcadı.96 Özal bu çalışmaları ile “21. Asır Türk Asrı Olacaktır”
c. 17, s. 644-645.
87 Güner, 2003, s. 249 ve Hisarcıklıoğlu, 2007, s. 46.
88 Sami Kohen, “Alem Bizi Daha Büyük Görüyor”, içinde M. Nuroğlu, der., Ne Dediler (İstanbul: Sebil Yayıncılık, 1993), s. 611.
89 Laçiner, a.g.e., s. 156 ve Ataman, 2002, s. 134.
90 Barlas, 2000, s. 131 ve Güner, 2003, s. 27.
91 Laçiner, 2009, s. 182.
92 Duman, 2010, s. 327.
93 Yalçın Doğan, “Kıbrıs’a Destek Arayışı”, Cumhuriyet, 11 Nisan1986.
94 Ataman, 2002, s. 134-135.
95 Güner, 2003, s. 112 ve Barlas, 2000, s. 135.
96 Fatih Uğur, Özlenen Demokrat Turgut Özal (İstanbul: Feza Gazetecilik, 2011), s. 48.
70
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
sözünü hayata geçirmeye çalışıyordu.97
Özal, dış politikada “Osmanlı’dan günümüze gelen ihtiyat yönetimini inisiyatif
yönetimine” 98 çevirerek dış politikada aktif rol oynamıştır. Özal, güçlü olan bir
devletin, dış politikada her alanda güçlü olması zorunluluğunu dile getirmiştir.
Özal döneminde kabine üyelerinden olan Kamuran İnan, Özal’ın Dünya Bankası’ndan edindiği tecrübeler ile global bir vizyonu olduğunu, çağı doğru okuduğunu ve dünyanın nereye gitmekte olduğunu gördüğünü99 ifade etmiştir.
Özellikle ekonomik anlamda AB üyeliğinden istifade etmek istiyordu.
Özal, AB üyeliği sayesinde Türk mal ve hizmetlerinin AB mal ve hizmetleri ile
rekabete gireceğine inanıyordu. Bu rekabetin Türk mallarının kalitesini artıracağı
düşüncesinde idi.100 Özal’ın liderliğinde Türkler Türkiye’nin politik ve ekonomik
rolünü geliştirmek üzere başka araçlar (Sovyetler Birliği’nin dağılmasından önce
Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nın Kurulması) da keşfedilmiştir.101
Özal, Türkiye’nin İslam Konferansı Örgütü ile olan ilişkilerini de geliştirmiştir.
Öncelikle İslam Kalkınma Bankasındaki payını 1981’de 10 milyon İslam Dinarı
ile katkıda bulunarak arttırmıştır. İlk Özal Hükümeti döneminde, 1985’te Türkiye’nin payını 160 milyon İslam Dinarına çıkarmış, bankanın en büyük beşinci
hissedarı olarak yönetim kurulunda temsil edilmeye başlanmıştır.102
Özal dış sorunlarda da aktif rol oynayan bir liderdi. 1987 yılında Yunan
Başbakanı Papandreou Davos’ta Özal’ın resepsiyonuna katılmamasına rağmen
bir sonraki gün Özal Papandreou’nun resepsiyonuna katılarak Türk Yunan
sorunlarında öncü olmaya çalışırken,103 olumsuz durumlarda da İslam ülkelerini
arkasına almayı başarmıştır. Özal beşinci İslam Zirvesi sonuç bildirgesine de Kıbrıs ve Bulgaristan Türkleri konusunda isteklerini yazdırarak104 önemli bir başarı
elde etmiştir. Özal İslam ülkeleri ile ilişkilerini Batı ile olan ilişkilerinin alternatifi
olarak düşünmediğini105 de belirten bir liderdir.
Özal vizyoner bakış açısı ile başkanlık öncesi Reagan’ın yardımcısı olan Bush
ile iyi ilişkiler kurup bunu başkanlık sonrasında da geliştirerek devam ettirmiş97 Semra Özal, “Üç İhtilalin de Durduramadığı Demokrat”, içinde Sezai Uğur, der., Özlenen Demokrat Turgut
Özal (İstanbul: Feza Yayıncılık, 2011) s. 37.
98 Gündüz Aktan, “Dünya Siyasetinin Ezberini Bozdu, Türkiye’yi Avrupa’ya Taşıdı”, içinde Sezai Uğur, der.,
Özlenen Demokrat Turgut Özal (İstanbul: Feza Yayıncılık, 2011) s. 117.
99 Kamuran İnan, “Özalcı Devlet Yönetimi” içinde Uğur Güzel, der., Özalcılık (İstanbul: Emre Yayınları,
2008) s. 557.
100 Ataman, 2002, s. 143.
101 Sayari, 1997, s. 18.
102 Ataman, 2002, s. 138.
103 Güner, 2003, s. 27 ve Hadi Uluengin,“Kahvaltı randevusu” Cumhuriyet, 02 Şubat1986.
104 Enis Berberoğlu ve Cengiz Çandar “Islam Zirvesi Sona Erdi. Türkiye İstediği Sonucu Elde Etti” Cumhuriyet, 30 Ocak1987.
105 Osaman Ulagay, “İslam Dünyasında Ağırlığımız Hissedilmeli” Cumhuriyet, 25 Mayıs1984.
71
DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİK KONSEPTİ VE TURGUT ÖZAL’IN İÇ VE DIŞ POLİTİKA, EKONOMİ, SİLAHLI
KUVVETLER, YÜRÜTME VE YARGI ALANLARINDAKİ DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİK UYGULAMALARI
tir.106 Özal Bush’un seçim kampanyasında da tavsiyelerde bulunacak kadar samimiyet geliştirmiştir.107 Özal yönetimde olduğu yıllarda çok yoğun dış ziyaretler
yapmaktaydı. 11-16 Mart 1991’de SSCB’ye resmi ziyarette bulunan Özal, 22
Mart ve 1 Nisan 1991 tarihleri arasında ABD’ne resmi ziyarette bulunarak, 11
Mart 1991’de Gorbaçov ile beş saatlik yoğun bir toplantı ile Türkiye’deki ekonomik gelişmeyi nasıl gerçekleştirdiğini anlatırken, Bush ile de çok önemli devlet
adamlarının ağırlandığı Camp David’de 24 saat geçirmiştir.108 Özal Chirac, hatcher, Bush ile şahsi dostluk kurarken Kohl ile de anlaşabilen109 bir lider olarak
Türkiye’nin menfaatlerini koruyordu.
Cengiz Çandar, Özal’ın teorisyen değil, pratik bir kişilik olduğunu; Ali Bozer, bakanların görev alanına müdahale etmediğini; Ahmet Çalık, Özal’ın Türk
İş adamlarını yüksek düzeyde desteklediğini; Kaya Toperi, uluslararası sorunlarda
panik yapmadığını, tüm dünya liderleri ile temasta olduğunu, Özal’ın Körfez
krizinde Bush, Mitterrand, hatcher, Rafsancani, Hafız Esad, Hüsnü Mübarek
ile konuştuğuna şahit olduğunu110 ifade etmişlerdir.
Özal’ın uygulamış olduğu liderlikte hepten kabullenme yoktur, NATO
dahil batı dünyasının tüm politikalarını kabul etmemiştir. Körfez krizi sırasında
Özal, NATO’nun İslami köktenciliğe karşı duruşunu eleştirecek söylemleri
olmuştur.111 Özal dış politikada Türkiye’deki üstlerin yapısını ve kullanımını
değiştirmek isteyen Amerika’nın bile isteklerini karşılıklı çıkarlar kapsamında
değerlendirmiştir. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı George Shultz’dan üstlerin
kullanımı kapsamında; Özal, savunma sanayinde ortak yatırımlara gidilmesi,
ticaret kolaylığı ve Kıbrıs sorununda destek istemiştir. 112
Özal Türkiye’yi muhtemel bir Türk bloğunun kalbinde görmüştür ve böyle
bir bloğun Türkiye’nin liderliğinden faydalanacağını düşünmüştür. Özal 21.
Yüzyılın ‘Türk yüzyılı’ olacağını ve ‘Adriyatik’ten Çin Seddine’ sloganını ortaya
atacak kadar milletine inanmış bir liderdi. Özal Türkiye’nin Balkanlarda, Orta
Doğuda, Kafkaslarda, Karadeniz’de, Orta Asya’da ve hatta Uygurlar’ın Çin yönetiminde yaşadığı Batı Çin’de hayati çıkarları olduğunu ifade etmiş113 vizyoner
bir liderdir.
106 Güner, 2003, s. 84.
107 Barlas, 2000, s. 118.
108 Güner, 2003, s. 127-141.
109 Birand ve Yalçın, a.g.e., s. 3216.
110 A.g.e., 420-539.
111 Ataman, 2002, s. 133.
112 Cengiz Çandar, “ABD ile Pazarlık”, Cumhuriyet, 20 Mart1986 ve Nilay Karaman, “ABD’ye Yeni Öneri”,
Cumhuriyet, 05 Haziran 1986.
113 Laçiner, 2009, s. 169
72
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Dönüştürücü Lider Olarak Özal’ın İç Politika Uygulamaları
Özal Anavatan Partisi’ni kurarak girmiş olduğu siyasi hayatta, parti aday listelerini
açıklandığında, Anavatan Partisi adaylarının sadece %1’inin 12 Eylül öncesi veya
sonrası parlamento tecrübesi vardı.114 Bu açıdan da baktığımızda Özal kendi vizyonuna destek olabilecek yeni ve farklı bir ekip kurmuştu.
Özal’ın iç siyasette en etkin olduğu dönem 1983-1991 yılları arasıdır. 9 Kasım 1989’da Cumhurbaşkanlığı görevini Evren’den devraldıktan sonra, Başbakanlığı devrettiği Yıldırım Akbulut döneminde de iç siyasette ve kendi kurduğu
partide (ANAP) etkinliği devam etmiştir.115 Özal’ın siyasi etkinliği, 15 Haziran 1991’de ANAP kongresini kazanan Mesut Yılmaz dönemine kadar devam
etmiştir.
Özal’ın iç politikalarda uyguladığı yöntemler sonucunda ulaşmayı arzu ettiği
hayali ve hedei “Güçlü Devlet, Zengin Millet” oluşturmaktı.116 Özal siyasal sistemin liberalleşmesi yönünde önemli adımlar atmıştır.117 Özal uyguladığı politikalar ve çıkarttığı yasalar ile bürokrasinin hegemonyasını kırarak118, devlet yönetimini halka hizmete yöneltmiştir.
Özal, gerçekleştirdiği ekonomik reformlarla kıyaslanamasa da, siyasette de
bazı dönüşüm projelerini gerçekleştirmeye çabalamıştır. Korkuya dayalı yönetim
anlayışını yıkmaya çalışan Özal, “toplumsal uzlaşma” kavramının uygulamadaki
örneklerini vermeye çalışmıştır.119 On yıl süren Özal döneminde Türkiye’de sadece ekonomik, teknolojik, eğitim alanında değil, siyaset alanında da dönüşüm
başlatmıştır.120
Özal Güneydoğudaki sorunun serbest düşünce ve diyalog ile çözüleceği
ikrinde idi.121 Özal döneminde Barzani ve Talabani, Türk Ordusu ile birlikte
PKK ile savaşırken bugün işbirliği yapabilmektedir. Gençkaya, Özal’ın Güneydoğu ve Kürt sorununun çözümünde; Özal’ın odak noktasının, Kürtçenin serbest bırakılması, Kürtçe eğitim ve televizyon söylemleri ile öncü politikaları olduğunu belirtmiştir.122 Bu uygulamalar kimileri tarafından vatana ihanet olarak
114 McFadden, 2014, s. 79.
115 Bülent Tonör, “Siyasal Tarih (1980-1995)”, içinde Sinan Akşin, der., Türkiye Tarihi Bu Günkü Türkiye
(1980-2003), (İstanbul: Cem Yayınevi, 2011), s. 184-185.
116 Ali Coşkun, “Tek Hayali Güçlü Devlet, Zengin Millet Oluşturmaktı”, içinde Sezai Uğur, der., Özlenen
Demokrat Turgut Özal (İstanbul: Feza Yayıncılık, 2011) s. 103.
117 İhsan Dağı, “Özallı Yıllarda Türk Siyaseti: İnsan Hakları, Demokrasi ve Avrupa Birliği”, içinde İhsan Sezai
ve İhsan Dağı, der., Kim Bu Özal? Siyaset-İktisat- Zihniyet (İstanbul: Boyut Yayıncılık, 2003), s. 283.
118 Duman, 2010, s. 276.
119 Veysel Bozkurt, “Geleceğin Toplumu, Dönüşümcü Liderlik ve Turgut Özal”, 05 Ekim 2015, http://veyselbozkurt.com/wp-content/uploads/2014/01/Turgut-%C3%96zal-G%C3%BCncelle%C5%9Ftirilmi%C5%9F.doc
120 Laçiner, 2009, s.156.
121 Barlas, 2000, s. 149.
122 Ömer Faruk Gençkaya, “Turgut Özal’ın Güneydoğu ve Kürt Sorununa Bakışı” içinde İhsan Sezai ve İhsan
73
DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİK KONSEPTİ VE TURGUT ÖZAL’IN İÇ VE DIŞ POLİTİKA, EKONOMİ, SİLAHLI
KUVVETLER, YÜRÜTME VE YARGI ALANLARINDAKİ DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİK UYGULAMALARI
telafuz edilse de123 bu politikalarından vazgeçmemiştir. Özal hem toplumu hem
de güç odaklarını ikna yolunda Başbakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı döneminde
çaba göstermiş bir liderdir.
Özal 12 Eylül sonrası siyasi yasakların kalkması kapsamında yapılan referandumda, Mehmet Keçecilerin elindeki delilleri sunarak seçim sonucunu değiştirecek kanıtları olmasına rağmen, YSK’ya yapılacak itirazı “Türkiye’nin kaybı var
ama demokratik olacaksak bu yasakların kalkması lazım” diyerek124 engellemiş bir
liderdir. Özal iç politikada da çok seslilikten ve demokratik değerlerin gelişmesinden yana idi. Partisinin zararına olsa da ilkelerinden taviz vermemiştir.
Özal’ın iç ve dış politikada sergilediği örnek siyasi liderliği, Batı ve İslam
dünyasının birlikte var olabileceğini göstermiştir. Özal, kendi yaptıkları ile İslam
dini arasında bir çatışma olmadığını çünkü batılılaşma stratejisinin bir amaç
değil araç olduğunu ifade etmiştir.125
Kimi yazarlar Özal’ı “İslamcı” bir kişi olarak nitelese de Özal çok yönlü bir
siyasi kişilikti. Mesela; Özal, SSCB dağıldığında ekonomik anlamda Bağımsız
Devletler Topluluğunu Rusya yerine Türkiye ile kurulması için çaba göstermiştir.126 Türkiye, Özal ile geleneksel Kemalist izolasyoncu politikalardan proaktif ve
çeşitlendirilmiş ittifaklara dayanan bölgesel dış politikaya geçiş yapmıştır.127
Özal iktidar olduğu dönemlerde bazı gazeteciler, Özal’ı dinci, tarikatçı,
amerikancı, işverenci,128 laikliğin ve ulusal devletin kuyusunu kazan, Türkiye’deki
gelişmelerden rahatsız olanlardan bazıları Özal’ı ortaya koyduğu yenilikler karşısında devletin geleneklerini bozan129 gibi iddia ve suçlamalarda bulunsa da, Özal
iç politikada uygulamış olduğu politikalar ile ülkeyi tüm vatandaşlar için yaşanabilir hale getirmiş bir liderdir.
Dönüştürücü Bir Lider Olarak Özal ve Türk Silahlı Kuvvetleri
Süleyman Demirel’in bürokratlığını da yapan Özal, 1980 darbesi sonrasında
işadamları ve askerler tarafından tanınmakta idi. En önemlisi problemlerle boğuşan Türk ekonomisi için Özal’ın en iyi cevaba sahip olan kişi olarak kabul
edilmesiydi. Özal daha sonra Milli Güvenlik Konseyinin temel aldığı ekonomik
Dağı, der., Kim Bu Özal? Siyaset-İktisat- Zihniyet (İstanbul: Boyut Yayıncılık, 2003) s. 135-137.
123 Duman, 2010, s. 290.
124 Keçeciler, 2008, s. 528.
125 Ataman, 2002, s. 133 ve Ertosun, 2014, s. 316.
126 Keçeciler, 2008, s. 538.
127 Ataman, 2002, s.148.
128 Çölaşan, 1992, s. 7.
129 Balbay’aktaran Bozkurt “Turgut Özal Yargılanmalı”, Geleceğin Toplumu, Dönüşümcü Liderlik ve Turgut
Özal, 05 Ekim 2015, http://veyselbozkurt.com/wp-content/uploads/2014/01/Turgut-%C3%96zal-G%C3%BCncelle%C5%9Ftirilmi%C5%9F.doc
74
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
programı yazan kişi130 olarak, güvenilir bürokrat imajını devam ettirmiştir.
Özal Türk Silahlı Kuvvetleri konusunda, geleneksel Türk siyasetinden farklı
bir politika izlemiştir. Askerin sivil yönetime müdahalesinin sonuçlarından çok
nedenleri üzerinde durmak gerektiğini ve bu durumun tarihsel, kültürel açıdan
da değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir.131 Özal kurmuş olduğu partisinde
de diğer partilere oranla daha az asker ve bürokrat kökenli kişiler almış132 ve sivil
iktidarın güçlenmesine çalışmıştır.
Özal askeri konuların sadece askerler tarafından konuşulduğu dönemlerde
de konuşmaktan çekinmedi. Özal “Biz bu kadar büyük ordu gücünü uzun süre
taşıyamayız. Taşırsak bile ekonomide dünya genelinde çok gerilerde kalarak taşırız”
derken ordunun küçülmesi gerektiğini ifade etmiş ve aynı zamanda ordunun şekli anlamda tabusunu kırmak için şort ile denetleme 133cesaretini de göstererek,
ülkede bazı tabuların yıkılmasında etken olan bir liderdir.
Özal Milli Güvenlik Kurulu kararlarını önceden ele alarak, özel konuları
yakın takibinde bulundurmaktaydı.134 Tüm karşı çıkmalara rağmen Özal askeri konularda da korkmadan, yapıyı değiştirici kararlar aldı.135 Özal 1987’de dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı ve Genel Kurmay Başkanı olması beklenen
Necdet Öztorun’u emekliye sevk ederek, sivil otoritenin asker üstündeki etkisini
artırmıştır.136 Özal’ın “Benim iki gömleğim var, biri bayramlık diğeri idamlık” gibi
sözler ile hem kendini Menderes ile özdeşleştirmiş hem de askerlere demokratik
mücadelede kararlı olduğu mesajını vermiştir.137 Körfez Savaşındaki düşüncelerine tüm muhalefet partileri, askeri ve sivil bürokratların karşı çıkmalarına 138 rağmen Özal, dönemsel menfaati yerine doğru bildiği fikirleri cesurca savunmuştur.
1980’lerde Özal’ın liderliği Kemalist liderlikle yer değiştirdi ve yeni bir siyasi kimlik, müttefiklik yapısı, ekonomik dış politika ve etnik politika gündeme
getirdi. Özal liderliği Kemalist liderliğin temel prensiplerini değiştirdi ve gücünü
zayılattı. Özal liderliği Kemalizm’in altı okundan ikisi olan devletçilik ve popülizmi ortadan kaldırdı ve laiklik, milliyetçilik, reformculuk ve cumhuriyetçilik
130 McFadden, 2014, s.79.
131 Duman, 2010, s. 241.
132 Çavuşoğlu, 2009, s. 271.
133 Ekrem Pakdemirli, Özal’ın Mirası, (İstanbul: Ufuk Yayıncılık, 2013), s. 180-181.
134 Abdülkadir Aksu, “Devletin Kapılarını Sonuna Kadar Millete Açtı”, içinde Sezai Uğur, der., Özlenen
Demokrat Turgut Özal (İstanbul: Feza Yayıncılık, 2011), s. 69-76.
135 Barlas, 2000, s.149.
136 Hasan Celal Güzel, “Her Konuda Cesur Kararlar Aldı, Sürtüşme Yerine Millet ve Devlet Aklını Ön Plana Çıkardı”, içinde Sezai Uğur, der., Özlenen Demokrat Turgut Özal (İstanbul: Feza Yayıncılık, 2011) s.98.,
alıntılayan Mehmet A. Birand ve Soner Yalçın, der., 2001, s. 309.
137 Sedat Gülmez, “Menderes’ten Nema Kapma Yarışı”, 06 Ekim 2014.
http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/newsDetail_openPrintPage.action?newsId=18030.
138 Ramazan Gözen, “Özal ve Körfez savaşı: İdealler/Gerçekler Açmazında Dış Politika”, içinde İhsan Sezai
ve İhsan Dağı, der., Kim Bu Özal? Siyaset-İktisat-Zihniyet (İstanbul: Boyut Yayıncılık, 2003), s. 135-137.
75
DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİK KONSEPTİ VE TURGUT ÖZAL’IN İÇ VE DIŞ POLİTİKA, EKONOMİ, SİLAHLI
KUVVETLER, YÜRÜTME VE YARGI ALANLARINDAKİ DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİK UYGULAMALARI
kavramlarının içeriğini değiştirdi.139 Bu durum zaman zaman problemleri beraberinde getirse de Özal bir şekilde askerleri ikna etmiştir.
Özal’ın kişisel etkileyiciliği, ordu ile başa çıkabilirliğinin ve usta bir
siyasetçi kimliğinin olduğunu, görev yaptığı yıllar içerisinde farklı zamanlarda
göstermiştir.140 Özal, körfez krizi sırasında da dönemin Genelkurmay Başkanı
Torumtay’ın hükümetin Irak konusundaki politikalarında, yetki sınırları dışında
daha fazla etkin olmaya çalışmasına müsaade etmemiştir. Uygulanan Irak
politikasını beğenmeyerek istifa eden Torumtay’ın bu talebini hemen kabul etmiş
ve istifanı büyütmeyerek141 sivil iradenin yetki sınırlarını kamuoyu nezdinde bir
kez daha göstermiştir.
Özal 31 Ekim 1989’da 285 milletvekilinin oylarını alarak Cumhurbaşkanı
seçildikten sonra 9 Kasım 1989’da TBMM’de ant içme töreninde;
“Ekonomik ve teknolojik gelişme altında başka bir irade daha olmak zorundadır.
Bu irade de, her milletin olduğu gibi Türk Milletinin de kendisini müdafaa etme
kabiliyetinin arttırılmasıdır. Amaç ülkemizi kendisini savaştan koruyacak bir caydırıcı güç edinmesidir. Silahlı Kuvvetleri güçlü kılma, Savunma Sanayimizi çağdaş
boyutlara getirme, dün olduğu gibi bundan böyle de milletin hedei olmalıdır”142
diyerek asker ile mücadelesinin sadece demokratik sınırlar içinde olduğunu ifade
etmiştir.
Özal Silahlı Kuvvetler ile taraf olmak yerine ülkenin kalkınması için birlikte
uyumlu çalışmayı başarmış bir liderdir. Özal döneminde Silahlı Kuvvetlerde
modernize edilmiş, füzeden F-16 uçaklarına kadar ileri teknoloji ürünü savunma
araçları üretilir hale gelmiş ve milli savunma sanayi kurulmuştur.143 Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na ilk modern savaş gemileri (Firkateyn) Özal döneminde
kazandırılmıştır. Bu yıllarda, muhtelif modernizasyon projeleri gerçekleştirilmiş,
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Gölcük tersanesinde 1988 yılında inşa edilen ilk
modern Firkateyn olan TCG Fatih (F-242)144 de bu dönemin eserlerinden birisidir.
Son asker kökenli Cumhurbaşkanı Kenan Evren Özal için şunları demektedir:
“Beraber çok iyi ve uyumlu bir şekilde çalıştık. Çok çalışkandı, Üst düzey ekonomi
uzmanıydı ve bu alanda her türlü konuya vakıftı. Tabi her kişi arasında zaman
139 Ataman, 2002, s. 124.
140 McFadden, a.g.e., s.79.
141 Hikmet Özdemir, Turgut Özal Biyograi, (İstanbul: Doğan Kitap, 2014), s. 385-390.
142 İsmet Binark, Bu Dünyadan Bir Turgut Özal Geçti, (Ankara: Fersa Matbası, Turgut Özal Düşünce ve Hamle
Derneği Yayınları, 2010), s. 139.
143 Güner, 2003, s. 177.
144 Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, http://www.dzkk.tsk.tr/icerik.php?dil=1&icerik_id=40&pltfrm=1.
76
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
zaman anlaşmazlıklar olabilir. Rahmetli beni hem severdi hem de sayardı. Birçok
isteğimi kırmadı, bazılarına da katılmadı; olabilir. Bunlar demokrasinin gereğiydi”.145
Evren’in bu sözleri Özal’ın askerin hassasiyetleri ve ülkenin ihtiyaçlarını bir
biri ile çakıştırmadan, ülkeyi askeri vesayetten demokratik özgürlüklerin yaşandığı bir ortama ulaştırmayı askerler ile beraber başaran bir lider olduğunu göstermektedir.
Dönüştürücü Lider Olarak Özal’ın Yürütme ve Yargı Politikaları
Özal, devletin halka hizmet için var olduğunu146 devletin dokunulmaz bir değer olmadığını147 devletin millet için var olduğunu148 ifade ederken yürütmenin yeniden yapılanması için de büyük çaba sarf etmiştir. Özal, görev yaptığı
yıllarda birçok tabuyu yıktı ve kendi kontrolünde yeni bir sistem kurdu. Özal’ın
ideolojisi teknolojik olarak batılılaşma, kültürel Türkçülük ve İslamcılıktı. Birçok
Türk aydın Özal’ın ideolojisini “Türk İslam Sentezi’ olarak tanımlamaktadır.149
Özal görev yaptığı yıllar içerisinde “efendi devlet” “hizmet edilen devlet” anlayışını da söylem ve eylem düzeyinde reddetmesi, devletin halka hizmet için var
olduğunu tekrar tekrar dile getirmesi150 hatta ‘halka hizmet hakka hizmettir’,151
sözü devletin dokunulmaz bir değer olmadığını tam aksine devletin, vatandaşa
hesap veren ve bireylerin önünü açması gereken bir mekanizma olduğunu uygulayarak göstermesi,152 devletin millet için var olduğu tavrını sergilemesi, iktidarında devlet kapısını millete sonuna kadar açması,153 Özal’ı farklı bir lider olarak
Türk siyasi hayatında özel bir yere yerleştirmiştir.
Özal Nisan 1979’da Aydınlar Ocağı tarafından Ankara’da düzenlenen bir
toplantıda “Kalkınmada Yeni Görüşün Esasları” başlıklı konuşmasında; devletin
güçlü olmasının memur sayısı ile orantılı olmadığını, devletin bir mabud veya
baba olmadığını154 devlet’in istihdam kapısı olamayacağını, bürokrasiyi kaldırarak kişilere itimadın önemli olduğunu, hür teşebbüsün kalkınmada önemine
vurgu yaparak KİT’lerin millete mal edilerek özelleştirilmesi gerektiğini155 ifade
edecek kadar ileri görüşlü bir liderdi.
145 Tümtürk, 2010, s.75.
146 Yayla, 2003, s. 435.
147 Duman, 2010, s. 203.
148 Aksu, 2011, s. 69.
149 Ataman, 2002, s.124.
150 Yayla, 2003, s. 435.
151 Ataman, 2002, s. 127.
152 Duman, 2010, s. 203.
153 Aksu, 2011, s. 69.
154 Duman, 2010, s. 208.
155 Tümtürk, 2010, s. 35.
77
DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİK KONSEPTİ VE TURGUT ÖZAL’IN İÇ VE DIŞ POLİTİKA, EKONOMİ, SİLAHLI
KUVVETLER, YÜRÜTME VE YARGI ALANLARINDAKİ DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİK UYGULAMALARI
Özal, III. İzmir İktisat Kongre’sindeki konuşmasında, Türkiye’yi 21. yüzyılda
lider bir ülke olabilmesi için devletin ekonomiye müdahalesini asgariye indirmesi
gerektiğini, korumacılık gibi kolaycı yaklaşımlardan uzak durmasını, devletin
topladığı ve kullandığı kaynakların milli gelirin %30’unu aşmamasını, devlet
ticari ve endüstriyel faaliyetlere asla girmemesi gerektiğini, KİT’lerin derhal
tasiye edilmesi, özelleştirilmesi veya kiralanması gerektiğini ifade ederek devleti
icracı makam olmaktan kurtarmaya çalışmıştır.
Özal’ın ana hedelerinden biri hükümetin görevlerini yeniden tanımlamaktı.
Özal savunma, adalet, güvenlik, eğitim, sağlık, büyük altyapı inşaatları ve halkın
refahını arttırmaya yönelik diğer kamu hizmetleri gibi, hükümetin aslen yapması
gerekenleri sınırlama gayreti içinde idi.156
Özal Sendikalar Kanunu, Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunları
gibi çalışma hayatını düzenleyen yasalar ile daha önce tıkanmış olan, işçi-işveren
ve devlet ilişkilerini düzeltip uygun hale getirmiştir.157
Özal güvenlik önlemlerini öncelikli olarak ekonomi ve ulusal bürokrasinin
kırılması hedelerinden sonra üçüncü sıraya koymuştu.158 Özal iş yapma ortamını
iyileştirecek yasal çerçeveyi geliştirmiş ve daha sonra gelen hükümetler ise mevcut
kaynakları en optimum şekilde kullanarak, Türk ekonomisinin verimliliğini ve
rekabet gücünü artırma çabalarını sürdürmeyi başarabilmişlerdir.159
Özal, belediye ve mahalli idarelerin geliştirilmesi ile bankacılık sisteminde
reorganizasyona giderek,160 devleti küçültüp bireysel girişimi öne çıkartan bir yönetim yaklaşımını ortaya koymuştur. KİT’lerde ve ekonomiyle ilgili kurumlarda
geleneksel personel sistemi yerine sözleşmeli personel uygulamasını yaygınlaştırmıştır.161
Özal 1984 Belediye Başkanlıkları seçimi öncesinde çimento ve benzine zam
yapılıp Resmi Gazetede yayınlanmasının stratejik bir hata olduğunu savunan
Keçeciler’e “Ne diyorsun bu memleket için gerekli, ahrette hesabını sen mi vereceksin”162 diyecek kadar yürütmedeki yetkilerini ülkenin menfaati dışında kullanmayan sorumluluk sahibi bir liderdi.
156 Kemal, Kılıç, “Son Otuz Yılda Yabancı Sermaye”, Uluslararası Yatırımcılar Derneği 30. Yıl Özel Sayısı,
(İstanbul: Tor Ofset, 2010), s. 28.
157 Bilal Uçar, 1983-1991 ANAP Hükümetlerinde Çağ Atlarken, (Ankara: Güven Yayıncılık, 1998) s. 65.
158 McFadden, 2014, s. 78.
159 Kılıç, 2010, s. 28.
160 Barlas, 2000, s. 177.
161 Aytekin Yılmaz, “Türk Bürokrasi Geleneği Özal”, içinde İhsan Sezai ve İhsan Dağı, der., Kim Bu Özal?
Siyaset-İktisat-Zihniyet (İstanbul: Boyut Yayıncılık, 2003), s. 95-99.
162 Keçeciler, 2008, s. 503.
78
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Sert milliyetçi, laik ve bürokratik-otoriter anlayışa dayalı geleneksel Türkiye
liderliğine ilk defa ve sadece Başbakan (1983-89) ve Cumhurbaşkanlığı (198993) dönemlerinde Turgut Özal, tarafından meydan okunmuştur. Özal’ın karizmatik liderliği 1980’lerde Türk dış politikasını etkileyen en önemli dahili faktör
olmuştur.163 Özal devleti yönetirken karşılaşılan zorluklara bürokrat kimliğinin
ardından ve kutsal devlet yaklaşımının korunmasından ziyade çözüm odaklı bir
iş adamı gözüyle164 bakmıştır.
Özal Cumhurbaşkanı olduktan sonra rahatsızlık duysa da dönemin başbakanı Mesut Yılmaz bürokratlarına Cumhurbaşkanı ile doğrudan görüşme yasağı
koymuştu.165 Özal Cumhurbaşkanlığı döneminde çeşitli çevrelerden gelen yoğun
eleştirilerden dolayı yorgun düşen bir Cumhurbaşkanı’ydı, hatta kendi kurduğu ANAP’ın yeni yönetimi bile, onu yalnız bırakmıştı.166 Temsili bir makamda
etkisiz kalmak istemese de Özal yürütmenin işlerine doğrudan karışmamıştır.
Yönlendirici olmaya ise devam etmiştir. 1991 seçimlerinde Özal kendi kurduğu
Anavatan Partisine önerdiği milletvekilleri adaylarının sıralamalarda çok gerilerde yer almasına rağmen müdahalede ısrarcı olmamış,167 demokrat Cumhurbaşkanı rolünün hakkını vermiştir.
Özal’ın birçok konuda olduğu gibi hukuki konularda da görüşleri mevcuttu.
Özal Üçüncü İktisat Kongresinde (4-7 Haziran 1992) hukuk düzenimizin günün
ihtiyaç ve şartlarına daha çabuk intibakını temin etmek için içtihat hukukunun
daha da geliştirilmesinin zaruri olduğunu belirtmiştir.168
Özal yargı mensupları ile ilgili uygulamalarında zorunlu atamalar dışında
yargının sorumluluk alanlarına müdahil olmamıştır. Özal 1985 yılı başında,
ANAP’ın iktidara gelişi ve Başbakan oluşunun üzerinden henüz 15 ay geçmeden kendi bakanının yargılatılmasına itiraz etmeyip yüce divana göndermesi,169
yüce divanda da şahitlik yapması, demokratik kültüre ve yargıya olan saygısının
göstergesidir diyebiliriz.
Özal, Atatürk’ün aslında birer ikir bahçesi olan Çankaya sofralarına benzer
bir çalışma modelini ANAP’ın kuruluşu öncesinde gerçekleştirmişti. Bilim, iş
163 Ataman, 2002, s. 122.
164 Ege Cansen, “Oyunun Kuralı Demirel ve Özal”, Hürriyet, 4 Haziran 1989.
165 Güner, 2003, s. 198.
166 Barlas, 2000, s. 9.
167 Güner, 2003, s. 200-207.
168 Barlas, 2000, s. 271.
169 Betül Uncular, “Özadağlar İçin Karar TBMM’nin”, Cumhuriyet, 10 Mayıs1985 ve Emin Özgönül, “Özal’ın
Bakanı ve Yüce Divan”, 06 Ekim 2014, http://www.gazeteport.com.tr/yazar/17/emin-ozgonul/1810/ozalin-bakani-ve-yuce-divan,
79
DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİK KONSEPTİ VE TURGUT ÖZAL’IN İÇ VE DIŞ POLİTİKA, EKONOMİ, SİLAHLI
KUVVETLER, YÜRÜTME VE YARGI ALANLARINDAKİ DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİK UYGULAMALARI
siyaset, basın dünyasında isim yapmış insanlardan bir platform kurarak haftalık
toplantı yapar ve bizzat iştirak ederdi. Özal hukuk alanında ihtisas yapmış kişilere
de ayrıca ehemmiyet verirdi. Bu toplantılarda yaşı 85 civarında olan Yusuf
Türel’in sert üsluplu sözlerine de önem verip not alması,170 hukuka ve kişilerin
alan bilgisine olan saygısını anlamak için de oldukça önemlidir.
Özal Cumhurbaşkanlığı yemin töreninde, uygar dünyanın önde gelen
milletlerinden birisi olabilmek için en önemli özgürlüğün düşünce özgürlüğü
olduğunu hatırlatırken, “Düşünce kabiliyeti çeşitli yollarla engellenen, düşündüğünü söyleyemeyen, düşünceye saygıyı öğrenmeyen bir toplumun ilerlemesinin imkân ve
ihtimali yoktur”171 derken, hukukun sınırlarının düşünceye karışamayacağı vurgusunu yapmıştır. Zamanı geldiğinde Özal, 141, 142 ve 163 gibi düşüncenin
önündeki anayasal kanun engellerini kaldırmak başta olmak üzere ‘tabu yıkan
lider’ olarak tarihe geçmiştir.172
Sonuç ve Değerlendirme
Toplumların dönüşmesinde liderlerin rolü her dönem etkisini göstermiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin dönüşmesinde Turgut Özal faktörü yadsınamaz bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Özal liderlik uygulamaları ile dış politika, iç
politika, ekonomi, silahlı kuvvetler, yargı ve yürütme gibi alanlarda normal ve
kriz dönemlerinde yetki sınırlarını kullanarak dönüşümcü lider özellikleri ile
Türkiye’yi de çok kısa sürede kültürel ve ekonomik yönde dönüştürerek birçok
konuda Batı ile rekabet edebilir hale getirmiştir.
Özal siyasi hayatı süresince yukarıda ifade edilen birçok alanda ilkleri
başarmış bir liderdir. Türkiye için Özal’dan öncesi ve Özal’dan sonrası diye bir
ayrım yapmak bile abartı olmayacaktır. Özal’ın en büyük başarılarından birisi
de ekonomik ve demokratik gelişmeleri geri dönülemeyecek kadar halkına mal
etmiş olmasıdır.
Özal halktan uzaklaşan, aristokratlaşan politikalar yerine, halka dönük, halka
yakın, halk ile bütünleşen siyaset uygulamaları ile173 halkın gönlünde adeta taht
kurmuştur. Döneminde yaptığı hizmetlerle hemen herkesin şükran duygularını
oluşturmuş olması, aradan bunca yıl geçmesine rağmen bugün bile hafızalarda
yer alması, sürekli konuşulması, özellikle de ekonomik ve demokratik haklarda
170 Selçuk Marulu, “Turgut Özal Yaşasaydı Bambaşka Bir Türkiye Olurdu”, 17 Nisan 2014, Ö.Vatan , 25
Ocak 2015, http://www.oncevatan.com.tr/m/?id=27386&t=makale
171 İsmet Binark, Bu Dünyadan Bir Turgut Özal Geçti, (Ankara: Turgut Özal Düşünce ve Hamle Derneği,
2010), s. 137.
172 Hüseyin Yayman, “Turgut Özal İle Tayyip Erdoğan Arasındaki On Fark”, 29 Ocak 2015, http://www.gazetevatan.com/huseyin-yayman-634644-yazar-yazisi-turgut-ozal-ile-tayyip-erdogan-arasindaki-on-fark---/
173 Selçuk Marulu, “Siyaset Sosyoloji ve AKP”, 23 Aralık 2014, Ö.Vatan, 11 Şubat 2015, http://www.oncevatan.com.tr/siyaset-sosyolojisi-ve-akp-makale,32289.html
80
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
getirmiş olduğu yenilik ve uygulamaların ilerisine geçilememesi onun ne kadar
başarılı ve dönüştürücü bir lider olduğunun göstergesidir.
Türkiye’nin menfaatine olduğunu düşündüğü konularda her düşünceden
kişi ile çalışmış olması, farklı görüşlerden kişiler ile dost olabilmesi, atamalarında
yetkinliği esas alması, sürekli gelişen ve değişen şartlara göre yeni senaryolar üretebilmesi, kendini sürekli yenilemesi, dünya liderleri ile temasta olması, ülkenin
yarınları için ortalamanın çok üzerinde yoğun çalışması, vizyon sahibi olması,
ülkesi için sahip olduğu vizyonunu halkına ve çalışma arkadaşlarına kabul ettirip
inandırdıktan sonra başarması, kendine yanlış sözler söylendiğinde bile erdemli
davranabilmesi yönü ile, Türk tipi dönüştürücü bir lider olarak Özal milletin
aklında ve gönlünde yer etmiştir.
Hindistan Bağımsızlık Hareketi’nin siyasi ve ruhani lideri Gandhi, Hindistan için Amerikan İç Savaşı’nda Amerika Konfedere Devletleri’ne karşı büyük
bir galibiyet elde eden; ülkenin birliğini koruyup köleliği bitiren Abraham Lincoln, ABD için 1980›li yıllarda batılı ülkelerde devletin iktisadi yatırımlardan
çekilmesi, özelleştirme, serbest pazar ekonomisinin desteklenmesi ve işçi haklarının
törpülenmesi ile kendisini gösteren; Neoliberal siyasetin Birleşik Krallık›taki
uygulayıcısı olan ve Demir Leydi lakabını alan Margaret hatcher, İngiltere için
16 yıl şansölyelik yapan; Almanya’nın doğu ve batı bloklarının yeniden birleşmesi ve Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterrand ile birlikte Avrupa Birliği’nin
kuruluş belgesi olan Maastricht Anlaşması’nın mimarlarından biri olan Helmut
Kohl, Almanya için ne kadar dönüştürücü liderler olmuşlarsa; Türkiye için de 8.
Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Türk insanın yeniden kendine güvenmesini sağlayan, dünyada ekonomik bir değer olarak Türkiye’yi rekabet edebilir hale getiren
ve demokratik hakların tabandan tavana yayılmasını sağlayan dönüştürücü bir
lider olarak Cumhuriyetin kurucusu Atatürk gibi tarihteki yerini almıştır.
81
DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİK KONSEPTİ VE TURGUT ÖZAL’IN İÇ VE DIŞ POLİTİKA, EKONOMİ, SİLAHLI
KUVVETLER, YÜRÜTME VE YARGI ALANLARINDAKİ DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİK UYGULAMALARI
Kaynakça
Altan, Mehmet, “Güle Güle Sevgili Cumhurbaşkanım”, içinde M. Nuroğlu, der., Ne
Dediler (İstanbul: Sebil Yayıncılık, 1993), s. 523-526.
Abulaban, Abdurrahman, “Özal›ın 1980›lerdeki Liberal Ekonomik Politikaları”, Yeni
Türkiye Dergisi, 2002, 17.c, s. 644-645.
Aktan, Gündüz, “Dünya Siyasetinin Ezberini Bozdu, Türkiye’yi Avrupa’ya Taşıdı”, içinde Sezai Uğur, der., Özlenen Demokrat Turgut Özal (İstanbul: Feza Yayıncılık, 2011). s.
117-134.
Aksu, Abdülkadir, “Devletin Kapılarını Sonuna Kadar Millete Açtı”, içinde Sezai Uğur,
der., Özlenen Demokrat Turgut Özal (İstanbul: Feza Yayıncılık, 2011), s. 69-76.
Akdemir, Ali, Vizyon Yönetimi (İstanbul: Philip & Richards Avrupa İnsan Kaynakları
Merkezi Yayıncılık, 1998).
Akdemir, Ali, “Değişim ve Dönüşüm Yönetimi” (Yüksek Lisans Dersi, Kocaeli Üniversitesi, 1998-1999, Güz Dönemi).
Akyol, Taha, “Özal’a Saygı”, 22 Nisan 1993, Milliyet, 07 Şubat 2015, http://gazetearsivi.
milliyet.com.tr/Arsiv/1993/04/22
Ataman, Muhittin, “Özal ve Özalizm: Siyasette Yeniden Yapılanma”, içinde Tuba Ünlü
Bilgiç ve, Cihat Göktepe, der., Türkiye’nin Demokrasi Tarihi (1946-2012), (İstanbul:
Ufuk Yayınları, 2014).
Ataman, Muhittin, “Leadership Change: Özal Leadership and Restructuring in Turkish
Foreign Policy”, Alternatives Turkish Journal of International Relations,Volume. 1, 2002.
Balbay, Mustafa, “Turgut Özal Yargılanmalı”, Cumhuriyet, 25 Haziran 1999.
Barlas, Mehmet, Turgut Özal’ın Anıları (İstanbul: Birey Yayıncılık,2000).
Beaubıen, Elaıne, “Efsanevi Liderlik”, Executive Exellence, Yıl. 3, Sayı 27, Haziran 1999.
Baykal, Adnan Nur, Mustafa Kemal Atatürk’ün Liderlik Sırları (İstanbul: Sistem Yayıncılık, 2000).
Berberoğlu, Enis, “Chirac’tan Yakınlık”, Cumhuriyet, 19 Nisan 1986.
Berberoğlu Enis, Cengiz Çandar“Islam Zirvesi Sona Erdi. Türkiye İstediği Sonucu Elde
Etti”, Cumhuriyet, 30 Ocak 1987.
Binark, İsmet, Bu Dünyadan Bir Turgut Özal Geçti (Ankara: Fersa Matbası, Turgut Özal
Düşünce ve Hamle Derneği Yayınları, 2010).
Birand, Mehmet Ali ve Soner, Yalçın, he Özal, Bir Davanın Öyküsü (İstanbul: Doğan
Kitap, 2001).
Bozkurt, Veysel, “Geleceğin Toplumu, Dönüşümcü Liderlik ve Turgut Özal” 05
Ekim 2015, http://veyselbozkurt.com/wp-content/uploads/2014/01/Turgut-%C3%-
82
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
96zal-G%C3%BCncelle%C5%9Ftirilmi%C5%9F.doc.
Cemal, Hasan, Özal Hikayesi (İstanbul: Doğan Kitap, 2013).
Cansen, Ege, “Oyunun Kuralı “Demirel ve Özal”, Hürriyet, 4 Haziran 1989.
Cemal, Hasan, Özal Hikayesi (İstanbul: Doğan Kitap, 2004).
Ceylan, Adnan, “Liderliğe Kurumsal Yaklaşımlar”, 21. Yüzyılda Liderlik Sempozyumu,
Deniz Harp Okulu, Tuzla-İstanbul, 1997.
Cevizoğlu, Hulki, Körfez Savaşı ve Özal Diplomasisi (İstanbul: Form Yayıncılık, 1991).
Çandar, Cengiz,“ABD ile Pazarlık” Cumhuriyet, 20 Mart1986.
Çandar, Cengiz, “Veda Mektubu”, içinde M. Nuroğlu, der., Ne Dediler (İstanbul: Sebil
Yayıncılık, 1993) s. 412-415.
Coşkun, Ali, “Tek Hayali Güçlü Devlet, Zengin Millet Oluşturmaktı” içinde Sezai Uğur,
der., Özlenen Demokrat Turgut Özal (İstanbul: Feza Yayıncılık, 2011), s. 103-105.
Çiçek, Cemil, “Devlet ve Milleti Barıştırdı, Kaynaştırdı” içinde Sezai Uğur, der., Özlenen
Demokrat Turgut Özal, Devlet ve Milleti Barıştırdı, Kaynaştırdı (İstanbul: Feza Yayıncılık,
2011), s. 111-114.
Çelebi, Işın, Türkiyenin Dönüşüm Yılları (İstanbul: Alfa Yayıncılık, 2013).
Dağı, İhsan, “Özallı Yıllarda Türk Siyaseti: İnsan Hakları, Demokrasi ve Avrupa Birliği”
içinde İhsan Sezai ve İhsan Dağı,der., Kim Bu Özal? Siyaset-İktisat- Zihniyet (İstanbul:
Boyut Yayıncılık, 2003), s. 247-285.
Deming, William Edwards, Krizden Çıkış (İstanbul: Kalder Yayıncılık, 1998).
Deanne, N. Den Hartog vd., “Culture Specific And Cross-Culturally Generalizable
İmplicit Leadership heories: Are Attributes Of Charismatic/Transformational Leadership Universally Endorsed?” Leadership Quarterly, Summer, 1999, Vol. 10, Issue. 2.
Doğan, Yalçın,“S. Arabistan’dan Ucuz Petrol Sözü”, Cumhuriyet,12 Nisan 1986.
Doğan, Yalçın, “Kıbrıs’a Destek Arayışı”, Cumhuriyet, 11 Nisan 1986.
Donat, Yavuz, Özallı Yıllar-1983-1987 (Ankara: Bilgi Yayınevi, 1987).
Donat, Yavuz, “Bir Pazar Hikayesi” 25 Ocak 2015,
http://www.sabah.com.tr/yazarlar/donat/2011/07/24/bir-pazar-hikayesi
Dönmezler Sulhi, Toplumbilim (İstanbul: Beta Yayımcılık, 1994).
Drucker, Peter F., Gelecek İçin Yönetim (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,1996).
Duman, M.Zeki, Türkiye’de Liberal-Muhafazakar Siyaset ve Turgut Özal (Ankara: Kadim
Yayınları, 2010).
Gençkaya, Ömer Faruk, “Turgut Özal’ın Güneydoğu ve Kürt Sorununa Bakışı” içinde
83
DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİK KONSEPTİ VE TURGUT ÖZAL’IN İÇ VE DIŞ POLİTİKA, EKONOMİ, SİLAHLI
KUVVETLER, YÜRÜTME VE YARGI ALANLARINDAKİ DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİK UYGULAMALARI
İhsan Sezai ve İhsan Dağı, der., Kim Bu Özal? Siyaset-İktisat- Zihniyet (İstanbul: Boyut
Yayıncılık, 2003), s. 105-149.
Göktürk, Gülay, “Özal” içinde M. Nuroğlu, der., Ne Dediler (İstanbul: Sebil Yayıncılık,
1993), s. 724-725.
Gözen, Ramazan, “Özal ve Körfez Savaşı: İdealler/Gerçekler Açmazında Dış Politika”
içinde İhsan Sezai ve İhsan Dağı, der., Kim Bu Özal? Siyaset-İktisat-Zihniyet (İstanbul:
Boyut Yayıncılık, 2003), s. 135-137.
Gülmez, Sedat, “Menderes’ten Nema Kapma Yarışı”, 06 Ekim 2014, http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/newsDetail_openPrintPage.action?newsId=18030
Güner Engin, Özallı Yıllarım (İstanbul: Babıali Kültür Yayıncılığı, 2003).
Gürbey, Gülüstan, “Özal’ın Dış Politika Anlayışı” içinde İhsan Sezai ve İhsan Dağı, der.,
Kim Bu Özal?” Siyaset-İktisat- Zihniyet (İstanbul: Boyut Yayıncılık, 2003), s. 292-297.
Güzel, Hasan Celal, “Her Konuda Cesur Kararlar Aldı, Sürtüşme Yerine Millet ve Devlet
Aklını Ön Plana Çıkardı” içinde Sezai Uğur, der., Özlenen Demokrat Turgut Özal (İstanbul: Feza Yayıncılık, 2011), s. 95-102.
Hisarcıklıoğlu, Rifat, “Büyük Türkiye’yi Birlikte İnşa Edeceğiz”, Uluslararası Yatırımcılar
Derneği 30.Yıl Özel Sayısı (İstanbul: Tor Ofset, 2010), s. 45-50.
Hudson, M.Valerie, Foreign Policy Analysis: Actor-Specific heory and the Ground of International Relations Foreign Policy Analysis, 2005.
İnan, Kamuran, “Özalcı Devlet Yönetimi” içinde Uğur Güzel, der., Özalcılık (İstanbul:
Emre Yayınları, 2008), s. 555-560
Karaman, Nilay, “ABD’ye Yeni Öneri”, Cumhuriyet, 05 Haziran1986.
Kayabaşı, Selman, “Tarih ve Miras Turgut Özal”, içinde Tuna Erdoğdu ve Fatih Ünal,
der., (İstanbul: Yakın Plan Yayıncılık, 2010), s. 340-343.
Kazdağlı, Hasan, “Özal’ın İktisadi Reformları” içinde İhsan Sezai ve İhsan Dağı, der.,
Kim Bu Özal? Siyaset-İktisat- Zihniyet, (İstanbul: Boyut Yayıncılık, 2003), s. 443-571.
Keçeciler, Mehmet, “Özalcı Doktrin ve Siyaset Anlayışı”,içinde Uğur Güzel, der.,
Özalcılık, (İstanbul: Emre Yayınları, 2008), s. 532-535.
Kılıç, Kemal, “Son Otuz Yılda Yabancı Sermaye”, Uluslararası Yatırımcılar Derneği 30.Yıl
Özel Sayısı (İstanbul: Tor Ofset, 2010), s. 28-30.
Kohen, Sami, “Alem Bizi Daha Büyük Görüyor” içinde M. Nuroğlu, der., Ne Dediler
(İstanbul: Sebil Yayıncılık, 1993), s. 611-613.
Kotter, P. John, Liderler Gerçekte Ne Yapar? (İstanbul: Mess Yayınları, Haziran 1999).
Kotter, P.John, “What Leaders Realy do” Harward Busines Rewiev, May-June, 1990. s.
114-116.
84
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Kotter, P.John, “Yirmibirinci Yüzyılda Liderlik”, Executive Exellence, Yıl. 3, Sayı 27, Haziran 1999. s. 11-15.
Kurmuş, Orhan “Türkiye’de Neoliberalizm”, Mülkiye, Cilt: XXXIV, Sayı: 268, 2010.
s.20-25.
Laçiner, Sedat, Turgut Özal Period in Turkish Foreign Policy: “Ozalism” (Ankara: Usak
Yearbook, Vol.2, 2009).
Mackenzie, Kenneth, “Turkey in Transition” he World Today, 10 Şubat 2014, http://
www.jstor.org/stable/40395830, Accessed: 10/02/2014
Marulu, Selçuk, “Turgut Özal Yaşasaydı Bambaşka Bir Türkiye Olurdu”, 17 Nisan
2014, Ö.Vatan, 25 Ocak 2015, http://www.oncevatan.com.tr/m/?id=27386&t=makale
Marulu, Selçuk, “Siyaset Sosyoloji ve AKP”, 23 Aralık 2014, Ö.Vatan, 11 Şubat 2015,
http://www.oncevatan.com.tr/siyaset-sosyolojisi-ve-akp-makale,32289.html
McFadden, John, “Civil-Military Relations in the hird Turkish Republic”, 10 Şubat
2014, http://www.jstor.org/stable/4326974,
Özsoy, Osman, Ünlülerin Turgut Özal’la Hatıraları (İstanbul: Ziya Ofset, 1994).
Özdemir, Hikmet, Turgut Özal Biyografi (İstanbul: Doğan Kitap, 2014).
Özgönül, Emin, “Özal’ın Bakanı ve Yüce Divan”, 06 Ekim 2014, http://www.gazeteport.com.tr/yazar/17/emin-ozgonul/1810/ozalin-bakani-ve-yuce-divan,
Semra, Özal, “Üç İhtilalin de Durduramadığı Demokrat” içinde Sezai Uğur, der.,
Özlenen Demokrat Turgut Özal (İstanbul: Feza Yayıncılık, 2011), s. 35-47.
Pakdemirli, Ekrem “Yabancı Basında Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Ölümü”
Pakdemirli, Ekrem, Özal’ın Mirası (İstanbul: Ufuk Yayıncılık, 2013).
Pielstick, C.Dean, “he Transforming Leader: A Meta-Ethnographic Analysis”, Community College Review, Vol. 26, Issue 3, 1998, s. 15.
Robbins, Stephen P ve Timothy Judge A., Örgütsel Davranış (Ankara: Nobel Yayın,
2012).
Şimşek, Hasan, Paradigmalar Savaşı ve Kaostaki Türkiye, (İstanbul: Sistem Yayıncılık,1997).
Robins, Philip, “Turkey and the Middle East”, 10 Şubat 2014, http://www.jstor.org/
stable/4328363,
Rouleau, Eric, “he Challenges to Turkey” (Foreign Afairs, Vol. 72, No. 5) pp. 110-126.
10 Şubat 2014, http://www.jstor.org/stable/20045818 ı
Sait, Mehmet, “Özal’ın İslam Anlayışı ve Dini Özgürlükler”, içinde İhsan Sezai ve İhsan Dağı, der., Kim Bu Özal? Siyaset-İktisat- Zihniyet (İstanbul: Boyut Yayıncılık 2003),
s. 197-211.
85
DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİK KONSEPTİ VE TURGUT ÖZAL’IN İÇ VE DIŞ POLİTİKA, EKONOMİ, SİLAHLI
KUVVETLER, YÜRÜTME VE YARGI ALANLARINDAKİ DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİK UYGULAMALARI
Sak, Hüseyin, “Webergil Karizmatik Otorite Tipolojisi, Çevresinde Özal ve Demokrasimiz” içinde İhsan Sezai ve İhsan Dağı, der., Kim Bu Özal? Siyaset-İktisat-Zihniyet (İstanbul: Boyut Yayıncılık, 2003), s. 81-83.
Sayari, Sabri, “he Changing European Security Environment and the Gulf Crisis”, 10
Şubat 2014, http://www.jstor.org/stable/4328390
Şimşek, Hasan, Paradigmalar Savaşı, Kaostaki Türkiye (İstanbul: Sistem Yayınları, 1997).
Tamer, Meral, “Aşılmadan Ama Aşı’layarak Öldü”, içinde M. Nuroğlu, der., Ne Dediler
(İstanbul: Sebil Yayıncılık, 1993) s. 585-590.
Tonör, Bülent, “Siyasal Tarih (1980-1995)”, içinde Sina Akşin, der., Türkiye Tarihi Bugünkü Türkiye (1980-2003) (İstanbul: Cem Yayınevi, 2011), s. 184-185.
Tümtürk, Yusuf, Yeni Türkiye’nin Mimarı (Ankara: Turgut Özal Düşünce ve Hamle
Derneği, 2010).
Uçar, Bilal, 1983-1991 ANAP Hükümetlerinde Çağ Atlarken (Ankara: Güven Yayıncılık,
1998).
Yılmaz, Aytekin, “Türk Bürokrasi Geleneği Özal” içinde İhsan Sezai ve İhsan Dağı, der.,
Kim Bu Özal? Siyaset-İktisat-Zihniyet (İstanbul: Boyut Yayıncılık, 2003), s. 89-103.
Uğur, Fatih, Özlenen Demokrat Turgut Özal (İstanbul: Feza Gazetecilik, 2011).
Uluengin, Hadi,“Kahvaltı randevusu”,Cumhuriyet, 02 Şubat 1986.
Uncular, Betül,“Özdağlar İçin Karar TBMM’nin”, Cumhuriyet, 10 Mayıs 1985.
Ulagay, Osman, “İslam Dünyasında Ağırlığımız Hissedilmeli”, Cumhuriyet, 25 Mayıs1984.
Yaman, Fikret, “Toplumda Kişisel Marka Olmak: Türkiye’nin Kişisel Markaları”, İnsan
ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, Cilt.1, Sayı: 4, Volume. 1, Issue: 4, 2012).
Yayla, Atilla, “Liberal Siyaset/Liberal İktisat Özal Çizgisi” içinde İhsan Sezai ve İhsan
Dağı, der., Kim Bu Özal? Siyaset-İktisat- Zihniyet (İstanbul: Boyut Yayıncılık, 2003), s.
425-443.
Yaşar, Süleyman, “Turgut Özal’ın Müsteşarı Anlatıyor”, 29 Ocak 2015, http://www.sabah.com.tr/yazarlar/yasar/2011/03/10/turgut_ozalin_hazine_mustesari_ Yazıcıoğlu.
Yayman, Hüseyin, “Turgut Özal ile Tayyip Erdoğan Arasındaki On Fark”, Vatan, 29
Ocak 2015, http://www.gazetevatan.com/huseyin-yayman-634644-yazar-yazisi-turgut-ozal-ile-tayyip-erdogan-arasindaki-on-fark---/
Werner, Isabel, Liderlik ve Yönetim (İstanbul: Rota Yayıncılık, 1993).
Diğer kaynaklar
Başbakanlık, Başbakan Turgut Özal’ın Konuşma Mesaj Beyanat ve Mülakatları 19831984.
86
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, 20.01.2015.
http://www.dzkk.tsk.tr/icerik.php?dil=1&icerik_id=40&pltfrm=1
Özal, “MGK Üyelerinin Müdafaası”, Cumhuriyet, 8 Aralık 1983.
Özal, Turgut, Başbakan Turgut Özal’ın TBMM-Yurtiçi Seyehatlerinde Yaptığı Konuşmaları, 13.12.1987-12.12.1988 (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1988).
Özal, Turgut, Turgut Özal’ın Basın Mensuplarına Açıklama, Mülakat ve Konuşmaları
1988-1989 (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1989).
Yaman, Fikret, “Toplumda Kişisel Marka Olmak: Türkiye’nin Kişisel Markaları”, İnsan
ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, 2012, Cilt. 1, Sayı: 4, s.188.
TÜBITAK, 1984 Yılı Ödül Töreninde Yapılan Konuşma, (Ankara: Başbakanlık Basım
Evi, 1984), s. 982.
87
ÖZAL’DA UZLAŞMA KÜLTÜRÜ: ANAVATAN
PARTİSİ (ANAP) VE DÖRT EĞİLİMİN
BULUŞMASI
Mahmut AKPINAR*
İbrahim UYSAL**
Turgut Özal, çok yönlü, kapsayıcı ve yüzü batıya dönük bir liderdir. 12 Eylül
1980 darbesinden sonra Türkiye’de partiler kapatılınca yeni kurulan üç partiden
birisi Turgut Özal’ın kurduğu Anavatan Partisi (ANAP) olmuştur. ANAP kurulduğu zaman iki buçuk parti var denilerek ANAP’a şans verilmemiş ve buçuk
parti olarak tanımlanmıştır. Fakat Turgut Özal, devlet birikimini ve özel sektör
tecrübesini siyasete tahvil etmesini bilmiş ve ülkenin umudu olmuştur. “Dört
eğilim” olarak adlandırdığı liberal, muhafazakâr, milliyetçi, sosyal adaletçi anlayışları ANAP çatısı altında birleştirerek girdiği ilk seçimden birinci parti olarak
çıkmıştır.
Turgut Özal, ortaya koyduğu yeni siyaset anlayışıyla toplumda karşılık bulmuş, uyguladığı politikalarla ülkenin ekonomik, demokratik açıdan güçlenmesini ve dışa açılımını sağlamıştır. Siyasi anlayışını ekonomi üzerine bina etmiştir.
Turgut Özal dönemi, 12 Eylül sonrası Türk siyasal hayatında önemli değişimlerin
yaşandığı bir dönem olmuştur.
Bu çalışmada Turgut Özal’ın uzlaşmacı bir lider olup olmadığı, Özal’ın siyasi
yaklaşımının ve uygulamalarının Türk siyasetindeki uzlaşma kültürüne katkıları
incelenmiştir. Ayrıca dört eğilim anlayışının ANAP politikalarının başarısına ve
parti içi/dışı uyuma uzlaşmaya etkileri araştırılmıştır.
Özal’ın Kapsayıcı İdeolojisi-Uzlaşma Anlayışı
Özal, siyaset hayatında uzlaşmayı esas almış bir liderdir. 12 Eylül sonrası dönemde
partisini kurarken ülkenin yeni bir uzlaşmaya ve bu uzlaşmaya gelişmeye,
kalkınmaya ihtiyaç duyduğunu düşünerek farklı düşüncede insanları ANAP çatısı altında buluşturmaya çalışmış; önemli ölçüde başarılı da olmuştur.
Özal, farklı siyasi akımlara dışlayıcı değil, birleştirici yaklaşmıştır. Ortaya
koyduğu dört eğilim anlayışı da bunun bir göstergesidir. Özal’ın hedei çatışmayı
* Doç. Dr., Turgut Özal Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü.
** Yüksek lisans öğrencisi, Turgut Özal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
89
ÖZAL’DA UZLAŞMA KÜLTÜRÜ: ANAVATAN PARTİSİ (ANAP)
VE DÖRT EĞİLİMİN BULUŞMASI
bir kenara bırakıp Türkiye’nin kalkınması ve güçlenmesi için birlik ve beraberlik
içinde çalışacak bir ekip kurmaktı. Bu beraberliğin dört eğilimi birleştirmeyle
olabileceğini öngördü ve bunu uygulamaya çalıştı. Özal dört eğilim yaklaşımıyla
farklı düşünce ve fikirdeki insanları aynı çatı altında birleştirip Türkiye için beraber çalışmaya teşvik etmiştir.1
12 Eylül Sonrası Partileşme
12 Eylül sonrası partileşme süreci sancılı olmuştur. Askeri rejim sadece sağ ve sol
çizgiden birer parti kurulmasını istemiştir. Dönemin Başbakanı Bülent Ulusu iki
partinin kurulmasının gerekçesini Kenan Evren’e atfen: “çarçur partilere, küçük
partilere prim verilmemesi ve ülkenin 12 Eylül öncesi duruma dönmemesi” 2
olarak açıklamaktadır. Askeri rejim her ne kadar ikiden fazla parti istemese de
sonradan üçüncü küçük bir partinin daha kurulmasına izin verildi ve 1983 seçimlerine bu üç parti ile girildi.
Turgut Özal’ın ANAP’ı Kurması
Özal, darbeden önce açıklanan 24 Ocak 1980 ekonomik kararları ile ciddi
saygınlık kazanmıştır. Ekonomik önlemleri anlatmak için askerlerle de görüşmüş
ve askerler Özal’dan etkilenmişlerdir.3
12 Eylül darbesinden bir süre sonra eski siyasi partiler kapatılmış, 1982
Anayasası’yla “yeni bir siyasal düzen” getirilmek istenmiştir. Bu yeni siyasi düzen
bağlamında, “demokrasiye yeniden geçiş” süreci içinde 1983 ilkbaharında siyasi
partiler kurulmaya başlamıştır. “12 Eylül’ün temsilcisi olduğu söylenen Milliyetçi
Demokrasi Partisi (MDP), sosyal demokrat nitelikte olduğunu ileri süren Halkçı
Parti (HP) ve ANAP, Milli Güvenlik Konseyi’nin veto barajını aşarak 1983 genel
seçimlerine katılma hakkı kazanmıştır.4 Her ne kadar askeri yönetimce denklem
dışında tutulmak istense de Turgut Özal oyun içinde kalarak ANAP’la seçimlere
girmeye hak kazanan üçüncü parti olmuştur.5
Partinin kuruluş aşamasında Turgut Özal, Kenan Evren’in yanına gelmiş
ve aralarında geçen konuşmada “bir parti kurmak istediğini” söylemiştir. Evren:
“Zaten aynı tabana dayalı sağdan bir parti var, yeni bir partiye ihtiyaç var mı?”
deyince Özal: “Endişenizi anlıyorum ama bana itimat ediniz. Kuracağım parti,
aşırılıktan uzak, 12 Eylül’den önce Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM)
1 Mustafa Güven, 23 Nisan 2013, http://akademikperspektif.com/2013/04/23/turgut-ozal-ve-dis-politikasi/
2 Muhammed Ali Köse, “Anavatan Partisinin Siyasal İdeolojisi”, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Dumlupınar
Üniversitesi, 2010), s. 69.
3 Hüseyin Çavuşoğlu, “Merkez Sağda 27 Mayıs ve 12 Eylül Sonrası Partileşme”, Balıkesir Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt. 12, Sayı. 22, 2009, s.170.
4 http://tr.wikipedia.org/wiki/Anavatan_Partisi
5 Hasan Cemal, Özal Hikâyesi (İstanbul: Everest Yayınları, 2013), s. 35.
90
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
temsil edilen dört görüşten insanları da içine alan bir parti olacak” demiştir. Evren bu son sözleri bir güvence sayarak Özal’ın isteğini olumlu karşılamıştır. Özal,
takip eden sürecin hem kontrolünden çıkma ihtimalini en aza indirmek hem de
askerle olan uzlaşmacı tavrını sürdürmek amacıyla K. Evren’le üç kez görüşmüştür.6
ANAP kuruluş safhasında “hiçbir partinin devamı olmadığı” imajı vermeye
çaba göstermiş ise de yerel teşkilat yöneticilerinin % 52’si 12 Eylül öncesi çeşitli
partilerde görev yapmış kimselerden oluşmaktaydı. Yüzde 48’i ise birbirini tanımayan ve 12 Eylül öncesi herhangi bir partide yer almayan kimselerdi. Özellikle
merkez teşkilatında -yasakların da etkisiyle- siyasi tecrübe sahibi kişilerin az olması nedeniyle ANAP’ın bir lider partisi olduğu yorumunu yapmak mümkündür.
ANAP parti programı daha ziyade Özal tarafından konulan ilkelerle çizilmiştir.7
Özal’ın hazırlanmasında etkin olduğu parti programında yeni şeyler söylenmeyip büyük oranda 1979 yılında Milliyetçiler Kurultayı’na sunduğu görüşleri yer
almıştır. Bu görüşlerin parti programına, hatta bunun hükümet programı aktarıldığını kendisi ifade etmiştir.8
Turgut Özal ANAP’ın eski siyasal anlayışları sürdürmediğini, benimsemediğini iddia etmiştir. Nitekim Özal geleneksel devlet adamı ve alışılmış siyasetçi
formunun dışına çıktı. Kamuoyunun yadırgayabileceği tavırlar sergiledi ve medyatik olmaya özen gösterdi. Bazı protokollere hiç bir şekilde riayet etmedi. Günlük yaşantısını politikada da aynen uyguladı ve halk tipi bir siyasetçi olarak tarihe
geçti. Özal, şablonlara uymayarak hep eski politikacı, devlet adamı modellerinden, uygulamalarından farklı olduğu mesajını verdi.9
20 Mayıs 1983 tarihinde kurulan ANAP’ın ilk parti programının önsözünde, “program etrafında birleşmeyi sağlayarak, yepyeni, kavgasız bir Türkiye’yi
oluşturmak ve onu ileri, modern bir ülke haline getirmek” amacını belirtmiştir.
ANAP, milliyetçi, muhafazakâr, sosyal adaletçi ve rekabete dayalı serbest pazar
ekonomisini esas alan bir siyasi parti olduğunu ifade ederek daha önceki siyasi
eğilimleri ne olursa olsun parti programına inananları partide birliğe ve beraberliğe davet etmiştir.10
Parti bu ilk programında o dönemdeki konjonktürün de etkisiyle geleceğe güvenle bakmayı, demokrasiye bağlılığı, milli hedeler etrafında birleşmeyi,
kavganın yanında olmamayı, milli birliğin ve bütünlüğün muhafazasını vurgu6 Cemal, 2013, s. 28.
7 Köse, 2010, s.71.
8 Mehmet Barlas, Turgut Özal’ın Anıları (İstanbul: Birey Yayıncılık, 1994), s. 62.
9 Köse, 2010, s.72.
10 www.anavatanpartisi.org.tr/?page_id=43
91
ÖZAL’DA UZLAŞMA KÜLTÜRÜ: ANAVATAN PARTİSİ (ANAP)
VE DÖRT EĞİLİMİN BULUŞMASI
lamaktadır. Bunun yanında programda devletin millet için varolduğuna, ekonomik alanda tüm millete hitap edecek alt yapı hizmetlerinin yürütülmesi gerektiğine dikkat çekilmektedir. Serbest piyasa ekonomisinin tercih edildiğine, maddi
ve manevi gelişmenin birlikte sağlanmasının zorunlu olduğuna ve aşırı merkeziyetçi anlayışın terk edilerek, yetki hiyerarşisinin yeniden tanımlanmasına işaret
edilmektedir.11
Özal partiye “Anavatan” isminin verilmesini şöyle açıklamaktadır:
“Anavatan birleştirici bir isimdir. Şu anda Türkiye’nin birleştirici hareketlere
ve sembollere ihtiyacı vardır.1950’lerde Türkiye’nin demokrasi ihtiyacı vardı.
1940’larda başladı bu ihtiyaç, Demokrat Parti işte bu ihtiyaçtan doğdu ve parti
bu sebeple bu ismi aldı o zaman. 1960’larda memleketin adalete ihtiyacı vardıbu
sefer. Adalet Partisi de bu ihtiyacın neticesinde kuruldu ve adını bu sebepten aldı.
Demokrasi geçildi, adalet geçildi, 1980’lerde Türkiye parçalanmayla karşı karşıya
kaldı. Şimdi vatanın bütünlüğünün sembolize edilmesi lâzımdır. Bu bütünlüğü en
iyi belirten Anavatan’dır. Şimdi vatana sahip çıkmak lüzumludur. Onun için de
partimizin adı Anavatan olacaktır”.12
Özal’ın o dönemde en yakınında olan isimlerden Adnan Kahveci ANAP’ın
nasıl bir parti olduğunu bir fıkrayla şöyle anlatır:“Bir Karadenizli Amerika’ya
gitmiş, otobüs şoförü olmuş. Bakmış bir gün siyahlarla beyazlar kavga ediyor.
“Durun yahu ne yapıyorsunuz?” deyip kavga edenleri ayırmış. “Bundan sonra
siyah, beyaz yok hepiniz yeşilsiniz” demiş. Gaza basıp giderken de: “Koyu yeşiller
arkaya, açık yeşiller öne”. İşte biz de böyleyiz. ANAP, sağcı solcu değildir, merkezdedir”.13
ANAP, 1983 yılında katıldığı ilk milletvekili seçimlerinde %45.1 oranında
oy almış ve seçimden birinci parti olarak çıkmıştır. 1984’te yapılan yerel seçimlerde %41.5’lik oy oranıyla üstünlüğü devam ettirmiştir. 1987 milletvekili seçimlerinde iktidarda kalmayı başarmış fakat partinin oyları %36.3’e gerilemiştir.
1989’da yapılan il genel meclisi sonuçlarına bakıldığında ise, %21.8’lik oy oranıyla ancak üçüncü parti olabilmiştir.14
Turgut Özal, 1983 genel seçimlerinden sonra, 25 Mart 1984 yılında yapılan
yerel seçimlerde hem dört eğilime vurgu yapmış, hem de uzlaşmacı tavrını yine
11 Hakan Mehmet Kiriş, “Türk Parti Sisteminde 1980 Sonrası Kutuplaşma ve Dinamikleri”, (Basılmamış Doktora Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, 2010), s.111.
12 Mehmet Kabasakal, “Türkiye’de Siyasal Partiler” içinde Deniz Demircioğlu, der., Anavatan Partisi
(İstanbul: Es Yayınları, 2013), s.128.
13 Cemal, 2013, s.149.
14 Hakan Mehmet Kiriş, “Türkiye’de Rekabetçi Siyasal Partilerin Dönüşümü: Post-80 Sisteminde Eski Yeni
Partilerin Yükselişi ve Düşüşü”, Toplum ve Demokrasi, Yıl. 6, Sayı. 13-14, Ocak-Aralık, 2012, s. 28.
92
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
ön plana alan bir strateji uygulamıştır. Bu seçimlerde:15
1. “ ANAP’a oy veren seçmenlerin %50’si Adalet Parti’li (AP), %28’i Cumhuriyet Halk Parti’li (CHP), %15’i Milli Selamet Parti’li (MSP), %5’i
de Milliyetçi Hareket Parti’li (MHP) seçmendi. Yani ANAP’ta dört eğilim birleşmişti.” Turgut Özal, bu sonuçları uzlaşma için seçim çalışmalarında kullandı ve ANAP selamını vermeye devam etti.
2. Özal, seçim boyunca huzur, istikrar, kavgacılıktan uzak durmak gibi bazı
kavramları kullanmaya özen göstermiştir. Kampanya boyunca: “bu seçim, Türkiye’yi kavga ortamına götürmek isteyenlerin sonu olacak!” vurgusu yapmıştır. Seçim çalışmasının temelini uzlaşmaya dayandırmıştır.
ANAP Kurucuları
Türk siyasi hayatında sahneye çıkan partilerin kurucuları incelendiğinde önemli
kısmının bir siyasi partinin içindeki çekişme nedeniyle ayrılanlardan oluştuğu
görülmektedir. ANAP bu yönüyle farklı bir yapı sergilemektedir. Özal ANAP’ın
bir partinin devamı olmadığını göstermek için yeni yüzlerden, yıpranmamış
isimlerden ve genç insanlardan oluşan bir ekiple, kamuoyunun karşısına çıkmak
istemiştir. Zira o günkü askeri yönetimin partiye seçimlere girme izni vermem ve
kurucuları veto etme kaygısı yaşıyordu. Bu endişe nedeniyle pek çok kişi ANAP
kurucusu olmayı riskli görmüş ve kurucu olmak istememişlerdi.16
ANAP’ın 37 kişilik kurucu üyelerinden bazıları şu isimlerden oluşmuştur:
Turgut Özal, Hüsnü Doğan, Adnan Kahveci, Bedrettin Dalan, Cemil Çiçek,
Mesut Yılmaz, Erol Aksoy, Güneş Taner. Milliyetçi kanadı temsil eden, fakat
zamanla liberalizme ve muhafazakârlığa kayan isimlerden bazıları ise, Veysel Atasoy, Mustafa Taşar, Halil Şıvgın, Vehbi Dinçerler, Yaşar Okuyan ve Namık Kemal
Zeybek vardır.17 Muhafazakâr kanadın en önemli temsilcisi de Mehmet Keçeciler
olmuştur. Kurucular arasında fikri, siyasi yönden var olan çeşitlilik ve farklılık
dikkat çekiciydi.
Hüsnü Doğan aileyi, Mehmet Vehbi Dinçerler ve Cemil Çiçek ise tarikat
ve cemaatleri temsil etmiştir. Leyla Yeniay Köseoğlu kadınlar, Kâmil Tuğrul Coşkunoğlu yargı organları, Ercüment Konukman profesörler adına partide yer almıştır. Şadi Pehlivanoğlu ile Mehmet Altınsoy gibi isimler partiye dâhil edilerek
eski politikacıların da unutulmadığı vurgulanmıştır. Adnan Kahveci, Metin Emiroğlu, Aycan Çakıroğulları ve Veysel Atasoy gibi isimler gençler kontenjanından
15 Cemal, 2013, s.60.
16 Kabasakal, 2013, s.129.
17 M. Zeki Duman, Türkiye’de Liberal Muhafazakâr Siyaset ve Turgut Özal (Ankara: Kadim Yayınları, 2010),
s.264.
93
ÖZAL’DA UZLAŞMA KÜLTÜRÜ: ANAVATAN PARTİSİ (ANAP)
VE DÖRT EĞİLİMİN BULUŞMASI
partiye alınmışlardır. Cavit Kavak solcuları, Alaaddin Kısakürek milliyetçileri ve
Güneş Taner liberalleri temsilen partide yer almışlardır. Özal, kalkınmaya öncelik
verdiği için Vural Arıkan maliyeciler, Cahit Aral iş adamları ve Muzafer Atılgan
işletmeciler adına partide bulunmuşlardır. Partinin kuruluşunda askerler için Abdullah Tenekeci ve spor camiası içinse Ali Tanrıyar düşünülmüştür.18
Özal’ın partinin kuruluşunda farklı görüş ve kesimlerden isimlere yer
vermesi, Özal’ın birleştirici ve uzlaştırıcı bir siyasetçi olmak için çaba gösterdiğini
ortaya koymaktadır.
ANAP’ın İdeolojisi: Dört Eğilim
Parti programında ANAP, kendisini “milliyetçi, muhafazakâr, sosyal adaletçi ve
rekabete dayalı serbest pazar ekonomisini esas alan bir siyasî parti” şeklinde tanımlamaktadır. ANAP’ın kendini tanımlamada kullandığı ve ideolojisinin temelini
oluşturan dört eğilimi birleştirme hedefi, Japonya’daki iktidar partisinden esinlenerek hazırlanmıştır. Parti programındaki bu tanımda özellikle sağ unsurların
ağır basmasının nedeni, ANAP’ın Türkiye’deki siyasal kitlenin sağ oylar üzerine
oturduğunu net bir biçimde görmüş olmasıdır. Böylece hem toplumu hem de
sağtabanı elinde tutma isteği ile ANAP, dört siyasal eğilimi birleştirmiştir. ANAP,
neredeyse “partiler üstü” veya diğer bir ifade ile “politika üstü” bir siyasal kimlik
oluşturmaya çalışmıştır ve bunu başarmıştır. MHP, MSP, AP ve CHP tabanlarından oy alarak bu kesimleri bünyesinde bir arada tutabilmiştir. Özal “ANAP
selamı” olarak ünlenen selamını ilk defa Kırıkkale’de vermiş, ellerini birbirine
kenetleyerek “dört eğilimi birleştireceğiz” demiştir. ANAP ideolojiden ziyade uzlaşmaya dayalı, parti içi çoğulculuktan yana, muhalefetin parti içinde yapılmasını
öngören bir siyasi harekettir. Modern fakat geleneksel değerlere saygılı, bölücü
değil birleştirici, klasik bürokrasiyi değil serbest piyasa ekonomisini iyi bilen bürokratlara dayanan bir partidir. ANAP uzlaşma ve hoşgörüyü savunan, ekonomik
sorunları çözmeye kararlı, daima gelişmeye açık ve yenilikçi pozitif bir söylemi
benimsemiştir.19
Merkez sağ partilerin milliyetçi, muhafazakâr, demokrat ve liberal bir ideolojiye sahip oldukları görülmektedir.20 Dört eğilim özünde uzlaşmaya dayalı, parti
içinde farklı seslerden yana olmayı gerektiriyordu. Ancak ANAP’ta sol ve liberal
siyasetçiler de olmasına rağmen sağ görüşlüler baskındı. ANAP’ta muhafazakârlık
ayrı bir hizip olarak var olmuştur. ANAP’ın muhafazakâr kimliği açısından en
önemli güçlüğü, dört farklı siyasal eğilimi barındırmasıdır. Buna rağmen gerçek18 Mehmet Akyol, Beni Çok Ararsınız (Ankara: Akçağ Yayınları, 2000), s.21.
19 Yavuz Gökmen, Özal Sendromu (Ankara: Verso Yayıncılık,1992), s.86; Köse, 2010, s. 73
20 Hüseyin Çavuşoğlu, “Anavatan Partisi İle Doğru Yol Partisi’nin Karşılaştırmalı Analizi”, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı. 9, 2010, s.23. http://sbe.gantep.edu.tr
94
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
leştirdiği eğitim politikasıyla ve bürokrasideki kadrolaşmasıyla muhafazakârlığın
toplumun bünyesinde artmasına katkı sağlamıştır.21
Milliyetçilik
Dört eğilimden birisi olan milliyetçilik anlayışı, ırkçılıktan farklıdır. Hatta
azınlıklara ve etnik farklılıklara olumlu yaklaşan bir anlayıştır. ANAP’ın benimsediği milliyetçilik ekonomik anlamda gelişmeye dayalıdır. ANAP fikriyatına
göre ekonomik anlamda güçlü olmayan toplumlarda, milliyetçi duyguların uzun
süre canlı kalması imkânsızdır. ANAP için milliyetçiliğin bir diğer anlamı, Türkiye’nin Türk toplumlarının kalkınmasında lokomotif görevi de üstlenmesidir.
Özal, ANAP milliyetçiliğini şu sözleri ile tanımlamıştır: “Biz, milliyetçi bir partiyiz. Ama dışarıdaki birçok kişinin anladığı gibi, şovenist bir milliyetçiliğimiz yok.
Bizim milliyetçiliğimiz, başka ülkelerle yarışma milliyetçiliğidir”.22
Mehmet Barlas’ın Turgut Özal’ın Anıları kitabında paylaştığı şu satırlar
Özal’ın milliyetçilik anlayışını yansıtması açısından dikkat çekicidir:
“Şimdi bunlardan bazıları milliyetçi, bazıları solcu, bazıları cumhuriyet muhafızı
geçinir... Aslında bunların hiçbiri, kendi aklına güvenmez... Başkalarına karşı ya
kompleks duyar veya başkalarının peşinden gider... İşte Körfez Krizi’nde de, bunlara biz ‘Saddam’ın adamları’ diye isim takmadık mı?
‘İhracat yapalım’ dersiniz ‘Türkiye’nin ihracat yapacak sanayi yok’ derler... Hâlbuki artık kafalarımızı değiştirmeliyiz...
1991 yılında, ‘Fatih Sultan Mehmet şunu yaptı’, ‘Yavuz Sultan Selim şunu yaptı’
diye geçmişle övünmek, milliyetçilik değildir. Milliyetçilik, toplumların o anda,
kendi yaptıkları işlerle övünebilmesidir...
Sen dünyayla yarış edebiliyor musun? Yani, başka ülkelerle yarış edecek adamların
var mı? Daha iyi ressamın, sanatçın, tüccarın, politikacın var mı?”23
Turgut Özal, millet kavramının tanımını da resmi milliyetçilik anlayışından
uzaklaştırmıştır. Özal, dünya vatandaşlığından bahsetmiş, evrensel değerler ve bireysel özgürlüklere vurgu yapmıştır. Özal, Anadolu’nun sosyolojik açıdan farklı
etnik ve dini kimliklerden oluştuğunu ifade ederek, aslında bunları bir arada tutan
bağın, din unsuru olduğunu ifade etmiştir. Özal, Cumhuriyetin de Osmanlı’nın
bir bakiyesi olduğunu iddia etmiştir. Bu anlayışını yaptığı bir konuşmasında şöyle ifade etmiştir: “Bizim milletimiz, şu kökten gelmiş diye milliyetçiliği böyle tarif
edersek, milleti parça parça ederiz. Osmanlı’nın bakiyesi olarak Yugoslavya’dan,
Rumeli’den, Kafkasya’dan, Libya’dan gelmiş insanlarımız var. Ben milliyetçiliği
21 Çavuşoğlu, 2009, s. 173.
22 Köse, 2010, s.72.
23 Barlas, 1994, s.125-126.
95
ÖZAL’DA UZLAŞMA KÜLTÜRÜ: ANAVATAN PARTİSİ (ANAP)
VE DÖRT EĞİLİMİN BULUŞMASI
bütün milleti bölmeyen, parçalamayan bir bütün olarak alıyorum.”24
Kısacası Özal, milliyetçiliği, milletin varlığı, bütünlüğü gibi ilkeler üzerinden diğer toplumlarla yarışma, rekabet, bireysel özgürlükler temelli zemine çekmiştir.25
Özal’ın milliyetçilik anlayışında toplumun eziklikten kurtulması ve kendi ekonomik politikasını uygulaması hedelenmiştir.
Muhafazakârlık
Türk siyasetinde muhafazakârlık her dönemde önem arz etmiştir. Merkez sağ
partiler, muhafazakâr değerlere her zaman önem vermişlerdir. Özal’ın muhafazakârlık anlayışı daha önceki tanımlamalardan farklıdır. Özal, muhafazakâr
modernleşme geleneğinin en tipik örneğidir. Bir taraftan muhafazakârlaşmaya
hassasiyet gösterirken, bir taraftan da ekonomik ve teknolojik modernleşmeyi
ön plana almıştır. ANAP programında “Muhafazakârlık: Milli bilinç ve manevi
değerleri, tarih ve geleneğin sürekliliği içinde yaşatmak ve toplumun dini, tarihi,
kültürel tüm değerlerine saygılı olmak” şeklinde tanımlamıştır.26
Özal’ın siyaset alanında güvendiği kimseler ve oluşturduğu ekip genelde
devlet bürokrasisi içerisinde yıllardan beri tanıdığı ve muhafazakâr kimliği ile
tanınan kişilerden oluşmaktadır. Hasan Celal Güzel, Mehmet Keçeciler, Ekrem
Pakdemirli, Yıldırım Aktürk, kardeşleri Yusuf Bozkurt Özal ve Korkut Özal ve
Hüsnü Doğan bu isimlerin başında gelmektedir.27
Özal, partinin kuruluşunda yer verdiği isimlerle ve uygulamalarıyla
muhafazakâr kimliğini ön planda tutmuştur. Özal döneminde siyasal İslam
eğilimleri artmıştır. ANAP ilk seçimlere girdiği zaman İslami söylemlerde bulunan başka parti olmadığı için muhafazakârlığın temsilcisi de ANAP olmuştur.
ANAP kadrolarını oluştururken buna dikkat etmiştir. Kendisi ve kardeşleri İslami çevreler tarafından muhafazakâr olarak kabul görmüşlerdir. Muhafazakârlığının bir göstergesi olarak tarikat şeyhleri ve cemaat liderleriyle ilişkilere özen
göstermiştir.28
ANAP’ın kendini tanımlamada kullandığı temel unsur olan muhafazakârlık,
bilinen tanımlamanın dışında yeni bir anlam kazandırılarak sunulmaktadır.
Özal, partisinin muhafazakârlık anlayışını, tutuculuk olarak görmemiştir.
Muhafazakârlığın, adetlere, tarihe ve inançlara saygılı olmayı ve devre uyanları da
24 Duman, 2010, s.271.
25 Duman, 2010, s.272.
26 http://www.anavatanpartisi.org.tr/?page_id=45
27 Ozan Örmeci, “Turgut Özal”, 12 Ağustos 2010, http://ydemokrat.blogspot.com.tr/2010/08/turgut-ozal.html
28 Özlem Eştürk, “Türkiye’de Liberalizm: 1983-1989 Turgut Özal Dönemi Örneği”, (Basılmamış Yüksek
Lisans Tezi, Mustafa Kemal Üniversitesi, 2006), s. 102.
96
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
muhafaza etmeyi gerektirdiğini ifade etmiştir. ANAP muhafazakârlığı Türkiye’de
İslami kesimin güçlenmesine, örgütlenmesine ve yeni boyutlar kazanmasına neden olmuştur. Özal’ın dini cemaat ve grupları demokrasinin gereği olarak kabul
etmesi ve bu grupları sivil toplum örgütleri ile bir tutması, İslami kesimde gelişmeye yol açmıştır. ANAP muhafazakârlığının özünü örf ve adetlerin korunması
ve asra uygun olarak yeniden yorumlanması oluşturmaktadır. Muhafazakârlığın
yanı sıra ANAP dönüşmeye açık bir parti olmuş ve kendisini pek çok yeniliğin
sahibi olarak da görmüştür.29
Özal, temsil ettiği seçmen kitlesinin temel taleplerinden birisi olan başörtüsü
sorununun çözümü için birçok alanda yasal değişiklikler yapmıştır. Bu sorunun
çözülmesinin kolay olmadığının farkında olan Özal, ekonomik gelişme ve
kalkınma sonucunda muhafazakâr kesimin demokratik taleplerinin gerçekleşmesinin daha kolay olacağına inanmıştır. Bu amaçla bürokrasinin aşırı yetkilerle
donatılmasından kaçınmıştır.30
Özal, muhafazakâr olmanın tarihsel ve kültürel mirasa saygılı olmak anlamına
geldiğini ifade etmiştir. Türk büyüklerine saygılı olmanın ve onların miraslarını
korumanın da muhafazakârlık olduğunu söylemiştir. İstanbul’da yapılan ikinci
köprüye Fatih Sultan Mehmet isminin verilmesini seçim meydanlarında,
ANAP’ın muhafazakâr parti olduğunun ispatı olarak sunmuştur.31
Özal, muhafazakâr siyasetin temel kavramlarından olan aile üzerinde de
durmuştur. Bu amaçla Başbakanlığa bağlı Aile Araştırma Kurumu, Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu gibi kurumları kurmuştur. Dini
eğitim ve öğretimin devlet tarafından verilmesi gerektiğini dile getirmiştir. O’nun
döneminde imam-hatip liselerinin yapımına ağırlık verildi ve gerek okul sayısı
gerekse öğrenci sayısı artmıştır.
Muhafazakârlık politikalarından bazıları şunlardır:
1. Radyo ve televizyonda bira ve alkollü maddelerin satışıyla ilgili reklamlar,
cami ve okul gibi binaların yakınında alkollü içeceklerin satışının yasaklanması.
2. Hacca gidişin kolaylaştırılması. ANAP döneminde bir önceki döneme göre
hacca gidişte üç kat artış görülmüştür.
3. Semavi dinlere hakaret ve küfrün, hukuksal düzenlemeyle suç kapsamına
alınması.
29 Köse, 2010, s.74.
30 Duman, 2010, s.260.
31 Duman, 2010, s.262.
97
ÖZAL’DA UZLAŞMA KÜLTÜRÜ: ANAVATAN PARTİSİ (ANAP)
VE DÖRT EĞİLİMİN BULUŞMASI
4. Kur’an kursların artırılması çalışmalarına hız verilmesi.
5. Kamuya açık, din ve eğitim tesisi kuranların veya yardım edenlerin düşük
vergi vermeleri sağlanmak suretiyle teşvik edilmesi.32
Bu hususlar bize, Özal’ın muhafazakârlığının siyasal bir kimlik değil, daha
çok geleneksel bir tutum olduğunu göstermektedir.
Ekonomik hususların Özal’ın muhafazakârlık anlayışında da ön plana çıktığı söylenebilir. Özal Anadolu sermayesini harekete geçirmiştir. Kimi çevreler
tarafından bu sermaye sahipleri “Yeşil Sermaye”, “İslami Sermaye” veya “Anadolu
Kaplanları” olarak anılmışlardır. Özal, Suudi Arabistan ve Kuveyt olmak üzere İslami sermayenin ülkeye girişine ve bankacılık alanında finans kurumlarının
açılmasına izin vermiştir.33
Liberalizm
ANAP’ın parti programın yer alan bir diğer temel unsur olan liberalizm, ekonomik liberalizm olarak şekillenmiş ve siyasal liberalizme geçilemediği kabul edilmiştir. Bu nedenle ekonomik liberalizm anlayışı demokratikleşme ile ilişkilendirilmiştir. Liberalizmin, ekonomik özgürlük veya serbest piyasa ekonomisi ile
devletin ekonomiye sınırlı müdahalesi şeklinde algılanmıştır. Parti programında
“asıl olan devletin zenginliği sonucu milletin zenginliği değil, milletin zenginliği
sonucu devletin zengin olmasıdır” ifadesi dikkat çekmektedir. Ekonomik liberalizmi teşvik eden ANAP siyasal liberalizm konusunda çekinceli davranmıştır.
Bunun en önemli kanıtı 1987 yılında yapılan, 1980 öncesi siyasilerin yasaklarının kaldırılmasına ilişkin referandumda takındığı olumsuz tavırdır. Ayrıca sivil
toplum kavramının “askeri olmayan” şeklinde yorumlanması ilginçtir. Askeri rejim uygulamalarından bunalan kesimlerin, bazı liberal solcuların dahi ANAP’a
açık destek vermesi siyasal liberalizme geçişi geciktirmiştir. ANAP’ın ekonomik
liberalizmi tercih etmesinin nedeni, Türkiye’de özellikle 1980 sonrası dönemde
ekonomik büyümenin temel amaç haline getirilmesidir.34
Özal, ekonomik ve siyasi açıdan liberalizmi ilk olarak 24 Ocak kararlarında
uygulamıştır. Türk siyasetinde Liberalizm kavramının kullanılmasından kaçınılmıştır. Özal da Liberalizm kavramı yerine “serbest piyasa ekonomisi”, “teşebbüs
özgürlüğü”, “anayasal demokrasi” gibi kavramlar kullanmayı tercih etmiştir.35
Özal, serbest bir piyasa ekonomisine geçmenin zorunlu olduğunu düşünmüş
ve yurt dışı seyahatlerinde birçok işadamını da yanına alarak dış ülkelere yatırım
32 Duman, 2010, s.264.
33 Duman, 2010, s.266.
34 Köse, 2010, s.75.
35 Duman, 2010, s.252.
98
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
yapmalarını öğütlemiştir. Devletin ekonomideki işlevlerini azaltmaya ve bireylerin
devlet karşısında hak ve hukukunu artırmaya yönelik yasal çalışmalar yapmıştır.
Özal, liberal politikasının bir yansıması olarak, devleti bir amaç olarak değil bir
araç olarak görmüştür. Bundan dolayı devletin ekonomi alanından çekilmesine,
serbest piyasa ekonomisine ve özelleştirmeye önem vermiştir. Devletçi mantıkla
kalkınma ve ilerlemenin gerçekleştirilemeyeceğini savunmuştur.36 Devletçi politikaların artık miadını doldurduğunu ve bu modelin terk edilmesi gerektiğini
vurgulayan Özal ekonomik krizlerin tek çözümünün, ferdi özgürlük ve serbest
rekabete dayalı piyasa ekonomisinden geçtiğini söylemiştir.
Bireyin bütün süreçlerde dinamik bir unsur olarak yer alması gerektiği fikrini benimseyen Özal, konuşmalarında bireyi merkeze almıştır. “Parti programımızın temelinde yatan felsefe de bireyciliktir” demiştir. Özal’a göre, devlet geriye
çekilecek ve insan öne çıkacaktır. İzmir’de bir kongrede, “Önümüzdeki asır ferdin
asrıdır, bilgi asrıdır. Değişim, ferdin bizzat kendisinden başlayacaktır.” şeklinde
konuşmuştur.37
Sosyal Adaletçilik
Sol siyaset anlayışında sosyal adalet önem arz etmektedir. Bu nedenle ANAP muhafazakârlığın yanında sosyal adalete de dört eğilim içerisinde yer vermiştir. Parti
programında yer alan “Sosyal adalet, sosyal güvenlik ve sosyal yardımın düzenlenmesi ve sağlanması; sosyal hizmet ve faaliyetlerin tanzim, teşvik veyönlendirilmesi ve gereğinde doğrudan yapılması devletin başlıca görevleri arasındadır”
ifadesi ile sosyal adaletçiliğe verilen önem, gösterilmeye çalışılmıştır.38
ANAP sosyal adaletçiliği, siyasal literatüre kazandırdığı meşhur kavramlardan biri olan “orta direk” söylemiyle gerçekleştirmek istemiştir. Ekonomide yapılmak istenenlerle orta direğin ekonomik durumunun iyileştirilmesi amacının
güdüldüğü savunulmuştur. Özellikle “orta direk” kavramı ile orta gelirli aileler
ve vatandaşları kasteden ANAP’ın, bu kesimin ekonomik olarak güçlü olmasını
istemesinin nedeni, nüfusun büyük bir kısmını bu orta direğin oluşturuyor olmasıdır.39
ANAP “orta direk” temelli sosyal adaletçiliğe, hem geniş bir seçmen kitlesini etkilemesi hem de ekonomi merkezli milliyetçilik hedefini gerçekleştirmesi bakımından önem vermiştir. Özal’a göre klasik “devlet baba” anlayışı terk
edilmeli ve onun yerine topluma hizmet sorumluluğuna sahip bir “devlet” an36 Duman, 2010, s.254.
37 Duman, 2010, s.257.
38 Köse, 2010, s.78.
39 Kabasakal, 2013, s.131-132.
99
ÖZAL’DA UZLAŞMA KÜLTÜRÜ: ANAVATAN PARTİSİ (ANAP)
VE DÖRT EĞİLİMİN BULUŞMASI
layışı getirilmelidir. Piyasa ekonomisi bakımından “hizmetkâr devlet”, devletin
ekonomik ve sosyal fonksiyonlarının en aza indirildiği anlayışı ifade etmektedir.
40
Ancak ekonomik ve sosyal fonksiyonları yetersiz bir devlette sosyal adaletçiliğin
uygulanması mümkün görülmemektedir.
Özal, sosyal adaleti varlıklı kişilerden daha fazla vergi alarak fakirlere yardım
etmek düşüncesine dayandırmıştır. Bunu da şöyle ifade etmiştir: “Biz sadece dar
gelirliye sübvansiyon yapıyoruz. Zengine sübvansiyon yapmaya karşıyız. Elektriği
de az kullanana düşük fiyatla satıyoruz. Çok kullanandan ise yüksek fiyat alıyoruz. Bu sayede hakiki sosyal adaleti gerçekleştirdik.” 41
Özal, sosyal gelişmeyi ekonomik gelişmede görmüştür. Sosyal adalet, fırsat
eşitliği ve refahın yaygınlaştırılmasını sosyal adaletin temel sacayakları görmüş ve
bütün bu süreçlerde bireyi daima ön plana çıkarmaya çalışmıştır. Özal’ın sosyal
politikalarının temeli “ortadirek”e yöneliktir. Sosyal adaleti, statü, eşitlik, özgürlük
olarak değil, onu dini bir çerçeve içerisinde, zekât, yardımlaşma gibi kavramlarla
beraber düşünmüştür. Bunu da “bizim sosyal adaletimiz, İslam dininden geliyor”
demek suretiyle ortaya koymuştur. Sosyal adaleti ‘siz tok yatarken komşunuzun
aç yatmasına gönlünüzün razı olmamasıdır’ şeklindeki hadise dayandırarak
anlatmaya çalışmıştır.42
Özal’ın lüks malların ithalinden aldığı vergilerle kurduğu, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu, sosyal adaleti gerçekleştirmek için geliştirilen en
güzel örneklerinden birisi olarak gösterilmektedir.
Dört Eğilim’in Getirdikleri ve Götürdükleri
12 Eylül’den sonra Turgut Özal’ın ortaya koyduğu anlayışın makul ve zamanın
şartlarına en uygun siyaset anlayışı olduğu söylenebilir. Özal, süreci iyi okuyarak ve uzlaşmacı bir tavırla siyaset arenasına girmiştir. Çünkü askeri darbenin
öncesinde toplumda huzursuzluk zirve yapmış, insanlar arasında düşmanlıklar
artmış, farklı düşüncelere tahammül ortadan kalkmıştır. Böyle bir sürecin akabinde Özal, toplumun en çok ihtiyacı olan birlik ve beraberliğe vurgu yapmıştır.
İdeolojiden uzak, ılımlı, uzlaşmacı politikalar üzerinde durmuştur. Özal’ın dört
eğilimi birleştireceğiz söylemleri de insanların kulağına hoş gelmiştir.
Özal, uzlaşmacı tavrının bir göstergesi olarak, devlet ve millet arasında ortaya çıkan ikilemleri azaltmaya veya ortadan kaldırmaya özen göstermiştir. Bu
amaçla; Cumhuriyet’i Osmanlıyla, Cumhuriyet’i İslam’la, toplumu birbiriyle ve
halkı siyasetle barıştırmaya çalışmıştır. Resmi ideolojinin eleştirisi üzerine kur40 Köse, 2010, s.78.
41 Duman, 2010, s.275.
42 Duman, 2010, s.274.
100
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
duğu siyaset anlayışıyla, farklı inanç ve kesimler arasındaki ayrılıkların ve kutuplaşmanın azalmasına ve uzlaşma kültürünün ortaya çıkmasına katkı sağlamıştır.
Özal, konuşmalarında ideoloji ve izm’ler taşıyan kavramları kullanmaktan kaçınmıştır. Meclis grubu çıkışında yaptığı konuşmada: “Dikkat ederseniz sağ-sol kelimelerini kullanmamaya, bu bizi eski kavgacı devreye götüreceği için bunları bile
kullanmamaya özellikle itina gösterdik. Memleketimizi aşırılıktan uzak, herkesin
serbestçe fikrini söyleyebileceği ve kavga etmeyeceği ‘benim fikrim doğrudur,
ölümüne bu fikri müdafaa ederim’ gibi bir iddiaya girişmeyeceği bir memleket
haline getirirsek, birbirimize saygı ve sevgi verirsek, emin olunuz, Türkiye’ye dışarıdan çok daha fazla imkân gelir.”43 Demiştir. Özal, ideolojik tartışmaya girmemeye, diyalog ve uzlaşmaya dayalı bir politika izlemeye bilinçli olarak dikkat
etmiştir.
Özal, toplumsal uzlaşma için çaba sarf etmiş, parti kurma aşamasında “dört
eğilimi birleştireceğiz” demek suretiyle siyasi duruşunu uzlaşma üzerine temellendirmiştir.
Işın Çelebi bir görüşmesinde Özal’ın: “1980 öncesi çatışmaları geride bırakıp uzlaşmayı sağlamak için tarlayı tekrar sürmek gerektiğinden, ürün almak,
hoşgörü ve uzlaşmayla olur” dediğinden bahseder. Kendisine de: “gel bu tarlayı
beraber sürelim ve ülkeyi verimli hale getirelim” dediğinde Işın Çelebi: “efendim
ben bir sosyal demokratım. Nasıl yapacağım ANAP’ta?” diye sorduğunu aktarır.
Özal’ın verdiği “İstersen Mao’nun oğlu ol, beni hiç ilgilendirmez. Bana iş yapacak adam lazım. Ben seninle çalışmak istiyorum.” cevabının Özal’ın siyasete
bakış açısını ortaya koyduğunu ifade eder.44
Özal, Türkiye’de zihniyet değişikliği yapmış ve uzlaşmanın yolunu açmıştır. Berlin duvarı yıkılmadan Türkiye’nin katı anlayış duvarları Özal’la beraber
yıkılmaya yüz tutmuştur. Özal’a göre siyaset, milleti bölen bir şey değil, müşterek noktalardan yola çıkılarak millete hizmet şeklidir. Özal, çatışmaların önünü
alacak projelere önem vermiştir. 1980 öncesi çatışmalarının yerine uzlaşmayı ve
mutabakatı esas alan bir siyaset anlayışını benimsemiştir. Özal aynı zamanda muhataplarını iyi dinleyen bir liderdir.45
Uzlaşmacı yanına vurgu yapılmakla birlikte Özal’ın tek adamlık arzusu olduğu da ileriye sürülerek “Benim ne yapacağımı kimse bilmez” dediği ifade edilir.
ANAP kurucusu ve ilk maliye bakanı olan Vural Arıkan: “Ben de bir zamanlar
Özal’ın arkasında, sessiz fasıl heyeti olarak bulundum” demiştir. Bunun dışında,
43 Duman, 2010, s.212.
44 Işın Çelebi, Türkiye’nin Dönüşüm Yılları (İstanbul: Alfa Yayınları, Nisan 2013), s.117-118.
45 Çelebi, 2013, s.121.
101
ÖZAL’DA UZLAŞMA KÜLTÜRÜ: ANAVATAN PARTİSİ (ANAP)
VE DÖRT EĞİLİMİN BULUŞMASI
perdenin önünde bulunan kişilerin sadece kukla olduğu, partinin dışarıdan gözüktüğü gibi olmadığı ve bakan seçilenlerin bu haberi radyodan ve televizyondan
öğrendiği bir bakan tarafından ifade edilmiştir. Bakanların koltuğa oturmadan
Özal’a tarihi olmayan istifa dilekçesi verdiği yönünde beyanlar da bulunmaktadır.46 Yapılan eleştirilerden birisi de, Özal’ın kendisine parmak kaldıracak adam
aradığı yönündedir. 29 Kasım 1987 genel seçimlerinden önce, kendisine üniversiteden bazı öğretim üyeleri milletvekili adayı olarak önerildiğinde Özal’ın:
“Onlar bize bir süre sonra sorun çıkarır. Bize önümüzdeki dönemde parmak kaldıracak adam lazım” dediği iddia edilir. Parti kulislerinde, kararlar zaten hazırdır,
boşuna gidip yorulmayın şimdiden imzayı basın gibi espriler yapılmıştır.47
Turgut Özal, 29 Ekim 1987 genel seçimlerinden sonra: “Partimizde dört
eğilim olduğunu söylemekten artık vazgeçelim. Bu başlangıçta söylenmiştir. O
zaman yepyeni bir parti olduğumuz için, nerelerden geldiğimizi anlatmak için
söylenmiştir. Artık dört eğilim yok; kaynaşmış bir ANAP var. Biz sağ ve sol aşırı
uçların dışında, orta direğin partisiyiz”.48 Demiştir. Özal, bu yaklaşımıyla parti
içerisinde farklı görüşte olan insanların tartışmalarının önüne geçmeyi düşünmüş
olabilir. Fakat Alptemoçin’e göre başlangıçtan itibaren ANAP içerisinde solun
esamesi dahi okunmamıştır. Kabinede sol kanattan Safa Giray ve Cavit kavak
gibi az sayıda kişi vardı. Dört eğilim daha çok söylem olarak kullanılmış, herkesi
kucaklıyoruz mesajı verilmiştir.49
Dört eğilimi birleştirme yaklaşımı ilerleyen zamanlarda bazı çatlakların ortaya çıkmasını engelleyememiştir. Milliyetçilik fikri tamam ama Özal, neden
muhafazakârlık Diyor diye eleştirenler olmuştur. Çünkü daha önceleri milliyetçi
ve mukaddesatçı söylemi tercih edilirken Özal’ın muhafazakârlık demesi o dönemde bazı insanları endişeye sevk etmiştir. Sağcı bir partinin sol söylemler kullanması da ayrı bir tartışma nedeni olmuştur.50 İl başkanlığı seçimlerinde de tartışmalar çıkmış, liste konusunda büyük kapışmalar yaşanmış, arada yumrukların
konuştuğu da olmuştur. Halil Şıvgın, Keçeciler’e: “ben ona karışmıyorum, gitsin
Konya’ya karışsın, o da Ankara’ya karışmasın” demiş hatta Keçeciler’i solcularla
lört etmekle suçlamıştır.51
Özal sonrası genel kongre çalışmalarında parti içerisinde bazı dengelerin değişme emareleri görülmüştür. Önde gelen isimler kendi fikri yapısındaki kişilerle
çalışmalar yapmışlardır. Mustafa Taşar, milliyetçilerle beraber hareket etmiş, Ke46 Cemal, 2013, s.97-98.
47 Cemal, 2013, s.101-103.
48 Cemal, 2013, s.150.
49 Alptemoçin, 2008, s.66-69.
50 Akyol, 2000, s.20.
51 Akyol, 2000, s.59.
102
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
çeciler, solcu ve muhafazakârlarla çalışma yürütmüştür. Genel başkanlığa Yıldırım Akbulut seçilmesiyle Özal, ılımlı isimlerin listeye alınmasını sağlamıştı. Mustafa Taşar, Halil Şıvgın’a başta kendi ili olmak üzere oy verdirmemiş ve aralarında
çekişme başlamış; bu kapışma devam etmiştir.52
Mesut Yılmaz’ın son kabinede yer alması ve arkasından Adnan Kahveci gibi
bazı isimlerin bakan olmasını engellediği yönündeki söylentilerin çıkmasıyla parti içerisindeki muhafazakârlar seslerini yükseltmişlerdir. Bu partiye özellikle milliyetçi, muhafazakâr ve inançlı insanlar oy vermektedir demişlerdir. Özal sonrası
dönemde Parti içerisinde dengeler değişmeye başlamıştır. Mesut Yılmaz ise geleceğe dönük hesaplar yaparak kendisi için engel gördüğü kişileri tasfiye etmeye
çalışmıştır. Bu şekilde ortaya çıkan tartışmalarla parti içinde cepheler oluşmuş ve
dört eğilim anlayışı büyük zarar görmüştür.53
ANAP’ın oy kaybetmeye başlamasında en belirleyici husus, hiç kuşkusuz
Özal’ın Cumhurbaşkanı seçilerek partiyi Yıldırım Akbulut’a bırakmasıdır. Bu
dönemde durağanlık baş göstermiştir. Zaman zaman Özal-Akbulut arasında
yaşanan ihtilalar muhalif olanları cesaretlendirmiş ve Özal’a yakın isimlerin de
başı çekmesiyle Mesut Yılmaz genel başkanlığa seçilmiştir. Yılmaz döneminde
parti iyice yıpranmıştır. Bu yıpranmada en büyük etken Yılmaz’ın Özal’ın ortaya koyduğu dört eğilimi tasfiye etmesidir denilebilir. Yılmaz, bu dönemde liberalleri merkeze almayı tercih etmiştir. 28 Şubat döneminde Yılmaz statükodan
yana olmuş ve Özal çizgisinden epeyce uzaklaşmıştır. ANAP sonraları toplumun
beklentilerini ve değişimini fark edemediği için iyice erimiştir. Özal’dan sonra
partide tam bir çöküş yaşanmıştır.54 Yılmaz’ın, muhafazakârlığın yerine laikliği,
milliyetçiliğin yerine ise milliyetçi sol diye yeni bir yaklaşım ortaya koyduğu
görülmektedir. Gerek Yılmaz’ın, gerekse diğer genel başkanların Özal kadar
karizmatik lider olamamaları dağılmada etkili olmuştur.
ANAP’ta, dört eğilimin dağılmasını 1987 yılından sonra dışarıdan partiye
sokulan şucular-bucular tarzındaki söylentiler hızlandırmıştır. Partide bazıları
için “işte bu liboş”, “bu muhafazakâr” tarzında ifadeler kullanılmıştır. Özellikle, 1987 ile 1991 arası ANAP’ın kan kaybetme dönemi olmuştur. Özal’ın “yem
borusunu kestiklerimiz” şeklindeki beyanıyla beraber partide ciddi bir muhalefet
oluştuğu ifade edilmiştir.55
52 Mehmet Baki, “Anavatan Efsanesinin Çöküşü”, Aksiyon Dergisi, 29 Eylül 2008, http://www.aksiyon.com.tr/
kapak/anavatan-efsanesinin-cokus-hikayesi_522840
53 Alptemoçin, 2008, s.147.
54 Akyol, 2000, s. 63-65.
55 Fatih Uğur, Özlenen Demokrat Turgut Özal (İstanbul: Zaman Kitap, 2011), s.113.
103
ÖZAL’DA UZLAŞMA KÜLTÜRÜ: ANAVATAN PARTİSİ (ANAP)
VE DÖRT EĞİLİMİN BULUŞMASI
ANAP’ın bir dönem genel başkanlığını yapan Nesrin Nas, 1987’den sonra
ANAP’ın, farklı düşünceden olanları bir araya getiren çoğulcu kimliğini kaybettiğini ve milliyetçi, muhafazakâr ve liberallerin sırayla kendi köşelerine çekildiğini
söylemiştir. Bunun yanında, parti içinde bir denge savaşının yaşanmasını ANAP
için dönüm noktası olarak değerlendirmiştir.56
Parti içerisinde yaşanan tartışmalar neticesinde, dört eğilim anlayışı tamamen ortadan kalkmış, ANAP da parti olarak erimiştir. Bu süreçte bazı kırılma
noktaları vardır. Bunlar şu şekilde sıralanabilir:
1. Turgut Özal’ın 9 Kasım 1989 yılında Cumhurbaşkanı olması ve başbakanlığı
düşük profilli bir lider olarak görülen Yıldırım Akbulut’a bırakması.
2. Semra Özal’ın, 28 Nisan 1991 yılında ANAP İstanbul İl Başkanı seçilmesi ve
bunun neden olduğu tartışmalar.
3. Mesut Yılmaz’ın 15 Haziran 1991 yılında genel başkan olması ve Özal misyonundan uzaklaşması.
4. Mesut Yılmaz’ın 28 Şubat 1997 yılında tarihe “post-modern darbe” olarak
geçen süreçte askerden yana tavır alması.
5. Erkan Mumcu’nun 27 Nisan 2007 yılında yapılan 11. Cumhurbaşkanlığı
seçiminde TBMM’yi boykot etmesi.
6. ANAP’ın 22 Temmuz 2008 yılında DP ile birleşemeyerek seçime girememesi.57
Sol ekolün temsilcilerinden olan Safa Giray, Özal’ın yanında sürekli olmasına rağmen hiçbir zaman onun gibi düşünmemiştir. Subayların ordudan atıldığı
ve her tarafta mağduriyetlerin konuşulduğu zamanda Mesut Yılmaz’la bir araya gelen Safa Giray: “Türkiye için tek korkulacak şey irticadır, bununla sonuna
kadar mücadele edeceğini” söylemiştir.58 Bunların yanında Bedrettin Dalan’ın
asıl oyları alan kendisi olduğu düşüncesiyle yaptığı çıkışları ve liderliğe soyunma
hamlesi, milletvekillerinin birbirine karşı sertleşmesi de dört eğilim anlayışının
bittiğinin göstergesi olmuştur.
Özal’ın Cumhurbaşkanlığına aday olmasıyla beraber istifa haberleri gelmeye
başlamış ve bazı milletvekilleri partiler arasında mekik dokumuşlardır. Özal,
genel başkanlık seçimi için salona geldiğinde, partinin kurucuları içinde yer alan
56 Mehmet Baki, “Anavatan Efsanesinin Çöküşü”, Aksiyon Dergisi, 29 Eylül 2008, http://www.aksiyon.com.tr/
kapak/anavatan-efsanesinin-cokus-hikayesi_522840
57 Mehmet Baki, “Anavatan Efsanesinin Çöküşü”, Aksiyon Dergisi, 29 Eylül 2008, http://www.aksiyon.com.tr/
kapak/anavatan-efsanesinin-cokus-hikayesi_522840
58 Akyol, 2000, s.186.
104
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
ve Özal’ın değer verdiği Veysel Atasoy ayağa kalkmamıştır. Onunla birlikte içinde
Necmettin Karaduman’ın da olduğu bazı milletvekilleri de aynı tavrı göstermişlerdir.59
ANAP, Özal demekti. 12 Eylül öncesinde kardeş kavgasıyla birbirine düşürülen Anadolu halkını göğsünün üstünde kilitlediği iki eliyle birleştirmiş, herkesin başbakanı olmuştu. 12 Eylül’ün çatışan taralarını ANAP’ta dört siyasi eğilimi
kucaklayarak birleştirdi. Özal, siyasetten önce ekonomi, bürokrasi ve iş dünyasına verdiği güveni, milletine ve onun geleceğine aşılamıştı. 1983-1989 arasında
değişimin dinamosu hâline gelen ANAP için, Özal’dan sonra aynı başarı söz konusu olmamıştır.60
Özal’ın dört eğilim anlayışı ile bir taraftan uzlaşma kültürüne katkı yaptığı
ifade edilirken, bir yandan da önceki dönemlerde devam eden kavgaların yok
edilmesinin söylemde kaldığı eleştirileri dile getirilmiştir.
Özal’ın, Türk demokrasisine katkıların yanında bazı zararlar da verdiği ileriye sürülmektedir. Bu görüşe göre Türkiye onun döneminde anti-demokratik
bir şekilde serbest piyasa ekonomisine yönlendirilmiş ve Türk halkı tüketim toplumu olmaya zorlanmıştır. Özal bunları yaparken başlarda askeriyenin desteğini
çok iyi kullanmış, daha sonra ise bir anda demokrasi havarisi kesilmiştir. Özal’ın
amacının bir daha solun ortaya çıkamayacağı bir düzen kurmak olduğu da iddialar arasındadır. 12 Eylül öncesinde sağ-sol çatışması ve sosyalizm-kapitalizm
çekişmesi yaşanmış, çatışmalardan sağ ve kapitalizm zaferle çıkmıştır. Özal belli
bir rota verilen geminin dümenine oturmuş ve rotayı fazla kırmadan geminin
yoluna devam etmesine yardımcı olmuştur.61
Sonuç
Turgut Özal, Türkiye’de siyasete yeni bir anlayış getirmiştir. Özellikle 12 Eylül’ün
sonrasında halkın ihtiyaçlarını ve özlemlerini çok iyi tespit etmiştir. Siyasette daha
önce kullanılan tüm kavramları yeniden yorumlamıştır. Yorumlamanın ötesinde
toplumun beklentilerinin neler olabileceğini iyi anlamış, ona göre politikalar geliştirmiş, siyasete yeni kavramlar ve yeni vizyon kazandırmıştır.
Dört eğilim anlayışıyla, siyasette yeni bir kapı aralamıştır. Dört eğilimin birleştirilmesi sayesinde kavgaların bitirilip, uzlaşmanın sağlanmasını ve insanların
tüm enerjilerini ülkenin menfaati için harcamalarını temin etmiştir. Özal, Türkiye’nin siyasi çekişmelerden çok çektiğini düşünmekte ve bunu önlemenin yolu
59 Akyol, 2000, s.164.
60 Mehmet Baki, “Anavatan Efsanesinin Çöküşü”, Aksiyon Dergisi, 29 Eylül 2008, http://www.aksiyon.com.tr/
kapak/anavatan-efsanesinin-cokus-hikayesi_522840
61 Ozan Örmeci, “Turgut Özal”, 12 Ağustos 2010,http://ydemokrat.blogspot.com.tr/2010/08/turgut-ozal.html
105
ÖZAL’DA UZLAŞMA KÜLTÜRÜ: ANAVATAN PARTİSİ (ANAP)
VE DÖRT EĞİLİMİN BULUŞMASI
olarak dört eğilimi birleştirmeyi görmekteydi. O dönem itibariyle böylesi bir
çaba oldukça cüretkâr bir yaklaşımdı. Darbe yönetiminin ülke ve siyaset üzerinde
ağır etkisi varken, toplumda bir bölünmüşlük varken düne kadar birbiriyle kavgalı kesimlerden yeni bir oluşum çıkarmaya çalışmak ciddi bir cesaret örneğidir.
Özal’ın ANAP bünyesinde dört eğilimi birleştirme çabası ve toplumda yeni
bir uzlaşı arayışı Türk insanında büyük kabul görmüştür. Darbe yapmış muktedir
bir devlet başkanı olan Kenan Evren başka bir partiyi işaret etmişken, milletin
Özal’ın ANAP’ını tercih etmesi bu kabulün onayı gibidir. Özal dört eğilimi bir
siyasi parti altında birleştirerek:
1980 öncesinde var olan siyasi ve ideolojik ayrışmayı, toplumsal kutuplaşmayı törpülemeyi ve insanları yeni hedeler, oluşumlar altında toplamayı başarmıştır
Siyasette ideolojik ve sert vurguları bir kenara bırakarak ortak geleceğe ve
ortak noktalara vurgu yapmış ve ülkenin enerjisini, potansiyelini ortak gelecek
etrafında buluşturmuştur.
Toplumun yönünü kamplardan, kavgalardan ekonomik gelişmeye, kalkınmaya, çalışmaya, üretmeye çevirmiş, kısır çekişmeleri bitirmek istemiştir.
Liberal, özgürlükçü politikalarla temel hak ve özgürlüklerde gelişmeler sağlamış, inançları, ideolojileri, görüşleri tehdit olmaktan önemli oranda çıkarmıştır.
Bu durum toplumsal barış ve huzura katkıda bulunmuş, devletle farklı toplumsal
kesimler arasındaki mesafe azalmıştır.
Milli ve müşterek kazanımlara dikkati çekerek, farklı eğilimleri aynı partide
toplayarak siyasete daha pratik ve pragmatik anlamlar yüklemesini bilmiştir.
Turgut Özal dört eğilim yaklaşımıyla ve uzlaşmacı siyasetiyle ülkeye yaklaşık
10 yıllık bir istikrar ve kalkınma dönemi kazandırmıştır.
Türkiye’de kamuoyu yoklamalarında, güven anketlerinde hep TSK önde çıkmakta ve toplum zor anlarda sorun çözücü olarak askeri görmekteydi. Turgut
Özal dönemi ANAP iktidarları, herkesi kucaklayan uzlaşmacı yaklaşımıyla, bütün ideoloji ve eğilimlere kucak açan tavrıyla farklı toplum kesimlerinin güven
duyduğu ve destek olduğu bir iktidar, siyasi hareket olmayı başarmıştır. Özal’la
birlikte sivil aktörlere ve siyasetin ürettiği çözümlere güven artmıştır.
Dört eğilimin ne kadar başarılı olduğu ve ANAP’ın hangi eğilimi ne kadar
bünyesinde barındırdığı, fırsat verdiği yönünde tartışmalar vardır. Ancak farklı
yorumlara rağmen Özal’ın genel başkanlığını yaptığı dönemde ANAP başarılı, birleştirici ve kucaklayıcı politikalar uygulamıştır. Dört eğilim anlayışı Özal
106
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
döneminde başarılı olmuş, ondan sonraki dönemlerde ise her eğilim kendi hizbini kurmaya yönelmiş, farklı eğilimler ve kişilikler arasında çatışmalar tezahür
etmiştir. Bu yönüyle ANAP’ta var olan uzlaşıyı, kucaklayıcılığı ve dört eğilimin
bir arada bulunmasını Özal’ın karizmatik liderliğine bağlamak, bu uyumu onun
kişisel çabalarının sürdürdüğünü söylemek yanlış olmayacaktır. Nitekim sonraki
liderler döneminde uyum çatışmaya dönüşmüş, tasfiyeler başlamış, rekabet kıyıcı
hale gelmiştir. Hizipleşmeler ve parti içi çatışmalar, müsamahasızlık zaman içinde
ANAP’ı tüketmiştir.
Özal’ın başarısında ve güçlü, uyumlu bir iktidar oluşturmasında dönemin
siyasi atmosferini de dikkate almak gerekir diye düşünüyoruz. ANAP kurulduğunda siyasi yasaklar nedeniyle tecrübeli siyasetçiler yasaklıydı ve Özal karşısında
güçlü rakipler yoktu. Diğer rakipler ve siyasetçiler karşısında Özal’ın bariz bir
üstünlüğü ve farkı vardı. Ayrıca 12 Eylül öncesi yaşananlar toplumun hafızasında
olduğu için çatışmacı, kavgacı dil ve üsluba toplum prim verme düşüncesinde değildi. Böylesi bir ortamda millet Özal’ı, birleştirici söylemleri olan yeni bir lideri
tercih etti. Ona güvendi iktidar yaptı ve iktidarda tuttu. Ancak siyasi yasakların
kalkmasından ve eski liderlerin siyasete dönmesinden sonra Özal’ın ve ANAP’ın
işi zorlaştı. Artık karşısında merkez sağda siyaset yapan, aynı toplumsal kesime
hitap eden, politikanın cambazı Süleyman Demirel vardı. Nitekim Demirel’in
yoğun ve ağır muhalefetinin Özal’ı ve ANAP’ı sarstığı bir gerçekliktir. Bu dönemin, ANAP içindeki tartışmaların arttığı, iktidarın yorulup yozlaşmaya başladığı
bir zamana denk gelmesi Parti’nin çözülme sürecini hızlandırmıştır. Özal köşke
çıktıktan sonra Özal’sız bir ANAP, Demirel’li Doğru Yol Partisi (DYP) ile mücadele edememiş ve hızla erime sürecine girmiştir.
Turgut Özal ve Özal’lı ANAP iktidarları Türkiye’nin içe kapanık yüzünü
dışa açmıştır. Bu dönemde hem İslâm dünyasıyla iyi ilişkiler kurulmuş hem de
batıyla işbirliği geliştirilmiştir. Avrupa birliğine girmek için büyük çaba sarf edilmiştir. Özal halka hizmet, Hakka hizmettir, anlayışıyla ülkenin kalkınması için
çalışan herkesin önünü açmaya çalışmıştır. Bürokrasiyi azaltmış ve teşebbüs hürriyetine büyük önem atfetmiştir.
Köklü toplumsal reformları gerçekleştirmek için toplumun desteğini almak
şarttır. Özal, bu desteği almanın yolunun dört eğilimi birleştirip, bir mozaik oluşturmaktan geçtiğini ifade etmiştir. Özal, daha önce birbirine kurşun sıkanları,
barış için aynı partide birleştirmeyi başarmıştır. Bu başarısının temelinde uzlaşmacı kişiliğinin olduğu söylenebilir.
107
ÖZAL’DA UZLAŞMA KÜLTÜRÜ: ANAVATAN PARTİSİ (ANAP)
VE DÖRT EĞİLİMİN BULUŞMASI
Turgut Özal, ortaya koyduğu dört eğilim anlayışıyla Türk siyaset anlayışını
etkileyen ve dönüştüren bir liderdir. Özal, statükoyu değiştirmeye çalışan bir reformcuydu. Siyasette yenilikçi olmayı benimsemiş, yeni bakış açıları ortaya koyarak, uzlaşma kanalları açarak Türk siyasetini derinden etkilemiştir. Özal’ın siyaset
tarzı, toplumla ilişkileri, kucaklayıcılığı, birleştiriciliği kendisinden sonraki siyasetçileri de etkilemiş, özellikle merkez sağda siyaset yapan siyasetçiler bir şekilde
Özal’a vurgu yapma, Özal’ı referans alma ihtiyacı duymuştur.
108
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Kaynakça
Akyol, Mehmet, Beni Çok Ararsınız (Ankara: Akçağ Yayınları, 2000).
Alptemoçin, Ahmet Kurtcebe, Özallı Yıllar Bir Rüyanın Ardından (Ankara: Gökçe Ofset,
2008).
Baki, Mehmet, “Anavatan Efsanesinin Çöküşü”, Aksiyon Dergisi, 29 Eylül 2008, http://
www.aksiyon.com.tr/kapak/anavatan-efsanesinin-cokus-hikayesi_522840.
Barlas, Mehmet, Turgut Özal’ın Anıları (İstanbul: Birey Yayıncılık, 1994).
Cemal, Hasan, Özal Hikâyesi (İstanbul: Everest Yayınları, 2013).
Çavuşoğlu, Hüseyin, “Anavatan Partisi İle Doğru Yol Partisi›nin Karşılaştırmalı Analizi”,
2010, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, http://sbe.gantep.edu.tr.
Çavuşoğlu, Hüseyin, “Merkez Sağda 27 Mayıs ve 12 Eylül Sonrası Partileşme” Balıkesir
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt. 12, Sayı 22, 2009, s.170.
Çelebi, Işın, Türkiye’nin Dönüşüm Yılları, (İstanbul: Alfa Yayınları, Nisan 2013).
Duman, M. Zeki, Türkiye’de Liberal Muhafazakâr Siyaset ve Turgut Özal (Ankara: Kadim
Yayınları, 2010).
Eştürk, Özlem, “Türkiye’de Liberalizm: 1983-1989 Turgut Özal Dönemi Örneği”,
(Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Mustafa Kemal Üniversitesi, 2006).
Gökmen, Yavuz, Özal Sendromu (Ankara: Verso Yayıncılık,1992).
Güven, Mustafa, 23 Nisan 2013, http://akademikperspektif.com/2013/04/23/turgut-ozal-ve-dis-politikasi/.
Kabasakal, Mehmet, “Türkiye’de Siyasal Partiler”içinde, Deniz Demircioğlu, der.,Anavatan Partisi(İstanbul: Es Yayınları, 2013).
Kiriş, Hakan Mehmet, “Türk Parti Sisteminde 1980 Sonrası Kutuplaşma ve Dinamikleri”, (Basılmamış Doktora Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, 2010).
Kiriş, Hakan Mehmet, “Türkiye’de Rekabetçi Siyasal Partilerin Dönüşümü: Post-80 Sisteminde Eski Yeni Partilerin Yükselişi ve Düşüşü”, Toplum ve Demokrasi, Yıl 6, Sayı 1314, Ocak-Aralık, 2012.
Köse, Muhammed Ali, “Anavatan Partisinin Siyasal İdeolojisi” (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Dumlupınar Üniversitesi, 2010).
Örmeci, Ozan, “Turgut Özal”, 12 Ağustos 2010, http://ydemokrat.blogspot.com.
tr/2010/08/turgut-ozal.html.
Uğur, Fatih, Özlenen Demokrat Turgut Özal (İstanbul: Zaman Kitap, 2011).
http://www.anavatanpartisi.org.tr/?page_id=45.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Anavatan_Partisi.
109
ÖZAL’IN GÜNEYDOĞU SORUNUNA YAKLAŞIMI
Seydali EKİCİ*
Turgut Özal, Türkiye’de siyasi, kültürel ve ekonomik alanlarda iz bırakmış bir
şahsiyettir. Ülkemizin yakın tarihinde dönüm noktası denilebilecek birçok olayın
baş aktörü olmuştur. Fikirleri yaşadığı dönemi etkilemekle kalmamış, günümüzde de birçok kişi tarafından tartışılmaya ve kullanılmaya devam etmiştir. 1993 yılında vefat etmesinden sonra hakkında çok sayıda araştırma yapılmıştır, ancak fikirlerinin ve düşüncelerinin tam olarak anlaşıldığı ve akademik düzeyde yeterince
incelendiği söylenemez. Çünkü Özal, yaşamı boyunca hem sıradan hem de çok
farklı birisi olmayı başarmıştır. Belki de yakın tarihe damgasını vurmasının altında yatan en önemli özelliği de farklı olmasıdır. Yaşadığı dönemde ve günümüzde
çok sevenleri olduğu gibi kendisini beğenmeyen, hatta onu birçok olumsuzluğun
sebebi olarak gören insanlar da olmuştur. Dolayısıyla Turgut Özal hakkında farklı
hükümler veren kişilerin onun hakkında yeterli bilgiye sahip olmadıkları ya da
yapmak istediklerini tam olarak anlayamadıkları düşünülebilir.
Türkiye’nin daha çok iktisadi alanda yeniliklere kavuşmasını sağlayan
Özal’ın, tabii olarak en çok bu alandaki fikirleri tartışılmıştır. Sosyal, kültürel
ve siyasal alanlarda da birçok görüş ve çalışmaları olmasına rağmen, Türkiye’nin
o günler için en önemli önceliği ekonomi olmasından dolayı, diğer alanlarda
yaptığı konuşmalar çok dikkati çekmemiştir. Sadece basının ilgisini çekecek sansasyonel beyanlar ve olaylar haberleştirilmiş ve kamuoyu tarafından anlık olarak
tartışılmıştır. Günümüzde ekonomik alanda Özal dönemine göre ciddi ilerlemeler kaydedildiğinden, o dönemde konuşulmayan ekonomi dışındaki konular
yeniden önem kazanmıştır. Bu başlıklardan en önemlisi, pek çok kişi tarafından
yeterince bilinmeyen ya da yanlış bilinen Özal’ın Güneydoğu sorunu hakkındaki
görüşleridir.
Bu çalışma, son 30 yıldır ülkemizin gündeminde yer alan, ekonomik, siyasi,
sosyal ve kültürel yönlerden ülke gündemini etkileyen, Güneydoğu sorunu ya
da Kürt sorunu olarak adlandırılan meseleyi Özal’ın perspektifinden incelemeyi
amaçlamaktadır. Turgut Özal, Güneydoğu sorununun kökten çözülmesini çok
arzulamıştır. Çözüm adına düşündüğü tüm adımlarda Özal’ın olaylara farklı bir
bakış açısına sahip olmasının yanında çok iyi bir durum analizi yapması ön plana
* Doktora Adayı, Gazi Üniversitesi Siyaset ve Sosyal Bilimler ve İngilizce Okutmanı, Turgut Özal Üniversitesi
Yabancı Diller Yüksekokulu.
111
ÖZAL’IN GÜNEYDOĞU SORUNUNA YAKLAŞIMI
çıkmıştır. Turgut Özal’ın terör koordinasyonu için görevlendirdiği eski bakanlarımızdan Hasan Celal Güzel, yapılan mülakatta1 Özal’ın Güneydoğu bölgesi ve
halkı hakkında ne tür düşüncelere sahip olduğunu şu şekilde belirtmiştir:
“Özal, meseleye hiçbir zaman Kürt sorunu dememiştir. Annesi, babası Türkmen
olan bir aileye mensup idi. Kürtlerle empati kurmaya çalışmıştır örneğin benim
teyzem de Kürtçe konuşuyor demiştir. Ancak kendisi Kürtçe bilmezdi. Türkiye’de
yaşayan herkesin kardeş olması gerektiğini düşünürdü. Birçok ekonomik proje ile
Güneydoğu’ya yatırım götürmüştür. Bunu severek yapardı. Özal, en fazla Güneydoğu’ya gitmiştir. Bu PKK’yı çileden çıkarıyordu. Özal’ın iyi niyetini hem Kürt
hem de Türk vatandaşlar anladı ama diğer kurumlara anlatamadı. Askeri seven,
onlarla iyi diyalog kuran biriydi ancak askere dediğini her zaman yaptıramadı.”
Nitekim Turgut Özal sonrası dönemde yaşanan olumsuzluklar onun bakış
açısını ve olaylara yaklaşımını kıyaslamamız için yeterlidir. Özal’ın kabinesinde
Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı olarak görev alan çalışma arkadaşı Işın Çelebi, Özal sonrası dönemde yaşananlarla ilgili önemli tespitlerde bulunmuştur.
Çelebi, “1993 sonrası süreçte yaşanan faili meçhul cinayetler büyük acılara yol
açtı. Bu tarihten sonra Güneydoğu bir kalkınma ve gelişme bölgesi yerine terör bölgesine dönüştü. Köyler yakıldı, insanlar göçe zorlandı” demiştir2. Ancak
Özal’ın Güneydoğu sorununu çözme konusundaki istek ve çabası herkes tarafından kabul görmemiş ya da tam olarak anlaşılamamıştır.
Özal Dönemi Güneydoğu Raporları
Turgut Özal, cumhurbaşkanı olduktan sonra da Türkiye’nin siyasi ve ekonomik
olarak ilerlemesinin önünde en büyük engel olarak duran Güneydoğu sorununun çözümü için çabalamıştır. Örneğin, Güneydoğu’ya yaptığı bir geziden dönen
Cumhurbaşkanı Özal, 14 Ekim 1991 tarihinde yaptığı bir konuşmada “Kürt meselesini mutlaka çözeceğim. Bu, benim milletime yapacağım son hizmetim olacaktır” demiştir.3 Özal sorunun çözümü bağlamında yoğun çalışmalar yapmıştır.
Sorunun çözümü için Özal döneminde üç tane rapor hazırlanmıştır.4 Raporların birincisi 1992 yılının Ocak ayında hazırlanmıştır. “Kürt Sorunu-Güneydoğu
Anadolu’daki Durum ve Çözüme Yardımcı Olabilecek Öneriler” adını taşıyan 10
sayfalık rapor, aynı zamanda kendisinin sözcülüğünü de yapan Büyükelçi Kaya
Toperi ve başyaveri kurmay Albay Aslan Güner tarafından hazırlanmış ve Özal’a
1 Hasan Celal Güzel ile yapılan röportaj, 30 Mayıs 2013, Ankara
2 Işın Çelebi, Dağdan İniş – Türkiye’nin Dönüşüm Yılları: Yeniden Öğrenme Zamanı (İstanbul: Alfa Yayınları,
2012), s. 278.
3 Mahmut Övür, “Siyasetçiler 20 yıl önce ne dediler?”, Sabah, 8 Ocak 2012, http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/
ovur/2012/01/08/siyasetciler-20-yil-once-ne-dediler.
4 Raporların asıllarının incelenmesi ile ilgili olarak Cumhurbaşkanlığı’na yapılan başvuruya Genel Sekreterlik
tarafından arşivlerinde bahse konu raporlar yer almadığına dair resmi yazı ile cevap verilmiştir.
112
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
sunulmuştur. İkinci rapor, yine 1992 yılında Özal’a sunulmuştur. Mayıs ayında
hazırlanan bu rapor, Özal’ın en yakın çalışma arkadaşlarından, hükümette Maliye bakanlığı yapmış, Anavatan Partisi’nin kurucularından Adnan Kahveci tarafından hazırlanmıştır. Adnan Kahveci’nin hazırladığı 13 sayfalık raporun ismi
oldukça manidardır. “Kürt Sorunu Nasıl Çözülmez: Bir Çözüm Paketi Önerisi”
adlı bu rapor, daha öncekilerden çok farklı bir bakış açısı ile kaleme alınmıştır.
Özal için hazırlanan son rapor ise o yıllarda Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri
olan Orgeneral Kemal Yamak tarafından hazırlanmıştır.
Her üç raporda üzerinde durulan ortak konu, devletin terör ile mücadelesine
ciddi şekilde gitmesi gerektiğidir. Ancak terörle mücadelenin yanında raporlarda
o güne kadar dile getirilmeyen çok farklı çözüm önerileri de yer almıştır. Kaya
Toperi ve Aslan Güner tarafından hazırlanan ilk raporda ezber bozan tespitler yapılmıştır. Örneğin, “Bu meseleye bir çözüm bulamazsak, büyük hatta orta devlet
olma şansımızı kaybetme ihtimali mevcut olduğu gibi, zayıf ve perişan hale gelmemiz de muhtemeldir. Terörle mücadele ediyoruz derken, halkın ciddi şekilde
rahatsız edildiği, hırpalandığı, hatta küstürüldüğü göz önünde bulundurulmalıdır”5 denilerek halkın sorunun çözümü için önemli bir faktör olduğu vurgulanmıştır.
Adnan Kahveci tarafından hazırlanan raporda sorun için “Güneydoğu ateşi”
ifadesi kullanılmış ve devletin akılcı adımları ile 5-10 yıl içinde çözülebileceği
belirtilmiştir. Raporda, siyasi genel aftan, dil ve kültürel hakların tanınmasına,
Bask modelinden Türkiye’nin ulus-devlet modelinin değiştirilmesine kadar pek
çok öneri yer almıştır.6
Üçüncü raporu hazırlayan Kemal Yamak Silahlı Kuvvetler’de görev yapmış
emekli bir orgeneraldir. Raporunda bazı sorular üzerinden konuya dikkat çeken
Yamak’ın soruları, günümüzde geçerliliğini hala korumaktadır. Örneğin Kemal
Yamak’ın sorduğu «İki yüzyıla yakın bir süredir fasılalarla meydana gelen bu
olaylarda bölgeyle ilgili olarak takip edilen politika, yapılan planlama ve uygulama
doğru ise neden bu sonuca ulaşılmıştır?» sorusu bugün herkes tarafından dile
getirilmektedir. Ayrıca raporun yazarı Orgeneral Yamak›ın bu süreçte, 1987-89
yılları arasında Kara Kuvvetleri Komutanlığı yapmış olması hazırlamış olduğu
metni daha da önemli kılmaktadır.
5 Faruk Mercan, “Devletin Kasasındaki Üç Kürt Raporu”, Aksiyon, 17 Nisan 2006, http://www.aksiyon.com.tr/
kapak/devletin-kasasindaki-uc-kurt-raporu_512107.
6 Cengiz Kapmaz ve Dinçer Gökçe, “Tozlu Ralarda Unutulan Kürt Raporları”, http://dincergokce.blogcu.com/
tozlu-ralarda-unutulan-kurt-raporlari/3138422.
113
ÖZAL’IN GÜNEYDOĞU SORUNUNA YAKLAŞIMI
Devlet-Güneydoğu İlişkileri ve Özal
Türkiye, Güneydoğu ve Kürt sorunu ile ilgili olarak ilk kez 1991 yılında ülke dışındaki Kürt liderlerle Dışişleri Bakanlığı personeli vasıtasıyla görüşme yapmıştır.
Talabani ve Barzani Türk devleti tarafından ilk defa resmen muhatap alınmıştır.
Bu çok önemli bir gelişmedir ve Özal bunu -kendine özgü üslubuyla- resmi bir
ziyaret için Moskova’ya giderken uçakta ayaküstü açıklamıştır.7 Özal’ın Celal Talabani ile 12 Mart 1991’de Çankaya Köşkü’nde görüşmesi, soruna farklı bir bakış
açısıyla yaklaştığının bir göstergesidir. Bu görüşmeden sonra Özal’ın bu sorunu
çözmek için geniş bir federasyon modeli konusunu dile getirdiği ve kapsamlı bir
af çıkarılmasını istediği öne sürülmüştür. Mesut Barzani’nin MİT (Milli İstihbarat Teşkilatı) ile yaptığı çeşitli görüşmelerden sonra Irak Kürtlerinin, PKK ile mücadelede Türkiye ile ortak hareket etme kararı aldığı belirtilmiştir. Bunun altında
yatan neden Özal’ın Kürtlere özerklik vereceğini Talabani’ye söylediği iddiasıdır. Çünkü Talabani konu ile ilgili olarak 26 Mart 1991’de Der Spiegel dergisine
bir açıklama yaparak Özal’ın kendisine böyle bir söylemde bulunduğunu iddia
etmiştir. Özal, Güneydoğu bölgesine komşu İran, Irak, Suriye gibi devletlerle
ekonomik işbirliğini geliştirerek sorunsuz bir dış politika izleme yoluna gitmiştir.
Örneğin, güneydoğudaki komşumuz Suriye’yi otuz yıldır ziyaret eden ilk Başbakan sıfatını da Özal kazanmıştır. Özal’ın umudu, Suriye ile ekonomik ilişkileri
geliştirerek arayı yumuşatmak ve Türkiye’ye yönelik PKK gibi bölücü hareketlerin bu ülkeden gördüğü desteği en aza indirmek, hatta sona erdirebilmektir.8
Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın askeri güç kullanımı dışındaki önerilerini
belirtmesinden sonra bölgede birden olaylar patlak vermeye başlamış ve yapılan
eylemler yeni gerginliklerin oluşmasına neden olmuştur. Fakat Özal hiçbir şekilde geri adım atmayarak konunun çözümü hakkında kararlı olduğunu yaptığı bir
Güneydoğu gezisinden sonra şu sözlerle belirtmiştir: “Kürt meselesini mutlaka
çözeceğim. Bu benim milletime yapacağım son hizmetim olacaktır.”9
Ancak bu sözler de ortamın yatışmasına vesile olmamış hatta o sıralarda meclise DEP milletvekili olarak girenlerin Kürtçe yemin etmek istemeleri ile gerilim
daha da artmıştır. Tüm bunlara rağmen Özal, çözümün şiddetle sağlanamayacağına inancının bir yansıması olarak Kaya Toperi ve Arslan Güner’e 10 sayfalık
bir Kürt raporu hazırlatmıştır. Hazırlanan raporda, karşılaşılan sorunun, basit bir
terör olgusunun çok ötesinde olduğu ifadeleri yer almıştır.
7 Hasan Cemal, Kürtler (İstanbul: Doğan Egmont Yayıncılık, 2010), s. 135.
8 Hasan Cemal, Özal Hikâyesi (İstanbul: Doğan Kitapçılık, 2004), s. 321.
9 Duvaklı, 2009.
114
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Turgut Özal, Mart 1992’de DEP milletvekilleri Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve
Orhan Doğan’dan oluşan heyeti Köşk’te kabul ederek bir görüşme yapmıştır. Sırrı Sakık, görüşmeden sonra Özal’ın kendilerine genel af çıkarıp sorunu kökünden çözeceğini belirttiğini söylemiştir. 13 Mart 1992 tarihinde yapılan MGK
(Milli Güvenlik Kurulu) toplantısında Özal, hazırlanan raporu gündeme getirerek sorunun çözümü için genel afı da içeren siyasi ve sosyal adımlar atılmasını
istemiştir.10
Özal’ın çözüm için yoğun çaba gösterdiği bu zaman diliminde terör örgütü
eylemlerini daha da artırmıştır. PKK, 1992 Nevruz kutlamalarında halkı provoke
ederek bölgesel bir ayaklanma gerçekleştirmek istemiş ancak bu girişim, resmi
kayıtlara göre 57, sivil toplum örgütlerinin açıklamalarına göre ise 113 kişinin
ölümü ile neticelenmiştir.
Sorunu çözmekte kararlı olan Özal, Adnan Kahveci’den Güneydoğu ile ilgili
yeni bir rapor hazırlamasını istemiştir. Kahveci, bu talep üzerine “Kürt Sorunu
Nasıl Çözülmez?” başlıklı bir rapor hazırlayarak bu raporu Mayıs 1992de Özal’a
sunmuştur. Raporda “Askeri yöntemle hiçbir ülke çözüme ulaşamamıştır. Bugün
Kürt sorunu siyasal bir kriz halini almıştır. Cesur siyasal adımlara ihtiyaç vardır.
Bu nedenle Kürt realitesi, Kürt kimliği ve dili hızla kabul edilerek, Kürtler’in siyasal hakları verilmelidir” ifadeleri yer almıştır.11 Raporun sunulmasından bir yıl
sonra Kahveci, şüpheli bir trafik kazasında hayatını kaybetmiştir.
Hazırlanan yeni rapor, Özal tarafından MGK toplantısında tartışmaya açılmıştır. Özal, TRT GAP kanalından Kürtçe yayını yapılmasını, Kürtçe eğitimin
serbest bırakılmasını isteyerek “Ben karşıyım ama federasyonu bile tartışmalıyız”12 demiştir. Bu haberlerin medyada yer almasıyla birlikte terör eylemleri yeniden artış göstermiştir. Bölgede yol kesme, köy basma, karakollara saldırma ve
suikastlar gibi birçok provokatif olay gerçekleştirilmiştir. Olaylar devam ederken
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri emekli Orgeneral Kemal Yamak tarafından
bir rapor daha hazırlanmıştır. Raporda, “Bu mücadelenin sadece asker ve güvenlik güçleri ile yapılması, hem yetersiz hem yanlış hem de noksan bir uygulamadır” tespitine yer verilmiştir.
O sıralarda PKK-devlet ilişkisini irdeleyen bir kitap üzerinde çalışan Uğur
Mumcu, bombalı bir saldırı sonucu öldürülmüş ve suikastın üzerinden bir ay
10 “Devletin PKK ile ilk teması”, Al Jazeera, 26 Aralık 2013, http://www.aljazeera.com.tr/dosya/devletin-pkk-ile-ilk-temasi.
11 Ömer Şahin, “O MGK›da 1200 kişilik liste vardı”, Radikal, 13 Aralık 2011, http://www.radikal.com.tr/politika/o_mgkda_1200_kisilik_liste_vardi-1072339.
12 Melik Duvaklı, “Asimetrik psikolojik provokasyon”, Aksiyon, 14 Aralık 2009, http://www.aksiyon.com.tr/
kapak/asimetrik-psikolojik-provokasyon_525659.
115
ÖZAL’IN GÜNEYDOĞU SORUNUNA YAKLAŞIMI
bile geçmeden Suriye, İran ve Irak dışişleri bakanlarıyla PKK’nın bitirilmesi için görüşmeler yapan Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis
de şüpheli bir uçak kazasında hayatını kaybetmiştir. Bunun üzerine Anavatan
Partisi, Şubat 1993’te Güneydoğu’daki faili meçhulleri araştırmak üzere Eyüp
Aşık başkanlığında bir heyet oluşturmuştur. Heyet başkanı Eyüp Aşık, basına
şu açıklamalarda bulunmuştur: “Son bir yılda bölgede 600 faili meçhul cinayet
işlenmiştir. Vatandaş, PKK-Hizbullah ve güvenlik güçleri arasında ezilmektedir.”13
Bu arada Turgut Özal, Başbakan Süleyman Demirel’e Kürt sorununun çözümüne ilişkin siyasi ve sosyal önerilerini sunduğu bir mektup göndermiştir. Daha
sonra örgüt 23 Mart 1993 tarihinde tek taralı ateşkes ilan ettiğini duyurmuştur.
Ancak Özal, çabalarını sonuçlandıramadan 17 Nisan 1993’te geçirdiği kalp krizi
sonucunda vefat etmiştir.
Turgut Özal’ın vefat etmeden önce Demirel’e bıraktığı vasiyetname niteliğindeki mektup ile ilgili olarak Aziz Üstel’in yazısında yer alan ifadelere bakmakta fayda vardır. Özal, terör örgütüne verilen desteğin arttığını belirttikten
sonra, “Bölgede var olan karakol ve tesislerin zaman yitirmeksizin onarılması,
güçlendirilmesi gerekmektedir. Terör örgütü dağlık kesimde olduğunca kırsalda
da devletin yanında, hatta onun ötesinde, ikinci bir seçenek oluşturmaya başlamıştır. Nitekim bazı yerlerde teröristler vergi toplamaktan yargıya kadar devletin
görevlerini üstlenmektedir”14 diyerek PKK’nın dağdan ovaya indiğini anlatmış ve
adını koymaksızın KCK yapılanmasının ne kadar tehlikeli olabileceğine dikkat
çekmiştir.
Özal’ın Güneydoğu Sorunu Politikası
Turgut Özal Türkiye’nin yakın tarihine yaptığı farklı uygulamalara damgasını
vurmuş birisidir. Başbakanlık yaptığı dönemlerde o dönemlere kadar denenmemiş
birçok uygulamayı gerçekleştirmiştir. 21. yüzyıl dünyasında bölgesinin lideri ve
dünyaya yön veren ülkeler arasında yer alacak bir Türkiye için objektif şartların
yer aldığını vurgulayan Özal, Türk toplumunun önüne koyduğu hedelerle,
Türkiye’nin geleceğinde de haklı bir yer kazanmıştır.15
Turgut Özal’ın ilk icraatları ekonomi ile ilgili olmuştur. Özal ekonomik refahın Güneydoğu sorunun çözümünde önemli bir payı olduğunu düşünmüştür,
bu yüzden bölge ile ilgili geliştirdiği siyasal, sosyal, ve güvenlik politikalarında
ekonomik tedbirler önemli yer tutmuştur. Turgut Özal tüm Türkiye için transfor13 Duvaklı, 2009.
14 Aziz Üstel, “Turgut Özal’ın Demirel’e Kürt Vasiyeti”, Star, 10 Aralık 2012, http://haber.stargazete.com/
yazar/turgut-ozalin-demirele-kurt-vasiyeti/yazi-710601.
15 Faruk Mercan, Turgut Özal: Bir Dönemin Hikâyesi (İstanbul: Zaman Cep Kitapları, 2001), s. 37.
116
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
masyon diye adlandırdığı değişimi her alanda gerçekleştirmek istemiştir. Özal’ın
Güneydoğu sorunu ile ilgili düşüncelerini Özal’la birlikte siyasete başlayan ve
17. ve 18. dönem Muş milletvekilliği yapan Alaattin Fırat şu şekilde belirtmiştir:
“Terörle mücadelede birkaç basamaklı tedbirler uygulanmaya başlandı. Bu
politikanın ilk ayağı, teröre bulaşmamış bölge insanını korumak, mümkün olduğunca Kürt kökenli vatandaşlarımızın terörden zarar görmemesini
saylayabilmekti. Özal’ın hassasiyeti, bu mücadelede Türk–Kürt etnik çatışmasına
yol açılmamasıydı. PKK ile mücadele sürdürülürken devlet bölgede etnik bir
çatışmaya yol açmamalıydı. Türk–Kürt kardeşliğini bozmamalıydı. Dikkat ettiği
önemli hususlardan biri de buydu. Diğer husus ise Türk–Kürt beraberliğini, uzun
yıllardan beri devam eden bu kardeşliği ön plana çıkarabilmekti. Terörü besleyen
alt yapının yok edilmesi ve bölge insanının kucaklanması gerekliliğini Özal’ın en
temel politikaları içinde sayabiliriz.”16
Türkiye’nin devlet olarak Kürtlerin varlığını inkâr etme politikasını tersine çevirmede Turgut Özal’ın etkisinin olduğu kuşkusuzdur. Mart 1991’de Özal,
Kuzey Irak’taki Kürt liderlerle görüşerek yeni bir teamül başlatmıştır. Özal, Kürt
sorununun açıkça tartışılmasını teşvik etmiştir. Nisan 1992’de Kürtçe televizyon
ve radyo yayınına izin verilmesinin ve Kürtçe’nin okullarda ikinci dil olarak öğrenilmesinin, hükümetin Kürt sorunuyla daha etkili başa çıkmasına yardımcı olabileceğini bile öne sürmüştür.17 Özal öncelikle Güneydoğu sorunu ile ilgili bakış
açısının değiştirilmesi gerektiğini belirterek “Terör başkadır, Güneydoğu sorunu
başka bir meseledir. Ama burada elverişsiz bir durum var. Bu iki mesele, birbirleri
ile bağlantılı. Çünkü terörün silahındaki parmağın sahibi, kendisini Güneydoğu
sorununun bir parçası olarak görüyor” demiştir.18
ANAP hükümetlerinde çeşitli bakanlıklarda bulunmuş ve dört dönem Manisa milletvekilliği yapmış Ekrem Pakdemirli, Özal’ın Güneydoğu sorununa çok
farklı bir açıdan yaklaştığını ve meseleyle ilgili olarak ileriye dönük önemli öngörülere sahip olduğunu belirtmiştir:
“Bir gün rahmetli Özal yakın arkadaşlarının olduğu bir ortamda dedi ki “Arkadaşlar, bu Avrupalılar, Amerikalılar er geç bu Kürt devletini kurduracaklar. Birincisi, biz buradan yara almamak ve zarar görmemek için bu işi bizim güdümümüzde
götürebilir miyiz? Yani bu Kürt devleti bizim güdümümüzde kurulursa, daha iyi
değil mi? İkincisi, buna ‘Evet’ demiyorum ama tartışalım, kurulacak olan Kürt
devleti gelir Türkiye’ye bağlanır ve federasyon olursa daha iyi olmaz mı? Yani
16 Yusuf Tümtürk, Yeni Türkiye’nin Mimarı: Turgut Özal (Ankara: Turgut Özal Düşünce ve Hamle Derneği,
2008), s. 120-121.
17 Kemal Kirişçi ve Gareth, M. Winrow, Kürt Sorunu Kökeni ve Gelişimi (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları,
1997), s.141.
18 Mehmet Barlas, Turgut Özal’ın Anıları (İstanbul: Birey Yayıncılık, 2001), s.151.
117
ÖZAL’IN GÜNEYDOĞU SORUNUNA YAKLAŞIMI
Türkiye Cumhuriyeti kendi haritasında, onlar da Irak’ın kuzeyinde kendi haritasında ama bize bağlı bir Kürt federasyonu. Ne dersiniz?” dedi. Bana göre anormal bir durum yoktu ve çok makul bir öneriydi. Ama yer gök inledi. Süleyman
Bey ve arkadaşları Turgut Bey’e vatan hainliğini bile yakıştırdılar. Hâlbuki şimdi
düşünüldüğünde KKTC’den farklı bir şey olmayacaktı ki. Ve şimdi yaşanan bu
sorunların hiç biri yaşanmamış olacaktı.”19
Günümüzde yaşananlar göz önüne alındığında Özal’ın bu düşüncelerinin
yanlış olduğu söylenemez, çünkü Suriye’de yaşanan iç savaştan sonra oluşan tablo
yakın zamanda bir Kürt devletinin kurulma ihtimalinin kuvvetlendiğini göstermektedir.
Özal Güneydoğu’da çözümün özgürlük, serbest düşünce, konuşma
ve diyalogla olacağını söyleyip, cesurca bir benzetme yaparak sopa ile
çözülemeyeceğini, iyi muamele, insanca muamele gerektiğini söylemiştir. Özal’ın
yakın çalışma arkadaşlarından İçişleri Bakanlığı eski Müsteşarı Galip Demirel,
kendisi ile yapılan görüşmede20 Özal’ın sorunun halledilmesi için çok çaba gösterdiğini ancak kaderin buna müsaade etmediğini belirtmiştir.
Ekonomi ve Eğitim Politikaları
Turgut Özal’ın Güneydoğu sorununa yaklaşımını farklı açılardan ele almak
mümkündür. Özal, ekonomi, eğitim, siyasi, sosyal-kültürel ve güvenlik politikaları ile konuya çok farklı açılardan yaklaşmış ve politikalar geliştirmiştir. Soruna
Özal’ın perspektifinden çözüm önerileri sunmadan önce bu politikalara değinmekte fayda vardır.
Özal, Güneydoğu ile ilgili ekonomi politikaları geliştirilirken oraya yapılacak
olan yatırımlardan her hangi bir kar beklenmemesi gerektiğini, halkın refahının
daha önemli olduğunu söylemiştir. Dolayısıyla bölgede ekonomik alanda
çalışmalar hemen başlatılmıştır. Özal, 16 Ekim 1992 tarihinde Marmara Kulübü
Toplantısı’nda yaptığı konuşmada Güneydoğu’ya yapılacak yatırımların önemine
şöyle değinmiştir:
“Güneydoğu Anadolu Bölgesi, Fırat’la Dicle arasında Yukarı Mezopotamya’dır.
Mümbit topraklardır. Dümdüz topraklardır. İki üç ürün alınabilen topraklardır.
Oraya büyük masralarla sulama getirmemizin sebebi, o insanları biraz daha mutlu edebilmektir. Başka bir sebebi yok. Yoksa ben şunu çok iyi biliyorum. Doğu’ya
veya Güneydoğu’ya yapacağınız yatırımı Batı’ya getirin, üç misli verim alırsınız.
Size açık söyleyeyim. Hatta GAP Projesi de dâhil. Bu hep yanlış biliniyor. Burada
19 Tümtürk, 2008, s.129-130.
20 Galip Demirel ile yapılan röportaj, 22 Mayıs 2013, Ankara.
118
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
devlet bu yatırımı esas itibariyle oradaki insanların mutluluğu için yapıyor. Yoksa
o dağlara ne elektrik gider, ne telefon gider, ne yol gider, açık söyleyeyim. Çok
pahalı yatırımlar olmuştur.”21
Dolayısıyla ekonomik gelirin iyi olduğu durumlarda insanların mutlu olacağını düşünen Özal, bunun gerçekleştirilmesinin ise devletin bir görevi olduğunu
vurgulamıştır. Hatta federasyon konusunda sorulan bir soruyu cevaplarken bölgeye yapılan ekonomik yatırımların tamamen bölge halkının Türkiye Cumhuriyetinin bir vatandaşı olmasından kaynaklandığını net bir şekilde ifade etmiştir:
“Çok açık söyleyeyim. Bugün Güneydoğu’ya yapılan yatırım, oradan elde edilen
imkânın belki 20-30 mislidir. Bir federasyon olursa bu yatırım yapılır mı? Bir
aklınızı toplayın bakalım. Yapılır mı? Oradaki insanın bunu düşünmesi lazım ilk
önce. Ben niye yapayım? Gel kendi yağınla kavrul, derim. Ondan sonra oradan
buraya gel, diyebilir miyim? Orada otur, derim. Bunlar hep yanlış şeylerdir. Biz
eğer üniter bir devletsek, insanlarımız arasında hiçbir fark, ayırım yapmamamız
lazım. Bu bakımdan federasyon olmaz, diyorum. Zaten olması da mümkün
değildir. Ama bunlar münakaşa edilmezse, yanlış ikirlerin yanlış olduğunu anlamak kabil değildir. Çünkü bu propaganda el altından yapılıyor.”22
Özal, yapmış olduğu bu açıklama ile insanların propaganda yapılarak yanlış
yönlendirildiğini belirtmiştir. Federe bir devlette insanların yaşamlarının olumsuz etkileneceğini belirten Özal, bölgesinde yaşamak durumunda kalan insanların karşılaşacakları durumdan memnun olmayacaklarını vurgulamıştır:
“Efendim, petrol oradan çıkıyormuş da, o petrolden dolayı, evet, biz oraya çok şey
yapmaya mecburmuşuz. Açık söyleyeyim, petrolü bugün oradan çıkarmasam daha
kârlıyım. Oradaki petrol astarı yüzünden pahalıya çıkıyor. Öyledir. Orada rainerilerin çalışması dahi ekonomik değildir. Elektrik çekmişsiniz bütün mezralara,
köylere, eğer kw saatini hakiki iyatıyla satmaya kalksak, bugünkü iyatının 100
misli olur, satamayız. Bütün bunları Türk devleti yapmış, Türk devleti hiç ayırım
yapmadan yapmış Ama bunu anlatmamız lazım. Şimdi öbür tarafta, efendim, işte
petrol buradan çıkıyor, madenler buradan çıkıyor. Hiçbir maden falan çıktığı yok.
Türkiye’de zaten çok ciddi madenler de yok. Çok büyük madenler de yok. Ama
bunları söyleyemediğimiz, konuşmadığımız takdirde düşmanın propagandası devam edecek. Bu ikirler serbestçe tartışılmalı, ne verildiğini, ne alındığını açıkça
ortaya koymalıyız ki, oradaki insanlarımız yanlış ikirlere saplanmasınlar.”23
Özal, devletin Güneydoğu Bölgesi’nde yaşayan insanlara yönelik herhangi
bir ayrım yapmadan yatırım yaptığına değinmiştir. Ekonomik alanda yapılan
21 Barlas, 2001, 153
22 Barlas, 2001, s. 337
23 Barlas, 2001, s. 338
119
ÖZAL’IN GÜNEYDOĞU SORUNUNA YAKLAŞIMI
yatırımlardan her zaman kar beklenmediğini belirten Özal, ülkede yaşayan
vatandaşların refahı için yapılan bu tür faaliyetlerin anlatılmamasından oluşan
boşluğun propaganda amaçlı kullanıldığına dikkat çekmiştir.
Eğitimin terör ile bağlantısı çok yüksektir. Eğitimli insanların daha bilinçli
olduğu ve devlete güven duyduğu yapılan araştırmalarla ortaya konmuştur. Eğitim seviyesi yüksek insanlar teröre destek vermemektedir. Turgut Özal, eğitimde
de sanayi ve ticarette olduğu gibi köklü değişiklikler yapılması gerektiğini ve tek
düze eğitimden vazgeçilmesi gerektiğini söylemiştir. Tüm kötülüklerle mücadele
için eğitim sistemimizin sağlam olması gerektiğini belirten Özal, “bölgelerarası
gelişmişlik farklarının ortadan kaldırılması için eğitim alanında da gerekenler yapılmalı” demiştir.
Aslında Özal eğitimli insanların sorunları tartışabileceğini düşünmüş ve Güneydoğu sorunun altında yatan nedenlerden birinin de halkın çok kolay kandırılması olduğuna inanmıştır. İkinci İktisat Kongresi’nde Özal, “Yatırımların en
verimlisi insan için ve onun eğitimine ait olan yatırımlardır. Ancak itiraf etmeye
mecburuz ki, Cumhuriyet döneminde hemen hemen bütün bütçelerimizde milli savunma harcamalarından hemen sonra yer verdiğimiz ve kıt imkânlarımızla
büyük yatırımlar yaptığımız milli eğitimden arzu ettiğimiz sonucu tam alamamış; bazen acı meyveleri de olan bir mahsul toplamışızdır”24 demiştir. Nitekim
Güneydoğu’da meydana gelen olaylarda eylemcilerin çoğu ilkokul mezunlarıdır.
Ayrıca örgüte katılanların yüzde 60’ı eğitim almamış, yani cahil olup, kendilerini
tatmin edecek bireysel kimlikten mahrumdur.25
Günümüzde -sözde bölge halkının haklarının savunan- siyasiler tarafından
eğitimin devlet tarafından hak olarak sunulmadığı belirtilerek pazarlık konusu
yapılmaktadır. Çözüm önerileri sıralanırken bu konu öne sürülmektedir. “Kürtleri çözüm sürecine dâhil etmek”i de Öcalan’ın durumunu ve bunun yanında
“dağdan iniş” ile “demokratik özerklik ve anadilde eğitim” gibi taleplere ilişkin
müzakere aşamasına geçilmesi anlamında ele almak gerekmektedir.26 Turgut Özal
belki de tüm bunları öngörerek bölge halkının eğitiminin önemine vurgu yapmıştır.
Siyasi, Sosyal–Kültürel ve Güvenlik Politikaları
Turgut Özal siyasi politikalarda her konuda olduğu gibi Güneydoğu sorunun
da çözümünde konuşarak, tartışarak çözüme gidilmesini savunuyordu. Özal bu
konu ile ilgili olarak Mehmet Barlas ile yaptığı görüşmede şunları söylemiştir:
24 Barlas, 2001, s. 338
25 Soli Özel, “Teröre akıllı çözüm”, Sabah, 21 Temmuz 2005, http://arsiv.sabah.com.tr/2005/07/21/ozel.html.
26 Cengiz Çandar, Dağdan İniş - PKK Nasıl Silah Bırakır? Kürt Sorunu’nun Şiddetten Arındırılması (İstanbul:
Tesev Yayınları, 2011), s. 93.
120
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
“Bütün hayatımda ve son olarak siyasette de müşahede ettiğim bir şey var. Kavga
ile hiçbir şey çözülmüyor. İkna yoluyla çözüm şart. Demokratik siyasetin temelinde bu var yani. Bir konsensüse varmak. Bizim Batılı demokrasilerden en büyük
farkımız, karşılıklı ikna yolu ile işte bu konsensüse varamayışımız. Ama ben şunu
da müşahede ettim. Son 8-9 senedir, bu işte de ilerledik. Yavaş yavaş, kavga etmeden münakaşa edebilmeye başladık.”27
Her şeye rağmen Özal’ın kurmuş olduğu Anavatan Partisi, Güneydoğu sorununa yönelik parti olarak benimsemiş olduğu politikadan çok uzaklaşmış ve
Özal’ın yapmış olduğu ezber bozan açıklamaları kabul etmemiş, hatta eleştirmiştir. Bu eleştiriler karşısında Özal, yeniden siyasete atılmayı ve Kürtleri kucaklayacak yeni bir parti kurmayı bile düşünmüştür.28
Özal’ın anlayışına göre millet, devletten önce gelmektedir. Özal devlet millet
için vardır, devletin millet ile bütünleşmesi esastır, devlet hiçbir zaman vatandaşın karşısında veya vatandaşın rakibi değildir, devlet vatandaşın yardımcısıdır, asıl
olan devletin zenginliği sonucu milletin zenginliği değil, milletin zenginliği sonucu devletin zengin olmasıdır demiş ve otoriter olmayan sivil bir devlet yönetimini
savunmuştur. Bu alanda da geleneksel bürokratik yapıyı değiştirmiş, vatandaşa
hizmet sunan bir devlet tanımıyla tabuları yıkmıştır. Tüm bu fikirlerinin ülkenin
en batısından en doğusuna kadar herkes için geçerli olduğunu belirtmiştir.
Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı olduğu dönemde ve ANAP iktidarı zamanında, Kürtçe’nin günlük hayatta konuşulmasını yasaklayan 2932 sayılı yasa
yürürlükten kaldırılmıştır. Ayrıca kişilerin serbestçe ikirlerini beyan etmelerini
engelleyen 141., 143. ve 163. maddelerin yürürlükten kaldırılması sonucunda,
yasal anlamda Kürt milliyetçiliği politikasını benimseyen partilerin kurulmasının
önü açılmıştır. Fakat atılan tüm bu adımların yanında 1991 yılında çıkarılan Terörle Mücadele Yasası, bu dönemdeki demokratikleşme, sorununun tartışılması
ve çözümü alanlarındaki çabaların sorgulanmasına yol açmıştır.
Turgut Özal, cumhurbaşkanlığı göreviyle devletin en üst kademesinde kişi
olarak, kendisinin yarı Kürt olduğunu beyan ederken, izlediği politikalarla da
devletin Kürt varlığını inkâr etme teamülünü tersine çevirmede önemli bir rol
oynamıştır. Nisan 1992’de, Kürtçe radyo-televizyon yayınına izin verilmesinin
ve Kürtçe’nin okullarda ikinci dil olarak öğretilmesinin, sorununun çözümünde
etkili olabileceğini öne sürerek, Türkiye’de, Kürt sorununun açıkça tartışılmasını
teşvik etmiştir.29
27 Barlas, 2001, s. 150.
28 Erbil Tuşalp, “Bir dönemin günahları…”, Milliyet, 22 Şubat 1999, http://www.milliyet.com.tr/1999/02/22/
haber/hab01.html.
29 Kirişçi ve Winrow, 2007, s. 160.
121
ÖZAL’IN GÜNEYDOĞU SORUNUNA YAKLAŞIMI
Turgut Özal’ın Güneydoğu sorununa yaklaşımı ne kadar insancılsa, terör ve
PKK konusundaki tavrı ise o kadar net ve tavizsiz olmuştur. Birçok konuda olduğu gibi Özal’ın güvenlik ve PKK konusundaki görüşleri tam olarak anlaşılmamış,
hatta vermiş olduğu beyanlar kamuoyuna tam olarak yansıtılmamıştır. Özal’ın
Özel Kalem Müdürü Engin Güner Özal’ın tutumunu şöyle tanımlamıştır.
“Turgut Özal’ın bu konuda temel prensibi şuydu: “Ne pahasına olursa olsun en
şiddetli şekilde terörle mücadele edilmesi gerekir” diyordu. Dikkat edileceği gibi
terörle mücadele konusundaki bütün önemli adımlar o dönemde gerçekleşti. Gerek bu konuda yetişmiş özel birliklerin kurulup devreye sokulması, gerekse son
sistem ekipman ve teçhizat alınması Özal zamanında olmuştur.”30
Özal birçok zaman konu ile ilgili görüşlerini net olarak ifade etmiştir. Güneydoğu
sorununu, bölge halkını terörizm ve PKK ile aynı bağlamda değerlendirmemek
gerektiğini belirtmiştir. Her ne kadar yaptığı bir konuşmada bunun oldukça zor
olduğunu belirtse de çözüm için şart olduğunu söylemiştir. Konu ile ilgili olarak
Özal şunları söylemiştir:
“Terörle mücadelede bizden daha fazla şahin yoktur. Bununla sonuna kadar, ne
kadar uzun olursa olsun, sonuna kadar mücadele ederiz. Hiç taviz de yoktur. Ama,
sanki ben terörle pazarlık yapıyormuşum gibi lalar yazdılar. Kesin olarak böyle bir
şey yok. Tam tersi, terörle sonuna kadar mücadele ederiz.”31
Özal, yukarıda belirtildiği şekilde terörle mücadelede tüm teknolojik
silahların alınmasını, profesyonel güvenlik görevlilerinin görevlendirilmesini
savunmuştur. Ayrıca yöre halkının arasına sızan teröristlerin tespit edilmesinin
işi daha da zor hale getirdiğini belirtmiştir. Terör örgütünün Güneydoğu’ya zarar
verdiğini her zaman dile getiren Özal, bunun halka anlatılması için herkesin
çalışmasını önemsemiştir.
Özal, hiçbir zaman bölge halkına yönelik terörist muamelesi yapılamayacağını
düşündüğünden terörist ile halk ayrımının sağlanmasına yönelik tedbirler
alınmasını istemiştir. Hatta bu konuda adımlar da atmış ancak yine yanlış
anlaşıldığından istenilen sonuç elde edilememiştir.
Turgut Özal’ın terörün çözümüne gösterdiği hassasiyet Mehmet Ağar’ın
TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’na verdiği beyanlardan da anlaşılmaktadır. Komisyon Başkanı Yaşar Karayel’in “Rahmetli Özal’ın ANAP zamanında
özellikle polislerin güçlendirilmesi, özel timin güçlendirilmesi, alet edevat, silahlarının, onların eğitimleriyle ilgili çok büyük bir bütçe ayrıldı” demesine karşılık
“İlk kuran zaten Özal’dır, 1984 yılında kurulmuştur özel timler. O dönemde
30 Tümtürk, 2008, s. 125.
31 Barlas, 2001, s. 336.
122
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Emniyet Genel Müdürlüğüyle Özel Harbin subayları yani bugün Özel Kuvvetler
dediğimiz subaylar eğitmiştir. İlk kurulan bölge odur. İlk gönderilenler de Siirt
bölgesindedir onlar. O dönemin de zaten Siirt’teki komutanları Hasan Kundakçı
Paşa’ydı, daha sonradan Olağanüstü Hâl Bölgesinde Asayiş Kuvvetleri Komutanlığı yapan kişidir. Özal yapmıştır, Özal bu işi, koruculuğu da, özel timleri de
ortaya çıkaran Turgut Özal’dır tamamıyla” demiştir.32
Orta Doğu’yu şekillendirirken, bir Kürt devletine izin verilmesi Özal’a göre
Türkiye’ye yönelebilecek en büyük tehditlerin en birincisidir.33 Fakat buna rağmen Özal, Güneydoğu konusunda kendisinin sözlerine tam yer verilmediği hatta
sözlerinin çarpıtıldığına vurgu yaparak, sorunun birileri tarafından kasıtlı olarak
canlı tutulduğunu söylemiştir. Örneğin Özal’ın Güneydoğu bölgesi ile ilgili olarak federasyon yönetimine sıcak baktığı hatta bunu teklif ettiği medyada ve çeşitli
insanların beyanlarında yer almıştır. Dahası günümüzde bile Özal’ın federasyon
teklifi yapmasının teröristleri bu kadar cüretkâr hale getirdiğini söyleyenler vardır. Oysa Özal, bu konuyu defalarca tekzip etmiş, kesinlikle federasyona karşı
olduğunu belirtmiştir. Konu ile ilgili Özal’ın 16 Ekim 1992 tarihinde Marmara
Kulübü Toplantısı sonrası işadamları ile yaptığı konuşma ve Mehmet Barlas’a
anılarını anlatırken verdiği beyanat bu hususta iki örnek olarak gösterilebilir.
“Bunun yanında tabii hadise var: Meselelerimizi, bizim tartışmamız lazım. Bundan korkmamız lazım. ‘Ben federasyonun karşısındayım’ söyledim bunu. Bu
ikri birisi attı ortaya. Sanki benim ikrimmiş gibi. Hayır, ben bunun karşısındayım. Ama, bu lafı söyleyenler var, el altından kaynatanlar var. Sanki bu oraya
cenneti getirecekmiş gibi, propaganda yapanlar var. Ama çıkın da, bunun doğru
olmadığını söyleyin. Bunun doğru olmadığı münakaşa edilemezse, tartışılamazsa,
o vakit yalan ikirler olduğu gibi kafamızda kalır, başka bir şey kalmaz.
Mesela, birisi ‘federasyon’ diye bir laf çıkardı ortaya... Ben bunun karşısındayım...
Federasyonun karşısındayım, dedim. Ama kimse buna bakmadı... Benim demek
istediğim, kim ne ikir atarsa atsın, bu tartışılmalı... Federasyonun da bir çözüm
olmadığı, tartışılarak bulunur...”34
Anavatan Partisi kurucularından ve çeşitli bakanlık görevlerinde bulunmuş
Hüsnü Doğan, konu ile ilgili kendisi ile yapılan görüşmede35 Özal’ın federasyon
konusunu sırf insanların olmayacağını anlamaları için tartışmaya açtığını ama
kesinlikle federasyon gibi bir yapının Türkiye’ye fayda sağlamayacağını düşündüğünü belirtmiştir.
32 TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu Tutanağı, 10 Kasım 2012, http://www.tbmm.gov.tr/arastirma_komisyonlari/darbe_muhtira/docs/tutanak_son/28_subat_alt_komisyonu/28_subat_alt_komisyonu/10.11.2012/
Mehmet%20A%C4%9EAR-%2010.11.2012.pdf.
33 Mehmet Altan, II. Cumhuriyet Demokrasi ve Özgürlükler (İstanbul: Birey Yayıncılık, 2005), s. 119.
34 Barlas, 2001, s. 152.
35 Hüsnü Doğan ile yapılan röportaj, 29 Mayıs 2013, Ankara.
123
ÖZAL’IN GÜNEYDOĞU SORUNUNA YAKLAŞIMI
Bu bağlamda Özal hiçbir zaman bir Kürt devletinin kurulamayacağını düşünmüştür. Ancak bunun insanların kafasında bir korku olarak yer aldığını ve
sorunun temelini bu konunun oluşturduğunu düşünenlerin çözüme odaklanamadığını belirtmiştir. Turgut Özal Güneydoğu sorununu gerçekten çözmeyi çok
istemiştir. Aslında yaptığı tüm açıklamalar insanların çatışmadan fikirlerini tartışmalarını sağlamaya yöneliktir. Ancak Özal’ın bu düşünceleri belirli bir kesim
tarafından hep şüphe ile karşılanmış ve eleştirilmiştir. Özal’ın samimiyetini terör
elebaşı Abdullah Öcalan bile kabul etmiştir. Öcalan, tutuklu bulunduğu İmralı
Cezaevi’nde 18 Mayıs 2011 tarihinde avukatları ile yaptığı görüşmede Özal’ın
yaklaşımı ile ilgili dikkat çekici açıklamalarda bulunmuştur:
“Özal silahlı birliklerin bir yerde toplanmasını, ateşkesin olmasını benden istedi.
Çözüm için onları kırmadım. Onlar bu şekilde çözümün gelişeceğini söylüyorlardı. O dönem bu fırsata bir şans tanımak istedim. Barış, ateşkes ilan ettik. Fakat
devlet o dönem çözüme hazır değildi. Özal devleti, askeri, partisini barışa hazırlamamıştı, barışa ikna edememişti. Ateşkesten sonra gladio devreye girdi. O dönem çözümü geliştirmeye çalışan Özal’a ve Eşref Bitlis’e karşı darbe yapıldı. Özal’ı
götürdüler. Eşref Bitlis’i de götürdüler.”36
Sonuç olarak, Özal’ın soruna insancıl açıdan yaklaşmasının yanında terörle
ve teröristle mücadele asla taviz vermediği söylenebilir. Çünkü Özal, şiddete başvuran, güvenlik güçleri ile silahlı mücadele içerisine giren kişilerin Güneydoğu’da
devletin vatandaşı olan insanların talepleri ile ilişkilerinin bulunmadığını düşünmüştür. Hak arama ve bireysel özgürlük talepleri ancak demokratik yollardan
gerçekleştirilebilir. Özal, bu bakış açısını kendisinin sorunun çözümü konusunda
her türlü adımı atacağını, ancak konu terörle mücadele olduğunda kendisinden
daha şahin birisinin olamayacağını vurgulayarak ortaya koymuştur.
Sorunun Çözümüne Yönelik Özal’ın Perspektifinden Öneriler
Güneydoğu sorununun kökeni Osmanlı dönemine kadar uzanmaktadır, ancak
konunun terör sorunu haline gelmesi ve ülkenin gündeminde en üst sıralara
yerleşmesi son 30 yılı kapsamaktadır. Bugüne kadar devlet bu sorun için çok
büyük paralar harcamış ama esas kayıp kaybedilen on binlerce can ile yaşanmıştır.
Sorunun bu aşamaya gelmesinde terör örgütü PKK’nın rolü olmakla beraber, devletin uygulamış olduğu yanlış tutum ve politikalar da etkili olmuştur.
Bölge için yeterli yatırımın yapılmaması ekonomik olarak geri kalmışlığa yol açmış ve insanların kandırılması için bir unsur haline gelmiştir. Ayrıca Kürt kökenli
36 T24 İnternet Gazetesi, “Öcalan: Çillerleşen Erdoğan, ABD desteğine karşılık Kürtlerin kellesini istedi”, 20
Mayıs 2011, http://t24.com.tr/haber/ocalan-cillerlesen-erdogan-abd-destegine-karsilik-kurtlerin-kellesini-istedi/146164.
124
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
vatandaşların aidiyet hissetmelerinin önünde birçok yasaklar yer almıştır. Kendi dilinde eğitim yapılmaması, kamusal alanda ve idari makamlarla ilişkilerinde
kendi dilinin sözlü ve yazılı kullanamayışı, kamusal işlere etkin katılamaması,
bunun için uygun mekanizmaların geliştirilmemesi, sokak adı, yol işaret ve levhalarında iki dillilik imkânının bulunmayışı, tüm bunlara ilişkin kaynak tahsisi ve
uygun şartların oluşturulmaması bu sebeplerden bazıları olarak sayılabilir.
Diğer taraftan bölge insanının eğitimi için yeterli kaynak ve imkânın sunulmaması insanların devletle arasında mesafe oluşmasına bunun sonucunda da
terör örgütü tarafından kolayca kandırılmasına yol açmıştır. Tüm bu sebepler
kişilerin yalnızlaşmasına ve kendilerine empoze edilen yanlışlara inanmaya itmiştir. Devletin uygulamaları ile bu duygusal kopuş daha da hızlanmış ve konunun
güvenlik sorunu haline dönüşmesine yol açmıştır. Özal, sorunun çözümüne yönelik yapmak istediklerinin tümünü gerçekleştirememiştir. Turgut Özal yaşasaydı
sorunun bu güne kadar devam etmeyeceğini belirten Alaattin Fırat, yapılan bir
mülakatta şöyle demiştir:
“Benim kanaatim şu; eğer Özal’ın ömrü vefa etseydi, bir yıl ya da iki yıl daha
yaşayabilseydi kesin olarak söylüyorum PKK diye bir sorunumuz olmazdı. PKK
dağdan inmişti ve kendiliğinden teslim olmuştu. Çünkü Özal’ın uyguladığı politikalar sayesinde durum öyle bir noktaya doğru gidiyordu. Çünkü PKK en güçlü
göründüğü dönemde Özal’ın sayesinde bütün eylemlerini durdurdu.”37
Dolayısıyla, Güneydoğu sorununa Özal’ın perspektifinden yaklaşılması çözüm için önemli katkılar sağlayacaktır. Özal’ın bu konuda yaptığı konuşmaları
dikkatle incelenmelidir: “Türkiye’de demokrasiyle beraber birçok mesele
konuşulmaya başlanmıştır. Konuşmakta hiçbir zarar yoktur. Hatta konuşuluyor
diye sinirlenmemek lazım, kızmamak lazım. Konuşulmasında fayda vardır.
Çünkü açıkça konuşulmadığı takdirde, bu mesele yine konuşulur. O zaman da
soruların hakiki cevabını bulma şansı ortadan kalkar.”38
Bunların gerçekleştirilmesinde en büyük görev hükümetlere ve devlet kurumlarına düşmektedir. Toplumda söz sahibi olan kişilerin Özal gibi güven artırıcı konuşmalar yaparak daima devletin halkın yanında olduğunu vurgulamaları
gerekmektedir. Toplumun moralini bozacak, insanların hassasiyetlerini zedeleyecek yayın ve haber yapılmaması için medya hassas davranmalıdır. Siyasi partiler
bölge ile kurdukları temaslarda sadece aşiret reislerini değil, tüm vatandaşları muhatap almalı ve feodal bir yapının devlet içerisinde yer alamayacağını vurgulama37 Tümtürk, 2008, s. 128
38 Emel Uzun, “Demokrasi Retoriği: VIII. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Konuşmalarında Demokrasi”, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, 2008), s. 148.
125
ÖZAL’IN GÜNEYDOĞU SORUNUNA YAKLAŞIMI
lıdır. Bölgenin kalkınması için yapılan yatırımlar ve teşvikler artırılarak, bölgede
yaşayanların iş bulmak için başka yerlere göç etmeleri engellenerek yeterli istihdam olanakları sağlanmalıdır. Eğitim almayan kız veya erkek çocuğu kalmamalı,
eğitim müfredatları planlanırken öğrencilerin ders dışı faaliyetleri sosyal, kültürel
ve sportif etkinliklere katılmaları sağlanarak başka arayış içerisine girmeleri önlenmelidir.
Bölgede yaşayan insanlarla yapılmış araştırmaların sonuçları detaylı bir şekilde değerlendirilerek halkın talepleri dikkate alınmalıdır. Örneğin, Doğu Ergil’in
bölgenin ileri gelenleri ile yaptığı görüşmelerde ortaya çıkan çözüm önerileri ve
taleplerin gerçekleştirilmesi gerekmektedir:
“Mülâkat yapılan kanaat önderlerinin sorunun çözümü hususunda dile getirdikleri
öneriler, şu şekilde özetlenebilir; ilk olarak, aynı devlet içerisinde beraber yaşayan
insanların vatandaş olmanın dışındaki etnokültürel alt kimliklerini serbestçe ifade
edebilmeleri ile kültürlerini korumak, yaşatmak ve geliştirmeleri noktasında özgür
olmaları gereklidir. (…) İkinci olarak; birçok Avrupa devletinin izledikleri politikalardan görüldüğü üzere resmî dilin yanında diğer dillerin konuşulması, ülkeleri
bölmekten ziyade sosyal birliği güçlendirmektedir. Kürtçe’nin kültür dili olarak
konuşulması ve öğretilmesi, çok kültürlü bir toplum yapısının kurulmasına imkân
vererek Kürt yurttaşların dışlanmışlık duygusunu azaltacak ve sorunun çözümüne
önemli katkı sağlayacaktır. Üçüncü olarak; devlet, eğitimi yaygınlaştırarak, ekonomik ve siyasal alanda girişimciliğin ve örgütlenmenin önündeki yasal ve geleneksel engelleri kaldırarak Doğu ve Güneydoğu Bölgesinin geleneksel yapısını kırmalıdır. Bu kapsamda, bölgenin özel durumu ve ihtiyaçlarını dile getirebilecek
aday ve kuruluşların güdümsüz olarak siyaset yapabilmeleri gereklidir.”39
Bu bağlamda yeni anayasa yapımının hızlandırılması ve yeni anayasanın
mutlaka çıkarılması gerekmektedir. Çözümün kalıcı olabilmesi için hep birlikte
yaşama kültürünün geliştirilmesi ve her türlü talep ve değişikliklerin demokratik
yollardan gerçekleşeceğinin herkesçe benimsenmesi gerekmektedir. Bunun için
nasıl ki devlet silahların vesayetinden kurtularak demokratikleşme yönünde bir
irade gösteriyorsa, Kürt siyasetinin de silahların vesayetinden kurtulması çözüm
için zorunluluktur.40 Herkesin karşısındakini anlamaya çaba göstermesi ve empati kurması sonucunda farklılıkları değil ortak değerleri ön plana çıkarmalıyız.
39 Doğu Ergil, Kürt Raporu: Güvenlik Politikalarından Kimlik Siyasetine (İstanbul: Timaş Yayınları, 2009),
s. 86-103.
40 Erol Kurubaş, Kürt Sorununun Çözüm Mantığını Anlamak: Zorluklar, Zorunluluklar ve İdealler (Ankara:
Ankara Strateji Enstitüsü Yayınları, 2012), s. 62.
126
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Sonuç
Özal’ın tüm alanlarda olduğu gibi terör ve Güneydoğu sorununda da düşüncelerinin farklı olduğu görülmektedir. Özal insanların konuşmaktan çekindikleri
birçok konuda fikir ve görüşlerini açıkça ifade etmiştir. Özellikle son yıllarda
Türkiye gündeminin önemli konularından olan Güneydoğu sorunu, laiklik ve
resmi tarih gibi alanlarda insanların tartışarak fikirlerini beyan etmeleri için zemin hazırlamıştır. Özal’la birlikte konuşulması bile suç unsuru sayılan başlıklar
tartışılmaya başlanmış ve onun girişimleri sonucunda tabuların yıkıldığı uygulamalar yürürlüğe konmuştur.
Turgut Özal, bürokrat olarak başladığı devlet hizmetinde hangi birimde
ya da hangi kademede çalışırsa çalışsın özveri ile çalışmış ve projeler üretmiştir. Bürokrat olarak göreve başladığı yıllarda Türkiye’nin içerisinde bulunduğu
ekonomik durumun öncelikli olarak ele alınması gerektiğine inanmıştır. Çünkü
Özal’a göre fertlerin kalkınması sonucu devlet kalkınacak, bunun sonucunda da
birçok problem çözülmüş olacaktır. Şüphesiz ki Özal’ın uygulamaya koyduğu
veya planlarında yer alan politikalar herkes tarafından kabul görmemiştir. Günümüzde de onun yaptıklarının yanlış olduğunu düşünen hatta ülkeye zarar verdiğini düşünenler vardır. Özal, bir toplumbilimci veya sosyolog değildir ancak her
zaman yeniliklere açık, diğerlerinin fikrini alan ve hepsinden önemlisi hedeleri
doğrultusunda politikalar üreten bir düşünce adamıdır. Özal’ın geleceğe yönelik
sahip olduğu misyon ve vizyonu, Türkiye’nin muasır medeniyetler seviyesine çıkmasına yönelik olmuştur.
Dolayısıyla bu hedeleri doğrultusunda gerek bürokrat gerek devlet adamı
olarak alışılmışın dışında farklı uygulamalara imza atan bir devlet adamı olmuştur. Çalışmamızın konusu olan Güneydoğu sorununda Özal’ın yaklaşımı, Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren ilk defa resmi olarak dönemin İçişleri bakanı
tarafından 1925 yılında hazırlanan raporda devlet tarafından geliştirilen ve on
yıllarca uygulanan politikalardan farklı olmuştur. Diğer bir deyişle ezber bozan,
tabuları yıkan uygulamalar devlet tarafından ilk defa Özal zamanında uygulamaya
konmuştur. Çünkü Özal, her zaman Türkiye’nin Osmanlı’nın bakiyesi olduğunu
düşünmekte ve aynı bayrak altında yaşayan tüm bireylerin milleti oluşturduğuna
inanmaktadır. O, her zaman dili, dini veya rengi ne olursa olsun toplumu oluşturan farklılıkların Türkiye’nin mozaiğini oluşturan katmanlar olduğunu belirtmiştir. Bu yüzden Güneydoğu’da yaşayan insanlara karşı daima empati ile yaklaşmış
bunun sonucunda da gerek ailesinin memuriyeti nedeniyle Mardin’de yaşadığı
yıllarda gerek devlet adamı olarak bölgeye yaptığı ziyaretlerde insanlarla hep sıcak
127
ÖZAL’IN GÜNEYDOĞU SORUNUNA YAKLAŞIMI
ilişkiler kurmuş ve onların dertlerini dinlemiştir. Belki de bu yüzden bölge halkı
da ilk defa bir cumhurbaşkanını bu kadar fazla sahiplenmişlerdir. Günümüzde
bile bölge halkının gözünde Özal farklı bir yere sahiptir.
Üç temel hak olarak adlandırdığı “düşünce, din ve teşebbüs” özgürlüğü
kavramlarının savunucusu olan Özal küreselleşen dünyada görülmekte olan birey,
özgürlük ve sivil toplum merkezli bakış açısını Türkiye›ye taşımış ve ülkenin sosyal
açıdan rahatlamasını sağlamıştır. Turgut Özal kurmuş olduğu Anavatan Partisi ile
1980’li yıllarda darbe sonrası yok olan demokrasinin gelişmesine önemli katkılar
sağlamıştır. Parti programlarında birey merkeze alınırken toplumsal farklılaşmalar göz ardı edilmemiş ve ekonomik ve siyasi alanlarda çağın gerisinde kalan Türkiye’nin yeniden canlanması sağlanmıştır.
Buradan hareketle, Özal’ın sorunun çözümü ile ilgili olarak geliştirdiği ekonomi, eğitim, sosyo-kültürel ve güvenlik politikaları olumlu sonuçlar vermiştir
diyebiliriz. Ancak Özal’ın devletin en üst makamında yer alması bile geliştirilen
bu politikaların nihai hedefe ulaşmasını sağlayamamıştır. Çünkü Özal, devletin
tüm unsurlarına etki edememiş ve düşüncelerini kabul ettirememiştir. Bu yüzden
sorunun kesin çözümü için kararlı ve istekli olan siyasilerin veya kamu görevlerinin mutlaka kendilerini kabul ettirmeleri ve çözüme yönelik atılacak adımlarla
ilgili herkesi ikna etmesi gerekmektedir. Sorunun çözümü adına Özal’ın ortaya
koyduğu aşağıda yer alan bazı temel görüşlerinden yararlanılmalıdır.
•
Güneydoğu’ya yapılacak olan yatırımlardan her hangi bir kar beklenmemeli,
halkın refahı düşünülmelidir.
•
Milli eğitim sistemimizde niceliğin yanı sıra keyfiyet niteliği de ele alınmalıdır.
•
Tüm siyasi partilerin mecliste yer almaları sağlanmalı, demokrasinin gereği
olarak karşılıklı ikna yolu ile ortak noktalarda buluşulmalıdır.
•
Devletin millet ile bütünleşmesi esastır dolayısıyla devlet hiçbir zaman vatandaşın karşısında veya vatandaşın rakibi olmamalıdır, devlet vatandaşın yardımcısı olmalıdır. Hedef, devletin zenginliği sonucu milletin zenginliği değil,
milletin zenginliği sonucu devletin zenginliği olmalıdır.
•
Güneydoğu sorunu ile terör ve güvenlik sorunu birbirinden ayırt edilmeli
ve soruna insancıl açıdan yaklaşılmalı. Ancak terörle ve teröristle mücadele
gereken bütün tedbirler alınarak güvenlik konularında taviz verilmemelidir.
Özal, aslında hem devletin hem de vatandaşların bakış açılarını değiştiren
128
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
bir dönüşümün öncüsü olmuştur. Özal’dan sonra ülkede yaşayanlara özgüven
gelmiş, bireysel ve kamusal teşebbüsler cesaretle gerçekleştirilmeye başlanmıştır.
Dolayısıyla Özal’ın ikirlerinin, yapmak istediklerinin ve uyguladığı politikaların
tekrar tekrar irdelenip, günümüz için hala geçerli olan vizyonundan yararlanılması gerekmektedir. Turgut Özal’ın uyguladığı veya uygulamayı düşündüğü
politikaların günümüzde de devam ettirilmesi sorunun önemli ölçüde ortadan
kalkmasını sağlayacaktır. Öncelikle soruna güvenlik açısından yaklaşılmamalı ve
bölgede yaşayan tüm vatandaşların Türkiye Cumhuriyeti’nin bir bireyi olduğu
kabul edilmelidir. Özal’ın tüm vatandaşları kucaklamanın formülü olarak sunduğu fikir ve düşünce hürriyeti, din ve vicdan hürriyeti ve teşebbüs hürriyeti
diye isimlendirdiği 3 temel hürriyet konusunda taviz verilmemelidir. Bunların
gerçekleşmesi için ekonomi ile ilgili, eğitimle ilgili ve siyasi, sosyo-kültürel açıdan
yapılması gerekenler gerçekleştirilmelidir.
Sorunun kalıcı biçimde çözüme kavuşmasını isteyenlerin Özal’ın düşüncelerini tekrar tekrar irdeleyip geliştirecekleri politikalara ona göre yön vermeleri
gerekmektedir. Şüphesiz ki, dünyanın hiçbir yerinde kavga ve gürültü ile kalıcı
barış sağlanmamıştır. Dolayısıyla çözümün sağlanması ancak ve ancak farklılıklarımızda birleşerek birbirimize hoşgörü ile yaklaşma sayesinde olacaktır.
Turgut Özal, Türkiye’nin soruna bakış açısının değiştirilmesini sağlamış ve
devletin yarım asırdan fazla süren yanlış politikalarının değişmesinde milat olmuştur. Ayrıca, bugün atılan adımlar ve oluşan bilinç Özal’ın geçmişte yaptıklarının karşılık bulması sonucunda olmuştur. Özal’ın sorunu çözmeye ömrü yetmemiştir ancak Özal sorunun çözümüne yaptığı katkılarla tarihte yerini almıştır.
Gelecekte yapılacak araştırma ve değerlendirmelerde Özal’ın yapmaya çalıştıkları
ve yaptıkları çok daha iyi anlaşılacak ve devrinin bazı insanları tarafından anlaşılmayan ya da yanlış anlaşılan Özal, hak ettiği yere tam olarak kavuşacaktır.
129
ÖZAL’IN GÜNEYDOĞU SORUNUNA YAKLAŞIMI
Kaynakça
Al Jazeera, “Devletin PKK ile ilk teması”, 26 Aralık 2013, http://www.aljazeera.com.tr/
dosya/devletin-pkk-ile-ilk-temasi.
Altan, Mehmet, II. Cumhuriyet Demokrasi ve Özgürlükler (İstanbul: Birey Yayıncılık,
2005).
Barlas, Mehmet, Turgut Özal’ın Anıları (İstanbul: Birey Yayıncılık, 2001).
Cemal, Hasan, Kürtler (İstanbul: Doğan Egmont Yayıncılık, 2010).
Cemal, Hasan, Özal Hikâyesi (İstanbul: Doğan Kitapçılık, 2004).
Çandar, Cengiz, Dağdan İniş - PKK Nasıl Silah Bırakır? Kürt Sorunu’nun Şiddetten Arındırılması (İstanbul: Tesev Yayınları, 2011).
Çelebi, Işın, Dağdan İniş – Türkiye’nin Dönüşüm Yılları: Yeniden Öğrenme Zamanı (Alfa
Yayınları, 2012).
Duvaklı, Melik, “Asimetrik psikolojik provokasyon”, Aksiyon, 14 Aralık 2009, http://
www.aksiyon.com.tr/kapak/asimetrik-psikolojik-provokasyon_525659.
Ergil, Doğu, Kürt Raporu: Güvenlik Politikalarından Kimlik Siyasetine (İstanbul: Timaş
Yayınları, 2009).
Kapmaz, Cengiz ve Gökçe, Dinçer, “Tozlu Ralarda unutulan Kürt Raporları”, http://
dincergokce.blogcu.com/tozlu-ralarda-unutulan-kurt-raporlari/3138422.
Kirişçi, Kemal ve Winrow, Gareth, M., Kürt Sorunu Kökeni ve Gelişimi (İstanbul: Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, 1997).
Kurubaş, Erol, Kürt Sorununun Çözüm Mantığını Anlamak: Zorluklar, Zorunluluklar ve
İdealler (Ankara: Ankara Strateji Enstitüsü Yayınları, 2012).
Mercan, Faruk, “Devletin Kasasındaki Üç Kürt Raporu”, Aksiyon, 17 Nisan 2006, http://
www.aksiyon.com.tr/kapak/devletin-kasasindaki-uc-kurt-raporu_512107.
Mercan, Faruk, Turgut Özal: Bir Dönemin Hikâyesi (İstanbul: Zaman Cep Kitapları,
2001).
Özel, Soli, “Teröre akıllı çözüm”, Sabah, 21 Temmuz 2005, http://arsiv.sabah.com.
tr/2005/07/21/ozel.html.
Övür, Mahmut, “Siyasetçiler 20 yıl önce ne dediler?”, Sabah, 8 Ocak 2012, http://www.
sabah.com.tr/Yazarlar/ovur/2012/01/08/siyasetciler-20-yil-once-ne-dediler.
Şahin, Ömer, “O MGK›da 1200 kişilik liste vardı”, Radikal, 13 Aralık 2011, http://
www.radikal.com.tr/politika/o_mgkda_1200_kisilik_liste_vardi-1072339.
T24 İnternet Gazetesi, “Öcalan: Çillerleşen Erdoğan, ABD desteğine karşılık Kürtlerin kellesini istedi”, 20 Mayıs 2011, http://t24.com.tr/haber/ocalan-cillerlesen-erdogan-abd-destegine-karsilik-kurtlerin-kellesini-istedi/146164.
130
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu Tutanağı, 10 Kasım 2012, http://www.tbmm.
gov.tr/arastirma_komisyonlari/darbe_muhtira/docs/tutanak_son/28_subat_alt_komisyonu/28_subat_alt_komisyonu/10.11.2012/Mehmet%20A%C4%9EAR-%20
10.11.2012.pdf.
Tuşalp, Erbil, “Bir dönemin günahları…”, Milliyet, 22 Şubat 1999, http://www.milliyet.
com.tr/1999/02/22/haber/hab01.html.
Tümtürk, Yusuf, Yeni Türkiye’nin Mimarı: Turgut Özal (Ankara: Turgut Özal Düşünce ve
Hamle Derneği, 2008).
Uzun, Emel, “Demokrasi Retoriği: VIII. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Konuşmalarında Demokrasi”, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi 2008).
Üstel, Aziz, “Turgut Özal’ın Demirel’e Kürt Vasiyeti”, Star, 10 Aralık 2012, http://haber.
stargazete.com/yazar/turgut-ozalin-demirele-kurt-vasiyeti/yazi-710601.
131
İkinci Bölüm
DIŞ SİYASET
TURGUT ÖZAL VE AVRUPA BİRLİĞİ:
UZUN VE MEŞAKKATLİ BİR YOL
S. Rıdvan KARLUK*
Turgut Özal’ın karizmatik kişiliği ve liderliği, 1980’lerden 1990’ların başına kadar Türk dış politikasını doğrudan etkilemiştir. Bu dönemde Dışişleri Bakanlığı
ve askeri yönetim Özal’ın dış politikadaki girişimlerine olumsuz yaklaşmamıştır. Özal döneminde Türk dış politikasında bölgesel ilişkiler ön plana çıkmış
ve bir yeniden yapılanma gerçekleştirilmiştir.
Türkiye, Özal döneminde akıllı siyaset izleyerek Karadeniz’de bir işbirliği kuruluşu olan Karadeniz Ekonomik İşbirliği kuruluşuna öncülük ederken, diğer taraftan da donmuş olan Avrupa Birliği ile ilişkilere önem vermiştir. OECD Bakanlar Konseyi ilk defa 1986 yılında Turgut Özal başkanlığında
toplanmıştır. Turgut Özal 14 Nisan 1987 tarihinde AB’ye “tam üyelik” başvurusu
yaparak, 1959 yılından sonra bir türlü ilerlemeyen ilişkilere canlılık getirmiştir.
Özal’a göre Avrupa Birliği üyeliği Türkiye için Batı’ya giden bir gemide Doğuya gitmek değildir. Avrupa Birliği üyeliği Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından itici bir araç, ekonomik açıdan büyük bir pazar, güvenlik açısından stratejik bir ortak, çağdaş bir ülke olma açısından da önemli bir modeldir. Özal’ın en
önemli hedefi, dünyanın ileri batılı ülkeleri arasına girmiş bir Türkiye idi. Özal,
Avrupa Birliği’ne tam üyelik başvurusunu da bu amacın en önemli aşamalarından biri olarak görüyordu.
Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ten bu yana batılılaşma, çağdaş medeniyetler
seviyesine ulaşma ve Avrupa ile bütünleşme hedefinden hiç vazgeçmemiştir. Avrupa Birliği’ne üyelik hedefi, Türkiye Cumhuriyeti’nin dış ilişkilerinde “ortak
üyelik” başvurusunun yapıldığı 1959 yılından sonraki en önemli kilometre taşıdır. Türkiye, Avrupa Birliği’ne tam üyelik başvurusunu yaparken Türk toplumu
için çağdaş değerleri hedef olarak seçmiş, bu değerleri önce kendi insanının refahı
ve ilerlemesi için istemiştir.
Türkiye Avrupa Birliği ilişkileri 1959-1980 döneminde kesintiye uğrasa da
devam etmiştir. 12 Eylül 1980 tarihinde Türkiye de askerin yönetime el koymasıyla ilişkiler süresiz dondurulmuştur. 1983 Kasımında Türkiye’de seçimler ya* Prof. Dr. Turgut Özal Üniversitesi, İktisat Bölümü.
135
TURGUT ÖZAL VE AVRUPA BİRLİĞİ:
UZUN VE MEŞAKKATLİ BİR YOL
pılmış, Özal liderliğinde Anavatan Partisi iktidara gelmiş ve ilişkiler normalleşme
sürecine girmiştir. 14 Nisan 1987 tarihindeki başvuru ile Cumhuriyet tarihinde
çok önemli bir karar alınmıştır. Fakat geçen sürede ilişkiler istenilen hızla gelişmemiş ve kamuoyunun AB üyeliğine verdiği destek giderek düşmüştür. Avrupa
Birliği’nin kamuoyu araştırmalarından sorumlu birimi Eurobarometre’nin 18
Aralık 2014 tarihinde açıklanan araştırmasına göre Türk halkının geçen yıl %38
olan AB desteği, 2014 yılında 10 puanlık rekor düşüş yaşayarak en düşük seviye
olan %28’e gerilemiştir. Türklerin %54’ü“AB üyeliği bize hiçbir şey katmayacak” görüşündedir. Artış önceki yıla göre % 9’dur.
2004 yılında Brüksel’de alınan kararla Türkiye’ye AB kapılarının açıldığı
dönemde esen AB rüzgârıyla Türklerin üyeliğe desteği %62 idi. Bu gerilemede
AB’nin Türkiye’nin üyeliğine devamlı engel çıkarması ve Türkiye’ye karşı BOBON kriterleri uygulaması (BO: Bizden Olanlar, BON: Bizden Olmayanlar) kadar AB konusunda yetkililerin olumsuz görüşleri de etkili olmuştur.
Rahmetli Özal Atatürk’ün çizmiş olduğu yoldan giden bir liderdi. O’nun
hedefi AB üyeliği idi ama hayatta iken bu hedef gerçekleşemedi. Ben, şimdilik,
1982 yılında Türk bürokrasisinde Devlet Planlama Teşkilatı’nda O’nun direktifleri doğrultusunda AET Dairesini kuran bir AB uzmanı olarak Türkiye’nin tüm
zorluklara rağmen bir gün AB üyesi olacağına olan inancımı henüz kaybetmedim.
Bu inanç doğrultusunda Türkiye’nin yakın bir tarihte AB üyesi olması Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin hedefidir. Bu çalışmanın amacı da, Türkiye’nin
AB üyeliği sürecinde karşılaştığı zorlukları ve Türkiye’ye yönelik çifte standartları
(Bobon kriterleri) ortaya koymaktır.
Atatürk, Ecevit, Menderes ve İnönü’nün Batı’ya (AB’ye) Bakış Açısı
Türk toplumunda geçen yüzyılda Tanzimat ile başlayan Batı’ya açılma ve Batılılaşma, Atatürk’ün çizdiği çerçeve içinde yeni Cumhuriyetin de kabul ettiği ilkelerden biri olmuştur. Cumhuriyeti kuran Atatürk, Türk devletinin, bilimde ve
devlet yönetiminde, güzel sanatlarda, ekonomik hayatta, tarımda, ticarette, kara,
deniz ve hava ulaştırmasında dünya üzerinde en ileri düzeyde bulunan Avrupa
uygarlığına katılmamasının, bu uygarlığın altında ezilmesine yol açacağına dikkat çekmiştir. Büyük Önder, Türkiye’nin çağdaş bir toplum yapısına kavuşması
ve ileri uygarlık düzeyine ulaşmasında, bütün askerlik hayatı boyunca savaştığı
Batılı ülkelerin yaratmış olduğu uygarlığın dışında kalmasını hiçbir zaman arzu
etmemiştir.
136
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Atatürk 29 Ekim 1923 tarihinde Fransız yazar Maurice Pernot’ya verdiği
demeçte tercihini yapmıştır:
“Kabul etmelisiniz ki, doğuda yaşamayı seçmeye mecbur olduğunuz için, ırkımızın
beşiği ile ilgili olması nedeniyle mümkün olduğu kadar yakın batıyı bir yerleşim
yeri seçtik. Fakat vücutlarımız doğuda ise ikirlerimiz batıya doğru yönelik kalmıştır. Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz. Bütün çalışmamız Türkiye’de asri
binaenaleyh batılı bir hükümet vücuda getirmektir. Medeniyete girmek arzu edipte Batıya yönelmemiş millet hangisidir?”1
Atatürk, özellikle kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasını izleyen yıllardaki konuşmalarında “uygarlık ve çağdaşlaşma” kavramları üzerinde önemle durmuştur.
Atatürk Türk toplumunda, çağdaşlaşmayı hayat tarzı olarak kabul etmektedir.
Atatürk’e göre “Dünyada her milletin varlığı, kıymeti, hürriyet ve istiklal hakkı, ancak gösterdiği ve göstereceği medeni eserlerle orantılıdır. Medeni eser vücuda getirmek
kabiliyetinden mahrum milletler, hürriyet ve istiklallerinden soyunmağa mahkûmdurlar.”
Atatürk’e göre; uygarlık yolunda yürümek ve başarıya ulaşmak hayat şartıdır.
Bu yol üzerinde duranlar veya bu yol üzerinde ileri değil geriye bakmak cehil ve
galetinde bulunanlar, genel uygarlığın çağlayan seli altında boğulmaya mahkumdurlar. Uygarlığın buluşları, tekniğin harikaları dünyayı değişmeye uğrattığı bir
devirde asırlık köhne zihniyetlerle, geçmişe bağlılıkla varlığını korumak mümkün
değildir.
Büyük Önder,“Milletimizin hedefi, milletimizin ülküsü bütün cihanda tam
manasıyla medeni bir toplum olmaktır. Medeni eser vücuda getirmek kabiliyetinden
mahrum olan kavimler, hürriyet ve bağımsızlıklarından ayrılmaya mahkûmdurlar.
İnsanlık tarihi baştanbaşa bu dediğimi doğrulamaktadır” diyerek uygarlığa verdiği
önemi vurgulamıştır.2
Günümüzde olduğu gibi 1920’lerde de çağdaş uygarlığı Batı temsil etmekteydi. Askeri ve siyasi alanda zafer kazandığı Batı’ya mağlup olmamak için onun
maddi gücüne ulaşmak gerekirdi. Ekonomik ve siyasi bağımsızlık eşitler arasında
korunabileceğine göre, biran önce çağdaş uygarlık olarak kabul edilen Batı (bugünün AB ülkeleri) ile olan bağların geliştirilmesinden yana bir liderdi.3
Kurmuş olduğu genç Cumhuriyetin sağlam temeller üzerinde gelişebilmesi
ve Osmanlı İmparatorluğu’nun durumuna düşmemesi için, Batı ile olan ilişkile1 Ali Sevim vd., Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, (Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi, 1997), s. 68.
2 S. Rıdvan Karluk ve Özgür Tonus, “Avrupa Birliği’nin Genişleme Perspektiinde Türkiye’nin Yeri”,2004
Türkiye İktisat Kongresi, İzmir, 5-9 Mayıs 2004.
3 S. Rıdvan Karluk, AET İle İlişkilerimizin Atatürkçü Ekonomi Politika Açısından Değerlendirilmesi,(Behçet
Osmanağaoğlu İnceleme Yarışması Birincili Ödülü) İstanbul: İKV Yayınları, 1982, s. 1-2.
137
TURGUT ÖZAL VE AVRUPA BİRLİĞİ:
UZUN VE MEŞAKKATLİ BİR YOL
rin arttırılması O’nun temel amaçlarından biri olmuştur. Genç Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün düşüncelerine paralel bir şekilde O’nun izinde giderek kendini
Avrupa uluslarına bağlayan ekonomik ve siyasi ilişkilerini hiçbir zaman kesmemiş, tarihte yapmış olduğu bu hatayı bir daha tekrar etmemiştir.4
Kapitalist dünyaya karşı verdiği savaşa zarar getirmeksizin Avrupa’ya ulaşmayı amaçlayan bir lider olan Atatürk’ün belirlediği politikaları izleyen Adnan
Menderes’in başında olduğu Hükümet, Cumhuriyetin kuruluşundan 36 yıl,
Roma Anlaşması’nın yürürlüğe girmesinden 19 ay sonra, Batı’nın en önemli ekonomik kuruluşu Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) Roma Anlaşması’nın
238’nci maddesi uyarınca “ortak üye” (associate member) olmak için 31 Temmuz
1959’da başvurmuştur.
Demokrat Parti’nin o zamanki ismiyle Müşterek Pazar’a başvurusu üzerine
aynı tarihte (31 Temmuz 1959) Akşam Gazetesi “Müşterek Pazar’a müracaat edildi” manşeti ile yayınlanmıştır. 1 Ağustos 1959 tarihli Ulus Gazetesi’nde ise “Günün Işığından” köşesinde Bülent Ecevit, “Avrupa’da İktisadi Birleşme ve Türkiye”
başlıklı yazısında şu görüşlere yer vermiştir:
“…Türkiye’nin iktisadi bünyesi, bugün ne –Fransa, Batı Almanya, İtalya, Belçika,
Hollanda, Lüksemburg’u içine alan– Müşterek Pazar’a ne de –İngiltere, Avusturya, Portekiz, İsviçre, Norveç, Danimarka etrafında kurulmasına çalışılan– Küçük
Pazar’a girmesine elverişlidir…Amerika’nın çok gerisindeki Batı Avrupa memleketlerinin iktisadi yakınlaşma ve birleşme hareketlerine, uzaktan da olsa ve bazı
yardım ve muaiyetlerin desteklenerek de olsa, katılabilmek, ayak uydurabilmek
için gerekli asgari seviyeye bile varmış olmaktan çok uzaktır.”
Bülent Ecevit’in bu çıkışına rağmen Türkiye, Yunanistan’dan hemen ardından (8 Haziran 1959) 31 Temmuz 1959 tarihinde AET’ye “ortak üye” olmak
için başvuran ikinci ülke olmuştur. Şüphesiz başvuruda Yunanistan’ın yalnız bırakılmaması görüşü, en önemli faktördür. Nitekim dönemin Dışişleri Bakanı
Fatin Rüştü Zorlu’nun,“Yunanistan kendisini boş bir havuza atsa bile onu yalnız
bırakmaya gelmez, tereddüt etmeden sizde atlayacaksınız” sözü5, Türkiye’nin başvurusunun arkasında yatan temel sebebi açıklamaktadır.
4 Bülent Daver, Atatürk ve Ekonomi, http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-32/ataturkte-bilim-ve-fen-kavramlarive-cagdaslasma.
5 Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Yassıada Mahkemesi’nin idam cezası hükmünü vermesi üzerine 15 Eylül
1960 tarihinde elleri kelepçelenmiş bir halde hücumbotla Yassıada’dan İmralı’ya nakledilmektedir. Hücumbotta sessizlik hakimdir. Devrik Cumhurbaşkanı Celal Bayar, devrik Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’ya
dönüp şöyle der: “Fatin Bey, bize şu Ortak Pazar’ı anlat...” İhtilalden bir yıl önce (1959), Ortak Pazar›a
Türkiye›nin ilk başvurusunu ileten Fatin Rüştü Zorlu, hücumbotta elleri kelepçeli olarak verdiği bu briingden
bir gün sonra idam edilecektir. Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel bu durumu daha sonra şöyle
değerlendirecektir: “Onlar idama giderken Ortak Pazar’ı konuşuyorlardı. O Celal Bey ki, Atatürk’e olan sadakatinin kimsenin kendisinden alamayacağı bir imtiyaz olduğunu söylerdi. Cumhuriyetin kurucuları başından
itibaren Avrupa kavramına ve ikrine angaje olmuşlardır.”
138
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
O zamanki genel görüş, Türkiye’nin Batı toplumu içindeki yerini alması ve
Yunanistan’ı yalnız bırakmaması idi. Nitekim Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu,
1959 Mart ayında süreci hızlandırmak için diplomatik atak başlatmıştır. Zorlu,
makamında görüştüğü 6 AET Büyükelçisine, “Yunanistan’la Türkiye’yi nasıl karıştırırsınız? Küçük bir ülkenin potansiyeli ile Türkiye’ninki bir mi” diye sorunca,
kararlılık karşılığını bulmuş ve Brüksel, Atina ile Ankara arasında denge arayışına
girmiştir.
Yunanistan ile 1 Mart 1960 tarihinde ortaklık görüşmelerinin başlamasının
ardından, 21 Nisan 1960’da her iki ülkenin başvurularının paralel süreçlerde ele
alınması kararlaştırılmıştır. Türkiye’nin müzakere sürecine ilk engel, 27 Mayıs
1960 Darbesi olmuştur. Fransa Cumhurbaşkanı General de Gaulle, Menderes,
Zorlu ve Polatkan’ın idam edilmeleri üzerine Türkiye ile ilişkilerin dondurulmasını istemiştir. Türkiye, demokratik rejimden kopmanın Batı Avrupa’dan da
kopmak anlamına geldiğini ilk defa somut bir şekilde görmüştür.
Türkiye’nin başvurusu üzerine 11 Eylül 1959 tarihinde Brüksel’de Dışişleri Bakanları seviyesinde toplanan AET Bakanlar Konsey’inde Komisyon Başkanı Walter Hallstein, Konsey’in Türkiye’ye olumlu cevap vermesini önermiştir.
Prof. Hallstein Ankara’daki imza töreninde yaptığı konuşmada Anlaşma’nın özellikle siyasi yönüne değinerek şöyle demiştir: “Bizler bugün çok büyük bir olayın
tanıklarıyız. Olayın derin anlamı işte buradadır. Bu coğrafi bir nitelendirmenin
kısaltılmış ifadesinden yahut bir kaç yüzyıldır geçerliliği süregelen bir tarihi gelişmenin saptanmasından çok, bir gerçeğin belirtilmesidir. Türkiye Avrupa’ya dahildir.”6
Türkiye - AB ilişkiler tarihinde Ankara’nın ne istediğinden emin, hızlı karar
alan siyasi liderlerinden biri Adnan Menderes ise, diğer ikisi İsmet İnönü ve Turgut Özal’dır. 1963 Mayıs’ında hazırlıkları tamamlanan Ortaklık Anlaşması’nı parafe ederken,”Başımızın derde gireceğinden endişeliyim. Avrupa’ya kanca atmanın
zararı yoktur. Ama ileride yükümlülükler ağır gelirse bu anlaşmayı durdurabilmemiz gerekir” diyen İnönü, imza töreninde, “Hakikaten bugün Türkiye’yi Avrupa’ya
ebediyen bağlayacak olan bu antlaşmayı imzalamış bulunuyoruz” demiştir.
Senato’da ise ayrıca şunları eklemiştir: “Bu Antlaşma ile Türkiye’nin batılılaşma yolunda aziz Atatürk tarafından bir milli politika haline getirilmiş olan davranışta ciddi bir merhale kat ettiğimize kaniyiz.” Bu olumlu görüşlerine rağmen
İnönü, yine de bir açık kapı bırakarak, “İstediğim zaman Avrupa treninden aşağıya atlayabilir miyim?” diye bürokratlara sormuş ve “Evet” cevabını alınca Ankara
Anlaşması’nı imzalamıştır.7
6 S. Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği Türkiye İlişkileri: Bir Çıkmaz Sokak, (İstanbul: Beta Yayın A.Ş., 2013), s. 6.
7 Karluk, 2013, s. 8.
139
TURGUT ÖZAL VE AVRUPA BİRLİĞİ:
UZUN VE MEŞAKKATLİ BİR YOL
Türkiye, 1970’li yılların ikinci yarısından itibaren çeşitli faktörlerin etkisiyle
önemli dış ekonomik güçlükler ile karşılaşmıştır. Bu güçlükler, Türkiye-Topluluk ilişkilerine de yansımıştır.8 Topluluk, 1973 yılında genişlemiş, Tamamlayıcı Protokol ile Topluluğa verilen ödünler yaygınlaşmıştır. Topluluğun EFTA ile
1972-1973 yıllarında gerçekleştirdiği serbest ticaret bölgesinden Türkiye zarar
görmüştür.
Topluluk ile olan dış ticaret açıkları büyümüş, Topluluğun dış ilişkilerinin
yaygınlaşması (ACP ve Akdeniz ülkeleri) alınan ödünleri erozyona uğratmıştır.
Genel Tercihler Sistemi’nin 1971’de yürürlüğe konulması ve bundan Türkiye’nin
yararlandırılmaması, ihracatı olumsuz yönde etkilemiştir. GATT çerçevesinde
düzenlenen çok taralı ticaret görüşmeleri sonucunda Topluluğun ortak gümrük
tarifesinin %6 oranına kadar inmesi, Türkiye’nin yükümlülüklerini arttırmıştır.
20 Ocak 1976 tarihinde yapılan Ortaklık Konseyi toplantısında, Türkiye ile
Topluluk arasında ortaya çıkan sorunların bazılarına kısmi çözümler bulunmuş,
Türk işçilerinin serbest dolaşımı konusunda başlangıç önlemleri alınmıştır. Topluluktan gümrük indirim takvimine ilişkin olarak kabul edilebilir bir teklif alamayan Türkiye, Katma Protokol’ün 60’ncı maddesi çerçevesinde 25 Aralık 1976
tarihinde tek taralı bir karar ile tüm yükümlülüklerini dondurmuştur. Böylece,
1 Ocak 1976 tarihine kadar yerine getirdiği gümrük indirimlerini, 1977 ve 1978
yıllarında yapmayacağını ve ertelediğini açıklamıştır.
AET ile bu olumsuz gelişmeler yaşanırken Türkiye’de siyasi istikrar yoktu.
39’ncu Cumhuriyet Hükümeti (Süleyman Demirel) 31 Mart 1975 tarihinde göreve başlamış ve 21 Haziran 1977 tarihine kadar görevde kalmıştır. 21 Haziran’da
40’ncı Cumhuriyet Hükümeti (Bülent Ecevit Hükümeti) kurulmuş ve 21 Haziran 1977’ye kadar görev yapabilmiştir. 41’nci Hükümet (Süleyman Demirel Hükümeti, 2’nci Milliyetçi Cephe Hükümeti) 21 Haziran 1977’den 5 Ocak 1978
tarihine kadar iktidarda kalmıştır. Bülent Ecevit’in kurduğu 42’nci Hükümet 5
Ocak 1978’den 12 Kasım 1979’a kadar görev yapmıştır. 6’ncı Süleyman Demirel
Hükümeti olan 43’ncü Cumhuriyet Hükümeti ise 12 Kasım 1979’da iktidara
gelmiş ve 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar ülkeyi yönetmiştir.9
Ekonomik durumunun kötüye gitmesi karşısında AET Komisyonu, Türkiye’ye açılan kredilerin iki katına çıkarılmasını kararlaştırmıştır. 18 Haziran
1979’da Hükümet istifa eden Bakanlar sebebiyle azınlığa düşmüştür. 19 Temmuz’da IMF, Türkiye’ye verilecek 320 milyon dolar krediyi onaylamıştır. 16 Ekim
8 S. Rıdvan Karluk, Uluslararası Kuruluşlar, (İstanbul: Beta Yayın A.Ş., 2014), s. 29; Graham E. Fuller,
vd., Turkey’s New Geopolitics: From the Balkans to Western China, (Westview Press: 1993) s. 1-15.
9 Başbakanlık, TBMM’nin Kuruluşundan Günümüze Hükümetler, (Ankara, 1998), s. 353-397.
140
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
1979 tarihinde Başbakan Bülent Ecevit, 14 Ekim Cumhuriyet Senatosu üçte bir
yenileme ve milletvekili ara seçimlerinde Adalet Partisi’nin 5 milletvekilliğinin
tamamını kazanması üzerine istifa etmiştir. 12 Kasım 1979’da MSP ve MHP’nin
desteğini alan Süleyman Demirel hükümeti kurmuş, azınlık Hükümeti 25 Kasım’da TBMM’den güvenoyu almıştır.
Bülent Ecevit Hükümeti, (42’nci Cumhuriyet Hükümeti) 9 Ekim 1978 tarihinde ilişkileri yeniden düzenlemek amacıyla Topluluğa şu temel istekleri iletmiştir:
•
Türkiye’nin yükümlülüklerini tek taralı olarak 5 yıl için dondurulan bir bağışıklık dönemine geçilmesi ve 12-22 yıllık listelerde değişiklik yapılması,
•
Türkiye’nin sınai ve tarımsal ihraç ürünlerine uygulanan kısıtlamaların kaldırılması,
•
ACP, Akdeniz ve diğer ülkelere genel tercihler sistemi ile verilen ödünlerin
Türkiye’ye de verilmesi,
•
Türkiye’nin Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı süresince ihtiyaç duyduğu
8 milyar doların yarısının yeni bir mali protokol ile diğer yarısının ise Topluluk içi özel finans kaynaklarından sağlanması.10
Topluluk, 21 Mayıs 1979 tarihinde Türkiye’ye verdiği cevapta, 5 yıllık bağışıklık dönemini kabul etmiş fakat kredi yardımı ile ödün taleplerini reddetmiştir.
21 Eylül 1979 tarihinde varılan anlaşma ile taralar karşılıklı olarak ilişkilerini 5
yıllık bir süre ile dondurmuşlardır. Böylece Türkiye, Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın süresine denk gelen bir “askıya alma” kararını yürürlüğe koymuştur.
Yunanistan’da, 20 Temmuz 1974 tarihinde Albaylar Cuntası, Türkiye’nin
Kıbrıs Barış Harekâtı sonucunda yönetimden düşünce, ülkede demokratik rejime geçiş süreci başlamış ve bunun sonucunda ülke 12 Haziran 1975 tarihinde
AET’ye tam üyelik başvurusunda bulunmuştur. Yunanistan ile görüşmeler 27
Temmuz 1976’da başlamış ve 28 Mayıs 1979’da Atina’da Yunanistan’ın üyeliği ile
ilgili Katılım Anlaşması imzalanmıştır.
Türkiye, bu dönemde Avrupa trenine atlamayarak önemli bir fırsatı kaçırmış,
Gümrük Birliği ile yetinmek zorunda kalmıştır. Şüphesiz bunun sorumluları, o
zaman bu tarihi fırsatı kaçıran, iyi bir değerlendirme yapamayan siyasi iktidarlardır. Nitekim AET’de uzun yıllar üst yönetimde görev yapan AB Konseyi Genel
Sekreteri İstanbul doğumlu Emile Noel bu konuyu şöyle değerlendirmiştir:
10 Karluk, 2013, s. 10.
141
TURGUT ÖZAL VE AVRUPA BİRLİĞİ:
UZUN VE MEŞAKKATLİ BİR YOL
“Yunanistan tam üyelik talep ettiğinde, Türkiye aynı Ortaklık Anlaşması için yapmış olduğu gibi tam üyelik talebini masanın üzerine koymalıydı. Bunu, Erbakan’la
koalisyon içinde olan Ecevit yapmadı. Erbakan, Türkiye’nin AET’ye katılmasına hep karşı olmuştu. Ecevit’i kendinden başka, bir de Erbakan frenlemiş oldu.
İslâmcı güçler, 70’li yılların sonunda Türkiye’ye Avrupa yolunu böylece tıkamış
oldular... Avrupa, Yunanistan ve Türkiye arasında - Yunanistan’ın üyeliğine dek
hep yaptığı gibi - gözettiği birebir dengeyi muhafaza etmeye zorlanacaktı. Bu durumda Türkiye şüphesiz şimdikinden daha avantajlı konumda olacaktı. Çünkü
artık 1981’den beri Yunanistan, Topluluğun tüm organlarında mevcut. Türkiye
ise tamamen bu organların dışında bulunmakta. Türkiye’yi Topluluğa bağlayan
tek güç, 20 yıl boyunca felce uğramış olan Ortaklık Anlaşması’dır. Türkiye Yunanistan’la birlikte tam üyelik talebinde bulunmuş olsaydı, Yunanistan’la yaptığımız
tüm müzakerelerde Türkiye faktörünü göz önünde bulunduracaktık. Oysa Türkiye tam aksini yaptı ve o sırada açıkça tam üyelikle ilgilenmediğini belirtti.
Dolayısıyla Yunanistan’la yapılan Anlaşma, Türkiye’nin dile getirmediği kaygıları
dikkate almadı.”11
1979 yılı sonunda Türkiye’de hükümet değişikliği olmuş ve iktidara gelen
Adalet Partisi azınlık Hükümeti, AET ile ilişkilerin dondurulmak yerine canlandırılmasına önem vermiştir. Türkiye’nin 24 Ocak 1980 kararları ile dışa açılma ve
uluslararası ekonomiye entegre olma politikası12, Topluluk ile birleşmesini güçleştiren engelleri ortadan kaldırmıştır. Dört yıllık bir aradan sonra 5 Şubat 1980
tarihinde yapılan Ortaklık Konseyi Toplantısı sonucunda, ilk defa Türkiye’nin
AT’ye katılmasından söz edilmiştir.
6 Şubat 1980’de Dışişleri Bakanı Hayrettin Erkmen, Türkiye’nin yılsonuna
doğru Topluluğa tam üyelik başvurusunda bulunacağını açıklamıştır. Bu kararın
gerekçesi, 1 Ocak 1981’de tam üye olacak olan Yunanistan’ın vetosuna engel olmaktı. 30 Haziran 1980 tarihinde yapılan Ortaklık Konseyi Toplantısı’nda Topluluk, Türkiye’ye ek tavizler verilmesini kabul etmiştir. Özellikle tarım ürünleri
ithalatına uygulanan gümrük vergileri tavizleri, 1/80 sayılı Karar ile bir takvime
bağlanmıştır.
AET ile ilişkilerin hızla düzelme yoluna girmesi, Milli Selamet Partisi’ni
rahatsız etmiştir. Gelişmelerden hoşnut olmayan Parti, Hükümet ve Dışişleri Bakanı hakkında TBMM’ye gensoru önergesi vermiştir. 5 Eylül 1980’de önerge
Meclis’te kabul edilince Başbakan Süleyman Demirel, Dışişleri Bakanı Hayrettin
Erkmen’den istifa etmesini istemiştir. Ayrıca Demirel, “Türkiye’nin Topluluğa gir11 Nilgün Cerrahoğlu, Milliyet, 14 Aralık 1995.
12 S. Rıdvan Karluk, Türk Ekonomisinin Dünya Ekonomisine Entegrasyonu, (ENKA Vakfı Bilimsel Araştırma
Yarışması Üçüncülük Ödülü), İstanbul, 1984.
142
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
mesi şimdilik söz konusu değil” şeklinde demeç vermiştir. Bunun üzerine Dışişleri
Bakanı 6 Eylül 1980 tarihinde istifa etmek zorunda kalmıştır. 12 Eylül 1980’de
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yönetime el koyması ve TBMM’yi feshetmesi sonucunda Türkiye -Topluluk ilişkileri yeni bir döneme girmiştir.13
Ankara Anlaşması’nın imzalanmasından 17 yıl sonra Türkiye’de 12 Eylül
1980 tarihinde ikinci defa gerçekleştirilen askeri müdahale, Türkiye-Topluluk
ilişkilerinin 6 yıl süre ile yeniden dondurulmasına yol açmıştır. Türkiye’de meydana gelen gelişmeler üzerine Konsey, 15 Eylül’de ılımlı bir açıklama yaparak,
ilişkilerin dondurulmayacağını ve Türkiye’ye belli bir süre verileceğini belirtmiştir. Buna karşılık Avrupa Parlamentosu, 17 Eylül 1980’de daha sert bir tepki
göstermiş, Türkiye’den demokrasiye dönüş konusunda bir takvim vermesini istemiştir. Bu sert tepkiye rağmen Parlamento, AET-Türkiye ilişkilerinin askıya
alınmasını reddetmiştir. 4 Ekim 1980 tarihinde ise, Türk parlamenterlerin üyelik
sıfatları düştüğü için, Türkiye AET Karma Parlamento Komisyonu’nun 22 Ekim
toplantısı iptal edilmiştir.14
Türkiye, yapılan yoğun baskı karşısında Aralık 1981’de demokrasiye dönüş
takvimini açıklamıştır. Fakat Avrupa’da Türkiye aleyhine çalışan grupların etkisiyle Avrupa Parlamentosu 22 Ocak 1982 tarihinde insan hakları ve demokratik hürriyetlerin yeniden sağlanmasına kadar, 4’ncü Mali Protokol’ün ve Türkiye-Topluluk Anlaşmalarının askıya alınmasını Konsey ve Komisyon’dan istemiş
ve Karma Parlamento Komisyonu’nun Avrupa Parlamentosu kanadının iptaline
karar vermiştir. Parlamento’nun tavsiye kararına Konsey uymuş ve ilişkiler fiilen
dondurularak askıya almıştır.
Böylece Avrupa Parlamentosu, Topluluk ile ilişkilerde ön plana çıkmış ve
devamlı sorun yaratan bir kurum durumuna gelmiştir. Nitekim 13 Ekim 1983’de
aldığı bir Karar ile Türkiye’de yapılacak olan seçimlerin demokratik bir seçim
olarak kabul edilemeyeceğini açıklamıştır. Karma Parlamento Komisyonu yerine
Ankara Anlaşması’nda olmayan bir “Türkiye ile Temas Grubu” kurmaya kalkmış fakat Grup, Türkiye tarafından kabul edilmemiştir. Parlamento, 23 Ekim
1985’de kabul ettiği Balfe Raporu ile hür seçimler sonucunda TBMM yeniden
oluşuncaya kadar, ilişkilerin canlandırılmasına karşı çıkmış ve ilişkileri dondurma
kararı almıştır. Kasım 1985 tarihinde ise, Karma Parlamento Komisyonu’nun
askıda tutulma sürecini uzatmıştır.
6 Kasım 1983’de yapılan genel seçimler sonucunda Anavatan Partisi seçimi
kazanmıştır. Yeni Hükümet, ilişkilerin canlandırılması yönünde büyük çaba har13 Karluk, 2013, s. 12.
14 İlhan Tekeli ve Selim İlkin, Türkiye ve Avrupa Topluluğu, (Ankara: 1993) s. 134-186.
143
TURGUT ÖZAL VE AVRUPA BİRLİĞİ:
UZUN VE MEŞAKKATLİ BİR YOL
camış, ekonomide liberalleşmeye gitmiş ve piyasa ekonomisinin yerleşmesi için
çaba harcamıştır. Bu gelişmeler olurken, 1985 Temmuz ayında Başbakan Turgut
Özal, zamanı geldiğinde ve şartlar olgunlaştığında Topluluklara tam üyelik başvurusunda bulunulacağını açıklamıştır.
17 Şubat 1986 tarihinde Konsey, Komisyon’un 1981 yılından bu yana dondurulmuş bulunan ilişkilerin normalleştirilmesi teklifini, Yunanistan’ın itirazlarına rağmen olumlu karşılamıştır. Haziran 1986’da Topluluk Akdeniz işleri sorumlusu Claude Cheysson Ankara’ya gelmiş ve 16 Eylül 1986 tarihinde Ortaklık
Konseyi’nin altı yıllık bir aradan sonra toplanması kararlaştırılmıştır.
16 Eylül 1986 tarihinde Brüksel’de Bakanlar düzeyinde yapılan Ortaklık
Konseyi’nde Topluluk, Yunanistan’ın itirazları sonucunda bir ortak görüş oluşturamamış, dolayısıyla Konsey’den bir karar çıkmamıştır. Buna rağmen 12 Eylül
1980 tarihinden bu yana donmuş olan ilişkilerde normalizasyon süreci başlamıştır. 17 Ekim 1986’da AET ile ilişkilerden sorumlu bir Devlet Bakanlığı’nın
kurulacağının, 1 Ocak 1987’de yıl içinde Türkiye’nin Topluluklara tam üyelik
başvurusunda bulunacağının açıklanması, ortaklık ilişkisinin gelişecek yanının
kalmadığını ortaya koymuştur. Bundan sonra izlenecek yol, tam üyelik başvurusunda bulunmak idi.15
Anavatan Partisi’nin AET’ye Yaklaşımı, Turgut Özal’ın Tam Üyelik Başvurusu ve Sonrası
Türkiye’de siyasi partilerin Avrupa Birliği ile ilişkilerin geliştirilmesine yönelik
görüşleri, bir istisna dışında 1960 yılından sonra kurulan tüm hükümet programlarında yer almıştır.16 Türkiye’nin Avrupa Ekonomik Topluluğu’na üyelik
başvurusu yaptığı 1959 yılında görev başında bulunan Beşinci Cumhuriyet
Hükümeti olan Adnan Menderes Hükümeti’nin (04.12.1957 - 27.05.1960)
Programı’nda Avrupa Ekonomik Topluluğu’na başvurudan söz edilmemektedir.
Çünkü Hükümet kurulduğunda AET henüz oluşmamıştı.
27 Mayıs 1960 darbesinden sonra iktidara gelen Cemal Gürsel Hükümeti
(30 Mayıs 1960-5 Ocak 1961), AT’ye katılmak için başlatılan çalışmalara devam
etmiş ve Topluluk ile müzakerelere kısa zamanda tekrar başlanılacağını açıklamıştır. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra iktidara gelen Anavatan Partisi’nin programlarında AB üyeliği hedelenmiştir.
15 S. Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği Kapısında Türkiye (Ankara: Turhan Kitapevi, 2002), s. 26.
16 5 Ocak 1961-10 Kasım 1961 tarihleri arasında görev yapan İkinci Cemal Gürsel Hükümeti’nin programı
yoktur. Nuran Dağlı ve Belma Aktürk, Hükümetler ve Programları I-1920-1980, (Ankara: ATBMM Kütüphanesi Dokümantasyon ve Tercüme Müdürlüğü, 1988), s. 8-9.
144
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Birinci Turgut Özal Hükümeti’nin (31 Aralık 1983-21 Aralık 1987)
Programı’nda AT ile ilgili olarak yer alan ifade şöyledir. “Avrupa Ekonomik Topluluğu ile münasebetlerimizde, esas hedefimiz tam üyelik olmakla beraber, bütün
safhalarda menfaatlerin dengelemesini esas alan bir anlayış içinde olacağız.”
İkinci Turgut Özal Hükümeti’nin (21 Aralık 1987-9 Kasım 1989)
Programı’nda, Avrupa Topluluğu ile ilişkilere özel bir önem verildiği, Avrupa
Topluluğu’na tam üyelik başvurusunun iktidarları döneminde yapıldığı
belirterek, “Son yıllarda siyasi, ekonomik ve sosyal alanlarda gerçekleştirdiğimiz hamleler ve özellikle ekonomimizdeki büyük yapısal değişiklikler Avrupa Topluluğu’na
üyeliğimizi kolaylaştıran bir zemin oluşturmaktadır” şeklinde bir değerlendirmeye
yer verilmiştir.
Yıldırım Akbulut Hükümeti’nin (9 Kasım 1989-29 Haziran 1991)
Programı’nda, Avrupa Topluluğu ile ilişkiler ayrıcalıklı bir yer tutmuştur.
Hükümet; Avrupa Topluluğu’nda “hak ettiği yeri” almaya kararlı olan Türkiye’nin,
Avrupa Topluluğu’na tam üyelik başvurusunun olumlu bir şekilde sonuçlanması
için gerekli çabaları, karşılıklı çıkarlarımızın dengelenmesini sağlayacak bir
anlayışla sürdüreceğini belirtmektedir.17
Hükümet, esasen siyasi, ekonomik ve sosyal alanlarda ülkemizde son altı yıl
içinde gerçekleştirilen hamleler sayesinde Avrupa Topluluğu’na tam üyelik için
gerekli zemini oluşturma yönünde önemli bir mesafenin alınmış olduğu görüşündedir. Mesut Yılmaz Hükümeti’nin (29 Mayıs 1991-24 Kasım 1991) Programı’nda Türkiye’nin Avrupa Topluluğu ile ilişkilerdeki ilk hedei şudur: “Türkiye’yi tam üyeliğe götürecek yeni bir yakınlaşma ve işbirliği süreci başlatmak ve
aramızdaki entegrasyon unsurlarını çoğaltmaktır.”18
12 Eylül 1980 askeri darbesi, Türkiye AB ilişkilerinin ikinci defa donmasına
yol açmıştır. Askeri yönetim, demokrasiye geçildikten sonra AB ile ilişkilerin buzdolabından çıkarılacağı kararını almıştır. Bu karar doğrultusunda Bülent Ulusu
askeri hükümeti döneminde Başbakan Yardımcısı Turgut Özal, Devlet Planlama
Teşkilatı içinde bir Avrupa Topluluğu Dairesi (AET Dairesi) kurulması gerektiği
ihtiyacını hissetmiştir. Çünkü, 24 Ocak 1980 kararları sonucunda ekonominin
dışa açılması ve gümrük birliğinin ilerlemesi sonucunda gümrüklerin azaltılması
karşısında kaynakların daha rasyonel dağılımı sorunu ortaya çıkmıştır.
Bu sorunun ortadan kaldırılması amacıyla Devlet Planlama Teşkilatı içinde
Turgut Özal’ın girişimi sonucunda bir AET Dairesi kurulması kararı alınmış17 Yıldırım Akbulut tarafından 10 Kasım 1989 günü TBMM’de okunan Hükümet Programı, s. 54.
18 Mesut Yılmaz tarafından 30 Haziran 1991 günü TBMM’de okunan Hükümet Programı, s. 6.
145
TURGUT ÖZAL VE AVRUPA BİRLİĞİ:
UZUN VE MEŞAKKATLİ BİR YOL
tır. Türkiye-Topluluk ilişkileri içinde ilk düzenli örgütlenme, Milli Güvenlik Kurulu’nun 25 Mart 1981 tarihinde aldığı karar sonucu 15 Aralık 1982’de çıkarılan
8/3987 sayılı Kararnamedir. Bu kararname ile Türkiye -Topluluk ilişkilerinde
koordinasyon görevi Devlet Planlama Teşkilatına verilmiş ve Teşkilat içinde bir
AET Başkanlığı (Genel Müdürlüğü) kurulmuştur.
AET konularında bir “koordinasyon komitesi” de yaratan 8/3987 sayılı Kararname, ancak Nisan 1982 tarihinde uygulama aşamasına gelmiş ve 1982-1987
döneminde Türkiye -Topluluk ilişkilerinin yönlendirilmesinde en önemli hukuki
düzenleme olarak yürürlükte kalmıştır.19 Böylece ekonominin dışa açılması ve
AB ile gümrük birliğinin gerçekleşmenin Türk ekonomisi üzerindeki olumsuz
etkileri önlenmiştir.
Kararname yayınlandıktan sonra Daire’yi kurmak için şahsımın atama kararnamesi Başbakanlığa sevk edilmiş fakat Kararname çıkmadan Başbakan Yardımcısı Turgut Özal istifa ettiği için atama gerçekleşememiştir. Daha sonra yeni
bir kararname hazırlanarak Başbakan Bülent Ulusu’nun oluruna sunulmuş ve
atama işlemi gerçekleşmiştir. Bu süreçte dönemin Başbakanlık Müşaviri olan
Mehmet Keçeciler’in büyük katkısı olmuştur.
DPT AET Dairesi DPT’nin merkez binasında yer olmadığı için TOBB’un
arkasındaki bir binada bir oda, bir sekreter ile kurulmuştur. O dönemde AET
konusunda yetişmiş personel olmadığı için DPT’ye yeni girmiş uzman yardımcılarından bir kadro tarafımdan oluşturulmuştur. Bu kadrodan yetişen Mustafa
Dönmez daha sonra AB Genel Sekreter Yardımcısı olarak görev yapmıştır.
DPT Müsteşarı Kararname gereği o dönemde AET konusundaki koordinasyondan sorumlu olduğu için AET ile ilgili tüm koordinasyon DPT’de gerçekleştirilmiştir. DPT AET Dairesi daha sonra Genel Müdürlüğe dönüşmüş,
zamanla AB Genel Sekreterliği ve AB Bakanlığı kurulmuştur. DPT’nin son AB
Genel Müdürü, şimdiki Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’dır.
Başbakan Turgut Özal, Yunanistan örneğinden hareket ederek gümrük birliği süreci devam ederken20 süreci hızlandırmak amacıyla AET’ye “tam üyelik”
başvurusunda bulunmaya karar vermiştir. Bu karar doğrultusunda Türkiye, 14
Nisan 1987 tarihinde Ankara Anlaşması’ndan bağımsız olarak ve bu Anlaşma da
öngörülen dönemlerin tamamlanmasını beklemeden bir Avrupalı devlet olarak;
•
AKÇT’yi kuran Antlaşma’nın 98’nci maddesine göre AKÇT’ye,
19 S. Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği ve Türkiye, (İstanbul: Beta Yayın A.Ş., 2004), s.166.
20 S. Rıdvan Karluk, Gümrük Birliği Dönemecinde Türkiye, (Ankara: Turhan Kitapevi, 1997), s. 36.
146
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
•
AET’yi kuran Antlaşma’nın 237’nci maddesine göre AET’ye,
•
EURATOM’u kuran Anlaşma’nın 205’nci maddesine göre EURATOM’a
tam üyelik başvurusunda bulunmuştur.21
Böylece Türkiye, tam üyelik başvurusundan önce kendisine hissettirilen, Ankara Anlaşması’nın 28’nci maddesinde belirtilen duruma henüz ekonomik yönden ulaşmadığı savını ortadan kaldırmış ve Roma Anlaşması’nın “Her Avrupalı
devlet Topluluklara katılmayı isteyebilir” hükmünden yararlanmıştır.22 Türkiye
başvuru tarihini özellikle 14 Nisan olarak belirlemiştir.23 Bundan amaç, AT Bakanlar Konseyi’nin 27 Nisan’da yapacağı toplantıda başvuruyu görüşmesini sağlamaktır.
Çünkü, 14 Nisan’dan sonraki bir başvuruda, araya giren Paskalya tatili
(17 Nisan) sebebiyle konunun ancak Mayıs ayındaki Konsey toplantısında
görüşülebilmesi mümkün olacak, bu süre içinde Avrupa Parlamentosu’ndan
Türkiye aleyhine bir karar çıkma olasılığı belirebilecektir. 14 Nisan’da yapılan
başvurunun ardından Alman Delegasyonunun Brüksel’de takındığı olumsuz
tutum, ancak Başbakan Turgut Özal’ın Almanya Başbakanı Helmut Kohl’e yazdığı bir mektup ile kırılabilmiştir.
27 Nisan 1987’de Lüksemburg’ta24 Dışişleri Bakanları düzeyinde toplanan
21 Türkiye’nin Topluluklara katılımını sağlamak için yapılan başvuru, aslında bir “üyelik” başvurusudur. Çünkü, AT’ye katılmanın başka bir yolu yoktur. Fakat bu başvuru 31 Temmuz 1959 tarihinde yapılan “ortaklık üyelik” (associate member) başvurusundan ayırt edilmesi bakımından, doğru olmadığı halde tam üyelik şeklinde
nitelendirilmektedir. Doğru terim, üyeliktir. Başvuru sonrasında “Özal, başvuruda samimi değil. AET başvuruyu reddedecek. Sonra kamuoyuna dönerek AET başvurumuzu kabul etmedi. Öyleyse bizde Müslüman ülkelerle
İslam Ortak Pazarı kuralım diyecek” spekülasyonu yapılmıştır. S. Rıdvan Karluk, ASOMEDYA, Aralık 1997,
s. 99-100. Lüksemburg Zirvesi öncesi ve sonrasında Türkiye’nin görüşleri ve AB’nin haksız tutumuna tarafımızdan yapılan eleştiriler için bkz. “Gümrük Birliği Ne Getirdi”?DÜNYA, 15 Ocak 1997; “Türkiye Gümrük
Birliği’nin Sonuna mı Geldi”, ZAMAN, 15-16 Mart 1997; “Gümrük Birliği Kime Yaradı?” Eskişehir Ticaret
Odası Dergisi, Şubat 1997; “Türkiye Ekonomik Avrupa’nın Neresinde?”, DÜNYA, 2 Mart 1997; “Nihai Hedef
Tam Üyelik”, MİLLİYET, (Entellektüel Bakış), 26 Ağustos 1997; “AB Türkiye’yi Dışlıyor mu?”, DÜNYA, 5
Kasım 1997; “Genişleyen Avrupa ve Türkiye”, Eskişehir Ticaret Odası Dergisi, Ağustos 1997; “Avrupa Birliği Türkiye’yi Dışlıyor mu?”ZAMAN, 16 Aralık1997; “Genişleyen Avrupa ve Türkiye”, Türkiye Sorunlarına
Çözüm Konferansı-I, 24-27 Aralık 1997; “AB ile İlişkilerin Geleceği”, Eskişehir Sanayi Odası Dergisi, Şubat
1998; “1997 Türkiye Ekonomisinin Değerlendirilmesi ve 1998 Yılına Bakış”, Konya Ticaret Odası Dergisi,
Ocak 1998.
22 Avrupa Birliği Anlaşması’nın 6’ncı maddesi şöyledir: “Birlik üye devletlerin ortak özellikleri olan özgürlük, demokrasi, insan hakları ve temel özgürlüklere saygı ve hukuk düzeni ilkeleri üzerine kurulmuştur. Birlik
üye devletlerin ulusal kimliklerine saygılı olacaktır.” Anlaşma’nın 49’ncu maddesi ise“Herhangi, bir Avrupalı
devlet, 6’ncı maddede açıklanan ilkelere saygı duydukları takdirde, Avrupa Birliği’ne üyelik başvurusunda
bulunabilir” hükmünü getirmiştir.
23 Türkiye’yi tutan bir kısım Topluluk yetkilileri, başvurunun mutlaka 10-14 Nisan tarihleri arasında yapılmasını ve böylece Belçika’nın dönem başkanlığı süresi içinde 27 Nisan 1987 tarihinde yapılacak Konsey toplantısında konunun ele alınabileceğini, Dışişleri Bakanı Ali Bozer’e iletmişlerdir.
24 1987 Lüksemburg Kararları sonrasında AB’nin Türkiye’ye yönelik çifte standartları sebebiyle Türk kamuoyunun AB’ye vermiş olduğu destek hızla düşmüştür. ABD’li düşünce kuruluşu Alman Marshall Fonu’nun (The
German Marshall Fund of the United: GMF) 2-27 Haziran 2012 tarihleri arasında yapılan Transatlantik Eğilimler 2012 araştırması 12 Eylül 2012 tarihinde açıklanmıştır. Transatlantik Eğilimler 2012 araştırması sonuçlarına
göre Türklerin sadece %38’i “AB üyeliği iyidir” görüşündedir. Trasatlantik Eğilimler’in 2004’te yaptığı benzer
araştırmada Türk insanının AB üyeliğine verdiği destek %73 olmuştu. S. Rıdvan Karluk, “Türkiye’de Avrupa
147
TURGUT ÖZAL VE AVRUPA BİRLİĞİ:
UZUN VE MEŞAKKATLİ BİR YOL
Konsey, Yunanistan’ın usule ilişkin bir itirazı dışında, Roma Anlaşması’na uygun
olarak oybirliği ile başvurunun incelenmek üzere Komisyon’a gönderilmesini kararlaştırmıştır. Komisyon, 18 Aralık 1989 tarihinde Türkiye’nin başvurusundan
tam 2 yıl 8 ay sonra Görüş Raporu’nu açıklamıştır. Rapor, 10 sayfalık bir “ana
metin” (Görüş Bölümü) ile buna ekli 125 sayfalık bir teknik rapordan (Türkiye
Ekonomisinin Yapısı ve Gelişimi Hakkında Rapor) oluşmuştur.
Görüşe ekli Rapor da, Türkiye’nin ekonomik ve sosyal yapısı, gelişimi, belli
ölçüde Yunanistan, İspanya ve Portekiz ile de karşılaştırılarak incelenmiştir. Giriş
Bölümü’nde, EK’e atıfta bulunarak, Komisyon’un başvurusu ile ilgili görüş ve
değerlendirmelere yer verilmiştir. AB’nin genişleme sürecinde üyelik başvurusundan sonra Komisyon’un en uzun sürede görüş belirttiği ülke Türkiye’dir.25 Görüş
Raporu, Türkiye’yi kırmayacak şekilde dikkatli ifadelerle de olsa tam üyelik
başvurusunu erken bulup, reddedilmesini önermiştir.
Komisyon adına Raporu açıklayan Komisyon üyesi Abel Matutes, Türkiye’nin 1993’e kadar Tek Senet hedelerine ulaşmadan tam üyelik
başvurularını işleme koyamayacaklarını, ancak 1992 yılından sonra Topluluğun
15 veya 18 üye ile işleyip işlemeyeceğinin açıklığa kavuştuktan sonra durumun
bu tarihten sonra ele alınabileceğini belirtmiştir.27 Rapor, Türkiye’de son yıllarda
ekonomik yönden kaydedilen gelişmelerden olumlu olarak söz etmiş, fakat buna
rağmen yine de ortada dört güçlüğün bulunduğunu açıklamıştır. Bunlar;
26
•
Tarım alanında olduğu kadar sanayi sektöründe de Topluluk ile olan önemli
yapısal farklılıklar,
•
Sanayide yüksek koruma oranları,
•
1989 yılında artış gösteren makro ekonomik dengesizlikler,
•
Düşük bir sosyal koruma düzeyi ve Türkiye ile Topluluklar arasındaki kalkınma düzeyi farkının büyüklüğüdür.
Komisyon’un görüşüne göre Türkiye’de kişi başına GSMH Topluluktakinin
üçte birine eşittir. Nüfusun yarısına yakını tarım kesiminde çalışmaktadır ve sekBirliği’ne Destek Hızla Azalıyor”, Sakarya, 11 Nisan 2011. Araştırmanın ortaya koyduğu bir başka ilginç sonuç
ise, Avrupalı halkların da Türkiye’yi AB üyesi olarak görmek istememesidir. Avrupalıların %22’si Türkiye’nin
AB üyeliğini desteklemektedir. Türklerin sabrı, Avrupalıların sürekli AB üyeliğine çıkardığı engeller ve
Türkiye’ye karşı uyguladığı Bobon kriterleri (BK) sebebiyle taşmıştır. Çünkü Türklerin %62’si Avrupa Birliği
üyeliğinin artık iyi bir şey olduğuna inanmamaktadır. Bu sonuç, Avrupa Birliği’ne üyelik konusunda Türkiye’de
toplumsal desteğin düştüğünü göstermektedir.
25 S. Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği, (İstanbul: Beta Yayın A.Ş., 2014), s. 16.
26 Paketi hazırlayan M. Abel Matutes, İspanya eski Dışişleri Bakanı’dır.
27 Türkiye’nin üyelik başvurusu reddedilmemiş, fakat olayların gelişimine bırakılmıştır. Başvuru Konsey tarafından uygun bulunmuş olsaydı, Avrupa Parlamentosu’nun uygun görüşü alındıktan sonra katılma görüşmeleri
başlayacaktı. Ardından Katılım Anlaşması imzalanacak, Anlaşma üye ülke Parlamentolarınca onaylandıktan
sonra tam üyelik gerçekleşmiş olacaktı.
148
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
törde verimlilik oldukça düşüktür. İşsizlik ve enlasyon oranları Topluluk ortalamasının çok üstündedir. Ücretlerin düşük olması, Türkiye’nin Topluluk sosyal
normlarını yakalamasını güçleştirici bir faktördür. Bu farklılıklar mevcut olduğu
sürece Türkiye, AT’nın ekonomik ve sosyal politikalarının gereklerini yerine getirmekte sıkıntı çekecektir.
Bütün bu sebepler ile tam üyelik görüşmelerinin derhal başlaması mümkün
görülmemiş, fakat Türkiye’nin Topluluğa katılmaya “ehil olduğu” belirtilmiştir.27
Türkiye’nin Topluluğa yakınlaşma çabalarına yardımcı olmak, ilişkileri güçlendirmek ve derinleştirmek için; gümrük birliğinin tamamlanması, mali işbirliğinin yeniden başlatılarak yoğunlaştırılması, sınai ve teknolojik işbirliğinin geliştirilmesi, siyasi ve kültürel bağların güçlendirilmesi gerektiği Rapor da önerilen
dört önlemdir. Bütün bu konuların Ortaklık Anlaşması çerçevesinde ele alınması
öngörülmüştür.
Komisyon’un olumsuz görüşü, 5 Şubat 1990 tarihinde Konsey tarafından da
benimsenince (Yunanistan’ın üyeliğinde Komisyon’un olumlu olmayan görüşü,
Konsey’de değiştirilerek görüşmeler başlatılmıştır), Türkiye’nin üyelik başvurusunun değerlendirilmesi 1992’den sonraya kalmıştır. Bununla beraber Konsey,
Komisyon’dan Türkiye ile işbirliğinin güçlendirilmesi konusunda somut tekliler
sunmasını istemiştir. Bunun üzerine Komisyon, İşbirliği Programı olarak bilinen
tekliler paketini, (Matutes Paketini) 6 Haziran 1990 tarihinde benimsemiştir.
Program da, yukarıda belirtilen alanlar ile ilgili somut ve ayrıntılı önlemler yer
almıştır.
İşbirliği Programı, aynen Görüş Raporu’nda da belirtildiği gibi ilk şart olarak, gümrük birliğinin tamamlanmasını öngörmekte, Türk tarımının ortak tarım politikasına uyumu da dahil olmak üzere, Topluluğun ortak politikalarının
Türkiye tarafından kabulü ile ilgili işbirliği önerilerini içermektedir. Önerilen
Program, bu hususların dışında, normal bir çerçeve anlaşmasına dahil olabilecek
teknoloji ve bilgi transferi, turizmde işbirliği gibi konuları da kapsamaktadır.
Program ayrıntılı bir şekilde incelendiğinde, bunun ilişkilere yeni bir boyut getirmediği ve Program’da yer alan noktaların Katma Protokol maddeleriyle
belirlendiği ortaya çıkmaktadır. İşbirliği Programı Türkiye-AT ilişkilerine yeni
bir şekil vermekten çok, mevcut uygulamaların Katma Protokol’de öngörüldüğü şekilde gerçekleştirilmesine yöneliktir. Türkiye’nin AT’ye üyelik başvurusu,
Topluluğun bütün imkânlarını 1992 Tek Pazar hedefine yönelttiği bir tarihte
ele alınmıştır. Türkiye, Yunanistan engelini aşabilmek amacıyla zaman kazanma
isteğiyle hızlı hareket edince, talebinin incelenmesi de 1992’de Tek Pazarın tamamlanmasına kadar ertelenmiştir.
149
TURGUT ÖZAL VE AVRUPA BİRLİĞİ:
UZUN VE MEŞAKKATLİ BİR YOL
1989 yılının sonunda Doğu Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan liberal gelişmeler, iki Almanya’nın 3 Ekim 1990’da birleşerek tek bir devlete dönüşmesi,
Avusturya, Malta, Kıbrıs (GKRY), İsveç, Finlandiya, İsviçre ve Norveç’in tam
üyelik başvuruları, bunlardan Avusturya, İsveç ve Finlandiya’nın28 başvurularının
kabul edilmesiyle Birlik üye sayısının 1995 yılında 12+3=15’e çıkması, Sovyetler
Birliği’nin dağılması ve dünya konjonktüründe meydana gelen hızlı gelişmeler,
Türkiye’nin AB’ye üye olarak katılmasını zorlaştırmıştır.
Türkiye’nin 14 Nisan 1987 tarihinde Avrupa Topluluklarına “tam üyelik”
başvurusu, 28 yıllık (1959-1987) Türkiye-AB ilişkilerinde çok önemlidir. Avrupa bütünleşmesine katılma konusunda Türkiye’de bütün ilgili taraların uygun
görüşü ile yapılan başvuru, Türkiye’nin Cumhuriyet tarihindeki en önemli kararlarından biridir. Türkiye eğer günün birinde AB üyesi olabilirse, AB ülkeleri
ile “ortak üye” olarak onların yanında değil, onlarla aynı ve eşit haklara sahip
olarak Birlik içinde yer alabilecektir. Türkiye’nin Katma Protokol’de öngörülen
dönemleri tamamlamadan, Başbakan Özal’ın 14 Nisan 1987 tarihinde Topluluğa “tam üyelik” başvurusunun altında yatan ekonomik, siyasi ve sosyal nedenler
şunlardır:
a) Taviz Yıpranması: Türkiye-Topluluk ilişkilerinde, Katma Protokol’ün imzalandığı dönemlerde karşılıklı olarak kurulan denge, zaman içinde Türkiye’nin
aleyhine bir gelişim göstermiştir. Protokol’de Türkiye lehine sağlanan avantajlar
ortadan kalkmış, içerde ve dışarda meydana gelen gelişmeler sonucunda kurulan
hassas denge, Türkiye aleyhine bozulmuştur. AT, Genelleştirilmiş Tercihler Sistemi’ni 1971 yılında yürürlüğe koymuş ve Türkiye’yi bu Sistem’e dahil etmemiştir. Böylece, sanayi ürünlerine tanınan tavizlerin ayrıcalıklı niteliği büyük ölçüde
sona ermiş, gelişme yolunda olan ülkelere benzer kolaylıklar karşılıksız olarak
sağlanmıştır.
Topluluk, 1972-1973 yılları arasında EFTA ülkeleri ile sanayi mallarında ikili serbest ticaret bölgesi anlaşmaları imzalamıştır.29 Çünkü EFTA’dan Topluluğa
ithal edilen sanayi malları, Topluluk malı olarak işlem görmüştür. , 125 ülkeyle
anlaşma imzalamış, 30 civarında çok taralı anlaşma ile üçüncü ülkelere özellikle
gelişme yolunda olanlara karşılıksız ödünler vermiştir. ACP ülkelerine verilen
karşılıksız tavizler, Akdeniz Bölgesinde yer alan Mağrip ve Maşrık ülkelerine
Kıbrıs ve Malta’ya, üyelikten önce İspanya, Portekiz ve Yunanistan’a sağlanan
avantajlar, Katma Protokol ile Türkiye’ye verilenlerden daha fazladır.
28 Norveç, 27 Kasım 1994 tarihinde yapılan halkoylamasında %52.2 olumsuz oy çıkması üzerine AB’ye girmekten vazgeçmiştir.
29 Karluk, Uluslararası Kuruluşlar, 2014, s. 16.
150
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Tarım sektöründe elde edilen tavizler zamanla üçüncü ülkelere de verilmiş,
bazen daha fazla ödün bu ülkelere sağlanmıştır. Bu durum, ilişkilerdeki ayrıcalıklı
rejimi ortadan kaldırmıştır. Topluluğun benzer üretim ve ihracat yapısına sahip
olan Akdeniz ülkeleriyle kurduğu tercihli ilişkiler, buna örnektir. 1974, 1976 ve
1980 yıllarında yapılan tarım tavizleri iyileştirmeleri, Türkiye’yi tatmin etmekten uzak kalmıştır. Çünkü Topluluk tarım sektörünü, kota, prelevman, referans
fiyatı, asgari fiyat gibi tarife dışı engeller ile korumakta olup, bu engeller kaldırılamamıştır.
b) Türkiye’nin Ekonomide Yaptığı Reformlar Sonucunda Dışa Açılması: Türkiye,
Turgut Özal’ın önderliğinde 24 Ocak 1980 ekonomik istikrar önlemlerini30 yürürlüğe koymakla başladığı ekonomik reform programını, 1983 yılında
işbaşına gelen Anavatan Partisi döneminde de devam ettirmiştir. Böylece dışa
açılma ve uluslararası ekonomi ile bütünleşme çabalarında büyük başarıya
ulaşmıştır. Günümüzde eğer Türkiye ekonomisi küresel ekonomiye entegre olmuş
ve dünyanın en büyük 17’nci ekonomisi konumuna gelmiş ise, bu dönüşüm ve
gelişimin temelleri 24 Ocak kararları ile atılmıştır.
Katma değer vergisi uygulamaya konulmuş, bankacılık, kambiyo, dış ticaret, yabancı sermaye alanlarında köklü reformlar yapılmış, Topluluk ülkelerinin
izledikleri serbest piyasa ekonomisine uyumda başarılı adımlar atılmış, devlet tekelleri çay ve tütünde kırılmış, sübvansiyonlar büyük ölçüde kaldırılmış, fiyat
mekanizmasına gereken önem verilmiş, kıt kaynakların bu mekanizmaya uygun
olarak dağılımı için çaba gösterilmiş, reel pozitif faiz politikası uygulanmasına geçilmiş, sermaye piyasası geliştirilmiş, özelleştirme programlarına başlanmış, kamu
yatırımları alt yapıya kaydırılmış, imalat sanayi özel sektöre bırakılmış, gerçekçi
döviz kuru uygulamasına geçilmiştir. Böylece, mevcut sanayinin %75 oranında
Topluluğun rekabetine açılması mümkün olmuştur.
Türk ekonomisinin dışa açılması ve rekabet gücünün artmasına ek olarak
ekonomik gelişmede sağlanan başarı, Topluluğa başvuruda güven veren faktörler
olmuştur. Bu durum Turgut Özal tarafından 13 Nisan 1987’de şu şekilde özetlenmiştir:“1983 senesinin sonundan itibaren Anavatan iktidarıyla beraber çok daha
güçlü bir şekilde uygulamaya başladığımız ekonomik sistem, yaptığımız reformlar,
Avrupa Pazarı’na başvurularımızda hiçbir problem çıkarmayacağı kanaatini rahatlıkla bizde uyandırmıştır”.
c) Topluluğun Önce Kuzeye, Sonra Güneye Genişlemesi: AT, 1973 yılında kuzeye,
1981 ve 1986 yıllarında da güneye genişlemiştir. İlk genişlemenin olumsuz etki30 S. Rıdvan Karluk, Türkiye Ekonomisi (İstanbul: Beta Yayın A.Ş., 2014), s. 344.
151
TURGUT ÖZAL VE AVRUPA BİRLİĞİ:
UZUN VE MEŞAKKATLİ BİR YOL
lerini hafiletmek amacıyla imzalanan Katma Protokol, Türkiye tarafından 1982
yılında onaylanabildiğinden ve o tarihte ilişkiler dondurulmuş bulunduğundan
yararlı olamamıştır. İngiltere’nin üyeliği, tekstil alanında kota sorununun ortaya
çıkmasına yol açmıştır. Topluluğun ikinci ve üçüncü genişlemeleri güneye doğru
olmuş ve ilk genişlemeye göre Türkiye’yi daha fazla olumsuz yönden etkilemiştir.
Çünkü yeni üç üyenin tarımsal ihracatı, Türkiye’nin ihracatı ile büyük bir
benzerlik göstermekte idi. Yunanistan, İspanya ve Portekiz, üyelik avantajlarını
kullanarak Topluluk pazarında üstünlük elde etmiş, Türkiye aleyhine (kuru üzüm
gibi) korumacı önlemlerin arttırılmasını sağlamışlardır. Ayrıca, Topluluğun kendi
içinde yeterlik oranını arttırmışlar ve bazı ürünlerde üretim fazlasının ortaya çıkmasına yol açmışlardır. Bu durum, Türkiye’nin tarımsal ürün ihracatını olumsuz
yönde etkilemiştir.
d) Tam Üyeliğin Sağlayacağı Avantajlardan Yararlanma: Türkiye’nin Topluluklara
tam üye olması, FEOGA Bölgesel Kalkınma Fonu, Sosyal Fon ile Topluluğun
diğer öz kaynaklarından yararlanmasını sağlayacaktır. Böylece, ekonomik kalkınma için daha fazla dış kaynak bulacaktır. Her ne kadar Topluluk bütçesine bir
katkıda yapılacaksa da, elde edecekleri vereceklerinden daha çok olacaktır.
Topluluklara katılım öncesi ve sonrasında 1988 yılına kadar Yunanistan’a 12
milyar, İspanya’ya 6 milyar ve Portekiz’e 2.5 milyar ECU tutarında mali katkıda bulunulmuştur. Topluluk ile gerçekleştirilecek Gümrük Birliği, tam üyeliğin
avantajlarından yararlanarak sağlanmalıdır. Topluluğa 1981’de katılan Yunanistan gümrük birliğini tam üye olduktan sonra gerçekleştirmiştir. Aynı durum,
İspanya ve Portekiz içinde geçerlidir. Her üç ülkeye de Topluluk, tam üye olunduktan sonra belli bir geçiş dönemi imkânı sağlamıştır.
e) Mali Katkı Eksikliği: Topluluğun üç Mali ve bir Tamamlayıcı Protokol
çerçevesinde Türkiye’ye sağladığı mali destek, yeterli bulunmamıştır. Verilen
krediler, Türkiye ekonomisinin kalkınma sürecine katkıda bulunmuştur ama
istenilen miktarda olmamıştır. Dördüncü Mali Protokol ise, siyasi sebepler ile
askıda tutulmuştur. Tam üye olunmakla, Topluluk kaynaklarından ve bu arada
Avrupa Yatırım Bankası’nın üyelerine verdiği düşük faizli kredilerden yararlanmak mümkün olacaktı. Topluluğun dışında kalmak, yeni katılan ve büyük kredi
ihtiyacı duyan üç ülkenin, Türkiye’nin Banka kaynaklarından daha fazla pay almasına karşı çıkmalarına yol açacak ve bu durum yeni kredi alınmasını imkânsızlaştıracaktı.
152
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
f ) Sosyal Alandaki Sorunların Giderilmesi: Türk işgücünün Topluluk içinde
serbest dolaşımı da dahil, yerleşme hakkı ve hizmet edimi gibi sosyal alanlarda
ortaya çıkan ve çözümlenemeyen sorunların, tam üyelik çerçevesinde giderilmesi
amaçlanmıştır. Mevcut statüde, Topluluğun güneye genişlemesiyle birlikte,
işgücünün serbest dolaşımına ilişkin hükümlerin uygulanma şansı kalmamıştır.
g) Son Katılan Üyelerin Rekabet Korkularına Engel Olmak: Topluluğa son katılan
üç güney ülkesi, Türkiye ile benzer ekonomik yapıya sahipti. Bazı tarımsal
ürünlerde (kuru üzüm, fındık) olduğu gibi bir kısım hassas sanayi ürünlerinde de
Türkiye’ye karşı kısıtlayıcı politika izlemeleri ihtimal dahilindeydi. Bunlara engel
olmak ancak üyelik ile mümkündü.
h) Tek Taralı Yükümlülükten Kurtulma İsteği: Türkiye-Topluluk ilişkilerinde AET
taviz üst sınırına gelmiş, buna karşılık Türkiye ertelediği yükümlülüklerini tek
taralı olarak yerine getiren taraf görünümü kazanmıştı. 1976-1987 döneminde
dondurulan yükümlülüklerimizin, ilişkilerin gelişmesine paralel olarak
uygulamaya konulması, yeni ek taviz alınmadan Türkiye’ye bir külfet getirecekti.
Gümrük Birliğinin, Topluluğa tam üye olmadan gerçekleştirilmesi ve tam
üyelik şartlarına hazırlanılması akılcı bir davranış değildi. Bunun için üyeliğin ilk
şartı olan Gümrük Birliğinin, Topluluk içinde ve üyeliğin imkânlarından yararlanılarak gerçekleştirilmesi gerekirdi. Ayrıca, yavaş işleyen bir ortaklık ilişkisinin
nihai amaç olan üyeliği gerçekleştirmeyeceği anlaşılmıştı. Üyelik için tek çıkar
yolun, ortaklık ilişkisinin dışında üyelikten geçeceği anlaşılmıştı.
i) Üyelik İçin Milli Güvenlik Kurulu Kararı: 12 Eylül 1980 sonrasında Türkiye’yi
bir süre yöneten Milli Güvenlik Kurulu, 25 Mart 1981 tarihli toplantısında,
demokratik rejime geçilir geçilmez Topluluklara tam üyelik başvurusunun
yapılmasını kararlaştırmış ve bu tarihe kadar iç hazırlıkların tamamlanması
kabul edilmişti. Ayrıca, ilişkilerin yürütülmesinde, MGK’nın aldığı karar üzerine
15.12.1981 tarih ve 8/3987 sayılı Kararname çıkarılmış ve Devlet Planlama
Teşkilatı içinde 1982 yılında AET ile ilişkilerin koordinasyonundan sorumlu bir
Başkanlık (Genel Müdürlük) kurulmuştur.31
j) Kalkınma Planlarında Tam Üyelik Konusunda Yer Alan Hükümler: Birinci
Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda, AET ile ilişkilerle ilgili bir görüş ve bilgiye
yer verilmemiştir. Birinci Plan, Avrupa Ekonomik Topluluğu ile ilişkileri
görmezlikten gelmiştir. İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda Türkiye’nin ortağı
bulunduğu ekonomik birleşmelerle olan ilişkilerinin “plan hedelerine ve milli
31 Makalenin yazarı, Başkanlığın kuruluşunda Başkan olarak görev almış ve 1985 yılında Paris’te OECD
Nezdindeki Türkiye Büyükelçiliğindeki görevine tayin olana kadar DPT’deki bu birimin sorumluluğunu üstlenmiştir.
153
TURGUT ÖZAL VE AVRUPA BİRLİĞİ:
UZUN VE MEŞAKKATLİ BİR YOL
çıkarlara” uygun olarak artırılacağı, Türkiye’nin “geçiş dönemi” ve “son dönem”
de kendisine düşecek yükümlülükleri yerine getirebilmesi için ekonomisini güçlendirmesi gerektiği belirtilmiştir.
Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda AET ile ilişkiler ayrıntılı olarak ele
alınmış, 1995 yılında AET ile ilişkilerin son dönemine geçileceği için kalkınma
planlarının bundan böyle 15 yıllık değil, AET ile ilişkilerin son dönemine geçiş
yılına kadar olan 22 yıllık perspektile hazırlanması gerektiği belirtilmiştir. 22
yılsonunda ulaşılacak hedeler, rakamlarla verilmiştir.
Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda Türkiye’nin, AET ile ilişkilerinde umduğu ayrıcalığı ve yararları elde edemediği, Topluluğun Türkiye’ye karşı
yükümlülüklerini yerine getirmediği görüşüne ağırlık verilmiştir. Plan, Türkiye-AET İlişkilerinin IV. Plan Hedeleri ve Politikaları ile uyum içinde olmasını
öngörerek önceki Plan’ın yaklaşımından ayrılmıştır. Bu durum Plan hedelerine
de yansımış ve Türkiye’nin yükümlülüklerinin bir süre dondurulması dahil bazı
önlemler öngörülmüştür.
Beşinci Beş yıllık Kalkınma Planı’nda Türkiye’nin AT’ye tam üyeliği konusunda açık hükümler yer almıştır. Plan’ın 98’nci paragrafı şöyledir: “AET ile
ilişkiler, ekonominin dışa açılma politikasına da uygun olarak yeni baştan düzenlenecek, AET ile ekonomik bütünleşme konusunda gerekli adımlar Plan dönemi içinde
atılacaktır.” 99’ncu paragrafta ise, “Türkiye, AET’ye tam üye olarak katılma sonucunda Roma Antlaşması’nın gümrük birliğine ilişkin kurallarını bütünüyle üstlenme
durumunda olacaktır” hükmü getirilmiştir. 1985-1989 yıllarını kapsayan Beşinci
Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda yer alan bu açık amaçların yerine getirilmesi,
Topluluğa tam üyelik başvurusunda bulunulma sebepleri arasında sayılabilir.
Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı, Türkiye’nin Avrupa Topluluğu’na üyelik
başvurusu yapmasından sonra hazırlanmıştır. Plan’da üyelik hedelerine ulaşmak
için ve tam üyelik gerçekleşinceye kadar alınması gerekli önlemler ayrıntılı olarak belirtilmiştir. Plan’da, Avrupa Topluluğu ile ilişkiler sadece “Türkiye-Avrupa
Topluluğu İlişkileri” başlığı altında ele alınmamıştır. Plan’ın tüm bölümlerinde
ve hedelerin, ilke ve politikaların belirlenmesinde, AT’ye üyelik nihai hedefinin
dikkate alınması önemle vurgulanmıştır.
k) Yunanistan Faktörü: Yunanistan, 1 Ocak 1981 tarihinde AT’ye üye olduktan
sonra, Türkiye Topluluk ilişkilerine zarar vermeyeceğine ilişkin olarak Topluluğa
verdiği yazılı garantiye rağmen daima Türkiye’nin aleyhine bir tutum takınmıştır.
Bu olumsuz durumu ortadan kaldırmanın tek yolu AT’ye üye olmaktır.
154
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
l) Savunma Faktörü: Türkiye, AT’ye üye olmak için 14 Nisan 1987’de Konsey’e
başvuruda bulunurken, bir gün önce (13 Nisan) Batı Avrupa Birliğine katılma
yolunda niyet beyanını açıklamıştır. Böylece, AT’nin askeri kanadını meydana
getiren bu Birliğe de üye olarak Topluluk içindeki yerini sağlamlaştırmayı amaçlamıştır.
Başvuru sonrasında Refah Partisi dışındaki tüm partiler tam üyelik başvurusunu desteklemiş, tam üyeliğin kaçınılmaz olduğunu ifade etmişlerdir. Başvuruyu gerçekleştiren Anavatan Partisi lideri Turgut Özal konuşmasında “ANAP
iktidarına nasip olan”32 ifadesini kullanmıştır. DYP’nin konuya ilişkin açıklaması
şöyledir: “AT ile işbirliğini kalkınma hedelerimizin gerçekleşmesinde itici bir faktör,
sanayi ve tarım üretiminde rasyonelleşme vasıtası, Türkiye’nin dünya ticareti içinde
artan oranda yer alma kararı olarak anlamaktayız. Ortak Pazar’a tam üyeliğimizin
bir an önce gerçekleşmesinin ülkenin menfaatine olduğu inancındayız...”33
Ekonomik kuruluşların başvuruya tepkisi olumlu olmuştur. Türkiye Odalar
ve Borsalar Birliği, “Türk hür teşebbüsü olarak gecikmiş bir müracaatın, iyi bir zamanlamayla yapıldığı” düşüncesini ifade etmiştir. İstanbul Sanayi Odası Başkanı
“Bugünleri görmekten mutluyuz, batılılaşmanın dönüm noktasındayız” demiştir.
TÜSİAD Başkanı yaptığı açıklamada “...bir Türk gibi adım attığımız AT üyeliğini bir Avrupalı gibi sonuçlandırabilmek için...” diyerek başvurunun başlangıç
olduğunu vurgulamıştır.
Milliyet Gazetesi’nin DATA şirketi ile ortaklaşa gerçekleştirdiği kamuoyu
araştırmasında halkın %61,1’i AET’ye (AB’ye) girelim derken, %19.1’i karşı çıkmıştır. Çekimserlerin oranı ise %19.8’dir. Zamanın tüm siyasi parti liderleri başvuruyu desteklerken Necmettin Erbakan “AET’ye üyelik hiçbir şey kazandırmaz,
sadece Türkiye’yi tahrip eder” diyerek başvuruya karşı çıkmıştır. Başbakan Turgut
Özal ise başvuruyu “uzun, ince bir yoldayız” şeklinde yorumlamıştır. Bu konuda
da haksız değildi.
Aradan 30 yıla yakın bir süre geçmiş, AB üye sayısı 28’e ulaşmıştır. Türkiye,
AB üyesi olmak için çaba göstermeye devam etmektedir. Avrupa Birliği Bakanı ve Baş müzakereci Volkan Bozkır Türkiye’nin AB’ye 50 yıldır alınmadığını,
ancak bir veya iki yıl içinde üye ülkeler arasına gireceğini düşündüğünü belirtmiş ve de “Türkiye’yi üye yapmazlarsa çok da fazla umurumuzda olmaz. Bunda
kaybedecek olan AB’dir” demiştir.34 Bakan Bozkır bir hususta haklıdır. Çünkü,
32 Milliyet, 12-13 Nisan 1986.
33 DYP, Doğru Yol Partisi Tüzük Programı, (Ankara: DYP Yayını, 1983), s. 94.
34 Milliyet, 27 Ekim 2014.
155
TURGUT ÖZAL VE AVRUPA BİRLİĞİ:
UZUN VE MEŞAKKATLİ BİR YOL
AB genişleme süreci içinde hiçbir aday ülke yarım yüzyıl AB kapısının önünde
bekletilmemiştir.
AB Devlet ve Hükümet Başkanlarının 17 Aralık 2004 tarihinde almış oldukları karar şudur: Eğer Türkiye AB’ye üye olamaz ise, Türkiye’nin, AB kurumlarına demirlenmesi (is fully anchored in the European structures) söz konusudur.
Demirlemek şu demektir: “Avrupa Birliği’ne eğer üye olamayacaksanız, AB’den
fazla uzaklara da gitmeyin.” Bu durumu Türkiye kabul edemez.
Eski Başbakanlardan Tansu Çiller, 7 Mayıs 1995 tarihinde Hürriyet gazetesine verdiği demeçte, “En geç 1998’de Avrupa Birliği’ne tam üyeyiz” dedikten sonra,
“Bu iş zor olmayacak, imajım etkili olacak ” gibi bilimsel olmayan açıklamalarda
bulunmuştu. AB Genel Sekreterliği’ni 2,5 yıl yürüten Büyükelçi Volkan Vural da,
Hürriyet’ten Sedat Ergin’e 20 Ocak 2003 tarihinde; “2008-2011 arası bir dönemde Türkiye üyelik müzakerelerini tamamlar” demişti.
Çiller ve Vural’ın iyimser görüşleri güzel bir “hayaldi.” Eğer Çiller’in ve
Vural’ın hayalleri gerçekleşeydi Türkiye 1998, en geç 2003 yılından bu yana
AB üyesi olurdu. Bakan Volkan Bozkır’ın da hayali güzeldir ama gerçek çok
farklıdır. Ben de tıpkı Bakan Bozkır gibi Türkiye’nin AB üyesi olmasını istiyorum
ama 1 Kasım’da göreve başlayan yeni Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude
Juncker “Önümüzdeki beş yıl boyunca AB’ye hiçbir yeni üyenin katılmayacağını” açıklamıştır.
1975 yılında kabul edilen doktora tezimden, 1982 yılında rahmetli Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ın beni AET Dairesi (AB Genel Müdürlüğü) Başkanı
olarak atadığından bu yana Türkiye’nin AB üyesi olması yönünde çaba harcamaktayım. Türkiye’nin bir veya iki yıl içinde üye ülkeler arasına girmesi fiilen
ve de hukuken mümkün değildir. Çünkü AB’nin 2014-2020 bütçe döneminde
Türkiye’nin üyeliğini dikkate alan bir bütçe planlaması yapmamış olması, Avrupalıların Türkiye’yi 2014-2020 yıllarında üye olarak görmediğini ortaya koymaktadır.
Türkiye’nin AB üyeliği uluslararası hukuk açısından bir “ahdi yükümlülük”
olmasına rağmen Kasım 2005’te Almanya’da iktidara gelen Şansölye Angela Merkel Türkiye için “imtiyazlı ortaklığı” önermiştir. Mayıs 2007’de Fransa’da Cumhurbaşkanı seçilen Nicolas Sarkozy imtiyazlı ortaklığı önce seçim kampanyası
sırasında sonra da Cumhurbaşkanlığı görevinde gündeme getirmiş, 2007 yılında
yayınlanan kitabında da bu konu üzerinde durmuştur.35
35 Sarkozy’nin Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkması Avrupa Birliği’nde Türkiye’nin üyeliğine verilen desteğin
düşmesinde önemli rol oynamıştır. Nicolas Sarkozy, Testimony: France, Europe and the World in the TwentyFirst Century, ( Harper Perennial: 2007); Graham E. Fuller, vd., Turkey’s New Geopolitics: From the Balkans
156
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Merkel ve geçmişte Sarkozy, uluslararası hukukta geçerli olan “ahde vefa” (pacta sund servanda) kuralını yok saymışlardır. Sarkozy artık iktidarda değildir ama
yeni Fransa Cumhurbaşkanı Hollande da Türkiye’nin müzakere sürecindeki
vetoları henüz kaldırmamıştır. Ankara Anlaşması ve Katma Protokol’de, “imtiyazlı ortaklık“ şeklinde bir tanımlama yoktur. Türkiye zaten AB ile gümrük
birliğini gerçekleştirdiği için bir anlamda “imtiyazlı ortak” statüsündedir. Türkiye’nin adaylığının devamlı sorgulanışı, Türkiye’de AB hakkındaki önyargıları
güçlendirmekten başka bir işe yaramamaktadır.
Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç’ın 15 Eylül
2014 tarihinde AA tarafından yayınlanan demecindeki “… Türkiye kamuoyunun AB sürecine olan desteğinin giderek göreceli olarak zayıladığı konuları, herkes
tarafından konuşuluyor ve yazılıyordu” tespiti doğrudur. Çünkü kamuoyunun
AB üyeliğine verdiği destek, Türkiye’ye karşı uygulanan çifte standart sebebiyle
hızla düşmüştür. Avrupa Birliği’nin kamuoyu araştırmalarından sorumlu birimi
Eurobarometre’nin 18 Aralık 2014 tarihinde açıklanan araştırmasına göre Türk
halkının geçen yıl %38 olan AB desteği, 2014 yılında 10 puanlık rekor düşüş yaşayarak en düşük seviye olan %28’e gerilemiştir. Türklerin %54’ü “AB üyeliği
bize hiçbir şey katmayacak” görüşündedir. Artış önceki yıla göre %9’dur.36
Diğer taraftan Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi EDAM’ın
TNS aracılığıyla Türkiye çapında yaptırmış olduğu kamuoyu araştırmasına göre
Türkiye’nin daha güçlü bir ekonomi ve dış politikaya sahip olmak için Avrupa
Birliği ile işbirliği yapması gerektiği ortaya çıkmıştır. 1 Ocak- 15 Şubat 2015 tarihleri arasında, Türkiye’de yaşayan seçmenleri temsil eden 1500 kişilik bir örneklemle Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Diyarbakır, Manisa, Erzurum, Gaziantep,
İstanbul, İzmir, Kayseri, Kırklareli, Konya, İçel, Samsun, Zonguldak, Denizli,
Malatya illerinde yürütülen kamuoyu araştırmasında katılanlara, daha güçlü bir
ekonomi ve dış politikaya sahip olmak için, sizce, Türkiye’nin işbirliği yapması
gereken ülke/ülke gruplarının hangisi olması gerektiği sorulmuştur.
“Daha güçlü bir ekonomi ve dış politikaya sahip olmak için, sizce, Türkiye okuyacağım ülke veya ülke gruplarından hangisiyle ilişkileri güçlendirmelidir?”sorusuna
araştırmaya katılanların %23’ü Türkiye için işbirliği yapılması gereken ülke/ülke
grubunun Avrupa Birliği olduğunu belirtmiştir. İkinci sırada gelen Arap ülkeleri
cevabını verenlerin oranı sadece %11 olmuştur.
to Western China, (Westview Press: 1993) s.189.
36 S. Rıdvan Karluk, “Avrupa Birliği Türk Halkının Gündeminden Neden Düştü,” Sakarya, 22 Aralık
2014, http://www.sakaryagazetesi.com.tr/avrupa-birligi-turk-halkinin-gundeminden-neden-dustu/
157
TURGUT ÖZAL VE AVRUPA BİRLİĞİ:
UZUN VE MEŞAKKATLİ BİR YOL
Görüşülen kişilerin %9’u Rusya, %8’i ABD ve %7’si de Çin derken,
%8’lik bir kesimse diğer ülkelerle işbirliği yapılmasını tercih ettiğini belirtmiştir. %11’lik bir seçmen kitlesi sayılan ülkelerin hiçbiriyle işbirliği yapılmaması
gerektiğini savunurken; seçmenlerin dörtte birinin bu soruya yanıt vermemesi
de dikkat çekmiştir. Aynı soru EDAM tarafından bir dış politika uzmanlar paneline yöneltildiğinde, 75 uzmanın %73’ünün birinci tercih olarak Avrupa Birliği
cevabı verilmiştir. İkinci sırada %17’lik bir oranla ABD gelirken, Rusya, Çin ve
Arap ülkelerini “güçlü bir ekonomi ve dış politika için” işbirliği yapılması gereken
ülke/ülke grubu olarak gören uzman ise neredeyse yoktur. Uzmanlar çalışmasına ben dahil 75 uzman katılmış ve araştırma çalışması Infakto RW tarafından
yürütülmüştür.
Anket siyasi parti seçmenleri arasında kayda değer farklılıklar olduğunu ortaya koysa da, parlamentoda olan dört partinin seçmenlerinin en çok tercih ettiği
seçenek AB olmuştur. Katılımcıların ikinci en yüksek tercihi Arap ülkeleridir.
Onları Rusya, ABD ve Çin izlemiştir. Katılımcıların %11’i Türkiye’nin hiçbir
devletle işbirliği yapmaması gerektiğini düşündüklerini belirtmiştir.
Araştırma sonuçları Türkiye’nin işbirliği yapması istenen ülke/ülke grupları
konusunda parti tabanları arasında anlamlı farklılıklar ve benzerlikler olduğunu
da göstermiştir. Kamuoyunun genelinde %23 oranında belirtilen Avrupa Birliği, bütün parti tabanlarının da birinci tercihi olarak ön plana çıkmıştır. Avrupa
Birliği’yle işbirliği yapılmasını isteyenlerin oranı ankete katılan CHP seçmenleri
arasında %29 iken, bu oran ankete katılan HDP seçmenlerinde %26 oranında
belirtilmiştir. Ankete katılanlar arasında Avrupa Birliği’yle işbirliği yapılması konusuna en soğuk yaklaşanlar, AKP (%21) ve MHP (%20) seçmenleridir. Ancak
bu iki parti tabanında da Avrupa Birliği’nin birinci tercihtir.
Avrupa Birliği konusundaki bu fikir birliğine karşılık, Arap ülkelerini işbirliği yapılabilecek ortaklar arasında görenler konusunda parti tabanları arasında
önemli farklılıklar vardır. AKP seçmenleri arasında Arap ülkelerini “daha güçlü
bir ekonomi ve dış politika için” işbirliği yapılabilecek ülke grubu olarak görenlerin oranı %17’dir. Bu oran CHP seçmenleri arasında bu seçeneği seçenlerin oranının neredeyse 8 katıdır. MHP seçmenlerinin %12’lik oranı, bu parti tabanının
Arap ülkelerine daha sıcak yaklaştığını gösterirken; HDP seçmenleri arasında bu
seçeneği tercih ettiğini söyleyenlerin oranı %6’dır.37
Türkiye AB ilişkilerinin gelişmesinin önündeki en büyük engel Kıbrıs’tır. Kıbrıs sorunu çözülmeden Türkiye’nin AB üyesi olması mümkün değildir. Bir za37 EDAM, Türkiye’de Dış Politika ve Kamuoyu Anketleri 2015/2. http://www.edam.org.tr/tr/File?id=2164
158
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
manlar eski Başbakan Mesut Yılmaz’ın ifade ettiği gibi AB üyeliğinin yolu Diyarbakır’dan değil, Kıbrıs’tan geçmektedir. Mesut Yılmaz, 16 Aralık 1999 tarihinde
Başbakan Yardımcısı olarak gittiği Diyarbakır´da “Avrupa Birliği´ne üyeliğimize
giden yolun Diyarbakır’dan geçtiğine inanıyorum” demişti.
Bu açıklamadan 13 yıl sonra 2012 Yılı İlerleme Raporu’nda durum farklı bir şekilde ortaya konmuştur: “Konsey ve Komisyon’un müteaddit çağrılarına
rağmen, Türkiye, Avrupa Topluluğu ve Topluluğa üye devletler tarafından 21 Eylül
2005’de yapılan deklarasyonda ve Aralık 2006 ile Aralık 2010 tarihli olanlar da dâhil, Zirve sonuçlarında belirtilen yükümlülüklerini hâlâ yerine getirmemiştir.” Benzer görüşler 2014 Yılı İlerleme Raporu’nda da yer almıştır. Sekiz başlık Genel
İşler ve Dış İlişkiler Konseyi’nin 11 Aralık 2006 da almış olduğu karar çerçevesinde “Ek Protokolün tam olarak uygulanması şartına bağlı olarak” müzakerelere
açılamamaktadır. Diğer başlıkların geçici olarak kapatılması da engellenmiştir.
Bunun yanı sıra Nicolas Sarkozy’nin 2007 tarihinde Fransa Cumhurbaşkanı
olması ve GKRY’nin Türkiye’nin AB sürecini Kıbrıs konusunda tavizlere dayandırma politikası başta bu iki ülkenin müzakerelerin yürütüldüğü Hükümetler
arası Konferans kapsamında tek taralı olarak veto kullanmasına yol açmıştır.
Fransa Cumhurbaşkanlığı’na François Hollande’ın seçilmesinin ardından Fransa
sadece bir başlıkta vetosunu kaldırmıştır.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Paris ziyaretinde Hollande
vetolara devam kararı almış, Türkiye’nin AB’ye üye olup olmayacağına
değil, masadaki konularda ilerleme kaydedilmesine odaklanılması gerektiğini
söylemiştir. Konsey’in 2006 tarihinde aldığı sekiz başlığın açılmaması kararı
2009 yılında yeniden gözden geçirilmiştir. GKRY bu toplantıda Türkiye’ye
ek bazı yaptırımlar uygulanmasını talep etmiştir ancak bu talepler diğer üye
devletlerce uygun bulunmamıştır. Bunun üzerine GKRY tek taralı bir bildiri ile
altı başlığı bloke edeceğini açıklamıştır.
Türkiye 35 başlığın müzakere sürecini tamamlasa da AB üyeliği garanti
değildir. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Fransa ve muhtemelen Almanya Türkiye’nin üyeliğini veto edebilir. Ayrıca Avrupa Parlamentosu da Türkiye’nin
üyeliğine onay vermeyebilir. Çünkü, Parlamento’nun Türkiye’nin sözde Ermeni
soykırımını kabul etmesine ilişkin dört kararı vardır. Avrupa Parlamentosu 18
Haziran 1987, 15 Kasım 2000, 28 Şubat 2002 ve 28 Eylül 2005 tarihlerinde, Avrupa Konseyi de 24 Nisan 1998 ve 24 Nisan 2001 tarihlerinde Ermeniler lehine
tanıma kararları almıştır.38
38 S. Rıdvan Karluk, “Türkiye’nin Ermeni Sorunu,” TDTKB, 10 Ocak 2015. http://www.tdtkb.org/content/t%C3%BCrkiye%E2%80%99nin-ermeni-sorunu-profdrsr%C4%B1dvan-karluk
159
TURGUT ÖZAL VE AVRUPA BİRLİĞİ:
UZUN VE MEŞAKKATLİ BİR YOL
Türkiye’nin AB’ye ortak üyelik için yaptığı başvurusunun (31.07.1959) üzerinden 56, 14 Nisan 1987 tarihinde o dönemki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu’na üyelik başvurusu üzerinden 28, gümrük birliğinin gerçekleşmesinin
(31.12.1995) üzerinden 20, adaylık statüsü kazanmasının (12.12.1999) üzerinden 16, müzakerelerin başlamasının (3.10.2005) üzerinden 10 yıl geçmiştir Bu
süre içinde AB üye sayısı 6’dan 28’e çıkmıştır. Sırada Batı Balkanlar vardır ama
Türkiye yoktur.39
22-25 Mayıs 2014 tarihlerinde yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde
Fransa, İngiltere, Yunanistan, Danimarka, Avusturya ve Macaristan’da Euro’ya
şüphe ile yaklaşan, Avrupa Birliği karşıtı ve aşırı sağcı partiler oylarını arttırmıştır. Fransa’nın AB’den ayrılmasını savunan Marine Le Pen liderliğindeki Ulusal
Cephe (FN) %25’le birinci parti olmuştur. Le Pen, 27 Mayıs’ta haber Kanalı
BFM TV’ye verdiği demeçte “Türkiye’nin AB’ye üyeliği veto edilmeli” demiştir.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi sözcüsü Nikos Hristodulidis ada etrafında
doğalgaz arama faaliyetlerine Türkiye’nin müdahalesini gerekçe göstererek,
Ankara’nın Avrupa Birliği’ne katılım müzakerelerinde hiçbir yeni başlığın açılmasına izin vermeyeceklerini söyleyerek, Türkiye’nin üyeliğini tek başına bloke
edebilmektedir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 15 Aralık 2014 tarihinde “Bir adım attığımız
anda Avrupa Birliği’nden biri çıkıp açıklama yapıyor. Bu atılan adımın ne olduğunu biliyor musunuz? Ulusal güvenliğimizi tehdit eden unsurlar gereken cevabı
alacaklardır. AB bizi alır mı almaz mı, bizim böyle bir derdimiz yok. Kendi göbeğimizi keseriz. AB kendi işine baksın” demesi, acaba Türkiye’de bir eksen kayması
mı oluyor sorusunu gündeme getirmiştir. Avrupa Birliği Bakanı Volkan Bozkır’ın
da AB Bakanlığı Antalya temsilciliğinin açılış töreninde yaptığı konuşmadaki
“Fasıl açmak bizim sorunumuz olmaktan çıkmıştır. AB’nin bir sorunudur. Açarlarsa
memnun oluruz… Şayet AB Türkiye gibi bir ülkeyi üye yapmama lüksüne sahip olmaksızın, üye yapmama gibi yanlış bir karar alırsa, Türkiye’nin çok fazla umurunda
olmaz” açıklaması kafaları iyice karıştırmıştır.
Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi’nin Pamukkale’de düzenlenen Serbest Bölgeler Çalıştayı’nda yaptığı konuşmada, Türkiye’nin AB sürecinden
asla ayrılmaması ancak Avrasya’yı da unutmaması gerektiğini belirtmesi ve
“…Avrasya, Gümrük Birliği’ni göz ardı ederse çok büyük hata yapar…Avrasya Gümrük Birliği, Türkiye için vazgeçilmezdir. Biz orada olmak zorundayız.
Körfez İşbirliği Teşkilatı içinde olmak zorundayız. Orta Afrika Birliği denen…
39 S. Rıdvan Karluk, “EU Enlargement to the Balkans: Membership Perspective to the Balkan Countries”,
International Conference on Eurasian Economies 1-3 July 2014, Skopje, Macedonia.
160
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
birliğin içinde yer almak zorundayız” görüşünü dikkate aldığımızda, 56 yıllık AB üyeliği hayalinin bittiği izleniminin doğmasına yol sebep olmuştur.
Rusya’nın St. Petersburg kentinde 23 Kasım 2013 tarihinde yapılan Rusya-Türkiye zirvesinde dönemin Başbakanı Erdoğan’ın Rus lider Putin’e “Şanghay
İşbirliği Teşkilatı’na gelin Türkiye’yi alın. Bizi de bu sıkıntıdan kurtarın” demesi, bu
isteğini aynı yıl daha önce de açıklaması, Batı dünyası ile ilişkilerin gevşemekte
olduğu izleniminin Türk kamuoyunda doğmasına yol açmıştır.40
Aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan 2007 yılından bu yana Şanghay İşbirliği
Örgütü’ne (ŞİÖ) katılmak istediğini üç defa açıklamış ve 2007-2011 yıllarındaki
başarısız üyelik girişimlerinin ardından Türkiye’nin “Diyalog Ortağı” olma isteği
2012 yılında kabul edilmiştir. Cumhurbaşkanı daha önce de “AB bizi oyalarsa
biz de alternatif ararız, Şanghay 5’lisi bizi kabul etsin, AB’ye hoşça kal deriz… ŞİÖ
daha iyi, daha güçlü ve onun üyeleriyle aynı değerleri paylaşıyoruz” demişti.
Bu gelişmeler karşısında Esengül Kafkızı’nın Prof. Dr. Abdülvahap Kara tarafından çevrilen ve Türkistan gazetesinde 14 Kasım 2013 tarihinde yayınlanan
“Ankara Gümrük Birliği’ne Katılmayı Gerçekten İstiyor mu? Kazakistan Cumhurbaşkanın Teklifi Üçlü Gümrük Birliği’nde Görüşlerin Farklı Olduğunu Ortaya Çıkarmış Gibidir” başlıklı makalesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “AB bizi
oyalarsa biz de alternatif ararız, Şanghay 5’lisi bizi kabul etsin, AB’ye hoşça kal
deriz” demecinin perde arkasını açıklamaktadır.
Makale şöyledir:
“Beyaz Rusya’nın başkenti Minsk’te gerçekleşen Avrasya Ekonomik Yüksek
Kengeşi’nin (Konseyi) olağan toplantısında Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev Türkiye’nin Birliğe alınması konusunda teklif yaptı. Nazarbayev
‘Dış seyahatlerimde bana sizler Gümrük Birliği ile eski Sovyetler Birliği’ni tekrar
kurmayı mı, yoksa Rusya’nın himayesine girmeyi mi istiyorsunuz? diye çok sık
soruyorlar. Belki, Türkiye gibi büyük ülkeyi birliğe alırsak böyle soruların sorulmasını önlemiş oluruz’ şeklinde konuştu. Nazarbayev’in bu sözlerinin Gümrük
Birliği’ndeki meslektaşları üstünde şok etkisi yarattığında şüphe yoktur. Ancak,
Rusya Devlet Başkanı Putin bu konuda doğrudan bir ikir serdetmedi, sadece
Gümrük Birliği ile bir serbest ticaret anlaşması yapmaya Hindistan’ın istekli olduğunu belirtmekle yetindi.
Bu ifadelerin altında çeşitli sebepler arayan Rusya’nın basın organları da Türkiye’nin esas amacının Gümrük Birliği’ne girmek değil, Avrupa Birliği’ne üye olmak
olduğuna vurgu yaptıktan sonra Nazarbayev’in bu tekliinin Türk dünyasının en
büyük ülkesinin yöneticileri için beklenmedik bir jest olduğu yorumunda bulun40 Rıdvan, Karluk, “Türkiye’de Eksen Kayması mı Var?” Sakarya, 29 Aralık 2014. http://www.sakaryagazetesi.com.tr/turkiyede-eksen-kaymasi-mi-var-2/
161
TURGUT ÖZAL VE AVRUPA BİRLİĞİ:
UZUN VE MEŞAKKATLİ BİR YOL
dular. Kommersant Gazetesi Türkiye Dışişleri Bakanlığındaki güvenilir kaynaklara
dayanarak verdiği bilgi de ‘Ankara’daki resmi görevliler için bu ifade beklenmedik
bir gelişme oldu’ demektedir.
Avrasya Ekonomi Komisyonu Başkanı Viktor Hristenko Türkiye’nin Gümrük
Birliği’ne üye olma konusunda bir başvuruda bulunmadığını söyledi. Siyasi gözlemcilere göre, Nazarbayev’in bu tekliinin altında yatan iki sebep olabilir. Birincisi Suriye konusunda Rusya ile taban tabana zıt bir politika takip eden Türkiye’yi
Gümrük Birliğine üyeliğe sunmak ve böylece yakın zamanlarda Rusya’nın ‘Suriye’nin birliğe üye olması mümkündür’ şeklindeki ifadesine karşılık yapılmış bir
hamledir. Ayrıca üye devletler gelecek yıl kurulması beklenen Avrasya Ekonomik
Birliği’ne sıcak bakmamaktadır.
Nazarbayev toplantıda ayrıca gümrük tarifeleri ile ilgili olarak da Rus meslektaşlarını eleştirdi. Gümrük Birliği’nden fayda yerine zarar gördüklerini söyleyen Nazarbayev, Kazakistan ürünlerinin Rusya pazarına girmekte engellerle
karşılaştığını ve gümrük tarifeleri ile ilgili olmayan zorlukların var olduğunu,
ürünlerinin kalite, temizlik ve diğer kontrolleriyle ilgili taleplerin arttırıldığını,
karşılıklı ticaretin gittikçe karmaşıklaştığını ifade etti.
Nazarbayev, Avrasya Ekonomi Komisyonu’nun Rus üyelerini de eleştirdi. Kazakistan Cumhurbaşkanı ‘Kanuna göre Komisyon üyeleri hiçbir hükümete karşı
sorumlu değildir. Ancak Avrasya Ekonomik Komisyon’unun Rus üyeleri Rusya
Hükümeti’nin toplantılarına katılmakta ve özel talimatlar almaktadır’ dedi. Bu
sözlerden Kazakistan Cumhurbaşkanı’nın Rusya’nın siyasi nüfuzuna kolay kolay
boyun eğmeyeceğini anlaşılmaktadır.
Nazarbayev bir amacı da Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne üye olmasını teklif ederek, Ermenistan’ın Gümrük Birliği’ne üye olmak yolundaki istemine karşı tepkisini
ortaya koymak olabilir.
Avrupa Birliği yıllardır Türkiye’ye üyelik şartı olarak Ermenilere karşı yaptığı
soykırımı kabul etmesini talep etmektedir. Ancak, Ermenistan bölgesel birlik için
Avrupa yerine Rusya’yı tercih etme yolunu seçmektedir. Belki de bundan dolayı
birkaç yıldan beri yerinde sayan Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki müzakereler
yeniden başlayacaktır.
Gümrük Birliği konusunda beklenmedik bir çıkış yapan Kazak meslektaşının
tavrına Rusya Devlet Başkanı Putin hiçbir tepki göstermedi. Ancak Rus siyasi
gözlemcilerinin şimdiye kadar ortaya koydukları yorumlardan anladığımıza göre,
Rusya Türk dünyasının en güçlü ülkesinin Moskova’nın siyasi projelerine dahil
olmasını kesin olarak karşıdır.
Rusya gazetelerin birinde ‘Gümrük Birliği Moskova’nın bir projesidir. Gelecekte
o Avrasya Birliği’nin temeli olacaktır. Avrasya Birliği’nin kurulması ikrinin sahibi
Rusya’nın bugünkü lideri Putin’dir. Birçok uzmanlar Kremlin’in bu planını eski
Sovyet ülkelerinin önce ekonomik, daha sonra siyasi egemenliğini yok etmeye
162
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
yönelik bir proje olarak görmektedirler’ diye yazıldı.
Aynı gazetede ‘Özbekistan’ın bu birlikten kendisini uzak tutmasının bir sebebi de
budur’ şeklinde görüş belirtildi. 2011’de Özbekistan Cumhurbaşkanı İslam Kerimov Taşkent’in Gümrük Birliği’ne katılmamasının temel sebebi olarak, bu Birliğin
gizli gündeminde ekonomik menfaatlerden çok siyasi amaçların bulunduğunu
söylemişti. Beyaz Rusya Cumhurbaşkanı Lukaşenko ise Gümrük Birliği’ne Ermenistan ve Türkiye’nin üye olmasının mümkün olmadığını ikrindedir.
Eğer Türkiye Gümrük Birliği’nin kapısını çalacak olursa, bu durum Putin’in
Rusya’nın eski nüfuzunu koruma ve onu tekrar eski dönemlerdeki gücüne kavuşturma gibi amaçlarını gerçekleşmesine engel olacaktır. Bunun sebeplerine bakacak olursak, öncelikle Türkiye’nin ekonomisi Rusya ekonomisinden daha ileridir.
Haif endüstrisi gelişmiştir, ayrıca Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde
dünya krizini yara almadan atlatmıştır.
Ayrıca Türkiye’nin birliğe katılması durumunda dil – kültür dengeleri değişecektir. Asırlar öncesinden günümüze değin bölgede etkili olan Rusya ve diğer Slav
ülkelerin dil ve kültürleri üstünlüğünü kaybedecek ve Türkiye Birlik içinde kendi kurallarını koymaya başlayacaktır. Birlik içinde uluslararası belgelerin sadece
Rusça değil, ikinci bir dilde daha hazırlama zorunluluğu ortaya çıkacaktır.
Bunlara ek olarak Kazakistan’ın Türkiye ile birlikte Türk Kengeşi’ne üye olduğu da göz ardı edilmemelidir. Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in geçen yıl İstanbul’da yaptığı konuşmayı da hatırlamak gerekir. Nazarbayev
konuşmasında; Rus sömürgeciliği üzerinde durmuş, Ankara’dan Altaylar kadar
olan coğrafyada yaşayan 200 milyon Türk’ün birlik olması durumunda dünyada
büyük bir güce dönüşebileceklerine, Rus hegemonyası dolayısıyla milli kültür ve
dilleri kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldıklarına değinmişti.
Demek ki, Rusya için Türkiye’nin Gümrük Birliği’nde girmesi hiç te istenen bir
durum değildir. Çünkü, Gümrük Birliği’nin amacı Rusya’nın eski Sovyet ülkelerindeki nüfuzunu güçlendirmektir. Bunu, Rusya’nın siyasi gözlemcileri de kabul
etmektedir. Rusya’da yayınlanan bir makalede ‘Rusya, ekonomisi küçük ülkeler
de kendi hegemonyasını sürdürmeyi amaçlar, bundan dolayı kendisinden büyük
ekonomilere Birliğin kapısını açmak istemez’ ifadelerine rastlıyoruz. Çünkü, bu
birlikte eşitler arasındaki ortaklık şeklinde bir anlayış henüz oluşmamıştır.
Nazarbayev’in bu toplantıdaki konuşması, Kazakistan’ın Rusya’nın kolaylıkla avucuna düşmeyeceğini, hatta aksine Rusya’dan başka da destek göreceği ülkelerin
var olduğunu gösterdi. Plana göre, Mayıs 2014’de Avrasya Ekonomik Birliği’nin
kurulması gerekiyor. Birkaç ay içinde böyle bir adımın atılmasına ne Kazakistan,
ne de Beyaz Rusya hazır görünmüyor.”
Anadolu Ajansı’nın haberine göre 23 Aralık 2014 tarihinde Kırgızistan ve
Ermenistan; Rusya, Belarus ve Kazakistan’ın oluşturduğu ve 1 Ocak 2015 tari-
163
TURGUT ÖZAL VE AVRUPA BİRLİĞİ:
UZUN VE MEŞAKKATLİ BİR YOL
hinde hayata geçen Avrasya Gümrük Birliği’ne kabul edilmiştir. Rusya Devlet
Başkanı Vladimir Putin Moskova’da düzenlenen Avrasya Ekonomik Yüksek Konseyi toplantısında yaptığı konuşmada, “Kırgızistan ve Ermenistan’ın Birliğe katılmalarının bu ülkelerin temel ulusal çıkarlarına cevap verdiğine ve sosyo-ekonomik
kalkınmaları için geniş ufuklar açtığına eminiz” demiştir.
Türkler Batı’ya yönelmiş bir millettir. Atatürk’ün 29 Ekim 1923 tarihinde
açıkladığı hedeften şaşmamak gerekir: “Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz. Bütün çalışmamız Türkiye’de asri binaenaleyh batılı bir hükümet vücuda getirmektir.
Medeniyete girmek arzu edipte Batı’ya yönelmemiş millet hangisidir?” Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yeni AB Komisyonu Başkanı olan Jean Claude
Juncker’ı telefonla aradığında AB üyeliğinin Türkiye için stratejik bir tercih olduğuna dikkati çekmesi, bence önemli bir gelişmedir.
Başbakan Davutoğlu’nun;
“AB bizim için stratejik bir hedeftir. İnşallah öyle veya böyle bir gün mutlaka
Türkiye AB’nin üyesi olacaktır. O vakte kadar herkesin bilmesini istediğim bir
gerçek var: Türkiye, Avrupa tarihinin bir parçasıdır. Avrupa geleceğinin de sadece
bir parçası değil, öncüsü olacaktır. 12 yıl önce Türkiye’yi AB’ye almayanlar çok
zayıf diye almıyorlardı, şimdi çok güçlü diye almak istemiyorlar. İster alsın ister almasınlar biz güçlü olmaya devam edeceğiz. Onların kapısında talepkar bir şekilde
herhangi bir özel muamele istemeyeceğiz, dilenmeyeceğiz”
görüşü de AB ile iplerin inceldiğini fakat henüz kopma noktasına gelmediğini
göstermektedir.41
Sonuç
Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkan Batılı liderler, tıpkı yıkılan Berlin Duvarı’nın
altında kalan komünist liderler gibi büyük bir fırsatı kaçıracaklar, gelecek nesiller
bu liderleri Avrupa bütünleşmesine engel olan kişiler olarak anacaklardır. Cumhuriyet döneminin hükümet programlarında da vurgulandığı gibi Türkiye’nin
AB üyeliği stratejik bir hedeftir ve kararlılıkla sürdürülmeye devam edecektir.
Turgut Özal’ın 1987 yılında söylediği “uzun ve meşakkatli bir yol” tespitinin ne
kadar doğru olduğu, geçen süre içinde doğru çıkmıştır.42
41 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/printnews.aspx?DocID=28064885, 28 Ocak 2015; S. Rıdvan Karluk,
“AB Hedei Kararlılıkla Devam Ettirilecek,” Akademik Perspektif, 21 Eylül 2014. Başbakan Prof. Dr. Ahmet
Davutoğlu, Türkiye’nin Avrupa Birliği hedeinin stratejik bir hedef olduğunu ve kararlılıkla devam ettirileceğini
söyleyerek, Türkiye’de eksen kaymasının olmadığını belirtmiş ve yeni dönemin 9 hedei arasında “stratejik
AB hedeini” de saymıştır.
42 S. Rıdvan Karluk, “Avrupa Birliği Türkiye İlişkileri Çıkmaz Sokakta mı?” Akademik Perspektif, 6 Kasım
2014.http://akademikperspektif.com/2014/11/06/avrupa-birligi-turkiye-iliskileri-cikmaz-sokakta-mi/
164
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
AP Milletvekili Alman CDU´lu Elmar Brok’un “Bence AB mevcut haliyle
Türkiye gibi büyük bir ülkeyi kaldıramaz. Bu, AB’nin fazla genişlemesi anlamına
gelir”görüşü43 AB’de geçerli olursa ve de Türkiye’ye karşı uygulanan çifte standart olan Bobon kriterleri (Bo: Bizden olanlar, Bon: Bizden olmayanlar) sebebiyle Türk kamuoyunda AB’ye verilen destek düşerse, ileride belki bazı alternatiler
gündeme gelebilecektir.
Bu durumda Türkiye’de hiçbir hükümet AB üyeliği konusunda istekli olmayacak, Türkiye ile Batı dünyası arasındaki ilişkiler zayılayacak ve Türkiye’de bir
“eksen kayması” bu durumda olabilecektir. O zaman İsmet İnönü’nün dediği
gibi “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de orda yerini alır.”
43 http://www.byegm.gov.tr/dis-basinda-turkiye.aspx?act=1&ahid=53833#.
165
TURGUT ÖZAL VE AVRUPA BİRLİĞİ:
UZUN VE MEŞAKKATLİ BİR YOL
Kaynakça
Başbakanlık, TBMM’nin Kuruluşundan Günümüze Hükümetler, (Ankara: Başbakanlık,
1998).
Dağlı, Nuran ve Belma Aktürk, Hükümetler ve Programları I- 1920-1980, (Ankara:
TBMM Kütüphanesi Dökümantasyon ve Tercüme Müdürlüğü,1988).
Daver, Bülent, Atatürk ve Ekonomi, http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-32/ataturktebilim-ve-fen-kavramlari-ve-cagdaslasma.
DYP, Doğru Yol Partisi Tüzük Programı, (Ankara: DYP Yayını, 1983).
Fuller, Graham E.. vd., Turkey’s New Geopolitics: From the Balkans to Western China, (Westview Press: 1993).
EDAM, Türkiye’de Dış Politika ve Kamuoyu Anketleri 2015/2.http://www.edam.org.tr/
tr/File?id=2164
Hükümet Programı, TBMM, 10 Kasım 1989.
Hükümet Programı, TBMM, 30 Haziran 1991.
Milliyet, 12-13 Nisan 1986, 16 Nisan 1987, 8 Mart 1995, 14 Aralık 1995, 27 Ekim
2014.
Karluk, S. Rıdvan, AET İle İlişkilerimizin Atatürkçü Ekonomi Politika Açısından Değerlendirilmesi, (Behçet Osmanağaoğlu İnceleme Yarışması Birincili Ödülü, İstanbul: İKV
Yayınları, 1982).
Karluk, S. Rıdvan, Türk Ekonomisinin Dünya Ekonomisine Entegrasyonu, (ENKA Vakfı
Bilimsel Araştırma Yarışması Üçüncülük Ödülü), İstanbul, 1984.
Karluk, S. Rıdvan, Gümrük Birliği Dönemecinde Türkiye, (Ankara: Turhan Kitapevi,
1997)
Karluk, S. Rıdvan, “Gümrük Birliği Ne Getirdi”? Dünya, 15 Ocak 1997.
Karluk, S. Rıdvan, “Gümrük Birliği Kime Yaradı?” Eskişehir Ticaret Odası Dergisi, Şubat
1997.
Karluk, S. Rıdvan, Türkiye Ekonomik Avrupa’nın Neresinde?”, Dünya, 2 Mart 1997.
Karluk, S. Rıdvan, “Türkiye Gümrük Birliği’nin Sonuna mı Geldi”, Zaman, 15-16 Mart
1997.
Karluk, S. Rıdvan, “Nihai Hedef Tam Üyelik”, Milliyet, (Entellektüel Bakış), 26 Ağustos
1997.
Karluk, S. Rıdvan, “Genişleyen Avrupa ve Türkiye”, Eskişehir Ticaret Odası Dergisi,
Ağustos 1997.
Karluk, S. Rıdvan, “AB Türkiye’yi Neden Dışlıyor”, Dünya, 5 Kasım 1997.
Karluk, S. Rıdvan, “Avrupa Birliği Türkiye’yi Dışlıyor mu?” Zaman, 16 Aralık1997.
166
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Karluk, S. Rıdvan, “Genişleyen Avrupa ve Türkiye”, Türkiye Sorunlarına Çözüm Konferansı-I, 24-27 Aralık 1997.
Karluk, S. Rıdvan, Asomedya, Aralık 1997.
Karluk, S. Rıdvan, “1997 Türkiye Ekonomisinin Değerlendirilmesi ve 1998 Yılına Bakış”, Konya Ticaret Odası Dergisi, Ocak 1998.
Karluk, S. Rıdvan, “AB ile İlişkilerin Geleceği”, Eskişehir Sanayi Odası Dergisi, Şubat
1998.
Karluk, S. Rıdvan, ve Özgür Tonus, Avrupa Birliği Kapısında Türkiye, (Ankara: Turhan
Kitapevi, 2002).
Karluk, S. Rıdvan, “Avrupa Birliği’nin Genişleme Perspektifinde Türkiye’nin Yeri”, 2004
Türkiye İktisat Kongresi, İzmir, 5-9 Mayıs 2004.
Karluk, S. Rıdvan, Avrupa Birliği ve Türkiye, (İstanbul: Beta Yayın A.Ş., 2004).
Karluk, S. Rıdvan, “Türkiye’de Avrupa Birliği’ne Destek Hızla Azalıyor”, Sakarya, 11
Nisan 2011.
Karluk, S. Rıdvan, Avrupa Birliği Türkiye İlişkileri: Bir Çıkmaz Sokak, (İstanbul: Beta
Yayın A.Ş., 2013).
Karluk, S. Rıdvan, “EU Enlargement to the Balkans: Membership Perspective to the Balkan Countries”, International Conference on Eurasian Economies 1-3 July 2014, Skopje,
Macedonia.
Karluk, S. Rıdvan, “AB Hedefi Kararlılıkla Devam Ettirilecek,” Akademik Perspektif, 21
Eylül 2014.
Karluk, S. Rıdvan, “Avrupa Birliği Türkiye İlişkileri Çıkmaz Sokakta mı?” Akademik
Perspektif, 6 Kasım 2014.
Karluk, S. Rıdvan “Avrupa Birliği Türk Halkının Gündeminden Neden Düştü,” Sakarya,22 Aralık 2014, http://www.sakaryagazetesi.com.tr/avrupa-birligi-turk-halkinin-gundeminden-neden-dustu/.
Karluk, S. Rıdvan, “Türkiye’de Eksen Kayması mı Var?” Sakarya, 29 Aralık 2014,http://
www.sakaryagazetesi.com.tr/turkiyede-eksen-kaymasi-mi-var-2/.
Karluk, S. Rıdvan, Uluslararası Kuruluşlar, (İstanbul: Beta Yayın A.Ş., 2014).
Karluk, S. Rıdvan, Avrupa Birliği, (İstanbul: Beta Yayın A.Ş., 2014).
Sarkozy, Nicolas, Testimony: France, Europe and the World in the Twenty-First Century, (
Harper Perennial: 2007).
Sevim, Ali vd., Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, (Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi,
1997).
Tekeli, İlhan ve Selim İlkin, Türkiye ve Avrupa Topluluğu, (Ankara: 1993).
167
TRANSFORMASYONEL DİPLOMASİ
VE ÖZAL EKOLÜ
Engin AKÇAY*
“Bence en önemli değişiklik,
esas fikri sahada yapılmıştır;
kafada, mantalitede yapılmıştır.”1
Turgut Özal, Cumhuriyet tarihinin en çok övgü ve eleştiri alan liderlerinden biridir. Bunda Türkiye’nin olduğu kadar uluslararası sistemin de içinden geçtiği özel
bir dönemde başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapmış olmasının etkisi büyüktür. Küreselleşmenin, toplumları ve rejimleri güçlü bir şekilde etkilediği 1980’li
ve 1990’lı yıllar, şüphe yok ki uluslararası konjonktür için olduğu gibi Türk diplomasisi için de dönüm noktaları içermektedir. Soğuk Savaş faktörünün etkisini
önemli ölçüde yitirmeye başladığı bu dönemde; dünyada genel itibarıyla yönetim
anlayışlarının, bölgesel örgütlenmelerin, nüfuz politikalarının ve kültürel etkileşimin de yeni boyutlar kazandığını söylemek mümkündür. Osmanlı Devleti’nin
diplomasi ve protokol karakteristiğini miras alan Cumhuriyet hariciyesi açısından da anılan dönem bir dönüşüm noktası özelliği taşımaktadır.
Bu bölüm, Türk diplomasisindeki dönüşüm sancılarını öncelikle Özal’ın bir
lider olarak kendine özel tarzı bağlamında ele almaktadır. Bu çerçevede şu hususu belirtmekte fayda mülahaza edilmektedir: Bahse konu dönemde Özal yerine
bir başka lider olsaydı dahi yine de Türk diplomasisinde uluslararası sistemde
yaşanan değişim ve dönüşümden kaynaklanan bazı evrilmeler olacağı kuvvetle
muhtemeldir. Ancak Özal’ın kişiliğinin bu dönüşümde son derece sıra dışı izdüşümleri olduğu muhakkaktır. Kuşku yok ki pek çok lider, ülkelerinin dış politikasına yeni renkler katmıştır. Adları bazı doktrinlerle anılan dünya liderleri söz
konusu olmuştur. Özal usulü diplomasinin irdelendiği münhasır bir teorik konsept2 bulunmamakta ancak Özal’ın söylem ve pratiklerinden mülhem kavramsal
betimlemeler yapılabilmektedir.
* Dr. Küresel ve Bölgesel Araştırmalar Merkezi (CEGRES)
1 Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın İş Dünyası Vakfı Toplantısı’ndaki Konuşmaları, 2 Ekim 1992 (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1992), s.11.
2 Özal’ın sıra dışı yönetim anlayışı çok yönlü olarak irdelenmiş ve Özalcılık konsepti çalışılmıştır. Bu konsept
tümüyle diplomasi odaklı olmamakla birlikte dış politika yaklaşımına ilişkin önemli tespitler içermektedir. Anılan çalışma için bkz; Uğur Güzel, Özalcılık (İstanbul: Emre Yayınları, 2008).
169
TRANSFORMASYONEL DİPLOMASİ VE ÖZAL EKOLÜ
Tarihsel olarak daha sonra ortaya atılmış bir yaklaşım olmakla birlikte, dünyada olumlu ve olumsuz birçok kritiğe tabi tutulan “Transformasyonel Diplomasi” yaklaşımı, Özallı yıllarda Türk diplomasisindeki değişimi/dönüşümü analizde
kuramsal nüans olarak baz alınmıştır. Zira Özal’ın, “Vaktiyle Başbakan olduğum
dönemde kullandığım bir kelimeyi ‘transformasyon’ kelimesini kullandığımı,
belki içinizden bir kısmı hatırlayacaktır. Tabii biraz yabancı bir kelimeydi, pek
istediğim maksada erişemedim. Onun için Türkçeleştirdim ve ‘değişim’ dedim.”3
sözlerinden, bir değişim ve dönüşümü arzuladığı ve bilinçli bir temel arayışında
olduğu anlaşılmaktadır. Bu çalışmada, “çağ atlamak” argümanını kullanan ve “21.
yüzyıl Türk yüzyılı olacaktır” öngörüsünde bulunan Özal’ın, geleneksel Türk dış
politik yaklaşımını önemli ölçüde etkilediği hususu, söylem ve pratik boyutu ile
yorumlanmaktadır. Son olarak bu bölümde Özal usulü diplomasi irdelenirken,
diplomasi kavramı geniş anlamda4 kullanılmış ve Türkiye’nin dış ilişkilerini tümüyle çerçeveleyen bir konsept olarak yorumlanmıştır.
Transformasyonel Diplomasi: Kavramsal Arka Plan
Diplomasi ve Dönüşüm
Diplomasiye ilişkin pek çok tanım yapılmıştır ve tanımlama yaklaşımları itibarıyla çeşitlilik söz konusudur. Kronolojik olarak sıralandığında bu tanımlar, esasen
diplomasinin nasıl bir dönüşüme uğradığının da en bariz göstergesidir. Tanımlar
gibi konuşma dilinde kavrama yüklenen anlam da giderek çeşitlilik kazanmıştır.
Nitekim bir tespite5 göre henüz 1960’lı yıllarda diplomasi sözcüğünün İngilizce
konuşulan ülkelerde beş farklı anlamda kullanıldığı belirtilmektedir.
Tarihsel açıdan Hititler ve Mısır arasında M.Ö. 13. yüzyılda gerçekleşen
savaşın ardından imzalanan Kadeş Anlaşması, ilk diplomasi belgelerinden biri
olarak gösterilse de Nicholson6 konuyu tarihin başlangıcına kadar götürmektedir.
Buna göre, vahşi hayatta hayvanlar arasında bile avlanma sahalarının belirli olması ve farklı insan topluluklarının da avlanma alanlarına ilişkin sınırları karşılıklı
olarak belirlemesi, diplomasinin kökenine dair ilk çağrışımlardır.
Genel kabul gören hususlardan biri de diplomasinin bir söz ustalığı ve taktik
sanatı olmasına ilişkindir. M.Ö. 4. yüzyılda yaşayan Yunan politikacı Demosthenes’e atfedilen “Büyükelçilerin, emirlerinde savaş gemileri, ağır piyade birlikleri
3 Güzel, 2008, s.83.
4 Faruk Sönmezoğlu vd., Uluslararası İlişkiler Sözlüğü (İstanbul: Cem Yayınevi, 1992), s.107.
5 Harold Nicolson, Diplomacy (London: Oxford University Press, 1964).
6 Harold Nicolson, The Evolution of Diplomatic Method (Great Britain: Centre for the Study of Diplomacy,
2001), s.2.
170
TURGUT ÖZAL Değişim, Dönüşüm
ve müstahkem kaleler yoktur; onların asıl silahları kelimeler ve fırsatlardır.”7 sözü,
diplomasiyi askeri seçeneklerden soyutladığı gibi müzakere ve fırsat eksenli olarak
betimlemektedir.
Modern diplomasi, literatürde Vestfalya Anlaşması (1648) 8 ile temellendirilmektedir. Vestfalya öncesinde Avrupa’da temsiller daha ziyade tüccarlar ve din
adamlarının görevlendirilmesi ile gerçekleşmiştir. Bu tercihte ilgili coğrafyalardaki
tebaanın dini ve ticari haklarının gözetilmesi önemli ölçüde belirleyici olmuştur.
Vestfalya Barışı Avrupa’da uzun yıllar süren savaşların ardından güç dengesinin
şekillenmesinde bir dönüm noktası olarak görülmektedir. Arka planında yer alan
faktörlerden de hareketle, Vestfalya Anlaşması; savaş, barış, uzlaşma, egemenlik,
devlet ve sınır gibi kavramlarla anılmaktadır ki zaten bu kavramlar klasik diplomasi tanımlarının da içinde yer almaktadır. Bu anlaşmayı diplomasinin dönüşümü açısından daha da anlamlı kılan yönü, belki de devletlerin birbirlerine karşı
“konumlanma” ve “sınır” çizgilerinin belirginleşmesine zemin olmasıdır.
Osmanlı Devleti de köklü bir protokol geleneğine sahip olmanın gereklerini
esasen İstanbul’un fethinden itibaren yerine getirmeye başlamıştır. Nitekim uygulamada Teşrifat (Protokol) derslerinin mazisi, Fatih Sultan Mehmet dönemine
kadar uzanmaktadır ve bu derslerden Fransız ve İngiliz saray görevlilerinin de
istifade ettiği kaydedilmektedir. Kanuni Sultan Süleyman döneminde ise Teşrifat
Nizamnamesi (Protokol Tüzüğü) düzenlenmiş ve ilk kez Teşrifat-ı Divan-ı Hümayun (Protokol Dairesi) kurulmuştur. Bununla birlikte, örneğin Venedik ilk
sürekli elçilik uygulamasına 1455 yılında (Cenova ile) başlamışken; Bab-ı Ali, ilk
sürekli diplomatik görevlendirmelere 1792 yılında (Londra, Paris, Avusturya ve
Prusya ile) karar vermiştir.
Devletler arasındaki ilişkilerin giderek ivme kazanması ile diplomatik temsilciliklerin sayısı artış göstermiştir. Öyle ki 19. yüzyıl (1815-1914), “diplomasinin
altın çağı” olarak nitelendirilmiştir. Güç denklemlerinin askerler kadar diplomatlarca da yürütüldüğü bu döneme Prusyalı diplomat Charles de Martens’in 1866
tarihli tanımı9 tanıklık etmektedir; “Diplomasi, bir müzakere sanatı ya da müzakere bilimidir.” Diplomatik protokol ve ilgili imtiyazlara ilişkin hususlar öncelikle Viyana Konferansı’nda (1815) ve bilahare Aix-La-Chapelle Konferansı’nda
(1818) görüşülmüştür. Bilahare, Viyana Sözleşmesi (1961) ile de ilgili düzenlemelere son hali verilmiştir. Bu konferansların, diplomatik ilişkilerde bir takım
protokoler düzenlemeler getirmesinin yanında diplomasinin kurumsallaşmasına
7 Nicolson, 2001, s.13.
8 Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi (İstanbul: Filiz Kitabevi, 2000), s.345.
9 Bu bölümdeki diplomasi tanımlarının da alıntılandığı tanımsal bir derleme kaynağı için bkz; Chass W. Freeman, Jr., The Diplomat’s Dictionary (Washington DC: National Defense University Press, 1993).
171
TRANSFORMASYONEL DİPLOMASİ VE ÖZAL EKOLÜ
da önemli katkıları olduğunu söylemek mümkündür. Ancak bu süreçte diplomasi devlet eksenli bir şekillenme sürecindedir.
Büyükelçi Ernest M. Satow’un 1917 yılında yaptığı tanıma göre diplomasi,
bağımsız devletlerin hükümetleri arasındaki resmi ilişkilerin yönetilmesine zeka
ve davranış inceliği uygulanmasıdır. Soğuk savaş yılları diplomasiyi güvenlik ve
savunma politikaları ile özdeşleştirmiştir. Nitekim 1954 yılında Çin Başbakanı
Zhou Enlai; “diplomasi, savaşın başka araçlarla devamı niteliğindedir” derken,
Başkan Kennedy’nin 1961 yılında “diplomasi ve savunma birbirinin ikamesi
değildir; tek başına her ikisi de başarısızlığa uğrar” şeklindeki yorumu, güvenlik
politikası ile kol kola bir diplomasi yaklaşımını yansıtmaktadır. Yine aynı tarihte
kaydedilen bir diplomatik gözlemde10 ise önceleri hemen hemen benzer karakteristiğe sahip dar bir uluslararası elit tarafından yönetilen diplomasinin giderek
daha geniş kitlelerin ilgi ve etki alanına girdiği belirtilmektedir.
Zamanla diplomasiye bakış açısında olduğu gibi diplomatik ilişki yöntemi
açısından da bir değişim ve dönüşüm olduğu gözlemlenmektedir. Klasik çok taralı görüşmelere zemin olan Konferans Diplomasisi, özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yerini başta BM olmak üzere, bölgesel kuruluşlar bünyesinde yürütülen Parlamenter Diplomasi ve Sessiz Diplomasi uygulamalarına bırakmıştır.
1970’li yıllarda taralar arası ihtilaların çözümünde alternatif bir yöntem olarak
Mekik Diplomasisi öne çıkmıştır. 1980’li yıllardan itibaren küreselleşmenin hız
kazanmasıyla iletişim ve ulaşım imkânlarının kolaylaşması, liderlerin bir araya
gelerek gündemleri bizzat müzakere ettiği Zirve Diplomasisi tercih edilmeye başlanmıştır. 1990’lı yıllarda daha ziyade vatandaş/sivil diplomasi, kamu diplomasisi yöntemler belirgin şekilde uygulanırken, 2000’li yıllardan itibaren kültürel
diplomasi, e-diplomasi, dijital diplomasi, eko-diplomasi gibi yeni konseptler
ortaya çıkmıştır. Bu gelişmeler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, diplomasinin kapsama alanının giderek genişlediği ve enstrümanlarının çeşitlendiği görülmektedir. Diplomat ve devlet odaklı olan diplomasi çevresi zamanla daha sivil
bir nitelik de kazanmıştır. Önceleri belli bir kesimin ilgi alanı olan diplomasi,
günümüzde bireyin, sivil toplumun, medyanın, akademiyanın, düşünce kuruluşlarının, iş dünyasının ve hatta marjinal nitelikli pek çok aktörün devreye girdiği
daha kompleks bir süreci ihtiva etmektedir. Bu itibarla Kissinger’in11 de belirttiği
gibi “…devlet adamı, … kaçınılmaz değişimi ne derece akıllıca yönlendirdiğine
ve her şeyden önce barışı ne kadar iyi koruduğuna göre tarih tarafından değerlendirilir. İşte bu yüzden devlet adamlarının dünya düzeni sorunu ile ne kadar
10 Harold Nicolson, “Diplomacy Then and Now”, Foreign Affairs, Cilt. 40, Sayı. 1, 1961, s.39.
11 Henry Kissinger, Diplomasi (İstanbul:Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2006), s.20.
172
TURGUT ÖZAL Değişim, Dönüşüm
başarılı veya başarısız bir şekilde ilgilendiklerini araştırmak, çağdaş diplomasiyi
anlamanın sonu değil, belki de başlangıcıdır.”
Transformasyonel Diplomasi
Diplomasi kavramı, tarihsel süreç içinde sürekli bir dönüşüme uğramakta ise de
bir dönüşüm konseptinin doktriner çerçevede sunulması, ilk kez12 dönemin ABD
Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice tarafından dile getirilmiştir. Rice, 18 Ocak
2006 tarihinde Georgetown Üniversitesi’ndeki hitabında, Amerikan diplomasisin
dönüşümündeki kilometre taşlarını; İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa’da
ve Asya’da gerçekleşen diplomatik açılımlar ile Soğuk Savaş Dönemi’nin sona
ermesinin ardından Orta ve Doğu Avrupa’daki yeni misyonların ve diplomatik
ilişkilerin tesisi şeklinde özetlemektedir. Transformasyonel Diplomasi olarak
kavramsallaştırılan üçüncü dönüşümü ise 11 Eylül saldırılarının ardından önemi
daha çok hissedilen demokratik reformların desteklenmesi13 ihtiyacından hareketle; geçiş sürecindeki Afrika, Latin Amerika ve Orta Doğu ülkelerine yönelik
bir diplomasi olarak açıklayan Rice Hindistan, Çin, Brezilya, Mısır, Endonezya
ve Güney Afrika’ya özel vurgu yapmıştır. Rice’ın konuşmasında transformasyonel
diplomasinin öne çıkan özelliklerini şu şekilde sıralamak mümkündür;
•
Transformasyonel diplomasi, paternalist değil; işbirliği temelli bir yaklaşımdır.
•
Diplomatik temsilciliklerin küresel ölçekte yeniden konumlanması bir gerekliliktir.
•
Bölgesel odaklanma esastır. Halkla ve medyayla doğrudan temas kurmalı; terör, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı gibi konularda bölgesel çözümler aranmalıdır. Bu bağlamda bölgesel odaklı kamu diplomasisi geliştirilmelidir.
•
Diplomatların bizzat sahaya inmeleri, yerel ofislerin ve internetin etkin kullanımı önemlidir. Diplomatlar, bulundukları ülkelerde demokrasinin inşası,
iş bağlantıları gerçekleştirme, eğitim reformu gibi konularla doğrudan ilgilenmelidir.
•
Diplomatların uzmanlaşması bir gerekliliktir. Doğru diplomatın, doğru yeteneklerle donanmış olarak doğru zamanda ve doğru yerde görevlendirilmesine
dikkat edilmelidir. Her diplomatın iki bölgede ve iki dilde uzmanlık kazanmalı, örneğin Arapça ve Çince gibi dillere vakıf olmalıdır.
12 Transformasyon kavramının bu amaçla daha önce de kullanıldığına dair örnekler için bkz; Justin Vaisse,
Transformational Diplomacy (Paris: European Union Institute for Security Studies, 2007), s.9-11.
13 Rice’ın demokrasiyi bir ihtiyaç olarak sunması, birçok eleştiri almıştır. Başta Rice’ın konuşmasında adı geçen ülkeler olmak üzere; demokrasinin her ülke için öncelikli bir gereklilik olmadığı ve demokrasinin yayılması
yönündeki girişimlerin iç işlerine müdahale olduğuna dair eleştiriler için bkz; Kennon H. Nakamura and Susan
B. Epstein, “Diplomacy for the 21st Century: Transformational Diplomacy”, (CRS Report for Congress, Order
Code:RL34141, Congress Report Services, 2007), s.19-20.
173
TRANSFORMASYONEL DİPLOMASİ VE ÖZAL EKOLÜ
•
Az gelişmiş ülkelerin Amerikan dış yardımına bağımlılıklarının azaltılmalı
ve bu doğrultuda dış yardımlar, merkezi bir planlama ve koordinasyon ile
yönetilmelidir. Askeri seçeneklerden ziyade, yardım mekanizması ve gönüllülük sektörü daha işlevselleştirilmelidir. Çatışma sonrası süreçteki ülkelerde
sivil unsurlarla işbirliği tesisi ve askeri yetkililer için bölgenin uzmanı olan
diplomat danışmanlar atanması sağlanmalıdır.14
Özal Öncesinde Uluslararası Politik Çevre (1980-1983)
Türkiye’nin 1970’li yıllar itibarıyla içerde ve dışarda yaşadığı siyasi gerilimler,
ekonomik darboğaz ve toplumdaki ideolojik ayrışmanın çatışmaya dönüşmesiyle, ülkede tam bir kaos ortamı meydana gelmiştir. 12 Eylül 1980 tarihli darbeyle
askerler yönetime el koyduğunda toplumsal olaylar durulmuş ancak başta ekonomi ve dış ilişkiler olmak üzere askeri yönetim, çözümü ivedilik arz eden bir dizi
sorunla yüzleşmiştir. NATO üyeliği nedeniyle Sovyet Bloku ile ilişkilerin bloke
durumda olması, Avrupa Topluluğu’nun darbe dolayısıyla Türkiye’ye yönelik
finansal yardımları askıya alması, başta Kıbrıs sorunu olmak üzere komşularla
süregelen düşman-konseptli ilişki tanımlaması, Türkiye’yi Doğu’dan ve Batı’dan
izole bir ülke konumunda bırakmıştır. Bu izolasyona15 alternatif arayışında bazı
İslam-Arap ülkeleri ile yakınlaşmalar ve İslam Konferansı Örgütü nezdinde girişimlerde bulunuldu ise de istikrarlı diplomatik ilişkilerden bahsetmek pek mümkün olmamıştır.
1980-83 arasında bölgesel ve uluslararası konjonktüre bakıldığında, 22 Eylül 1980’de Irak’ın İran sınırını geçmesiyle Türkiye’nin yanı başında bir savaş
başlaması, İsrail ile Kasım 1980’de diplomatik ilişkilerin ikinci kâtip seviyesine
indirilmesi ve 1981’de İsrail’in Golan Tepelerini ilhak kararını protesto etmesi,
süregelen ve yoğunluk kazanan ASALA eylemleri gibi hususlar ön plana çıkmaktadır. Öte yandan 1979 yılı Aralık ayı sonunda Rusya Afganistan’ı işgal ederken; Ocak 1981’de ABD’de Reagan yönetimi başa gelmiş durumdadır. Başkan
Reagan özellikle 1985’ten itibaren Glasnost (açıklık) ve Perestroyka (yeniden
yapılanma) politikalarını hızlandıran Sovyet lider Gorbaçov ile yakın ilişkiler
kurmaya başlamıştır. Son olarak, başta Ege hava kontrol sahası meselesi olmak
üzere Yunanistan ile süregelen gergin ilişkiler, Avrupa-Türk Ortak Parlamenter
Komitesi’nin Avrupa tarafınca feshedilmesi ve Avrupa Komisyonu’nun 4. Protokolü dondurması, Yunanistan’ın 1981’de Avrupa Ekonomik Topluluğu’na tam
14 Rice, iki yıl sonra aynı üniversitede yeniden bir konuşma yapmıştır. Önceki konuşmasını tamamlayıcı nitelikte bu kez Amerikan diplomasisinin güçlendirilmesi adına özellikle çatışma bölgelerinde sivil uzmanların
askeri birimlerle işbirliği içinde inisiyatif üstlenmesini ve bu doğrultuda USAID için 300 yeni personel istihdamını bütçelendirdiklerini vurgulamıştır.
15 Sedat Laçiner, “Turgut Özal Period in Turkish Foreign Policy”, USAK Yearbook 2009 (Ankara: USAK,
2010), s.157.
174
TURGUT ÖZAL Değişim, Dönüşüm
üyeliğinin ardından Kıbrıs sorunu ve Topluluk bağlamında yeni dezavantajları
beraberinde getirmiştir.
Milli Güvenlik Konseyi’nin Özal’ı Ekonomik İlişkilerden sorumlu Başbakan
Yardımcılığına getirmesiyle başta ekonomik veriler olmak üzere pozitif bir seyrin
başladığı görülmüştür. Bu durum hem ulusal hem de uluslararası kamuoyunda nispeten iyimser bir hava meydana getirdiği gibi zamanla Özal’ı da iç ve dış
politik çevrelerde güven veren bir siyasi figüre dönüştürmüştür. Bu gelişmelerin
ardından 1983 seçimleriyle iktidara gelen Özal, sadece Türk toplumunun değil;
başta ABD olmak üzere pek çok uluslararası aktörün nezdinde de yüksek bir
kredi elde etmiştir. Özal’ın liberal yaklaşımının, aynı yıllarda uluslararası politik
konjonktürünün de liberal çizgilere yönelmeye başlaması ile örtüşmesi, Özal’ın
ekonomik ve siyasi ivmesi açısından önemli bir avantaj olmuştur.
Özal Ekolü ve Dönüşen Diplomasi (1983-1993)
Bu bölümde, Türk diplomasisinin dönüşümü, Özal dönemi çerçevesinde ele
alınmaktadır ve 1983-1993 yıllarını kapsamaktadır. Özal’ın bir üst düzey bürokrat olarak daha öncesinde de DPT ve Başbakanlık Müsteşarlığı gibi etkili görevler
üstlendiği bilinmektedir. Bununla birlikte karar mekanizmasında en üst düzey
aktör olarak bulunduğu Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yılları tercih edilmiştir. Bu süreçte Özal’ın kendine özel karakteristiğinin Türk dış politikasında daha
net yansımaları olduğu değerlendirilmektedir.
Türk Diplomasisi Özelinde Dönüşüm
Özal’ın uluslararası ilişkiler yaklaşımı kuşkusuz kendine özeldir. Dönemsel olarak
uluslararası konjonktürdeki değişim ve dönüşüm genel itibarıyla Özal dönemi
Türkiyesinde de yansıma zemini bulduğu gibi; bu dönüşümde Özal’ın kişiye özel
tesirinden de bahsetmek mümkündür. Zira Özal’ın kişisel karakteristiği, yönetsel
tercihlerinde çok güçlü izlere sahiptir.
Dışişleri Bakanlığı, pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de özel bir nosyonun ve diplomatik kültürün izdüşümü olan bir kurumdur. Kritik konularda
karar alma, uygulama, demeç verme ve hatta sessiz kalma gibi uygulamaların
yerleşik teamülleri olan bir müessesedir. Özal, böylesine köklü bir mekanizmanın
varlığına karşın alışılmışın dışında girişimlerde bulunmuş; ilgili kademeleri atlayarak doğrudan görüşmeler yapmıştır. Büyükelçi Kandemir’e16 göre Özal aklına
önemli bir şey geldiğinde gece yarısı bizzat telefon açabilirdi ve bu yüzden onunla
çalışırken 24 saat hazır olmak gerekirdi.
16 Fatih Uğur, Özlenen Demokrat Turgut Özal (İstanbul: Zaman Kitap, 2011), s.129.
175
TRANSFORMASYONEL DİPLOMASİ VE ÖZAL EKOLÜ
Özal’ın diplomatik konulardaki bireysel atraksiyonları çoğu kez eleştiri
konusu olmuş ve Türk hariciyesinin devre dışı kaldığı sıklıkla vurgulanmıştır.
Bununla birlikte Dışişleri Bakanlığı’nın tümüyle yok sayıldığı ve işlevsizleştiği
yönünde abartılı yorumlar da söz konusudur. Oysa Türk dışişleri bakanlığının
Özal usulü diplomasiyi17 kurumsal ölçekte başarılı şekilde idare ettiğini söylemek
de mümkündür. Nitekim Özal’ın dış politikaya ilişkin bireysel deklarasyonlarını
Türk diplomatların ustaca telafi ettiği, kimi zaman farklı kanallarla durumun
düzeltildiği fakat her durumda ilkesel bir duruş sergilediği de belirtilmektedir.
Gerçekten de Özal kimi zaman diplomatik açıdan bağlayıcı beyanatlar vermekten, kimi zaman da re’sen hareket etmekten kaçınmamıştır. Öyle ki bu yüzden iki dışişleri bakanı, reaksiyonlarını istifa ederek18 göstermişlerdir. 1989’da
Bulgaristan’dan göç eden soydaşlara ilişkin Dışişleri Bakanlığı’nı ekarte ederek
yaptığı açıklama nedeniyle dönemin Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz; ABD’de
George Bush ile görüşmesinde Dışişleri Bakanı yerine Özal’ın Özel Kalem Müdürü’nü tercih etmesinin etkisiyle de dönemin Dışişleri Bakanı Ali Bozer istifa
etmiştir. William Hale’e19 göre gerek dış politik meselelere vukufu ve tecrübesi,
gerek dünya liderleriyle olan sıkı teması, Özal’ı dış politikanın sürücü koltuğuna
taşımıştır.
Özal’ın zaman zaman bireysel ve re’sen hareket ederek ilgili kurumsal
işleyiş süreçlerini göz ardı etmesi, onun pratik ve somut sonuç odaklı yönünün
bir yansıması olduğu kadar bu tür tutumlarının temelinde bürokrasinin ağır
çarklarını aşma tercihi de söz konusudur. Bu noktada karar verme sürecinde risk
alma durumuna ve aktif bilginin hızla değerlendirilmesi gereğine değinen Özal,
bürokrasinin genelde hızlı karar verme yeteneğine sahip olmadığını ve hızlı karar
vermekten çekindiğini söyleyerek şu tespitlerde20 bulunmaktadır; “Hızlı karar
verme politikacının işi. Ama o politikacı nerede diyeceksiniz… ben açık ve samimi söyleyeyim, bana Dışişleri’nden çok kriptolar gelir… tabii başlangıçta çok
önem verirdik. Her gece okurdum o kriptoları. Gene de okuyorum da ama o
kriptoların içindeki bilgilerin yüzde 80’inin artık ajans haberlerinin içinden çıktığını gördüm… tabii bu kadar süratle haberlerin değiştiği bir ortamda… işte karar
vermenin zorluğu burada… işte, yanlışlık yapmaktan korkarak hele bir yuvarlak
laf yapalım… biraz daha inceleyelim derseniz, işte o arada fırsat kaçıyor. Bunun
için hem aktif bir dış politika hem de süratli karar verme yeteneğinin olması
17 Ufuk Güldemir, Texas Malatya (Yekin Yayınevi, 1992), s.106-124.
18 M. Zeki Duman, Türkiye’de Liberal-Muhafazakar Siyaset ve Özal (Ankara: Kadim Yayınları, 2010), s.333.
Bahse konu istifaların atamalarla ilgili sıkıntılar vb başka arka planları da olması mümkündür, ancak burada
belirtilen hususlar, daha ziyade kayda geçtiğinden tercih edilmiştir.
19 William Hale, “Turgut Özal,The Middle East and the Kurdish Question”, JOBEPS, Cilt. 3, Sayı. 6, 2014.
20 Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Dış Politika ve Ekonomi Açılarından Türkiye’nin Stratejik Öncelikleri Adlı
Uluslararası Sempozyumun Açılışında Yaptıkları Konuşma (İstanbul, 5 Kasım 1991), s.24.
176
TURGUT ÖZAL Değişim, Dönüşüm
lazım...” Karar-alma süreci özellikle dış politika söz konusu olduğunda telafisi gerçekten zor olabilecek riskler içerdiğinden ayrı bir titizlik gerektirmektedir.
Diplomatik kurum ve temsilcilikler, genel itibarıyla bu hassasiyetin maksimum
düzeyde hissedildiği platformlardır. Bununla birlikte küreselleşmenin dünyada
yüksek ivme kazandığı Özallı yıllar, Türkiye açısından pek çok kriz ve fırsatın iç
içe yaşandığı bir dönemdir. Özal’ın Türk diplomasisinin klasik ve temkinli işleyişini aşmak ya da hızlandırmak istemesinde bu tür bir farkındalık ve pro-aktivite
olduğu değerlendirilmektedir. Bu yüzdendir ki biraz da Özal’ın isteği21, bireyin
varlığını sadece ihtiyaç duyduğunda hissettiği küçük ama çevik bir devlettir.
Özal’a göre bürokratik formaliteler iş bitirmeye22 mani olmaktadır. Üstelik
Özal, karar süreçlerinde kurumsal kademelerin işlerliğini ikinci plana bırakan
yaklaşımını sadece Türk dışişlerine yönelik değil, kimi zaman uluslararası ortamlarda da sergilemiştir. Kazakistan temasları esnasında yaşanan bir müzakere23
bunun tipik bir örneğidir. Alma-Ata yönetiminin ticari işletmesine çok yüksek
bir vergi ihdas ettiğini belirten bir Türk işadamının şikâyeti karşısında, Nazarbayev’den sorunu çözmesini istirham eder. Maliye Bakanı ile konuyu hemen mütalaa eden Nazarbayev bu sorunu Bakanlar Kurulu’nda çözeceğini belirtir. Ancak
Özal Nazarbayev’e hitaben kendilerinin artık komünist değil liberal bir Kazakistan olduğunu, zaten tüm bakanlarının orada olduğunu, çözüm şeklinin hemen
şimdi ortaya konması ve deklare edilmesi gerektiğini ısrarla vurgular. Bunun üzerine Nazarbayev bakanlarıyla birkaç dakikalık bir görüşme yaparak mikrofonu
eline alıp, o verginin kaldırıldığını açıklamıştır.
Özal’ın “Artık Türkiye, eski dış politikasını güdemez. Bana dokunmayan
yılan bin yaşasın felsefesiyle hareket edemez. Hiçbir şeye karışmadan kabuğuna
çekilmek düşüncesi, çağın düşüncesi değildir.” sözlerinden de okunabileceği
üzere; geleneksel diplomasinin temel yaklaşımı olan Türkiye’yi hiçbir meselenin
içine sokmamayı başarmak, Özal’a göre ülkeyi dünyadan soyutlamak24 anlamına
gelmektedir. Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren daha ziyade Batı’ya dönük
bir diplomatik yönelişe sahip Türkiye, Özallı yıllarda çeşitlenen diğer bölgesel
dinamiklerle çok yönlü bir diplomasi karakteristiğine evrilmiştir. Karadeniz, İslam Dünyası, Kafkasya, Balkanlar veya Türk dünyası Batı’nın bir alternatifi değil,
tamamlayıcısı25 olarak değerlendirilmiştir.
21 Güzel, 2008, s.95.
22 Güldemir, 1992, s.106.
23 M. Ali Birand ve Soner Yalçın, The Özal: Bir Davanın Öyküsü (Doğan Kitap, 2009), s.323.
24 Yavuz Gökmen, Özal Sendromu, (Versa Yayınları, 1992), s.16.
25 Sedat Laçiner, “Yeni-Osmanlıcılık”, Internet Haber, http://www.internethaber.com/yeni-osmanlicilik-16709y.htm, Erişim Tarihi: 28.02.2015.
177
TRANSFORMASYONEL DİPLOMASİ VE ÖZAL EKOLÜ
Türkiye’nin dört bir yanının düşmanlarla çevrili olduğu mesajı önceleri çok
net iken Özal bu yöndeki algıyı de facto olarak ortadan kaldırmıştır. İran, Irak,
Yunanistan, Bulgaristan, Suriye gibi ülkeler düşman konsepti için tanımlanmakta iken; Özal’ın bu ülkelere yaptığı seyahatler ve muhataplarıyla doğrudan temasları, Cumhuriyet dönemi geleneksel Türk diplomasisini bürokratik kalıpların
ve diplomatik ön kabullerin ötesine taşımıştır. Özal, herkesle her farklı ideoloji
sahipleriyle aynı masaya oturabilen son derece geniş bir ufuk sergilemiş, komşularla ilişkiler yeni bir boyut kazanmıştır.
İktidara geldiğinde dışişlerine verdiği şu talimat26 da dikkat çekicidir; “Bana
10 yıllık bir barış sağlayın! Çevreyle kavga etmeyelim. Ekonomiyi güçlendirmek
için buna ihtiyacımız var!” Ekonomi, Özal usulü diplomasinin temel dinamiğidir ve siyasi ağırlığın asıl belirleyicisi olarak kabul edilir. Zira Özal dış politikaya
“bir ülkenin dış siyasetinde, benim kanaatim, ekonomi yüzde 80 ağırlıktadır.
Bütün ülkelerin sefirleri, başbakanları, bakanları bugün artık mal satmak için
uğraşıyorlar. Ve siyasi ağırlığı da buna göre ayarlıyorlar. Çoğunu gördüm, şu malı
alın, şu işinizi kolaylaştıralım diyenler var.”27 şeklinde bakmaktadır. Bu bakış açısı
eko-politik bir perspektif sunduğu kadar ekonomik çıkarları önceleme bağlamında realist, diplomasinin klasik döngüsünün aşılması bakımından da esnek ve pratik bir yaklaşımı örneklemektedir. Bu itibarla Özal’ın dış politika anlayışının tanımlanmasında28 aktif, pro-aktif, merkantilist, oportünist ve pragmatist vurgular
yapılmıştır. Son tahlilde Çin’in özellikle Afrika’da yürüttüğü ekonomi-merkezli
diplomasi tercihi, Özal tarafından daha o yıllarda bir tür eko-diplomasi uygulaması olarak sahaya yansıtılmıştır.
Özal’ın etkili şekilde ortaya koyduğu farklılıklardan biri de telefon
diplomasisidir. Bakan Bozer’e29 göre telefon diplomasisini Türkiye’de ilk kullanan
Özal’dır ve Başkan Bush bu görüşmelere ayrı bir önem vermiştir. Benzer şekilde
Hale30 de telefon diplomasisinin Özal ile başta Bush ve diğer ülke liderleri arasında aktif bir iletişim oluşturduğunu ancak Özal’ın bu doğrudan temaslarının
Ankara’daki diğer karar-alıcılarla pek koordineli şekilde yapılmadığını belirtmektedir.
Sivil toplum kanadı önemli ölçüde eksik olan Türk diplomasisinde bir başka
değişim faktörü de Özal’ın Türk işadamlarını yurtdışı programlarına dâhil etmesidir. Özal’ın pratik yaklaşımının en net örneklerinden biri31 kuşkusuz Türki
26 Hasan Cemal, Özal Hikâyesi, (Doğan Kitapçılık, 2004), s.317.
27 Cemal, 2004, s.323.
28 Güzel, 2008, s.190.
29 Ali Bozer, “Atılımcı Bir Devlet Adamı: Turgut Özal”, JOBEPS, Cilt. 3, Sayı. 6, 2014.
30 Hale, 2014.
31 Yusuf Tümtürk, Yeni Türkiye’nin Mimarı (Ankara: Turgut Özal Düşünce ve Hamle Derneği, 2008), s.184.
178
TURGUT ÖZAL Değişim, Dönüşüm
Cumhuriyetlere yönelik son seyahatinde Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin ve üst
düzey bürokratların yanı sıra 220 işadamı ve 40’a yakın medya mensubunun yer
almasıdır. “Hiçbir dış seyahatimiz tesadüfi değil, her biri Türkiye’nin maddi ve
manevi çıkarlarını düşünerek tertip edilmiştir… Türkiyemizi tanıtarak, karşımızdakilere her bakımdan güven aşılayarak ülkemize yabancı sermayeyi çekmektir…
her dış seyahatimiz Türkiye’nin tanıtım propagandasıdır.”32 diyen Özal, dış gezilerini sıra dışı bir konsepte oturtmayı başarmıştır. Bu konseptle Türk müteşebbisler dünyaya açılırken, yabancı yatırımcıların Türkiye’ye ilgisi amaçlanmış;
en genel anlamda Türkiye’nin uluslararasılaşmasına zemin hazırlanmış ve Türk
diplomatik misyonlarının gündemleri çeşitlilik ve yoğunluk kazanmıştır.
Türk dış politikasında Özal dönemini irdeleyen bir çalışmada33 da belirtildiği üzere; Özal’ın Özalcılık ya da Yeni-Osmanlıcılık ekolü olarak tanımlanabilecek kombine yaklaşımında İslamcı-Türkçü-Osmanlıcı, ekonomi-odaklı ve Batılı
aktif dış politika anlayışı, Türk dış politikasındaki pek çok tabuyu yıkmıştır. Bu
bağlamda dini, milli, Amerikancı-Batıcı bir karakteristik içeren Özal usulü diplomasi, gerek bölgesel alternatiler ve gerek bileşenleri itibarıyla zengin ve çok
yönlü bir nitelik kazanmıştır. Kaldı ki Özal’a göre “… iki kartımız olacaktır.
Biri Batı ülkeleriyle olan kartımız, diğeri de İslam ülkeleri Arap ülkeleri ile olan
kartımız… Doğudaki ağırlığı ne kadar fazla olursa, Batı’da da ağırlığı kadar fazla
olur.”34 Bu durum, ihtiyatlı bir diplomatik yaklaşım olduğu kadar güç denkleminin de doğru okunmasıdır.
32 İcraatın İçinden, (T.C. Başbakanlık, 1986), s.72-73.
33 Laçiner, 2009, s.205.
34 Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Körfez Krizi Konusunda Basın Mensuplarıyla Yaptıkları Sohbet Toplantısı,
(Çankaya Köşkü, 1990), s.20.
179
TRANSFORMASYONEL DİPLOMASİ VE ÖZAL EKOLÜ
Tablo 1: 1983-1993 Yılları Arasında Açılan Diplomaik Misyonlar
Büyükelçilikler
Kıta
Yıl
Muskat / Oman
Asya
1985
Sana/ Yemen
Asya
1988
Manama/ Bahreyn
Asya
1990
Singapur/ Singapur
Asya
1985
Manila/ Filipinler
Asya
1990
Astana/ Kazakistan
Asya
1992
Aşkabat/ Aşkabat
Asya
1992
Bakü/ Azerbaycan
Asya
1992
Bişkek/ Kırgızistan
Asya
1992
Duşanbe/ Tacikistan
Asya
1992
Taşkent/ Özbekistan
Asya
1992
Tilis/ Gürcistan
Asya
1992
Minsk/ Beyaz Rusya
Avrupa
1992
Vilnius/ Litvanya
Avrupa
1992
Kiev/ Ukrayna
Avrupa
1992
Kişinev/ Moldova
Avrupa
1992
Üsküp/ Makedonya
Avrupa
1993
Zagreb/ Hırvaistan
Avrupa
1993
Lüksemburg/ Lüksemburg
Avrupa
1987
Ljubljana/ Slovenya
Avrupa
1993
Saraybosna/ Bosna-Hersek
Avrupa
1993
Wellington/ Yeni Zelanda
Okyanusya
1992
Cidde/ Suudi Arabistan
Asya
1985
Dubai/ Birleşik Arap Emirlikleri
Asya
1987
Nahçıvan/ Azerbaycan
Asya
1993
Houston/ ABD
Amerika
1985
İskenderiye/ Mısır
Afrika
1993
Başkonsolosluklar
Tablo 1’de35 Özallı yıllarda açılan Türk diplomatik misyonları görülmektedir. Şüphe yok ki açılan her bir misyonu Özal’ın kişisel takdiri ile açıklamak, objektif ve tutarlı bir yaklaşım olmayacaktır. Ancak belirtilen yıl aralığı Özal’ın en
üst düzey karar-alıcı olarak görev yaptığı yıllardır ve Türk diplomasisinin yönelişini göstermesi bakımından önem arz etmektedir. Açılan misyonların bölgesel
dağılımına bakıldığında; Orta Asya, Orta Doğu, Balkanlar, Avrupa ve hatta Uzak
Asya’dan örnekler görmek mümkündür. Bölgesel dağılımın çeşitliliği kadar sayı35 14.02.2015 tarihli ve 163621 no.lu kişisel başvuru kapsamında BİMER tarafından paylaşılan verilerin derlenmesiyle oluşturulmuştur.
180
TURGUT ÖZAL Değişim, Dönüşüm
sal açıdan da bir başarı olarak değerlendirilebilecek bu durum, esasen Türkiye’nin
diplomasi açılımı olarak nitelendirilebilir.
Öte yandan, Özallı yıllarda diplomasinin sınırlı bir elit kesimin ilgi alanı
olmaktan halkın ilgi alanına da girdiği36 kaydedilmektedir. Buna göre diplomasi
toplum ölçeğinde de bir meşguliyet sahasına dönüşmüş; üstelik gazetelerin dış
politika sayfalarının daha nitelikli ve yoğun şekilde hazırlanmaya başlamıştır.
Son olarak belki de en önemli dönüşümün algıda olduğunu belirtmek gerekir. Bu dönüşüm hem Türkiye’nin dünyaya bakışını hem de dünyanın Türkiye’ye
bakışını içermektedir. “150 yılı aşkın bir süredir bize yakıştırılan ‘hasta adam,
Türkler bir şey yapamaz, yapsa yapsa Batılı yapar’ imajı, çok kısa zamanda silinip
atılmış, en başta ekonomik, sosyal ve idari konular olmak üzere, pek çok alanda
büyük transformasyonlar gerçekleştirilmiştir.”37 tespitiyle Özal esasen bahse konu
çift yönlü algı değişimine işaret etmektedir.
Transformasyonel Diplomasi Bağlamında Dönüşüm
Özal’ın değişim yanlısıdır ve bu perspektif çok net biçimde ortaya konmuştur:
“Dış politikanın klasik bir çizgisi var. Bunun, bulunduğunuz şartlara, imkanlarınıza göre değişmesi icap eder… Hep aynı çizgide devam edip gitmez.”38 Bu
doğrultuda Özal’ın dış politika anlayışı39, temelde 4 bileşenle açıklanmaktadır;
1. Dışa dönük, çok yönlü ve ekonomi merkezli olması
2. Aktif tarafsızlık ve risk almaya dönük olması
3. Siyasi ve ekonomik ilişkilere önem verilmesi
4. Bölgesel yatırımlara ve projelere ağırlık verilmesi
Bu bileşenlerin esasen Rice’ın açıkladığı transformasyonel diplomasi unsurlarıyla büyük ölçüde benzeştiğini söylemekle mümkündür. Bununla birlikte her
ülkenin kendine özgü bir diplomatik karakteristiğinin olduğuna şüphe yoktur.
Bu münasebetle, transformasyonel diplomasinin temel unsurları çerçevesinde
Özal’ın diplomatik yaklaşımın yorumlanmasında fayda mülahaza edilmektedir.
Rice, öncelikle transformasyonel diplomasi kavramını paternalist değil; işbirliği temelli olarak açıklamıştır. Paternalist yaklaşımı, Özal dönemi itibarıyla
değerlendirmek gerekirse; Türkiye’nin bölgede bir yükseliş trendi yakalaması ve
İslam dünyasında yeniden sempati kazanmaya başlaması, Özal’ın şahsında Tür36 Ali Karaosmanoğlu, “Özal’ın Dış Politika Anlayışında Yaptığı Değişiklik Saymakla Bitmez” içinde Habibe
Özdal vd., der., Mülakatlarla Türk Dış Politikası (Ankara: USAK, 2010), s.163-182.
37 Cumhurbaşkanımız Sayın Turgut Özal’ın 1990 Atatürk Uluslararası Barış Ödülünde Yaptıkları Konuşma,
(Anavatan Partisi, 1990).
38 Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 1990, s.23.
39 Duman, 2010, s.328.
181
TRANSFORMASYONEL DİPLOMASİ VE ÖZAL EKOLÜ
kiye’ye yönelik bir teveccüh meydana getirmiştir. 1980’li yılların sonlarından
itibaren Sovyet rejiminin çökmeye başlaması ile Türki coğrafyalardaki liderlerin
Türkiye ile doğal yakınlaşma seyri içinde paternalist yaklaşımın bir yansıması olarak değerlendirilebilecek bir tür ağabeylik rolü, Türkiye tarafından üstlenilmiştir.
Özal’ın “Cumhuriyet tarihimizde belki de 300 yılda bir çıkacak bir pencere açıldı, onu iyi değerlendirmeliyiz. Biz soydaşlarımızla birleşmeliyiz. Onların zaten
bir abiye ihtiyacı var o da biziz.” şeklindeki ifadelerini aktaran Ahmet Özal, Orta
Asya liderlerinin hemen hepsinin Özal’a kendi lehçeleriyle ağabey diye hitap ettiğini40 belirtmektedir. Ancak bu kendine özgü münasebet biçimi, başta ekonomi,
eğitim ve sosyal kalkınma olmak üzere Türkiye’den beklentileri maksimuma çıkarmıştır. Özellikle Özal’ın vefatından sonraki süreçte bu duygusal yakınlık, organizasyonel ve pratik ölçekte arzu edildiği ölçüde yansıma zemini bulamayınca41
Türki liderlerin tercihleri bölgesel ve uluslararası başka alternatilere yönelmiştir.
Bir başka ifadeyle idealist yaklaşım yerini daha rasyonel, reel-politik ve pragmatist
yaklaşımlara bırakmıştır.
Özal’ın Neo-Osmanlıcılık olarak da nitelenen Osmanlı bakiyesi coğrafyaya
yönelik yaklaşımını, yine de tümüyle paternalizm ile açıklamak eksik bir tespit olacaktır. Zira Özal’ın diplomasi anlayışı, önemli ölçüde ekonomik ilişkiler
odaklı olduğundan, Türki ve/veya İslam ülkelerinin ticaret potansiyeli, doğal
kaynakları ve yeni bölgesel işbirliği alternatileri de özellikle dikkate alınmıştır.
Bu itibarla Özal’ın paternalist yaklaşımı temelsiz bir babacan yaklaşım, ya da
sıfır toplamlı bir ilişki değildir; karşılıklı faydayı ve çarpan etkisi yüksek bir etki
odağını hedelemektedir.
Diplomatik temsilciliklerin küresel ölçekte yeniden konumlanmasını bir dönüşüm gerekliliği olarak görüldüğü transformasyonel diplomasiye paralel olarak
Özallı yıllarda Türk diplomatik temsilciliklerinin de pek çok yeni alanda konumlandığı açıktır. Tablo 1’den de anlaşıldığı üzere, 1983-1993 arasında yurtdışında
açılan diplomatik misyonların sayısı 27’ye ulaşmıştır. Bu temsilciliklerin bir kısmı Sovyet rejiminin çökmesiyle yeni bağımsız ülkeler iken bir kısmı ise bölgesel
hareketliliğin odak noktası olan merkezlerde yer almaktadır. Üstelik bu misyonlar, Türkiye’nin dünyadaki gelişmeleri yakından gözlemleyebileceği ve politik süreçlere tesir edebileceği kritik noktalardır.
Rice’ın açıklamalarında altı çizilen bölgesellik yaklaşımı, Özal’ın diplomatik
ataklarında da net örneklere sahiptir. Özal’ın uluslararası bir aktör olarak Ameri40 Tümtürk, 2008, s.182.
41 Bu konuda geriye dönük 5 yıllık süreç analizlerini de içeren kapsamlı bir yayın için bkz; Yeni Türkiye, Türk
Dünyası Özel Sayısı:1, Sayı. 15, 1997.
182
TURGUT ÖZAL Değişim, Dönüşüm
ka’yı son derece önemsediği bilinmektedir. Bununla beraber bölgesel ölçekli inisiyatiler, Özal’ın diplomatik bir koz olarak tercih sebebi olmuştur. Ancak Özal,
bölgesel yönelimlerini gerçekleştirirken uluslararası aktörleri göz ardı etmemiştir.
Özal’ın bölgesellik tercihleri hem bölgesel sorunlara bölgesel çözümler aramayı
hem de Türkiye’nin öncelikle bölgesel bir aktör olmasını içermektedir. Örneğin42
Barış Suyu Projesi, Orta Doğu’ya yönelik böyle bir stratejik adımdır. Dicle ve
Fırat nehirlerinin avantajını; Suriye, Ürdün, Batı Şeria, Suudi Arabistan, Irak,
Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar’ı kapsayacak şekilde projelendiren bu
girişime, özellikle İsrail’in projedeki konumlanma sorunu ket vurmuştur.
Özal’ın bölgesel işbirliğine verdiği önemin en net yansıması şüphe yok ki
Karadeniz Ekonomik İşbirliği’nin teşekkülüdür. Etkinliği eleştirilse de dönemsel
koşullar dikkate alındığında bu bölgesel girişimin son derece önemli bir ekonomik işbirliği inisiyatifi olduğunu söylemek mümkündür. “Eğer biz insanları serbest bırakır, ülkeler arasında serbestçe gidip gelebilir ve düşündükleri yatırımları,
işleri yapabilirlerse, her ülke de aynı bazı kabul ederse sağlanır. İşte Karadeniz
Ekonomik İşbirliği’nin esası buradan geliyor. Bu insanlarla bizim insanlarımız
arasında çok ciddi bir münasebet meydana gelecektir. Ben hatta şunu da ifade ediyorum, diyorum ki devlet bu işe fazla müdahale etmesin”43 tespitinden
de anlaşılacağı üzere Özal bu ekonomik platformu bölge-odaklı, sivil, esnek ve
işlevsel bir çizgide tutmak istemiştir. Karadeniz’i çevreleyen ve coğrafi olarak yakın ülkeleri bir araya getiren bu oluşum, halen birçok gözlemci ülke tarafından
da yakinen takip edilmektedir. 2012 yılında kabul edilen Ekonomik Gündem
Belgesi44 ile ticaret, ulaştırma, enerji, haberleşme, bilim ve teknoloji, turizm ve
eğitim başta olmak üzere birçok alanda teşkilatın 2020 yılına yönelik vizyonunu
ortaya koymaktadır.
Bölgesellik bağlamında altı çizilen kamu diplomasisi, transformasyonel diplomasi açısından elzem görülmektedir. Özal’ın yurtdışı gezilerine Türk medya
ve özel sektörünü taşıması sıkça kullandığı bir tür kamu diplomasisi yöntemidir.
Bununla birlikte Özal’ın liberal çizgisi, sivil toplumu da öncelemektedir. 1985
yılı Mart sonunda gerçekleşen ABD gezisinde New York’ta Türk topluluğu temsilcileriyle bir araya gelen Özal şunları45 söylemiştir; “Bulgarlar göz göre göre
Türk soydaşlarımızın isimlerini değiştiriyorlar. Eğer bu zulmü durdurmazlarsa
dünyanın her yerinde nümayiş ve yürüyüşler yaparız. Bugüne kadar çok şey
42 Güzel, 2008, s.233.
43 Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 1992, s.40.
44 MFA-TR, “Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü”, http://www.mfa.gov.tr/karadeniz-ekonomik-isbirligi-orgutu-_kei_.tr.mfa, Erişim Tarihi: 10.03.2015.
45 Ömer E. Lütem, Türk-Bulgar İlişkileri 1983-1989 (Ankara: ASAM Yayınları, 2000), s.262.
183
TRANSFORMASYONEL DİPLOMASİ VE ÖZAL EKOLÜ
yaptık. Bundan sonra da çok şey yaparız. Burada BM var. İşte gidin siz de BM
binasının önünde gösteri yapın”. Ancak profesyonel ölçekli yapılanma, lobi ve
propaganda gücü, uluslararası hareket potansiyeli ve etki odaklı kapasite gerektiren Türk kamu diplomasisi, kuşkusuz, Özallı yılların Türkiyesi için henüz arzu
edilen olgunlukta değildir. Nitekim 1985 Nisan’ında Chicago’daki Türk dernek
yöneticileri ile gerçekleşen görüşmesinde de bu ihtiyacı vurgulamıştır46; “Türkiye’nin dış dünyada tanıtılması ve Türkiye’nin hak ve menfaatlerinin korunması
için yurtdışındaki Türklere yani sizlere büyük görevler düşmektedir. Günümüzde
milletin temsili sadece resmi kuruluşlarla olmamaktadır. Milletlerarası diplomaside lobi olarak gruplar, güçler tarafından da etki sağlanmaktadır. Türkiye olarak
bizim yurtdışındaki Türk lobisini yeterince kullandığımız söylenemez.”
Transformasyonel diplomasinin belirleyici özelliklerinden olan “sahaya
inme”, Türkiye açısından özellikle Soğuk Savaş dönemi boyunca dost-akraba-kardeş topluluklar ile iletişim açısından komünist blok engeline takılmıştır. 1980li
yıllar itibarıyla dünyada liberal dönüşümün hız kazanmasıyla, iktisadi teşebbüsü
bir diplomatik yöntem olarak benimseyen Özal, bizzat sahaya inmiştir. Hatta
Özal, gazetecileri, bürokratları ve diplomatları da birlikte sahaya çıkarmıştır.
Demirperde’nin yıkılması ve Sovyet rejiminin sona ermesiyle Türkiye için
de yeni diplomatik temas alanları ortaya çıktığında Türk diplomatik eliti, yıllarca kapalı sistem yaşayan bu coğrafyaya hazırlıksız durumdaydı. Bu çerçevede
kıdemli diplomatlardan Loğoğlu’nun açıklaması da47 dönemin realitesini ortaya
koymaktadır: “Ben Dışişleri Bakanlığı mensubu olarak itiraf ediyorum. Sovyetler
Birliği çöktüğü zaman biz Türk Cumhuriyetleri’nin farkında değildik. Hakkında hiçbir şey bilmiyorduk. Dışişleri Bakanlığı olarak yeni duyuyorduk. İşte Özbekistan, Kırgızistan, Taşkent vs. tarihle ilgili olan arkadaşlar belki biraz tarihi
bilgilere de sahiptir. Bu işin üstünde olması gereken bakanlık bile bu coğrafyaya sonradan uyandı.” Özal ekonomik aklı önceleyen yaklaşımıyla bu sorunu
aşmayı denemiş, özellikle Türk dünyasına atanacak büyükelçilerin, ilişkileri hızla
geliştirebilecek ve ekonomi konusunda uzman olmalarını temine çalışmıştır. Ancak Engin Güner’e48 göre dönemin hükümetinin tayinleri geciktirmesi, Özal’ı
çok üzmüştür. Rice’ın vurguladığına benzer şekilde Türk diplomatların belli
bölgelerde uzmanlaşmasını teminen ya da İngilizcenin dışında Arapça, Çince
gibi iki dilde akıcı konuşabilen diplomatların hazırlık ve atama süreçlerine ilişkin
46 Başbakan Turgut Özal’ın Konuşma, Mesaj, Beyanat ve Mülakatları:13.12.1984-12.12.1985 (Ankara,1986),
s.200. Özal’ın TBMM’ye de bilahare bilgi verdiği söz konusu ABD ziyareti kapsamında 5 Türk derneği, 1
düşünce kuruluşu ve çok sayıda işadamı ile görüşme yaptığı anlaşılmaktadır.
47 Armağan Kuloğlu, “Ortadoğu’daki Temel Sorunlarda Türkiye’nin Rolü (1)”, (ORSAM Jeopolitik Toplantılar Serisi (OJT-17), Ankara: ORSAM, 2011), s.12-13.
48 Engin Güner, Özallı Yıllarım (İstanbul: BKY, 2003), s.104.
184
TURGUT ÖZAL Değişim, Dönüşüm
özel bir planlamanın Özallı yıllarda yapıldığına ve tüm hariciye teşkilatının bu
doğrultuda yeniden yapılandırıldığına kayıtlarda rastlanmamaktadır. Ancak bazı
mütevazı inisiyatiler gerçekleştirilmiş, örneğin49 dönemin Hazine ve Dış Ticaret
Müsteşarı Ekrem Pakdemirli’nin girişimiyle 36 ekonomi ve dış ticaret müşaviri İngilizce ve Arapça dillerinde uzmanlaştırılarak Fas, Cezayir, Tunus, Mısır
ve Suudi Arabistan gibi ülkelerde görevlendirilmişlerdir. Pakdemirli’ye göre bu
müşavirlerin bulundukları ülkelerdeki karar alıcılarla temasları başarılı sonuçlar vermiştir. Yine de bu alandaki bir kapasite analizine50 göre, bu doğrultudaki
planlı çalışmalar ancak birkaç yıl öncesine uzanmakta ancak bu durumun,
örneğin Ortadoğu’da Türkiye’nin oyun-kurucu aktör olmasının önünde bir engel
olabildiği değerlendirilmektedir.
Dış yardımlar, ABD’nin en etkili dış politik enstrümanlarından biridir. Türkiye de özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Amerikan dış yardımı almış
ülkelerdendir. Transformasyonel diplomasi yaklaşımında, az gelişmiş ülkelerin
Amerikan yardımına bağımlılığının azaltılması gerektiği vurgulanmıştır. Özal’ın
savunduğu ‘karşılıklı bağımlılık’52 anlayışına göre ekonomik, kültürel vb ilişkiler
artarsa karşılıklı bir bağımlılık ilişkisi ve bir güven ortamı meydana gelir. Bu noktada Özal’ın 1985 yılında görüştüğü Başkan Reagan’a “daha çok yardım değil;
daha çok ticaret istiyoruz” demesi gerçekten anlamlıdır. Kaldı ki Özal Türkiyesi
bir yandan da yardım alan ülke olmaktan donör ülke konumuna geçmeye yönelik adımlar atmıştır.
51
Bu doğrultuda Türk dış yardımlarına53 ilişkin resmi düzenleme, 05.06.1985
tarihli ve 9573 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile gerçekleştirilmiş; müteakiben
17.11.1987 tarihli ve 12154 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile daha kapsamlı bir
düzenleme yapılmıştır. Bu süreçte Devlet Planlama Teşkilatı bünyesinde Türk
İşbirliği Ajansı Grup Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığı bünyesinde Ekonomik Kültürel ve Teknik İşbirliği Başkanlığı ve bilahare Devlet Bakanlığı/Başbakanlık
bünyesinde TİKA Başkanlığı’nın ihdas edilerek Türk dış yardım politikasının
kurumsal temellerinin oluşturulması önem arz etmektedir. Türk dış yardımları,
Özallı yıllarda özellikle Orta Asya ve Balkanlardaki dost, kardeş ve akraba topluluklarla münasebet tesisinde önemli bir iletişim kanalı olmuştur. Buna karşın
49 Turgut Yavuz, Özal’ın Mirası (İstanbul: Ufuk Yayınları, 2013), s.136.
50 Osman B. Dinçer ve Mustafa Kutlay, “Türkiye’nin Ortadoğu’daki Güç Kapasitesi: Mümkünün Sınırları”,
(USAK Rapor No:12-03, Nisan 2012).
51 Bu konuda mukayeseli bir tez çalışması için bkz; Leyla Şen, “The US Foreign Policy And The Institutionalization of Dependency in the Periphery in the Post-WW2 Era: Turkey and India Compared (1947-73)”, (Doktora
Tezi, Bilkent Üniversitesi, 2003).
52 Karaosmanoğlu, 2010, ss.163-182.
53 Bu konuya özel bir doktora tezi için bkz; Engin Akçay, Bir Dış Politika Enstrümanı Olarak Türk Dış Yardımları (Ankara: Turgut Özal Üniversitesi Yayınları, 2012).
185
TRANSFORMASYONEL DİPLOMASİ VE ÖZAL EKOLÜ
Özal’ın dış yardım ve kalkınma bağlamındaki temel tavrı54 şudur: kalkınma çabasının, “%90-95’i iç kaynaklı olmalı. Buna ilave olarak belki bir %10’luk veya
%5’lik dış yardım olabilir. Bunun tersi olursa o ülke kalkınamaz.” Gerçekten de
bu yaklaşım, Rice’ın altını çizdiği yardım yapan ve yardım alan ülke arasındaki
ekonomik bağımlılığın azaltılması tespiti ile örtüştüğü gibi yardım alan ülkenin
dış politikasındaki bağımlılığı da doğrudan ilgilendirmektedir.
Son olarak çatışma alanlarında askeri seçeneklerden ziyade sivil yaklaşımı
önceleyen transformasyonel diplomasi anlayışı, Özal’ın yaklaşımında da örneklenebilmektedir. Bulgaristan’daki soydaşlarımıza yönelik sistematik baskı ve işkenceler55 üzerine basında “Ordu Sofya’ya” yönünde yazılar kaleme alınırken, 14 Şubat 1985 tarihinde yapılan Bakanlar Kurulu’nun çıkışında Özal şu açıklamayı56
yapmıştır; “Hükümet olmanın sorumluluğunu müdrik olarak fevri hareketler
yerine akılcı hareketlerle meseleyi çözmenin hem Türkiye hem de orada yaşayan
soydaşlarımız için daha doğru olduğu kanaatindeyiz. Ümit ediyorum ki Türkiye
hadiseleri çözmek için her türlü yaklaşımı yapacaktır. Yaklaşımdan kastım her
türlü tedbiri almaktan kaçınmayacağımızdır”. Bu anlayış şüphe yok ki Özal mantalitesinin müzakere ve uzlaşma baskın özelliğini ortaya koymaktadır. Özal dış
politikada da herkesle tokalaşabilen hatta işadamı pazarlığı usulüyle anlaşabilen
bir tarz sergilemiştir. Yunanistan ile ilişkilerin Ege’de son derece gerginleştiği bir
anda bile tek taralı olarak vizeleri kaldırdığını açıklaması Özal’ın sivil mantığının
en bariz örneklerindendir.
Sonuç
Özallı yıllarda dünyada ve Türkiye’de diplomasisin bir dönüşüm geçirdiğinden
bahsetmek mümkündür. Bu dönüşümde Özal’ın bireysel inisiyatiler üstlenmesi
ve liderlik karakterinin önemli bir rol oynadığı kuşkusuzdur. Bununla birlikte
Türk diplomasisindeki değişim ve dönüşümleri sadece Özal ile kişiselleştirmek
eksik bir yaklaşım olacaktır. Türkiye için 1980’li ve 1990’lı yıllar hem ulusal,
hem bölgesel hem de uluslararası açıdan önemli gelişmelerin yaşandığı hatta
uluslararası sistemin değişime uğradığı bir dönem olmuştur. Özal bu değişim
sürecini, Türkiye’nin uluslararası politik yaklaşımları çerçevesinde değerlendirmiş
ve klasiğin dışında yöntemler sergilemiştir.
Amerikan diplomasisinde yeni bir dönüşüm amacıyla geliştirilen Transformasyonel Diplomasi yaklaşımı, bileşenleri itibarıyla Özal’ın diplomasi yaklaşımı
54 Güner, 2003, s.108.
55 Bu konudaki bir tez çalışması için bkz; Gökçay Dağlıoğlu, “Turgut Özal Dönemi Türkiye’nin Bulgaristan
Türkleri Politikası: Konstrüktivist Bir İnceleme”, (Yüksek Lisans Tezi, TurgutÖzal Üniversitesi, 2014).
56 Lütem, 2000, s.221.
186
TURGUT ÖZAL Değişim, Dönüşüm
ile kısmen örtüşmektedir. Dönemsel koşullar, mevcut kapasite ve imkanlar açısından açıktır ki her iki diplomatik yaklaşım farklılık arz etmektedir. Bununla
birlikte, Özal usulü diplomasinin yankılarının bugün de hissediliyor olması, Özal
ekolünün dönemsel ve kadük bir değişim sunmadığını aksine işlenebilir ve süreklilik kazanabilecek bir çizgisi olduğunu ortaya koymaktadır.
Özal’ın dış politika yaklaşımını karakterize etmek üzere sıralanan kavramlara
bakıldığında; aktif, pro-aktif, Amerikancı, Batıcı, İslamcı, Osmanlıcı, NeoOsmanlıcı, realist, merkantilist, oportünist, pragmatist ve minarşist gibi
nitelemeler öne çıkmaktadır. Özal’ın diplomasiye ekonomi-odaklı bakış açısı
ve hatta diplomatlara ekonomik ilişkilerde inisiyatif almasını tavsiye etmesi
itibarıyla, bu kavramlara eko-diplomasi de eklenebilir. Bu çeşitlilik, esasen Özal’ın
çok yönlülüğünü ve tek bir teorik kalıpta değerlendirilmesinin güçlüğünü de
ortaya koymaktadır. Bu itibarla Özal’ın kendine özel stilinin, Özalcılık/Özalism
olarak da nitelenmesi dikkat çekicidir. Bu bağlamda Margaret hatcher’in “ben
de bir Özalistim” şeklindeki dikkat çeken ifadesini sadece bir politik jest olarak
görmek doğru değildir.
Kaldı ki Özal’ın diplomasiye kendi liderlik karakteristiğini katması, özellikle ikili diyaloglardaki kendinden emin, rahat ve samimi tavrı; Bush, Gorbaçov,
Müsavi, Papandreou gibi dönemin pek çok liderleri ile temaslarında net şekilde
gözlemlenmektedir. Diplomasi her şeyden önce bir iletişim sanatıdır. Bu iletişimde bir dizi protokol teamüller kadar beden dili ve etkili hitabet de önem taşımaktadır. İşte bu noktada Özal, sınırlı olduğu belirtilen İngilizcesine rağmen
sade ve içten konuşması, üstelik doğrudan gündeme giren söylem pratiği (direct
to the point) ile muhataplarında güven duygusu uyandıran etkili bir iletişim sergilemiştir.
Özal’ın çok boyutlu ve çok bileşenli uluslararası münasebetleri Türk
diplomasisine bir dinamizm kazandırmıştır. Medya, Türk dernek ve vakıları,
eğitim ve iş dünyası gibi sivil toplum unsurlarını belirgin şekilde devreye sokan
Özal, hem uluslararası muhataplar nezdinde hem de Türk diplomatik elitinde bir
algı değişimine öncülük etmiştir. Resmi ve diplomatik kurumlar özelinde temsil
edilen dış politika, sivil faktörlerle yeni bir alan kazanmıştır. Türk hariciyesinin
realist yaklaşım geleneği, liberal bir eğilimle renklenmiştir.
Türkiye’nin dış politikada süregelen mevcut dengelerin korunması yönündeki yaklaşımı, müdahil olmaktansa karışmamayı yeğleyen, aksiyoner olmaktan
ziyade savunmacı, risk almaktan çok son derece temkinli bir çizgide seyretmiştir. Şüphe yok ki bölgesel ve uluslararası gelişmelerde yönlendirici ve etkili bir
187
TRANSFORMASYONEL DİPLOMASİ VE ÖZAL EKOLÜ
aktör olabilmek bir devletin ulusal güç unsurlarıyla ve dönemsel iç/dış politik
koşullarla doğrudan ilgilidir. Özallı yıllar hem darbe sonrasında sivil ve liberal
çizgiye evrilmeye başlayan Türkiye’de hem de Soğuk Savaş koşullarının etkisini
yitirdiği uluslararası sistemde, diplomatik ilişkilerin dönüşümü bakımından da
bir sıçrama noktası olmuştur. Bu konjonktürel değişimi hızlı ve doğru okuyan
Özal, ortaya çıkan uluslararası gelişmelerde, krizleri dahi fırsat olarak değerlendirebilen pro-aktif ve oyun-kurmaya yönelik cesur adımlar atmıştır. Ancak bu
durum Özal’ın Türk hariciyesini hiç dikkate almadığı anlamına gelmemektedir.
Özal’ın çoğu kez konunun kıdemli uzmanları ile istişareler yaptığı fakat bürokratik kurumlar arası iş akışının ağır seyri nedeniyle daha doğrudan ve pratik bir
usul tercih ettiği görülmektedir.
Son tahlilde Özal, kendine özgü bir diplomatik yöntem yürütmesi itibarıyla
istisnai bir liderlik kişiliği ortaya koymuştur. Coğrafya, nüfus, ekonomi, askeri
kapasite gibi nicel güç unsurları, Özal ekolünde ulusal karakter, ulusal moral
ve psikolojik faktörler gibi nitel güç unsurlarıyla başarılı şekilde sentezlenmiştir.
Bundan dolayıdır ki Özallı yıllarda gerçekleşen dış politik atraksiyonların, bugünlere uzanabilen bir çarpan etkisi olagelmiştir.
188
TURGUT ÖZAL Değişim, Dönüşüm
Kaynakça
Başbakan Turgut Özal’ın Konuşma, Mesaj, Beyanat ve Mülakatları:13.12.1984-12.12.1985
(Ankara:1986).
BİMER, 14.02.2015 tarihli ve 163621 no.lu kişisel başvuruya verilen e-posta cevabı.
Birand, M. Ali ve Soner Yalçın, he Özal: Bir Davanın Öyküsü (Doğan Kitap, 2009).
Bozer, Ali, “Atılımcı Bir Devlet Adamı: Turgut Özal”, JOBEPS, Cilt.3, Sayı. 6, 2014.
Cemal, Hasan, Özal Hikayesi (Doğan Kitapçılık, 2004).
Chass, W. Freeman, Jr., he Diplomat’s Dictionary (Washington DC: National Defense
University Press, 1993).
Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Körfez Krizi Konusunda Basın Mensuplarıyla Yaptıkları
Sohbet Toplantısı (Çankaya Köşkü, 1990).
Cumhurbaşkanı Sayın Turgut Özal’ın 1990 Atatürk Uluslararası Barış Ödülünde Yaptıkları Konuşma (Anavatan Partisi, 1990).
Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Dış Politika ve Ekonomi Açılarından Türkiye’nin Stratejik
Öncelikleri Adlı Uluslararası Sempozyumun Açılışında Yaptıkları Konuşma, (İstanbul, 5
Kasım 1991).
Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın İş Dünyası Vakfı Toplantısı’ndaki Konuşmaları, 2 Ekim
1992 (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1992).
Dağlıoğlu, Gökçay, “Turgut Özal Dönemi Türkiye’nin Bulgaristan Türkleri Politikası:
Konstrüktivist Bir İnceleme”, (Yüksek Lisans Tezi, TurgutÖzal Üniversitesi, 2014).
Dinçer, Osman B. ve Mustafa,Kutlay, “Türkiye’nin Ortadoğu’daki Güç Kapasitesi:
Mümkünün Sınırları”, USAK, Rapor No:12-03, (Nisan 2012).
Duman, M. Zeki, Türkiye’de Liberal-Muhafazakâr Siyaset ve Özal (Ankara: Kadim Yayınları, 2010).
Gökmen, Yavuz, Özal Sendromu (Versa Yayınları, 1992).
Güldemir, Ufuk, Texas Malatya (Yekin Yayınevi, 1992).
Güner, Engin, Özallı Yıllarım (İstanbul: BKY, 2003).
Güzel, Uğur, Özalcılık (İstanbul: Emre Yayınları, 2008).
Hale, William, “Turgut Özal, the Middle East and the Kurdish Question”, JOBEPS,
Cilt. 3, Sayı. 6, 2014.
İcraatın İçinden (T.C. Başbakanlık, 1986).
Karaosmanoğlu, Ali, “Özal’ın Dış Politika Anlayışında Yaptığı Değişiklik Saymakla Bitmez” içinde Habibe Özdal vd, der., Mülakatlarla Türk Dış Politikası (Ankara:USAK,
2010).
189
TRANSFORMASYONEL DİPLOMASİ VE ÖZAL EKOLÜ
Kissinger, Henry, Diplomasi (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2006).
Kuloğlu, Armağan, “Ortadoğu’daki Temel Sorunlarda Türkiye’nin Rolü (1)”, ORSAM
Jeopolitik Toplantılar Serisi: OJT-17, (Ankara: ORSAM, 2011).
Laçiner, Sedat, “Turgut Özal Period in Turkish Foreign Policy”, USAK Yearbook 2009,
(Ankara:USAK, 2010).
Laçiner, Sedat, “Yeni-Osmancılık”, Internet Haber, http://www.internethaber.com/yeni-osmanlicilik-16709y.htm, Erişim Tarihi: 28.02.2015.
Lütem, Ömer E., Türk-Bulgar İlişkileri 1983-1989 (Ankara: ASAM, 2000).
MFA-TR, “Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü”, http://www.mfa.gov.tr/karadeniz-ekonomik-isbirligi-orgutu-_kei_.tr.mfa, Erişim Tarihi: 10.03.2015.
Nakamura, Kennon H. ve B. Epstein, Susan, “Diplomacy for the 21st Century: Transformational Diplomacy”, (CRS Report for Congress, Order Code:RL34141, Congress
Report Services, 2007).
Nicolson, Harold, “Diplomacy hen and Now”, Foreign Afairs, Cilt. 40, Sayı. 1, 1961.
Nicolson, Harold, Diplomacy (London: Oxford University Press, 1964).
Nicolson, Harold, he Evolution of Diplomatic Method (Great Britain: Centre for the
Study of Diplomacy, 2001).
Sönmezoğlu, Faruk vd., Uluslararası İlişkiler Sözlüğü (İstanbul: Cem Yayınevi, 1992).
Sönmezoğlu, Faruk, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, (İstanbul: Filiz Kitabevi,
2000).
Şen, Leyla, “he Us Foreign Policy And he Institutionalization of Dependency in the
Periphery in the Post-WW2 Era: Turkey and India Compared (1947-73)”, (Doktora
Tezi, Bilkent Üniversitesi, 2003).
Tümtürk, Yusuf, Yeni Türkiye’nin Mimarı (Ankara: Turgut Özal Düşünce ve Hamle
Derneği, 2008).
Uğur, Fatih, Özlenen Demokrat Turgut Özal (İstanbul: Zaman Kitap, 2011).
Vaisse, Justin, Transformational Diplomacy, (Paris: European Union Institute for Security
Studies, 2007).
Yavuz, Turgut, Özal’ın Mirası (İstanbul: Ufuk Yayınları, 2013).
Yeni Türkiye, Türk Dünyası Özel Sayısı:1, (Sayı:15), 1997.
190
ÖZAL’IN ORTA DOĞU BARIŞI PERSPEKTİFİ
Erkan ERTOSUN*
Turgut Özal, 1983-1993 yılları arasındaki başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı görevleri boyunca Türkiye’nin aktif bir dış politika izlemesini savunmuş ve bu doğrultuda dış politikanın hem karar alma hem de uygulama süreçlerinde girişken
bir lider rolü üstlenmiştir. Özal’ın dış politikada özel olarak yoğunlaştığı bölgelerden biri, belki de birincisi Orta Doğu’dur. Bilindiği gibi, Orta Doğu, tarih
boyunca ve 20. yüzyılda çok daha belirginleşen bir biçimde uluslararası rekabetin
ve şiddetli çatışmaların yaşandığı bir bölgedir. Orta Doğu deyince -pek çok iç savaş ya da uluslararası askeri müdahalenin yanında- özellikle Arap-İsrail çatışması
akla gelmektedir. Nitekim Özal’ın Orta Doğu politikasının önemli bir boyutunu
bölgede barışın sağlanması, bilhassa Arap-İsrail çatışmasının çözümü yönündeki
fikir ve uygulamaları oluşturmaktadır.
Özal dış politikası üzerine yapılan çalışmaların pek çoğunda Özal’ın Orta
Doğu’ya ilgisi, ekonomi odaklı dış politika anlayışı çerçevesinde ele alınmakta
ve Türkiye ile bölge ülkeleri arasındaki ticari ilişkileri artırmayı amaçlayan girişimleri üzerinde yoğunlaşılmaktadır.1 Özal’ın Orta Doğu barışının sağlanması
doğrultusundaki fikir ve icraatlarına ise çok kısa biçimde değinilmektedir. Bu
çalışma ise, Turgut Özal’ın Orta Doğu barışına yönelik görüş ve önerilerini ve
bunların hayata geçirilmesi doğrultusunda yürüttüğü diplomasiyi detaylı biçimde incelemeyi amaçlamaktadır.
Çalışmada üç temel araştırma sorusuna cevap aranmaktadır. Çalışmanın
araştırma soruları Özal’ın Orta Doğu sorununa yönelik politikasındaki süreklilik
ve değişim unsurlarını, bu politikanın özgünlüğünü ve sonuçlarını tespit etmeyi
amaçlamaktadır:
1. Özal’ın Orta Doğu barışı perspektifi, Özal öncesi dönemde benimsenen
genelde Orta Doğu’ya özelde Arap-İsrail çatışmasına yönelik politikalar
ile ne ölçüde uyumludur, ne ölçüde ayrışmaktadır?
* Yrd. Doç. Dr., Turgut Özal Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü
1 Bkz. Sedat Laçiner, “Turgut Özal Period in Turkish Foreign Policy: Özalism”, USAK Yearbook, Cilt. 2, 2009,
s. 153-205; Muhittin Ataman, “Özalist Dış Politika: Aktif ve Rasyonel Bir Anlayış”, Bilgi, Cilt. 7, Sayı. 2, 2003,
s. 49-64 ve Berdal Aral, “Dispensing with Tradition? Turkish Politics and International Society during the Özal
Decade”, Middle Eastern Studies, Cilt. 37, Sayı. 1, 2001, s. 72-88.
191
ÖZAL’IN ORTA DOĞU BARIŞI PERSPEKTİFİ
2. Özal, Orta Doğu barışını sağlamaya yönelik özgün politikalar üretebilmiş
midir?
3. Özal’ın Orta Doğu barışını sağlamaya yönelik politikaları sonuçları itibarıyla
ne ölçüde başarılı olmuştur?
Bu sorulara cevap bulabilmek için öncelikle Özal öncesi dönemde Türkiye’nin
genelde Orta Doğu özelde Arap-İsrail sorunu politikasının nasıl olduğuna bakılacaktır. Daha sonra Özal’ın Orta Doğu barışına yönelik savunduğu temel ilkeler,
Filistinlilere desteği, İsrail’le geliştirmeye çalıştığı ilişkiler ve bölge barışının sağlanmasına yönelik girişimlerde Türkiye’nin oynamasını amaçladığı rol üzerinde
durulacaktır. Son bölümde ise Özal’ın bölge barışına katkı sunma çabasının dikkat çekici bir örneği olarak Barış Suyu projesine odaklanılacaktır.
Özal Öncesi Dönemde Türkiye, Orta Doğu ve Filistin Sorunu
Turgut Özal’ın başbakanlık koltuğuna oturması öncesinde Türkiye’nin izlediği
Orta Doğu politikası şu temel ilkelere dayanmaktadır:2
1. Orta Doğu ülkelerinin içişlerine karışmama,
2. Orta Doğu ülkeleri arasındaki ilişkilere/sorunlara karışmama,
3. Orta Doğu’da Osmanlı Devleti’nin mirasçılığından hareketle irredantist3 politikalardan ve bölgenin liderliğini üstlenme arayışlarından uzak durma,
4. Filistin sorununda temelde Arap yanlısı bir politika izlerken, aynı zamanda
İsrail’le diplomatik ilişkileri sürdürme,
5. Dış politikanın ana ekseninde Batı yörüngesinde hareket etmeyi sürdürmekle birlikte Türkiye’nin Batı ile savunma ittifakının Orta Doğu devletlerinde
güvenlik kaygılarına yol açmaması,
6. Bölge ülkeleriyle ilişkilere bir bütün olarak bakmaktan ziyade karşılıklı çıkara
dayalı ikili ilişkiler zemininde ele alma, özellikle ekonomik işbirliği yollarını
arama.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında ülkeyi modernleştirmenin Batılılaşma ile mümkün olduğuna inanan yöneticiler, Türkiye’nin yönünü Batı olarak belirlemiş ve
Orta Doğu ile ilişkilere mesafeli yaklaşmışlardır. 1. Dünya Savaşı’nda isyan eden
bazı Arap kabilelerinin İngiltere ile işbirliği yapmış olması da bölgeye bakışı bir
2 Ali L. Karaosmanoğlu, “Turkey’s Security and the Middle East”, Foreign Affairs, Cilt. 62, Sayı. 1, 1983,
s. 166-167 ve Seyi Taşhan, “Contemporary Turkish Policies in the Middle East: Prospects and Constraints”,
Middle East Review, 1985, s. 12-14.
3 İrredantizm, bir devlerin sınırlarına yakın bölgelerde yaşayan soydaşlarının yaşadığı toprakları kendi sınırları
içine katma politikasıdır.
192
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
hayli olumsuz etkilemiş ve bu olay genelleştirilerek tüm Arapların “hain” olarak
tanımlanmasına yol açmıştır. 2. Dünya Savaşı sonrası kutuplaşmada Batı kampında yer alan Türkiye, Orta Doğu’ya bütünüyle Batı gözlüğü ile bakmaya başlamış, bu yönde attığı adımlar özellikle Batı karşıtı bölge ülkelerinin ciddi tepkisini çekmiştir. 1960’ların ortalarından itibaren ise, Türkiye’nin Kıbrıs sorununda
yaşadığı yalnızlığın ve Johnson mektubunun etkisiyle Batı merkezli politikalar
sorgulanmaya başlamış ve bölge ülkeleriyle ilişkilerin geliştirilmesine ağırlık verilmiştir. Bu yönelim, ekonomik nedenlerin de etkisiyle 1970’lerde ivme kazanacaktır. Yukarıda zikredilen altı ilkenin son ikisi, 1950’lerde izlenen politikaların
olumsuz neticelerinden elde edilen tecrübenin ve 1960’ların ortalarında başlayan
çok yönlülük arayışlarının sonucu olarak ortaya çıkmıştır denebilir.
Türkiye’nin Arap-İsrail çatışmasına yönelik politikası, bölgeyle ilişkilerindeki bu seyre paralel olarak gelişmiştir.4 Bilindiği gibi, İngiltere’nin Filistin konusunu Nisan 1947’de Birlemiş Milletler’e (BM) havale etmesiyle birlikte sorun,
uluslararası bir nitelik kazanmıştır. BM Filistin Özel Komitesi’nin hazırladığı ve
Çoğunluk Planı olarak adlandırılan öneri, Filistin’in Arap ve Yahudi devletleri
ile özel statüde bir Kudüs bölgesine bölünmesini öngörmektedir. Türkiye, Batılı büyük devletlerin desteklediği ancak Arapların karşı çıktığı bu plana ilişkin
oylamada Arap devletleri tarafında yer almıştır. Ancak bundan sonraki süreçte,
özellikle Soğuk Savaş kamplaşmasının belirginleşmesi ve Türkiye’nin Batı kampında yer alması sürecine paralel olarak Ankara’nın politikası da Batı’nın yaklaşımlarıyla uyumlu hale gelmiştir. Türkiye’nin 1948’de Arapların karşı çıktığı Filistin Uzlaştırma Komisyonu’nda yer alması ve 1949’da İsrail Devleti’ni tanıması
bu tutum değişiminin örnekleridir. 1956 Süveyş krizi sırasında Mısır’a saldıran
İngiltere ve Fransa’ya karşı açık bir tavır alınmaması da Türk dış politikasında
Batı’yla ilişkilerin ne denli etkin olduğunu göstermektedir. 1960’ların ortalarında
başlayan Batı-Doğu ilişkilerinde denge ve çok yönlülük arayışının sonucu olarak 1967 ve 1973 Arap-İsrail Savaşları’nda ise İsrail’e karşı bir tutum takınılacak ve BM’deki oylamalarda Arap tarafı desteklenecektir. Dışişleri Bakanı İhsan
Sabri Çağlayangil’in 1967 Savaşı sırasındaki açıklamasında ve savaş sonrasında
BM’deki konuşmasında Ankara’nın güçle toprak kazanılmasına karşı olduğunu
açıklaması5 göstermektedir ki Türkiye, İsrail’in 1967’de elde ettiği topraklardaki
statüsünü “işgalci” olarak değerlendirmiştir. Bu doğrultuda Türkiye, BM
Güvenlik Konseyi’nin 242 ve 338 sayılı kararlarını desteklemiş ve bu kararların
4 Türkiye’nin Özal öncesi dönemde Arap-İsrail çatışmasına yönelik politikasının tahlili için bkz. Erkan Ertosun,
Filistin Politikamız: Camp David’den Mavi Marmara’ya (İstanbul: Kaknüs Yayınları, 2013), s. 15-26 ve 115150.
5 Ömer E. Kürkçüoğlu, Türkiye’nin Arap Orta Doğusu’na Karşı Politikası (1945-1970) (Ankara: Ankara Üniversitesi SBF Yayınları, 1972), s. 156.
193
ÖZAL’IN ORTA DOĞU BARIŞI PERSPEKTİFİ
soruna barışçıl çözüm için yol gösterici olacağı ilkesini benimsemiştir. 242 sayılı
karar, İsrail’i işgal ettikleri topraklardan geri çekilmeye çağırmakta ve bölgedeki
tüm devletlerin (aslında kastedilen İsrail) güvenli ve tanınmış sınırlar içinde
yaşama hakkını vurgulamaktadır.6 338 sayılı karar ise 242 sayılı kararın hükümlerini teyit etmekte, taraları acilen ateşkese ve bölgede kalıcı barışı sağlayacak
müzakerelere başlamaya davet etmektedir.7 Türkiye, 1973 Savaşı’nda ABD’nin
İsrail’e askeri yardım götürmek için İncirlik üssünü kullanma talebine olumsuz
yanıt vermiştir.8 Bundan sonra Türkiye’nin Arap yanlısı tutumu daha da ileri
boyuta ulaşacak, 1979’da Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Ankara’da ofis açarken, 1980’de Kudüs’ü başkent ilan eden İsrail’le ilişkiler ikinci kâtiplik düzeyine
indirilecektir. İsrail’in 1982 yılındaki Lübnan işgali sırasında ve özellikle Sabra
ve Şatilla kamplarındaki katliama karşı ise Ankara’dan o vakte kadarki en sert
açıklamalar gelecektir. Ne var ki tüm bu süreçte Türkiye, gelişmelere göre tutum
belirleyen, tepki gösteren ya da destek veren bir ülke konumundadır. Ankara,
çatışmanın sona erdirilmesi ve barışçıl bir çözüm bulunması doğrultusunda aktif
bir diplomasi izleyen, inisiyatif üstlenen ya da öneri sunan bir aktör değildir.
Özal’ın Orta Doğu Barışı İçin Savunduğu Temel İlkeler
Turgut Özal, iktidara geldikten sonra, Arap tarafını desteklemek ve İsrail’in saldırgan politikalarını eleştirmek biçiminde özetlenebilecek süregelen Filistin politikasını devam ettirmiştir. Başbakanlık görevini üstlendikten sonraki ilk basın
toplantısında üzerinde durduğu ilk dış politika konusu Orta Doğu çatışmasıdır.
Başbakan Özal, bu sırada devam eden Lübnan İç Savaşı ve benzeri konuların
bölgedeki sorunların asıl kaynağı olarak tanımladığı Filistin meselesini gölgelememesi gerektiğine işaret etmektedir. Özal, bölgede barış için İsrail’in saldırganlığının sona erdirilmesi ve Filistinlilere meşru haklarının verilmesi hususlarına
odaklanılması gerektiğine vurgu yapmaktadır: “Lübnan’daki kargaşalık devam
ettiği müddetçe, İsrail saldırganlığının ortadan kaldırılmasına matuf çabalar üzerinde teksifi gereken dikkatler dağıtılmaktadır. Hâlbuki Orta Doğu meselesi, Filistin toprakları ve mukaddes Kudüs üzerindeki İsrail işgalinin kaldırılması ve
Filistin Arap halkına meşru haklarının iadesi noktasında düğümlenmektedir.”9
2 Şubat 1985’te Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nun “Orta Doğu Barışı
Bulabilir mi?” başlıklı panelinde konuşan Özal, yüzyıllar boyunca bölgede Arap6 “UN Security Council, Resolution 242, 22 November 1967”, içinde Mahdi Abdul Hadi, der., Documents on
Palestine Vol. II 1948-1973 (Kudüs: PASSIA, 2007), s. 307.
7 “UN Security Council, Resolution 338, 22 October 1973”, içinde Mahdi Abdul Hadi, der., Documents on
Palestine Vol. II 1948-1973 (Kudüs: PASSIA, 2007), s. 413.
8 Çağrı Erhan, Turkish-Israeli Relations in a Historical Perspective (London: Frank Cass, 2003), s. 36.
9 “I. Basın Toplantısı Metni, 7 Ocak 1984”, içinde Başbakan Turgut Özal’ın Konuşma, Mesaj, Beyanat ve Mülakatları 13.12.1983-12.12.1984 (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1984), s. 125.
194
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
larla birlikte yaşamış bir ulus olarak Türkler için Filistin konusunun manevi bir
boyutu olduğu gerçeğine değinmiştir.10 Ancak Özal, Türkiye’nin asgari seviyede
dahi olsa İsrail’le diplomatik ilişkilerini sürdürerek konuya tarafsız yaklaşmaya
çalıştığını ifade etmiştir. Özal, Filistin sorununa çözüm için ortaya atılacak her
planın asgari olarak iki ilkeyi içermesi gerektiğine dikkat çekmiştir. Bunlardan
ilki, Filistin halkının bir vatan sahibi olma ve temsilcilerinin Orta Doğu sorunun çözümüne yönelik müzakerelere katılma haklarının tanınmasıdır. İkincisi
ise, Orta Doğu’da her ulusun var olma hakkıdır. Özal, böylece, hem Filistinlilerin
mücadelesine desteğini vurgulamakta hem de kalıcı barış için Arap devletlerinin
İsrail’in varlığını kabullenmeleri gerektiğine işaret etmektedir.
Ekim 1985’te BM Genel Kurulu’nda konuşan Başbakan Özal, Filistin sorununa öncelikli bir yer vermiş, Türkiye’nin bölgeyle tarihsel bağlarına atıfta bulunarak Orta Doğu’da barışın sağlanması çabaları ile yakından ilgilendiğini belirtmiştir.11 Özal, 2. Dünya Savaşı sonrasında bölge yeniden düzenlenirken Osmanlı
döneminde var olan dini, etnik ve kültürel birliğinin bozulmasının büyük bir
hata olduğunu, Türkiye’nin de bu nedenle Filistin’in bölünmesini öngören 1947
tarihli plana karşı çıktığını söylemiştir. Özal, Filistin topraklarında bir Yahudi
devleti kurulmuş olmasına rağmen, bir Arap devleti kurulamamasının büyük bir
adaletsizlik doğurduğu gerçeğine atıla Filistinlilerin kendi kaderini tayin etme
hakkına destek vermiştir. Özal, Türkiye’nin İsrail’in de bölgede güvenli ve tanınmış sınırlar içinde var olma hakkını tanıdığını, ancak barışın sağlanması için
İsrail’in yeni “oldu-bitti”lerden kaçınması gerektiğini ifade etmiştir.
Özal, yukarıdakilere benzer nitelikteki açıklamaları daha sonraki yıllarda pek
çok uluslararası platformda da sürdürecektir.12 Özal’ın Filistin sorununa ilişkin
yaklaşımı, önceki dönemlerde benimsenmiş temel ilkeler ile büyük oranda örtüşmektedir. Özal’ın konuya bakışında farklılaştığı husus ise, Türkiye’nin sorunun
çözümüne yönelik girişimlere daha aktif biçimde katkıda bulunma isteğidir. Yukarıda değinildiği gibi, Türkiye bu vakte kadar Orta Doğu sorununun çözümüne
yönelik aktif bir politika izlemekten uzaktı. Özal ise, Orta Doğu barışı için aktif
10 “Başbakan Turgut Özal’ın İsviçre’nin Davos Şehrinde Toplanan Seminerde Yaptığı Konuşma, 2 Şubat
1985”, içinde Başbakan Turgut Özal’ın Konuşma, Mesaj, Beyanat ve Mülakatları 13.12.1984-12.12.1985 (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1985), s. 116.
11 “Başbakan Turgut Özal’ın Birleşmiş Milletler’in Kuruluşunun 40. Yılı Dolayısıyla Genel Kurulda Yaptığı Konuşma, 22 Ekim 1985”, içinde Başbakan Turgut Özal’ın Konuşma, Mesaj, Beyanat ve Mülakatları
13.12.1984-12.12.1985 (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1985), s. 680.
12 Örneğin bkz. “Başbakan Sayın Turgut Özal’ın Yugoslavya Başbakanı Sayın Branko Mikuliç’in Onuruna Verdiği Yemek, 22 Haziran 1988”, içinde Başbakan Turgut Özal’ın Yurtdışı Temaslarındaki Konuşmaları
13.12.1987-12.12.1988 (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1988), s. 37-38 ve “Başbakan Sayın Turgut Özal’ın
Pakistan Başbakanı Sayın Benazir Bhutto Onuruna Verdiği Akşam Yemeğinde Yaptığı Konuşma, 24 Mayıs
1989”, içinde Başbakan Turgut Özal’ın Yurtdışı Temaslarındaki Konuşmaları 13.12.1988-31.10.1989 (Ankara:
Başbakanlık Basımevi, 1989), s. 51.
195
ÖZAL’IN ORTA DOĞU BARIŞI PERSPEKTİFİ
bir rol üstlenme konusunda istekli bir tavır sergilemiştir. Hükümeti kurmasının
üzerinden henüz bir ay geçtikten sonra yaptığı açıklamada Türkiye’nin coğrafi
konumu ve tarihsel mirası ile Orta Doğu’nun ayrılmaz bir parçası olduğunu vurgulayarak bölge barışı için “rol oynamaktan” kaçınmayacaklarını ifade etmiştir.13
Anadolu Ajansı muhabirine yaptığı açıklamada Türkiye’nin Filistin meselesine
ilişkin tarafsız bir politika izlediğini ve iki tarala da dengeli ilişkiler sürdürdüğüne dikkat çekerek, bu konumun sağladığı avantajla sorunun çözümüne katkıda
bulunmaya hazır olduğunu bildirmiştir: “Türkiye bölgede herhangi bir tarafın
yanında değildir. […] Yani problemlerin çözümü için kendisine imkân verilirse,
fırsat gelirse; herhangi bir yere angaje olmadığı için, çözebilecek pozisyonunu
muhafaza edecektir.”14
Turgut Özal, Arap-İsrail sorununun kalıcı biçimde çözümü için uluslararası bir konferans toplanması fikrini desteklemiştir. Sovyet mevkidaşı Nikolai
Tikhonov’un Aralık 1984’teki Ankara ziyareti sırasında yaptığı konuşmada bu
desteği şu sözlerle dile getirmektedir: “Orta Doğu sorununun barışçı bir çözüme
kavuşturulması amacıyla uluslararası bir konferans toplanması fikrinin giderek
büyük bir destek bulmasını olumlu bir gelişme olarak gördüğümüzü belirtmek
isterim.”15 Özal, Orta Doğu barışı için uluslararası bir konferans toplanması önerisini sonraki yıllarda da dile getirmeyi sürdürecektir. 1980’lerin sonunda Sovyetler Birliği’nin iyice zayılaması ve artık tek süper güç konumuna gelen ABD’nin
Orta Doğu’da barışı sağlamaya yönelik inisiyatif üstlenmesi ile küresel konjonktür sorunun çözümüne uygun bir hal almıştır. Bölgesel düzeye bakıldığında ise
İsrail’in Araplarla barışarak uluslararası meşruiyetini ve güvenliğini artırmayı,
İsrail’i askeri güçle yenemeyeceklerini anlayan Arapların ise barış ile bölgesel
istikrarı sağlamayı amaçladıkları gözlemlenmektedir. Özal, bu koşullarda Orta
Doğu barışı için uluslararası bir konferans toplanmasının artık daha olası olduğunu fark etmiştir ve Türkiye’nin bu girişimde aktif rol almasını istemektedir.
Şubat 1989’daki bir konuşmasında bu düşüncelerini şöyle paylaşmaktadır: “Orta
Doğu sorununa ilişkin olarak, bir ‘Uluslararası Barış Konferansı’nın ilgili tüm
taraların iştirakiyle toplanmasının her zamankinden daha fazla önem kazandığı
inancındayız. Genel olarak bölge ile ve uyuşmazlığın tüm taralarıyla tarihi bağları çerçevesinde, Türkiye, böyle bir konferansın toplanmasıyla ilgili olarak üzeri13 “Özal: Ortadoğu’da Rol Oynamaktan Kaçınmayız”, Cumhuriyet, 16 Ocak 1984.
14 “Ortadoğu’daki Gelişmelerle İlgili Olarak A.A. Muhabirine Verilen Beyanat, 18 Şubat 1984”, içinde Başbakan Turgut Özal’ın Konuşma, Mesaj, Beyanat ve Mülakatları 13.12.1983-12.12.1984 (Ankara: Başbakanlık
Basımevi, 1984), s. 285.
15 “Başbakan T. Özal’ın Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Bakanlar Kurulu Başkanı Sayın Tikhonov
Onuruna Verdiği Yemekte Yaptığı Konuşma, 26 Aralık 1984”, içinde Başbakan Turgut Özal’ın Konuşma, Mesaj, Beyanat ve Mülakatları 13.12.1984-12.12.1985 (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1985), s. 38.
196
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
ne düşebilecek rolü üstlenmeye hazırdır.”16 Bu sözlerde de görüldüğü gibi Özal,
Türkiye’nin bölgedeki tarihi geçmişini ve hem İsrail hem Arap tarafıyla ilişkileri
bulunan bir ülke olmasını sorunun çözümüne yönelik oynayabileceği rol için
önemli bir avantaj olarak değerlendirmekte ve barış girişimlerinde aktif rol almak
için oldukça istekli davranmaktadır.
Özal’ın Filistinlilere Desteği
Turgut Özal, gerek başbakanlığı gerek cumhurbaşkanlığı boyunca Filistin halkının devlet kurma mücadelesine ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) bu
mücadeledeki önderliğine destek vermiştir. 29 Kasım 1984’te Filistin Halkıyla Dayanışma Günü münasebetiyle yayınladığı mesajında “Filistinlilerin kendi
topraklarında kendi kaderlerini tayin etme hakkını kuvvetle destekliyoruz. […]
Filistin halkının uluslararası toplumdan gördüğü ve giderek artan anlayış, destek
sayesinde, kendi salarındaki birliğin de muhafazasıyla FKÖ liderliğinde, er ya da
geç meşru emellerinin gerçekleşmesini sağlayacağına inancım tamdır”17 sözleri
Özal’ın Filistin davasına açık desteğini göstermektedir. Filistinli gruplar arasında
liderlik mücadelesinin yaşandığı bu dönemde Özal’ın FKÖ’ye açık desteği
de dikkate değerdir. Özal, Filistinlilerin mücadelesinin birlik sağlanmadan
başarılamayacağının farkındadır ve mesajında bu hususu vurgulamıştır.
Özal, İsrail’in Filistinlilere yönelik saldırılarında Filistin halkının ve
FKÖ’nün yanında yer almıştır. Özal’ın başbakanlık görevine gelmesinden sonraki dönemde İsrail’in en dikkat çeken saldırısı 1 Ekim 1985’te İsrail uçaklarının
Tunus’taki FKÖ karargâhını bombalamasıydı. İsrail, 73 Filistinli ve Tunuslu’nun
öldüğü ve FKÖ lideri Yaser Arafat’ın son anda kurtulduğu bu saldırının gerekçesini Larnaka’da bir İsrail yatının batırılması ve üç İsrailli’nin ölümü hadisesine
karşı misilleme olarak açıklamıştı. Pek çok ülke İsrail’i kınarken ABD, saldırıyı
“meşru müdafaa” olarak tanımlayarak desteklemişti.18 Türkiye ise, olaya derhal
sert bir tepki verdi. İlk olarak bu sırada BM toplantıları için New York’ta bulunan
Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu saldırıyı kınayan bir açıklama yaptı, ardından
İsrail Dışişleri Bakanı İzak Şamir’le randevusunu iptal etti.19 Türk heyeti, Şamir’in
Genel Kurul’daki konuşması sırasında salonu terk ederek tepkisini gösterirken,
Halefoğlu Güvenlik Konseyi’ndeki konuşmasında ABD’yi işaret ederek saldırı16 “Başbakan Sayın Turgut Özal’ın İran Başbakanı Sayın Musavi Onuruna Verdiği Yemekte Yaptığı Konuşma,
15 Şubat 1989”, içinde Başbakan Turgut Özal’ın Yurtdışı Temaslarındaki Konuşmaları 13.12.1988-31.10.1989
(Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1989), s. 4.
17 “Filistin Halkıyla Dayanışma Uluslararası Günü Sebebiyle Gönderilen Mesaj, 29 Kasım 1984”, içinde Başbakan Turgut Özal’ın Konuşma, Mesaj, Beyanat ve Mülakatları 13.12.1983-12.12.1984 (Ankara: Başbakanlık
Basımevi, 1984), s. 984.
18 “Dünya Kınadı, ABD Onayladı”, Cumhuriyet, 2 Ekim 1985.
19 Sedat Ergin ve Tanju Akerson, “Halefoğlu Şamir ile Görüşmüyor”, Cumhuriyet, 2 Ekim 1985.
197
ÖZAL’IN ORTA DOĞU BARIŞI PERSPEKTİFİ
yı onaylamanın barış çabalarına zarar vereceği uyarısında bulundu: “Bu eyleme
sempati duyanlar Ortadoğu’da barışı engelliyorlar ve İsrail’in gayrimeşru bu eylemi cezalandırılmazsa bundan sonraki eylemleri zımnen onaylanmış olacaktır.”20
Özal ise, olayı “üzüntü vericiden daha kuvvetli” diye tanımladıktan sonra tepkisini şu sözlerle ortaya koyuyordu: “Yapılmaması icabeden büyük bir yanlış hareket.
Yani herkes kendini bir başka memleketi istediği gibi bombalamakta serbest mi
zannediyor?”21
Başbakan Özal, Filistinlilerin bir devlet sahibi olması doğrultusundaki
girişimlere de destek vermiştir. Özal, 1985 başında gündeme gelen Ürdün ile
Filistinlilerin bir konfederasyon oluşturarak aynı devlet çatısı altında bir araya
gelmesi fikrinin güçlü bir biçimde arkasında durmuştur. 11 Şubat 1985’te Ürdün ve FKÖ’nün ortak açıklaması ile başlayan konfederasyon planı, 1986’ya
gelindiğinde Kral Hüseyin ile Arafat arasındaki anlaşmazlık nedeniyle sıkıntıya
girmiştir. Özal, Arafat’ın 26 Şubat’taki Ankara ziyareti sırasında bu planı “kaçırılmaması gereken bir fırsat” olarak tanımlayarak, FKÖ liderine tüm olumsuzluklara rağmen süreci devam ettirme yönündeki görüşünü bildirmiştir.22
Cumhurbaşkanı Kenan Evren de Arafat’la görüşmesinde Özal’a benzer bir tutum takınmış; Arafat’a, Hüseyin’in konfederasyon fikrinden geri adım atmasından dolayı Ürdün’le ilişkilerini gerginleştirmemesi telkininde bulunmuştur.23
Türkiye, bu telkinlerle, Ürdün-Filistin konfederasyon planının uygulanması için
bir açık kapı bırakılmasını sağlamaya çalışmıştır. Ne var ki bu konuda bir ilerleme
sağlanamamıştır. Türkiye’nin planın hayata geçirilememesine dair üzüntüsünü
Dışişleri Bakanı Halefoğlu, TBMM’deki bütçe görüşmeleri sırasında şöyle dile
getirmiştir: “Ürdün ile Filistin Kurtuluş Örgütü’nün müşterek teşebbüsü ile
oluşturulan ve Filistinlilerin meşru hak ve menfaatlerini teminat altına almayı
amaçlayan girişimin hiç değilse şimdilik neticesiz kalması önemli bir fırsatın
kaçırılmasına yol açmıştır.”24
Türkiye, Aralık 1987’de başlayan İntifada boyunca da Filistin halkının mücadelesine desteğini sürdürmüştür. Bu dönemde Türkiye’nin Filistin davasına asıl
dikkat çekici ve değerli desteği, 15 Kasım 1988’de ilan edilen Filistin Devleti’ni
aynı gün içinde yapılan bir açıklama ile tanımasıdır. Başbakan Özal, Türkiye’nin
tanıma kararını bizzat açıklamıştır: “Kardeş Filistin halkının […] bu kararlarını
20 Sedat Ergin, “Halefoğlu: İsrail Bu Kez Cezalandırılsın”, Cumhuriyet, 3 Ekim 1985.
21 “Ankara’dan Sert Tepki”, Cumhuriyet, 3 Ekim 1985.
22 “Arafat’a Tam Destek”, Cumhuriyet, 27 Şubat 1986.
23 Kenan Evren, Kenan Evren’in Anıları 5 (İstanbul: Milliyet Yayınları, 1991), s. 362-363.
24 Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu Tarafından Dışişleri Bakanlığı 1987 Mali Yılı Bütçe Tasarısının TBMM
Genel Kurulunda Görüşülmesi Vesilesiyle Yapılacak Konuşma Metni (Ankara: T.C. Dışişleri Bakanlığı, 1986),
s. 10.
198
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
destekliyor, kurulduğu ilan edilen bağımsız Filistin Devleti’ni tanıyor, bu kararların Filistin davasının geleceği açısından olduğu kadar, bölgede tüm taraların
barış ve güvenlik içinde yaşamlarını mümkün kılacak adil ve kalıcı bir barışın
tesisi yönünde de hayırlı olmasını içtenlikle diliyorum.”25 Özal, aynı gün Türkiye’yi ziyaret etmekte olan Ürdün Veliaht Prensi Hasan bin Tallal’ın onuruna
verdiği yemekte yaptığı konuşmada Filistin Ulusal Konseyi’nin devlet ilanı kararı
ile birlikte Güvenlik Konseyi’nin 242 sayılı kararını kabul ettiğini açıklamasına
dikkatleri çekmiş ve bu kararın, Filistinlilerin barışın sağlanmasına yönelik yapıcı
tutumunun bir yansıması olduğunu belirtmiştir.26 Filistin Ulusal Konseyi’nin bu
tutum değişikliği çok önemliydi. 242 sayılı kararda bölgedeki “tüm devletlerin
güvenli ve tanınmış sınırlar içinde yaşama hakkı”nı kabul etme ile üstü kapalı
biçimde İsrail’in varlığının tanınması gerçekleşmiş oluyordu. Anlaşılıyor ki Özal,
Filistin Devleti’ni tanımaya atfettiği değer kadar, Filistinlilerin mücadelesini hukuki olarak BM kararları çerçevesinde ve siyasi bakımdan İsrail’in varlığını tanıma gerçekçiliği içinde sürdürmelerine de önem veriyordu.
Türkiye’nin NATO üyesi Batılı bir ülke olarak Filistin Devleti’ni tanıma
kararı alması, Filistin Devleti’nin uluslararası alanda kabul görmesi için oldukça
mühimdir. Ankara’nın kararını pek çok Arap devletinden dahi önce, çok hızlı
biçimde açıklaması Filistin Devleti’nin tanınma sürecine ivme kazandırmıştır.
Özal’ın Filistin’i tanıma kararını açıklaması “aceleci” bir tavır olarak eleştiriye
maruz kalsa da, siyaset arkadaşı Mehmet Keçeciler’in Özal’dan rivayet ettiği şu
cümle davranışının nedenini açıklamaktadır: “Yarına kalsaydık Filistin’i bize
tanıttırmazlardı.”27 Özal, ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerden gelebilecek
muhtemel baskıları hesaba katmış ve hızlı bir hamle ile Filistin Devleti’ni tanıyarak baskıların önünü kesmeyi başarmıştır.
İsrail’le İlişkiler
Turgut Özal, Filistinlilerin bağımsız devlet kurma mücadelesine tam destek vermekle ve İsrail’in Filistinlilere yönelik saldırılarını kınamakla birlikte, Türkiye’nin
İsrail’le diplomatik ilişkilerini sürdürmesini ve ekonomik ve kültürel alanlardan
başlayarak işbirliğini geliştirmesini istemiştir. Özal, Türkiye’nin Orta Doğu’da barışın sağlanmasına katkıda bulunabilmek için İsrail’le ilişkilerin geliştirilmesi gerektiğini düşünmektedir. Özal’a göre, Türkiye, bir tarafta Arap devletleri ve FKÖ
ile yakın ilişkilere sahip Müslüman bir ülke olarak, diğer yandan İsrail’le diyalog
25 “Özal: Hayırlı Olsun”, Milliyet, 16 Kasım 1988.
26 “Başbakan Sayın Turgut Özal’ın Ürdün Haşimi Krallığı Veliahdı Atles Prens Hasan bin Tallal Onuruna
Verdikleri Öğle Yemeğinde Yaptığı Konuşma”, içinde Başbakan Turgut Özal’ın Yurtdışı Temaslarındaki Konuşmaları 13.12.1987-12.12.1988 (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1988), s. 58.
27 Hale Gönültaş, Mehmet Keçeciler: Merkez Siyasetin Perde Arkası (İstanbul: Hayykitap, 2014), s. 205.
199
ÖZAL’IN ORTA DOĞU BARIŞI PERSPEKTİFİ
kanallarını açık tutarak sorunun taraları arasında iletişimi sağlayabilirdi. Ne var
ki Türkiye, İsrail’in Temmuz 1980’de Kudüs’ü daimi başkent ilan etmesinden
sonra Aralık 1980’de bu ülkeyle ilişkilerini ikinci kâtiplik düzeyine indirmişti.
Özal’ın düşündüğü misyonun ifa edilebilmesi için Ankara’nın Tel Aviv’le ilişkilerini hem diplomatik anlamda hem diğer alanlarda geliştirmesi gerekiyordu. Özal,
ilişkileri geliştirmek hususunda tedrici bir süreç takip edecektir. İsrail’in Filistinlilere yönelik eylemleri, hedelenen yakınlaşmanın gerçekleşmesi için geciktirici
bir etkide bulunurken, Özal, gerek işbirliğinin sağlayacağı siyasi ve ekonomik
faydaları gerekse uluslararası ortamdaki gelişmelerin sunduğu imkânları İsrail’le
ilişkileri geliştirmek için değerlendirecektir.
Başbakan Özal, 23 Mart 1984’te yayımlanan bir mülakatında Türkiye’nin
Orta Doğu’da daha etkin bir rol üstlenebilmesi için “İsrail’le ilişkilerin tamamen
kesilmesi günün birinde gerekebilir mi?” sorusu üzerine, “İsrail ile olan bu ilişki
aslında belki çok zararlı bir hadise değil. Kessek ne olacak, kesmesek ne olacak?
Bazıları bir pencerenin hafif aralık olmasında fayda mülahaza etmek lazımdır
derler”28 cevabını vermiştir. Özal, bu dönemde Mısır’la birlikte İsrail’le diplomatik ilişkilere sahip iki Müslüman devletten biri olarak İslam dünyasından İsrail’e
açılan bir “pencere” rolünü üstlenmek istemektedir. Bu rol, Türkiye’nin bölgesel
barış çabalarında daha aktif bir konumda olmasını sağlayacaktır. 2. Özal Hükümeti’nde Devlet Bakanı olarak görev yapan Işın Çelebi’nin ifade ettiği üzere,
sonraki yıllarda Özal’da hâsıl olan düşünce, bölge barışının Türkiye-ABD-İsrail
işbirliği ile sağlanabileceğidir.29 Yani, Orta Doğu’ya barışın gelmesini sağlamak
için güç ve diyalog gerekiyordu; barış çabalarında ABD sürecin içinde ve önünde
olduğu takdirde başarı sağlanabilirdi, Türkiye ile İsrail arasındaki iyi ilişkilerle de
bölge devletleri ile Tel Aviv arasındaki iletişim temin edilecekti.
Türkiye’nin İsrail’le yakınlaşmasında ABD’deki Yahudi lobisinin desteğine
duyulan ihtiyaç da önemli bir faktördür. Türkiye, 1980’ler boyunca ABD Kongresi’nde gündeme gelen ekonomik yardımlar, silah ambargosu ve Ermeni soykırımı iddiaları gibi konularda Rum ve Ermeni lobilerinin aleyhteki faaliyetlerine
etkin bir karşılık veremiyordu. Dışişleri Müsteşarı Kamuran Gürün, bu soruna bir çözüm bulmak amacıyla Nisan 1982’de ABD’de temaslarda bulunmuş
ve Milli Güvenlik Konseyi’ne sunduğu raporda Rum ve Ermeni lobilerine karşı
Yahudi lobisi ile işbirliği yapılmasını önermişti.30 Öneri, Konsey tarafından kabul
28 “Güneş Gazetesi ile Yapılan Söyleşi, 23 Mart 1984”, içinde Başbakan Turgut Özal’ın Konuşma, Mesaj, Beyanat ve Mülakatları 13.12.1983-12.12.1984 (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1984), s. 385.
29 Mehmet Ali Birand ve Soner Yalçın, The Özal: Bir Davanın Öyküsü (İstanbul: Doğan Kitap, 2012), s. 324325.
30 Kamuran Gürün, Fırtınalı Yıllar: Dışişleri Müsteşarlığı Anıları (İstanbul: Milliyet Yayınları, 1995), s. 430431.
200
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
edilmiş olmasına rağmen bu konuda bir ilerleme sağlanamamıştı. Turgut Özal,
başbakanlık görevini üstlendikten sonraki ilk ABD gezisinde Yahudi lobisinin
temsilcileri ile de bir araya gelerek bu düşünceyi hayata geçirme doğrultusunda
adım attı. Mart 1985’in son günlerinde gerçekleşen ziyarette Dışişleri Bakanı
Vahit Halefoğlu da İsrail’in Washington Büyükelçisi Meir Rosenne ile görüştü.
Görüşmeler ABD gezisinden sonra basına yansıyınca bir açıklama yapan Dışişleri
Bakanlığı, gerek Yahudi lobisi ile gerekse İsrail Büyükelçisi ile görüşmeleri doğruladı ve görüşmelerde talebin karşı taraftan geldiğini açıkladı.31 Bu görüşmelerde
Özal, Yahudi lobisinin Kongre üzerindeki gücünden yararlanmayı amaçlarken,
karşı taraf da Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerini geliştirmesini talep etmiştir. Mehmet Keçeciler’in Özal’dan rivayetle anlattığına göre, Özal’ın Yahudi lobisiyle temasında ABD Başkanı Reagan’ın bu yöndeki tavsiyelerinin de önemli bir etkisi
olmuştur.32 Bu ziyaret sonrasında İsrail’le ilişkileri geliştirme konusundaki kanaati pekişen Özal, parti içinden ve ülkedeki muhafazakâr gruplardan gelebilecek
muhtemel tepkiyi dindirmek için dindar/muhafazakâr kimliği ile bilinen Keçeciler’e görev vermiştir. Keçeciler, İsrail’le ilişkilerin geliştirilmesinden rahatsız
olabilecek ANAP’lı siyasetçilerin yanında önde gelen cemaat liderleri Mahmut
Ustaosmanoğlu, Kemal Kaçar, Esad Coşan ve Fethullah Gülen’i ziyaret ederek
İsrail’le ilişkilerin normalleşmesinin gerekliliğini anlatmıştır.33 Özal, böylece, partisini ve kamuoyunu İsrail’le yakınlaşmaya hazırlamış, muhtemel tepkileri baştan
önlemiştir.
ABD, bu ziyaretten sonraki dönemde de Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerini geliştirmesi yönündeki telkinlerini sürdürmüştür. Nitekim Sedat Ergin, 4 Kasım
1986’daki yazısında “ABD, Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerini geliştirmesini istiyor.
Ankara bu faktörün bilincinde, ancak ilk adımı kimin atacağı konusunda belirsizlik var”34 demektedir. İsrail, ilişkilerin geliştirilmesi konusunda daha hızlı
adım atan ve istekli davranan taraf olmuştur. Dışişleri Bakanı İzak Şamir, Temmuz 1985’te Cumhuriyet’e verdiği röportajda Ermeni ve Kürt terörüne karşı
Türkiye’ye yardım etmeye hazır olduklarını beyan etmiştir.35 Şamir, Türkiye’nin
İsrail’le düşmanca ilişkilere sahip olan Arap ülkeleriyle yakın ilişkileri bulunmasını
anlayışla karşıladıklarını belirterek, kendileri için Türkiye-İsrail ikili ilişkilerinin
gelişmesinin önemli olduğu mesajını vermiştir. Aynı yılın Kasım ayında bu kez
İsrail Dışişleri Bakanlığı’ndan üst düzey bir diplomat Zvi Kedar, bölgedeki iki
istikrarlı devlet olarak Türkiye ve İsrail’in işbirliği yapmasının Orta Doğu’ya
31 “Özal’ın ABD’deki Gizli Temasları”, Cumhuriyet, 12 Nisan 1985.
32 Gönültaş, 2014, s. 202-203.
33 Gönültaş, 2014, s. 204.
34 Sedat Ergin, “ABD ile Sorunlar Ağırlaşıyor”, Cumhuriyet, 4 Kasım 1986.
35 Ergun Balcı, “İsrail’den Türkiye’ye İşbirliği Önerisi”, Cumhuriyet, 10 Temmuz 1985.
201
ÖZAL’IN ORTA DOĞU BARIŞI PERSPEKTİFİ
istikrar getireceğini ve bunu, ABD’nin de çok istediğini ifade etmektedir.36 Kasım
1986’da ise Dışişleri Bakanı Şimon Peres, Türkiye’ye hem güvenlik konularında
hem de ABD ile iyi ilişkilerini kullanarak yardım edebileceklerini açıklamıştır.37
İsrailli yetkililerin beyanatlarına bakıldığında Tel Aviv’in, Ankara’nın terör ve
komşu ülkeler kaynaklı tehdit algılamasının farkında olduğu ve güvenlik eksenli
işbirliği önerileriyle yakınlaşma sağlamaya çalıştığı görülmektedir.
Tel Aviv yönetimi, Türkiye ile işbirliği konusunda istekli bir tavır sergilese de, İsrail güvenlik güçlerinin Filistinlilere karşı sert tavrı, Özal’ın ilişkileri
geliştirme konusunda olumlu adımlar atmasını geciktirmiştir. Özellikle İsrail’in
Tunus’taki FKÖ karargâhını bombalaması ve İntifada sırasındaki sert önlemleri, Ankara’nın Tel Aviv’i kınayan açıklamalarına yol açmıştır. Turgut Özal’ın bu
dönem itibarıyla ilişkileri geliştirme doğrultusunda attığı ilk somut adım, büyükelçi seviyesinde bir diplomat olan Ekrem Güvendiren’i Tel Aviv’e maslahatgüzar
olarak göndermesidir.38 İkinci adım ise, Ekim 1985’te Tunus bombalaması nedeniyle iptal edilen dışişleri bakanları arasındaki görüşmenin, 30 Eylül 1987’de
Halefoğlu ve Peres’in New York’ta buluşması ile gerçekleşmesidir.39 Halefoğlu,
bu görüşmeden önce yaptığı açıklamada “Türkiye’nin İsrail ile diplomatik ilişkilerini sürdürmesi Ortadoğu konusunda şimdiye kadar savunduğu görüşleri muhafaza etmesine engel teşkil etmemektedir”40 diyerek Ankara’nın artık Filistin
sorununda Arap tarafına desteği ile Tel Aviv’le ilişkilerini birbirinden ayrı değerlendirme eğiliminde olduğunu ortaya koymuştur. Bu zamana kadar Filistin sorununa dair gelişmelerin Türkiye’nin İsrail’e karşı tutumunu doğrudan etkilediği
göz önünde bulundurulduğunda, bu açıklama, önemli bir yaklaşım değişimine
işaret etmektedir. Halefoğlu, açıklamasının devamında “Türkiye bütün ilgili
taralarla diyaloğu muhafaza etmekte ve kalıcı çözüm için elinden gelen her türlü
çabayı göstermeye hazır bulunmaktadır” ifadeleriyle Türkiye’nin sorunun tüm
taralarıyla iyi ilişkilere sahip bir aktör olarak çözüme katkı sunmayı arzuladığını
vurgulamıştır.
Cumhurbaşkanı Özal, bölgede barış için uluslararası ve bölgesel ortamın artık müsait hale geldiğinin farkında olarak, Mart 1991’deki Moskova ziyaretinde
Orta Doğu barışı için uluslararası bir konferansa ev sahipliği yapma önerisini
dile getirmiştir.41 Özal, Türkiye’nin tüm taralar ile iyi ilişkiler içinde bulunan
36 Cüneyt Arcayürek, “ABD’nin İsteği Türk-İsrail Yakınlaşması”, Cumhuriyet, 16 Kasım 1985.
37 “İlişkilerimiz Normalleşmeli”, Cumhuriyet, 1 Kasım 1986.
38 Süha Bölükbaşı, “Behind the Turkish-Israeli Alliance: A Turkish View”, Journal Of Palestine Studies, Cilt.
29, Sayı. 1, 1999, s. 30.
39 Şebnem Atiyas, “Sessiz Diplomasi”, Cumhuriyet, 1 Ekim 1987.
40 Semih İdiz, “Rum Atağına Yanıt Hazır”, Cumhuriyet, 19 Eylül 1987.
41 Şule Kut, “Orta Doğu Barış Süreci ve Türkiye”, Orta Doğu Barış Süreci ve Türkiye Sempozyumu, İstanbul,
202
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
bir aktör olarak adil bir arabuluculuk yapabileceğine dikkat çekmiş ve İsrail’e
“barış için toprak” formülünü kabul etmesi çağrısında bulunmuştur. Ancak,
Özal’ın ev sahipliği önerisi karşılık bulmadığı gibi, Türkiye 30 Ekim 1991’de
Madrid’de toplanan konferansa da davet edilmemiştir. Sonuç itibarıyla Özal’ın
Orta Doğu barışının tesisinde aktif rol alma girişimleri başarıya ulaşamamıştır.
Bunun ilk nedeni, Türkiye’nin böylesi kapsamlı bir girişime öncülük edebilecek,
ev sahipliğini üstlenebilecek ya da taraları belirli bir çözüm planı üzerinde uzlaşmaya yönlendirebilecek siyasi ve ekonomik güçten uzak olmasıdır.42 İkincisi, bu
girişimin lideri ABD ile soruna taraf ülkelerin Türkiye’nin süreçte aktif rol alması
konusunda istekli olmamalarıdır.43 Son olarak, Özal aktif bir rol üstlenme konusunda girişken bir politika izlese de, Türkiye’nin oynanabileceği rolün tanımı ve
sınırları tam olarak belirlenememiştir.
Türkiye, Madrid Konferansı’nın ardından gerçekleşecek ikili görüşmeler için
de ev sahipliği önerisinde bulunmuştur. Türkiye’nin bu teklifi de olumlu karşılık bulmamıştır. ABD’li yetkililer Türkiye’nin ev sahipliği girişimlerinin olumsuz
sonuçlanmasının nedenlerine dair iki hususu vurgulamışlardır.44 Bunlardan ilki,
Türkiye’de yapılacak bir konferansta İsrail aleyhtarı gösterilerinin gerçekleşmesinin yüksek bir ihtimal olduğu; ikincisi ise, Türkiye’nin ev sahipliği için gereken aktif diplomatik çabaları göstermediğidir. Türkiye, barış konferansında yer
alamasa da, bölgede barış için oluşan müspet havayı İsrail’le ilişkilerini normalleştirme sürecini tamamlamak için uygun bir ortam olarak değerlendirmiş ve
19 Aralık 1991’de İsrail ve Filistin ile ilişkilerini eş zamanlı olarak büyükelçilik
düzeyine çıkartmıştır.45
Türkiye’nin Orta Doğu barışı çabalarında aktif rol alma girişimleri nihayet
28-29 Ocak 1992’de Moskova’da yapılan çok taralı görüşmelere ABD ve Rusya’nın daveti ile karşılık bulmuştur. Bu görüşmelerde su, ekonomi, mülteciler,
silahların kontrolü ve çevre gibi konular ele alınmış ve barışın kalıcı hale getirilmesinin yolları tartışılmıştır. Türkiye’yi Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin’in temsil
ettiği toplantıda, Çetin, Özal’ın ilk kez 1986 yılında dillendirdiği Barış Suyu
projesini gündeme getirmiştir.46 Çalışmanın bundan sonraki bölümünde Özal’ın
Orta Doğu barışı için geliştirdiği özgün bir öneri olarak Barış Suyu Projesi detaylı
biçimde incelenecektir.
11-12 Nisan 1995 aktaran Bülent Aras, Filistin-İsrail Barış Süreci ve Türkiye (İstanbul: Bağlam Yayınları,
1997), s. 148.
42 Esra Çuhadar Gürkaynak, “Turkey as a Third Party in Israeli-Palestinian Conlict: Assesment and Relections”, Perceptions, Cilt. 12, Sayı. 1, 2007, s. 102.
43 Gürkaynak, 2007, s. 101.
44 Ertosun, 2013, s. 185.
45 Ertosun, 2013, s. 186.
46 Ertosun, 2013, s. 189.
203
ÖZAL’IN ORTA DOĞU BARIŞI PERSPEKTİFİ
Barış Suyu Projesi
Barış Suyu Projesi, Turgut Özal’ın Orta Doğu’da barışın sağlanmasına somut
katkı sunma çabasının dikkat çekici bir örneğidir. Bu teklif, Özal’ın ekonomi
merkezli dış politika yaklaşımını yansıtmaktadır. Proje, birbiri ile önemli siyasi
sorunları bulunan, aynı zamanda ciddi su sıkıntısı çeken Orta Doğu devletleri
arasında, Türkiye’den gelecek su boru hattı ile karşılıklı bağımlılık ilişkisinin tesis
edilmesi, böylece oluşacak bu karşılıklı bağımlılık ile bölge ülkelerinin çatışmadan
uzak tutulması fikrine dayanmaktadır. 1980’lerin ortalarında hazırlanan bir ABD
istihbarat raporunda dünyada suların paylaşımı sorunu kaynaklı olarak savaş çıkma ihtimali olan 10 bölge bulunmaktadır ve bunların pek çoğu Orta Doğu’dadır.47 Suların paylaşımı konusunun ne denli önemli olduğunu gösteren başka bir
husus, BM’nin 1980’leri “Su Arzı On Yılı” ilan etmesidir.48 Özal ise, bir çatışma
kaynağı olabilecek suyun, işbirliği ve barış sağlayıcı olarak da değerlendirilebileceğini düşünmektedir. Özal’ın ekonomik karşılıklı bağımlık fikrine dayanan bu
yaklaşımı, 7 Nisan 1987’de ANAP Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşmasındaki
şu sözlerinde görülmektedir: “Bu bir ekonomik hadisedir. Su verirseniz, eninde
sonunda anlaşırsınız. O da beni kendisine bağlamak için, belki petrol verir. Belki
tabii gaz verir. O, boruları çeker. Birbirimize bağımlı olduğumuz zaman kavga
etmeyiz. Kavganın yerini dostluk alır, ticaret alır.”49
Projeyle ilgili ilk somut bilgiler yabancı basında yer almıştır. he Washington Post’ta 15 Haziran 1987’de yayımlanan bir yazıya göre, Türkiye, Brown and
Root adlı bir Amerikan mühendislik şirketine 1,5 milyon dolar ödeyerek projeye
ilişkin bir fizibilite raporu hazırlatmıştır.50 Brown and Root’un raporunda Türkiye’nin güneyindeki Seyhan ve Ceyhan nehirlerinin günde 34 milyon metreküp
su taşıdıkları tahminine yer verilmekte, bunun 24 milyon metreküpünün Türkiye tarafından kullanıldığı, Akdeniz’e dökülen 10 milyon metreküpünün ise Orta
Doğu ülkelerine satılabileceği ifade edilmektedir. Öngörülen projede iki boru
hattı yer alacaktır. İlk hat Türkiye’den önce İsrail’in işgali altındaki Batı Şeria’ya,
oradan da başkent Şam dâhil pek çok Suriye kentine ve nihayet Ürdün’ün başkenti Amman’a ulaşacaktır.51 İkinci aşamada inşa edilecek bir boru hattının ise
ilk hatta paralel bir şekilde döşenmesi, Suriye’den sonra Suudi Arabistan’a doğru
47 Joyce R. Starr, “Water Wars”, Foreign Policy, Sayı. 82, 1991, s. 17.
48 Starr, 1991, s. 32-33.
49 M. Zeki Duman, Türkiye’de Liberal Muhafazakâr Siyaset ve Turgut Özal (Ankara: Kadim Yayınları, 2010),
s. 351-352.
50 Jack Anderson ve Dale Van Atta, “Su Orta Doğu’da Barışı Güçlendirebilir”, The Washington Post, 15 Haziran 1987 içinde Dış Basında Türkiye (1977-1987) (Ankara: Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel
Müdürlüğü, 1987), s. 202.
51 Anderson ve Atta, 1987, s. 203.
204
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
devam edip, tarihi Hicaz demiryolu hattını izleyerek Mekke ve Medine’ye ulaşması öngörülmüştür.
Temmuz 1987’de Frankfurter Rundschau’da yer alan bir makalede Brown
and Root’un hesaplamalarına göre projenin maliyetinin 15-20 milyar dolar olduğu, yüksek maliyetine rağmen bu proje ile Suudi Arabistan’a ulaşacak içme
suyunun denizden arıtılan suya kıyasla 2/3 oranında daha ucuza geldiği belirtilmektedir.52 Bu makalede de iki hattın planlandığı ifade edilse de, he Washington
Post’takinden farklı bir güzergâhtan bahsedilmektedir. Yazıya göre, 2 200 km.
uzunluğundaki ilk hat Türkiye’den Suriye ve Ürdün’e, oradan Suudi Arabistan’a
geçip Mekke ve Cidde şehirlerine ulaşmaktadır. 2 400 km. uzunluğundaki ikinci
hat ise, Irak ve Kuveyt üzerinden Hürmüz Boğazı kıyılarına uzanmaktadır. Yazıda ayrıca, iki hattın geçeceği ülkelerin suyu satın almak ve kendi topraklarından
geçen bölümü için ücret talep etme hakkı olacağı bilgisine yer verilmektedir.
Basına ilk yansıyan bilgiler arasındaki farklılıklar, başlangıçta projeye ilişkin
belirsizliklerin söz konusu olduğu ve projenin zaman içinde gelişerek şekillendiğini göstermektedir. Fikrin ilk ortaya çıkışında projeye İsrail de dâhildir. Ne var
ki Arap ülkelerinden gelen tepkiler üzerine İsrail’in proje güzergâhından çıkarıldığı anlaşılmaktadır.53 Türkiye, Arapların endişelerini gidermek için İsrail’in
projeye katılımını barış görüşmelerinde ilerleme sağlanması şartına bağlamıştır.54
Zamanla Türkiye’den Orta Doğu’ya uzanacak iki hattın güzergâhı ve maliyetine
dair bilgiler netleşmiştir. Batı hattı diye tabir edilen ilk hat, Türkiye’de Seyhan-İslahiye-Kilis yolunu takip ederek Suriye’ye geçecek, bu ülkede Hama-Humus-Halep-Şam üzerinden Ürdün’ün başkenti Amman’a ulaşacak ve sonunda Suudi Arabistan’da Yanbu-Cidde-Medine’ye erişecektir.55 Günlük 3,5 milyon metreküp su
taşıma kapasitesine sahip bulunan Batı hattının, 2 700 km. uzunluğunda olması
ve 8,5 milyar dolara mal edilmesi planlanmıştır. Doğu hattı ise Türkiye-SuriyeÜrdün güzergâhında önceki hatta paralel bir şekilde seyrettikten sonra Kuveyt,
Bahreyn, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi Körfez ülkelerine su taşıyacaktır.
3 900 km. uzunluğundaki ve günlük 2,5 milyon metreküp su taşımasına sahip
bu hattın maliyeti 12,5 milyar dolar olarak hesaplanmıştır.56 Bu haliyle proje, ha52 Gerd Hohler, “Türkiye, Arap Yarımadasına İçme Suyu Pompalamayı Arzuluyor”, Frankfurter Rundschau,
18-19 Temmuz 1987, içinde Dış Basında Türkiye (1977-1987) (Ankara: Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, 1987), s. 208.
53 İbrahim Kaya, “Possible Turkish Role in the Solution of Regional Water Shortage in the Middle East”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt. 4, Sayı. 13, 2008, s. 175.
54 Brahma Chellaney, Water, Peace and War: Confronting the Global Water Crisis (Maryland: Rowman&Littleield Publishers, 2013), s. 227.
55 Abdullah Kıran, Orta Doğu’da Su: Bir Çatışma ya da Uzlaşma Alanı (İstanbul: Kitap Yayınevi, 2005), s.
117 ve Chellaney, 2013, s. 226.
56 Kıran, 2005, s. 118.
205
ÖZAL’IN ORTA DOĞU BARIŞI PERSPEKTİFİ
yata geçirilirse dünyanın en uzun su boru hattı ve dünyanın en pahalı sınır aşan
projesi olacaktır. Brown ve Root’un raporunda Arap ülkelerinin denizden arıtma
yoluyla elde ettikleri suyun metreküp maliyetinin ortalama 4,5 dolar olduğu,
proje ile bunun ortalama 1,5 dolara ineceği iddia edilmiştir.
Proje ilk planda Ürdün ve Filistin tarafından olumlu karşılanırken Suriye,
Suudi Arabistan ve Kuveyt projeye karşı çıkmışlardır.57 Projeye karşı çıkan ülkeler, bunu, projenin ekonomik olmadığı gerekçesine dayandırmışlardır. Projenin
ekonomik olup olmadığı gerçekten de tartışmaya açık bir konudur. Türkiye’nin
hazırlattığı fizibilite raporuna göre suyun boru hattı ile taşınması denizden arıtılmasına göre çok daha ucuza mal edilirken, Arap ülkeleri bu görüşe katılmamaktadır. Bu hususta objektif bir araştırmaya ihtiyaç olduğu açıktır. Ne var ki suyu
taşımanın daha ekonomik olduğu ispatlansa dahi böylesine kapsamlı ve maliyetli
bir projenin geniş bir siyasi destek sağlanmadan hayata geçmesi mümkün değildir. Nitekim Özal’ın önerisi de bu engele takılmıştır. Arap ülkeleri bu proje
ile su kaynağına sahip bulunan Türkiye’nin eline büyük bir koz vereceklerini
düşünerek, Türkiye’ye bu denli hayati bir konuda bağımlı olmak istememişlerdir.
Türkiye’nin Fırat ve Dicle nehirlerinden akan suyun paylaşımı ile ilgili Suriye ve
Irak ile yaşadığı sorun, Arapların yeni bir bağımlılık ilişkisine yönelik endişelerini daha da artırmıştır.58 Özal, bu endişelerin önünü almak için 1987’de Suriye
ile imzalanan Ekonomik İşbirliği Protokolü ile saniyede asgari 500 metreküp su
bırakılacağına dair teminat verse de59 bu iyi niyetli girişim kaygıları yenmek için
yeterli olmayacaktır. Aslında John Kolars adlı bir akademisyen Arap devletlerinin
bu endişesine karşı dikkat çekici bir teklif sunmuştur. Buna göre, Türkiye’den gelen su normal zamanda kullanılmayacak, akiferlere60 boşaltılacak ve bu kaynaklar
kuraklık döneminde devreye sokulacaktır.61 Böylece, arıtma ile elde edilen suyun
kullanımı da sürecek, Türkiye’den gelen suya mutlak bir bağımlılık oluşmayacak
ve taşınan su zaruri durumlarda ilave bir kaynak hüviyetini taşıyacaktır. Bu
dönemde devlet bakanlığı görevini yürüten Işın Çelebi’nin belirttiğine göre,
Özal’ın görevlendirmesiyle Çelebi ve Büyükelçi Necati Utkan birçok Arap
ülkesine ziyarette bulunarak projeyi anlatmış ve projenin verimliliği konusunda
Arap muhataplarını ikna etmeye çalışmışlardır.62 Ancak bu çabalar sonuç vermemiş, Arap ülkeleri projeye sıcak yaklaşmamışlardır.
57 Kıran 2005, s. 118-119 ve Starr, 1991, s 28.
58 Suriye’nin suların paylaşımı sorunu kaynaklı olarak Türkiye’den hissettiği tehdit algısı için bkz.: Murhaf
Jouejati, “Water Politics as High Politics: The Case of Turkey and Syria”, içinde Henri J. Barkey, der., Reluctant
Neighbor: Turkey’s Role in the Middle East (Washington, D.C.: United States Institute of Peace Process, 1996),
s. 131-146.
59 Konuralp Pamukçu, “Su Sorunu Çerçevesinde Türkiye, Suriye ve Irak İlişkileri”, içinde Faruk Sönmezoğlu,
der., Türk Dış Politikasının Analizi (İstanbul: Der Yayınları, 2004), s. 262.
60 Akifer, yer altında suyu depolayabilen geçirimli jeolojik birimlerdir.
61 Kıran, 2005, s. 119-120.
62 Birand ve Yalçın, 2012, s. 324.
206
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Esasen Turgut Özal, aralarında pek çok siyasi/ekonomik sorun bulunan çok
sayıda Orta Doğu ülkesini bu ölçüde kapsamlı ve maliyetli bir proje etrafında bir
araya getirmenin zor olduğunun farkındadır. Özal, Türkiye’nin siyasi gücünün
buna yetmeyeceğini, projenin ancak ABD’nin sahiplenmesi ve ağırlığını koyması
ve tüm bölge ülkelerinin ortak aklıyla şekillenmesi neticesinde hayata geçirilebileceğini bilmektedir. Nitekim projeyi sürecin en başında Başkan Reagan ile
paylaşmış,63 daha sonraki süreçte de Washington’un desteğini almaya çalışmıştır.
Başbakan Özal, Aralık 1988’deki Washington ziyareti sırasında Başkan Reagan
ve seçimlerde başkan seçilen ancak henüz göreve başlamamış olan George Bush
ile görüşmelerinde projeyi gündeme getirmiştir. Özal, ziyaret sırasında sorulan
bir soru üzerine “Suudilerden cevap bekliyorum. Kral Fahd ile temastayım. Eğer
fizibilitesi mümkün bir proje olarak görülürse üzerinde karara varacağız. Umutluyum, çünkü Arap yarımadasının suyu kıt. Önümüzdeki yıllarda Orta Doğu’da
savaş artık petrol değil, su kaynakları nedeniyle yapılacak”64 demiştir. Bu sözleriyle Özal, bölge barışı için Barış Suyu Projesi’nin ne denli önemli olduğunu bir kez
daha vurgulamaktadır. Özal’ın Suudi Kralı’yla temasta olduğunu ifade etmesi de,
projeye ilişkin olumsuz yaklaşımlara rağmen, projenin gerçekleşmesi için aktif
bir diplomasi yürütmeye devam ettiğini göstermektedir. Özal, Washington’daki
açıklamasının devamında “Fransa ve Almanya yüzyıllarca savaştı ama şimdi aralarında ekonomik işbirliği olduğu için savaş yok. Barışın anahtarı ekonomidir. İşte
Barış Suyu Hattı’nın en önemli işlevlerinden birisi de bu olabilir” diyerek projenin temel amacının ekonomik karşılıklı bağımlılık yoluyla bölgeye barış getirmek
olduğuna bir kez daha işaret etmiştir.
1989 yılında İsrail firması TAHAL’ın Manavgat suyunu İsrail’e taşıma konusunda çalışma yapması ile Türkiye suyunun Orta Doğu’ya satışı başka bir biçimde de gündeme gelmiştir. Çalışmada, suyun Manavgat’a 600 km. mesafedeki
İsrail’in Aşkalon limanına Medusa adı verilen dev torbalarda deniz yoluyla taşınması planlanmıştır.65 İsrail Tarım Bakanı Rafael Eitan, bu alışverişin devletler arasında değil ama özel şirketler kanalıyla gerçekleşmesine olumlu baktığını
açıklayacaktır.66 Ancak Özal, bölgede barış sağlanana kadar Türkiye’nin İsrail’le
bu şekilde ikili bir anlaşma yapmayacağını açıklamıştır. Özal, ana çıkış noktası
bölge ülkelerinin çok taralı katılımı ve işbirliği ile barışı sağlamak olan bu projenin, Arap devletlerini öfkelendirip projeden daha da uzaklaştıracak ikili bir ticari
işbirliği biçimine dönüşmesine onay vermemiştir.
63 Hohler, 1987, s. 208.
64 “Özal: Bush Bizi Anlıyor”, Cumhuriyet, 20 Aralık 1988.
65 Kıran, 2005, s. 122.
66 Starr, 1991, s. 27.
207
ÖZAL’IN ORTA DOĞU BARIŞI PERSPEKTİFİ
Özal’ın Barış Suyu Projesi’nin hayata geçmesi doğrultusundaki gayreti cumhurbaşkanlığı döneminde de sürmüştür. Özal, Şubat 1991’de yayımlanan “Kaçınılmaz Savaş” başlıklı yazısında projenin bölge barışı için gerekliliğini şöyle anlatmaktadır:
“Orta Doğu’da su problemi çok kötü durumda… [Türkiye’nin] sularını Orta
Doğu’ya taşıyacak boru hatlarına paralel olarak [Orta Doğu’nun] petrolünü Türkiye’ye taşıyacak boru hatları yapılabilir. Daha güçlü işbirliği geliştirerek Orta
Doğu’nun altyapısını inşa edebiliriz. Altyapı, bölgedeki ekonomik işbirliğini
önemli ölçüde artıracaktır. İşbirliği, sadece bölge devletleri arasında değil aynı zamanda bölge halkları arasındaki anlayış ve iyi niyet duygularını artıracak ve bölge
halkları arasındaki ekonomik gelişmişlik açığını azaltacaktır. Petrol satışından elde
edilecek gelirler ile kurulacak olan bir ekonomik işbirliği fonu, bu projelerin yani
boru hatlarının yapılması ve ekonomik işbirliğinin oluşturulması için uygun bir
yöntem olabilir.”67
Özal, bu yazısında -muhtemelen projeyi Araplar için daha cazip hale getirme
niyetiyle- Türkiye’den giden su boru hattına paralel olarak Araplardan gelecek
petrol boru hattının inşasını, böylelikle gerçek bir karşılıklı bağımlılık ve işbirliği
tesis edilmesini önermektedir. Proje inansmanın petrol gelirlerine bağlanması ise
projenin hayata geçmesinin Arap ülkelerinin iradesine bağımlı olduğu gerçeğini
ortaya koymaktadır. Özal, ayrıca, bu işbirliğinin halklar arasındaki yakınlaşmaya
vesile olacağına da dikkat çekmektedir. Halklar arasında sağlanacak yakınlaşma
barışın süreklilik kazanmasının da en önemli güvencesi olacaktır.
Projenin ancak uluslararası aktörler ve bölge devletlerinin ortak girişimi ve
desteği ile uygulanabileceği gerçeğinin farkında olan Özal, Washington’daki Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi’nden (CSIS) Joyce R. Starr ile işbirliği
içinde Kasım 1991’de İstanbul’da Orta Doğu Su Zirvesi’ni toplamaya çalışmıştır.68 Barış Suyu Projesi konusunda da Özal’a danışmanlık yapan Starr, iki yıl öncesinde benzer bir zirveyi Afrika için organize etmeyi başarmıştır. Starr, 1991 baharında Foreign Afairs’da yayımlanan makalesinde bu zirveyi Orta Doğu’nun su
sorununa çözüm bulunması doğrultusunda büyük bir fırsat olarak tanımlamış,
devlet adamlarının ve uluslararası toplumun bu konuda sergileyecekleri gayretin
bölgenin sorunlarına ortak çare bulmaya ne kadar hazır olduklarını gösterecek bir
sınav niteliğinde olduğunu vurgulamıştır.69 Cumhurbaşkanı Özal, 22’si Arap ülkeleri olmak üzere toplamda 50 devleti bu toplantıya resmi olarak davet etmiştir.
67 Turgut Özal, “An Inevitable War”, FBIS-WEU, 20 Şubat 1991, s. 36-37 aktaran Ramazan Gözen, Amerikan
Kıskacında Dış Politika: Körfez Savaşı, Turgut Özal ve Sonrası (Ankara: Liberte Yayınları, 2000), s. 128.
68 Starr, 1991, s. 33.
69 Starr, 1991, s. 34.
208
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Zirveye ilişkin başta olumlu bir hava oluşsa da davet edilen ülkeler arasındaki sorunlar davete verilen cevaplara da yansımıştır. İlk olarak Suriye, İsrail’in de davet
edildiği bu toplantıya katılmayacağını açıklamış, onu çok sayıda Arap devleti izlemiştir. Bu durumda ABD de İsrail’in dâhil olmayacağı bir organizasyona iştirak
etmeyeceğini bildirmiştir.70 Netice itibarıyla zirve toplanamamıştır. Ortaya çıkan sonuç, gerek uluslararası güçlerin gerek bölge devletlerinin Starr’ın yazısında
bahsettiği sınavı geçemediğini göstermektedir. Orta Doğu ülkelerinin arasındaki
siyasi sorunların, bölgedeki su sorununa çözüm bulma ve su konusunda ekonomik işbirliği yapma doğrultusunda bir araya gelmelerine engel olduğunu ortaya
koymaktadır. ABD’nin de Özal’ın bu girişiminin gerçekleşmesi için yeterli siyasi
desteği vermediği anlaşılmaktadır.
Türkiye’nin bu döneme kadarki Orta Doğu sorunlarına karışmama esasına dayalı pasif politikası göz önünde bulundurulduğunda, Özal’ın Barış Suyu
Projesi -hayata geçmemiş olsa dahi- Türkiye’nin bölge barışına somut ve yapıcı
bir öneri ile katkıda bulunma gayretini göstermesi yönüyle takdire değer bir girişimdir. Proje uluslararası alanda ses getirmiş ve farklı platformlarda gündeme
gelmeyi başarmıştır. Bu yönüyle, proje, Özal’ın Türkiye’yi bölge meselelerinde
edilgen (tutum belirleyen) konumdan, etken (gündem belirleyen) konuma geçirme çabasının dikkat çekici bir örneğidir. Özal, projenin hayata geçmesi için aktif
bir diplomatik faaliyet yürütmüş, ancak sonuç alamamıştır.
Bu noktada projeye ve Özal’ın projeyle ilgili izlediği diplomasiye yönelik
bazı eksikliklerden/hatalardan de bahsetmek gerekir. Öncelikle, o dönemde dünyanın en uzun su boru hattı ve en maliyetli sınır aşan projesi niteliğini haiz bu
planın finansmanının neredeyse bütünüyle alıcı konumundaki ülkelere bağlı olması, projenin planlama aşaması açısından önemli bir eksiklik olarak göze çarpmaktadır. Netice itibarıyla Türkiye’ye ciddi bir bağımlılık oluşturacak böyle bir
projenin maliyetinin tamamının ya da çok büyük kısmının alıcı ülkeler tarafından karşılanmasını düşünmek gerçekçi bir beklenti değildir.
İkincisi, projenin ortaya çıkışının Orta Doğu’daki su sorunu üzerine
hazırlanan ABD istihbarat raporlarıyla zamanlama açısından örtüşmesi, bir
Amerikan irmasının izibilite raporunu hazırlaması ve Amerikan güvenlik
kurumları ile bağlantılı olduğu iddia edilen71 Joyce R. Starr’ın projede Özal’a
danışmanlık yapması projenin ABD’nin yönlendirmesi ve desteği ile hazırlandığı izlenimini uyandırmaktadır. Işın Çelebi’nin Özal’ın bölgeye barışın Türkiye,
70 A. T. Wolf, Hydropolitics Along the Jordan River: Scarce Water and Its Impact on the Arab-Israeli Conlict
(New York: United Nations University Press, 1995), s. 68.
71 Bkz. Joseph Brewda, “Turkey Threatens to Use Water as Weapon”, Executive Intelligence Review, Cilt. 19,
Sayı. 16, 1992, s. 46.
209
ÖZAL’IN ORTA DOĞU BARIŞI PERSPEKTİFİ
ABD, İsrail işbirliği ile geleceğine inandığı yönündeki beyanı da bu tespiti desteklemektedir. Bu tespit doğru ise projenin ABD’nin bölgeye yönelik bir hamlesi
olduğu ve Türkiye’yi/Özal’ı bu amaç için kullandığı düşünülebilir. Bu durumda
Suriye gibi ABD karşıtı bölge ülkelerinin projeye karşı çıkması çok normaldir.
Ne var ki ABD’nin desteği olmadan böylesi bir projenin Orta Doğu’da uygulanamayacağı bir gerçektir. Açıkçası, Özal, bu ikilem arasında kalmış ve ne bölge
ülkelerinin ne de tam anlamıyla ABD’nin desteğini alamamış ve projenin “yalnız
savunucusu” rolünü üstlenmek durumunda kalmıştır.
Üçüncüsü, Türkiye, “Proje ile gerçekten bölge barışına katkı sunmak mı
istiyor?”, yoksa “Su kozunu eline geçirerek Orta Doğu’da siyasi ve ekonomik güç
kazanmak peşinde mi koşuyor?” sorularının cevabı net biçimde verilememiştir.
Özal’ın ve diğer Türk yetkililerinin söylemi projenin ekonomik işbirliği ve
karşılıklı bağımlılık yoluyla barışçıl ilişkilerin gelişmesine katkıda bulunacağı
yönünde olsa da, ortaya çıkan gerçekçi tablo projenin bölgedeki güç dengesini
Türkiye lehine değiştireceğini göstermektedir. Ne Özal ne de diğer Türk yetkililer
bölge ülkelerinin bu endişelerini giderecek yeterli bir açıklama yapamamışlar ya
da somut bir adım atamamışlardır.
Son olarak, Arap devletlerinin muhalefeti üzerine İsrail’in proje dışına çıkarılması ve katılımının barış sürecinde atacağı adımlara bağlanması projeyi çıkış
noktasındaki amacından uzaklaştırmıştır. Çünkü Orta Doğu’da barışın sağlanması Arap-İsrail sorununa çözüm bulmakla mümkündür. İsrail’in proje dışında
kalması, sorunun bir tarafının sürecin dışında bırakılması demektir ki böylece
barışın sağlanamayacağı açıktır. Elbette ki Arap devletlerinin de birbiriyle pek
çok sorunu vardır ve onlar arasında yapılacak bir ekonomik işbirliği ve kurulacak
bir karşılıklı bağımlılık ilişkisi de önemlidir. Ancak Madrid Konferansı’na giden
süreçte 1980’lerin sonu ve 1990’ların başının öncelikli konusu Arapların İsrail’le
barışmasıdır. Arapların kaygılarını gidermek amacıyla İsrail devre dışında bırakılsa da sonuç değişmemiş, İsrail’siz proje Araplar tarafından Türkiye’nin güç dengesini değiştirme hamlesi olarak algılanmıştır. Sonuç itibarıyla, Özal’ın projesi
“kulağa çok hoş gelen” bir öneri olsa da ne gündeme geldiği yılların konjonktürü
buna imkân tanımış ne de Türkiye’nin siyasi ve ekonomik gücü bu projeyi gerçekleştirmeye yetmiştir.
Sonuç
Turgut Özal’ın Arap-İsrail çatışmasının çözüme kavuşması doğrultusunda dile
getirdiği temel ilkeler, Türk dış politikasında konuyla ilgili önceki dönemlerde
savunulanlar ile büyük oranda örtüşmektedir. Barış için bir yandan öncelikle İs-
210
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
rail’in işgal ettiği topraklardan geri çekilmesi ve Filistinlilerin devlet sahibi olmak
dâhil tüm meşru haklarının tanınması gerektiği savunulurken, diğer yandan İsrail’in bölgede güvenli ve tanınmış sınırlar içinde var olma hakkına da vurgu yapılmıştır. Özal, daha önceki Türk devlet adamlarının da yaptığı gibi, uluslararası
platformlarda Filistinlilerin haklarını savunmuş ve İsrail’in Filistinlilere yönelik
şiddet eylemlerine tepki göstermiştir.
Bununla birlikte Özal’ın önceki dönemlerle ayrıştığı önemli bazı noktalar da
söz konusudur. Bunlardan ilki, İsrail’le ilişkilere dairdir. Daha öncesinde İsrail’le
ilişkiler, İsrail’in var olma hakkının tanınması ve Tel Aviv’le asgari seviyede de olsa
diplomatik ilişkilerin korunması ekseninde ele alınmaktaydı. Özal ilk yıllarında
bu çizgiyi korumuş, ancak zamanla İsrail’le ilişkilerin geliştirilmesi gerektiğine
inanmaya başlamıştır. Bu yaklaşımın arkasında Türkiye’nin Yahudi lobisine ihtiyacı ve ABD’nin teşviki gibi gerekçelerin yanında Özal’ın, hem İsrail’le hem
Arap ülkeleriyle iyi ilişkilere sahip olacak Türkiye’nin Orta Doğu’da daha etkin
bir siyasi rol üstlenebileceği düşüncesi yatmaktadır. Özal, İsrail’le ilişkileri Filistin
sorununda yaşanan gelişmelere bağlı olmaktan çıkarıp, Türkiye-İsrail ikili ilişkilerinin kendi dinamikleri içinde şekillendirmeyi amaçlamıştır. Bu yaklaşımın
da önemli bir değişim olduğunu tespit etmek gerekir. Çünkü önceki dönemlerde Türkiye’nin İsrail’e karşı tutumu, Arap-İsrail çatışmasındaki gelişmelere bağlı
olarak biçim alıyordu. Özal, bu amacını sınırlı ölçüde gerçekleştirebilmiştir. İsrail’in Filistinlilere yönelik eylemleri Türkiye’nin İsrail’e karşı tutumunu yine de etkilemiştir, özellikle İsrail’in Barış Suyu Projesi içindeki konumumun Arap-İsrail
barışında atacağı adımlara bağlanması, ama aynı şartın Araplar için öne sürülmeyişi İsrail’e karşı tam bir tarafsızlık ve ikili çıkar ilişkisi zemininde yaklaşılamadığını göstermektedir. Özal’ın İsrail’le ilişkileri Filistin sorununa bağlı olmadan
geliştirme isteği, ancak 1990’larda mümkün olacaktır. Özal’ın yaklaşımı, kendi
döneminde tam olarak hayata geçirilemese de -Oslo süreciyle birlikte- 1993 sonrasında Türkiye-İsrail ilişkilerinde hâkim olan ruhu belirleyecektir.
Özal’ın önceki dönemden ayrıştığı başka bir husus, Arap-İsrail çatışmasının
çözümüne yönelik daha aktif bir rol üstlenme doğrultusundaki istekli ve gayretli
tutumudur. Hâlbuki Özal öncesi dönemde, Orta Doğu devletleri arasındaki sorunlara karışmama esasını benimsenmişti; yani gelişmelere göre tutum belirleyen,
sürecin yönlendirilmesine dair bir etki peşinde olmayan “edilgen” bir politika
izlenmekteydi. Özal ise Orta Doğu barış girişimlerinin içinde aktif bir rol alma
ve süreci yönlendirici bir aktör olma peşindedir. Bu yönüyle, Orta Doğu ülkeleri
arasındaki meselelere karışmama ilkesine dayalı önceki yaklaşımdan ayrılmıştır.
211
ÖZAL’IN ORTA DOĞU BARIŞI PERSPEKTİFİ
Turgut Özal’ın Orta Doğu barışını sağlamaya yönelik uluslararası girişimlerde Türkiye’nin aktif bir rol alması isteği ve bu konudaki gayretli tutumu takdir
edilmesi gereken bir çaba olmakla birlikte, özellikle şu iki yönden tenkiti hak
etmektedir. İlk olarak, Özal, Türkiye’nin Orta Doğu barışı için aktif rol talebini
değişik vesilelerle gündeme getirmiş ve istekli bir görüntü çizmiş olmasına rağmen, oynanabilecek rolün tanımı ve sınırları belirlenememiş, Türkiye’nin mevcut
siyasi ve ekonomik gücünün ve uluslararası konjonktürün sunduğu imkânların
ne tür bir rol oynamaya fırsat verdiğine dair rasyonel bir çalışma yapılmamıştır. Ayrıca, ne İsrail ne Arap tarafı ne de sürecin belirleyici küresel gücü ABD,
Türkiye’nin etkin rol almasını istemektedir. Türkiye de aktif bir rol almak için
söz konusu aktörleri iknaya yönelik yeterli bir diplomatik faaliyet yürütmemiştir.
Hal böyleyken, Özal’ın süreçte aktif rol alma isteği söylemde kalmış, gerçekçi bir
zemine oturtulamamıştır. İkincisi, Özal, Türkiye’nin İsrail’le de ilişkilerinin iyi
olmasının bölgede barışı sağlama doğrultusunda aktif rol alabilmesi için önemli
bir avantaj sağlayacağını düşünmüştür. Ne var ki bu yaklaşım ile Türkiye’nin pek
çok gelişmede Arap tarafını destekleyen ve İsrail’i sert biçimde eleştiren tutumu
da önceki dönemlerdekinden farklı değildir. Hâlbuki taralara eşit yakınlıkta bir
konum belirlenmesi amaçlanıyorsa, Türkiye’nin açıklamalarının İsrail’de nasıl bir
tesir hâsıl edeceğinin de hesap edilmesi gerekmektedir. Bu açıdan, Türkiye’nin
oynamak istediği rol ile Arap yanlısı söylemi bir ikilem doğurmuştur.
Türkiye’nin Orta Doğu sorununa önceki dönemlerdeki yaklaşımı ile Özal’ın
perspektifi arasındaki önemli bir farklılık da Özal’ın sorunun çözümüne yönelik
özgün öneriler sunma çabasıdır. Bu yönüyle Barış Suyu Projesi, Özal’ın bölge barışına katkıda bulunmaya yönelik somut ve özgün bir girişimidir. Proje, Özal’ın
Türkiye’yi uluslararası politikada edilgen bir ülke konumundan etken bir aktör
pozisyonuna yükseltme çabasının göstergesidir. Özal, projenin uluslararası alanda
gündeme gelmesi ve kabul görmesi için dikkate değer bir gayret göstermiştir. Ancak birkaç nedenden dolayı proje hayata geçememiştir. Birincisi, projenin finansmanı konusu bütünüyle alıcı ülkelere bağlanmış, Türkiye bu konuda alternatif
bir plan geliştirememiştir. İkincisi, Türkiye, projenin sahibi ve savunucusu olarak
yalnız kalmıştır. Böylesi büyük bir proje ancak bölge içinden Türkiye haricinde ve
finans gücü olan bir ülke ve küresel güç olarak ABD ile birlikte, üç devletin ortak
bir girişimi olarak gündeme getirilmesi ile hayata geçebilirdi. Özal, bunun farkında olarak sonradan bu desteğin arayışına girdiyse de başarılı olamamış ve bu
girişim, “Türkiye’nin projesi” olarak kalmıştır. Üçüncüsü, projede Arap devletleri
ve İsrail’in konumu arasında bir denge sağlanamamıştır. Arapların muhalefeti
üzerine İsrail’in dışarıda bırakılması, projeyi, çıkış noktası olan karşılıklı bağım-
212
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
lılık yoluyla Orta Doğu’ya barışı getirme hedefinden uzaklaştırmıştır. Son olarak
ve en önemlisi, Türkiye, suyun alıcısı Arap devletlerinin kaygılarını giderememiş,
bu proje ile Türkiye’nin niyetinin bölgede barışın sağlanması ve tüm taraların
kazanması olduğu konusunda alıcı ülkelere güven telkin edememiştir. Arap ülkeleri, Fırat ve Dicle sularının paylaşımı ile ilgili mevcut sorunlar göz önündeyken,
Türkiye’yle bağımlılık ilişkisine girmekten çekinmişler, proje ile bölgedeki güç
dengesinin Türkiye lehine değişmesini istememişlerdir.
Sonuç olarak, Özal’ın Orta Doğu barışı perspektifi Türk dış politikasında
konuya bakışla ilgili önemli bazı değişimler getirmiş, ama bu doğrultudaki girişimler Özal’ın görev yaptığı dönem itibarıyla sonuç getirmemiştir. Özal’ın İsrail’le ilişkilere dair yaklaşımı 1990’larda, Orta Doğu barışına aktif katkıda bulunma politikası ise 1990’ların sonu ve 2000’lerde uygulamaya yansıyacaktır.
213
ÖZAL’IN ORTA DOĞU BARIŞI PERSPEKTİFİ
Kaynakça
“I. Basın Toplantısı Metni, 7 Ocak 1984”, içinde Başbakan Turgut Özal’ın Konuşma,
Mesaj, Beyanat ve Mülakatları 13.12.1983-12.12.1984 (Ankara: Başbakanlık Basımevi,
1984).
Anderson, Jack ve Van Atta, Dale, “Su Orta Doğu’da Barışı Güçlendirebilir”, he Washington Post, 15 Haziran 1987 içinde Dış Basında Türkiye (1977-1987) (Ankara: Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, 1987).
“Ankara’dan Sert Tepki”, Cumhuriyet, 3 Ekim 1985.
“Arafat’a Tam Destek”, Cumhuriyet, 27 Şubat 1986.
Aral, Berdal, “Dispensing with Tradition? Turkish Politics and International Society
during the Özal Decade”, Middle Eastern Studies, Cilt. 37, Sayı. 1, 2001, s. 72-88.
Arcayürek, Cüneyt, “ABD’nin İsteği Türk-İsrail Yakınlaşması”, Cumhuriyet, 16 Kasım
1985.
Ataman, Muhittin, “Özalist Dış Politika: Aktif ve Rasyonel Bir Anlayış”, Bilgi, Cilt. 7,
Sayı. 2, 2003, s. 49-64.
“İlişkilerimiz Normalleşmeli”, Cumhuriyet, 1 Kasım 1986.
Atiyas, Şebnem, “Sessiz Diplomasi”, Cumhuriyet, 1 Ekim 1987.
Balcı, Ergun, “İsrail’den Türkiye’ye İşbirliği Önerisi”, Cumhuriyet, 10 Temmuz 1985.
“Başbakan Sayın Turgut Özal’ın İran Başbakanı Sayın Musavi Onuruna Verdiği Yemekte
Yaptığı Konuşma, 15 Şubat 1989”, içinde Başbakan Turgut Özal’ın Yurtdışı Temaslarındaki Konuşmaları 13.12.1988-31.10.1989 (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1989).
“Başbakan Sayın Turgut Özal’ın Ürdün Haşimi Krallığı Veliahdı Atles Prens Hasan bin
Tallal Onuruna Verdikleri Öğle Yemeğinde Yaptığı Konuşma”, içinde Başbakan Turgut
Özal’ın Yurtdışı Temaslarındaki Konuşmaları 13.12.1987-12.12.1988 (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1988).
“Başbakan Sayın Turgut Özal’ın Pakistan Başbakanı Sayın Benazir Bhutto Onuruna
Verdiği Akşam Yemeğinde Yaptığı Konuşma, 24 Mayıs 1989”, içinde Başbakan Turgut
Özal’ın Yurtdışı Temaslarındaki Konuşmaları 13.12.1988-31.10.1989 (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1989).
“Başbakan Sayın Turgut Özal’ın Yugoslavya Başbakanı Sayın Branko Mikuliç’in Onuruna Verdiği Yemek, 22 Haziran 1988”, içinde Başbakan Turgut Özal’ın Yurtdışı Temaslarındaki Konuşmaları 13.12.1987-12.12.1988 (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1988).
“Başbakan T. Özal’ın Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Bakanlar Kurulu Başkanı Sayın Tikhonov Onuruna Verdiği Yemekte Yaptığı Konuşma, 26 Aralık 1984”, içinde Başbakan Turgut Özal’ın Konuşma, Mesaj, Beyanat ve Mülakatları 13.12.1984-12.12.1985
(Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1985).
214
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
“Başbakan Turgut Özal’ın Birleşmiş Milletler’in Kuruluşunun 40. Yılı Dolayısıyla Genel
Kurulda Yaptığı Konuşma, 22 Ekim 1985”, içinde Başbakan Turgut Özal’ın Konuşma,
Mesaj, Beyanat ve Mülakatları 13.12.1984-12.12.1985 (Ankara: Başbakanlık Basımevi,
1985).
“Başbakan Turgut Özal’ın İsviçre’nin Davos Şehrinde Toplanan Seminerde Yaptığı Konuşma, 2 Şubat 1985”, içinde Başbakan Turgut Özal’ın Konuşma, Mesaj, Beyanat ve Mülakatları 13.12.1984-12.12.1985 (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1985).
Birand, Mehmet Ali ve Yalçın, Soner, he Özal: Bir Davanın Öyküsü (İstanbul: Doğan
Kitap, 2012).
Bölükbaşı, Süha, “Behind the Turkish-Israeli Alliance: A Turkish View”, Journal Of Palestine Studies, Cilt. 29, Sayı. 1, 1999, s. 21-35.
Chellaney, Brahma, Water, Peace and War: Confronting the Global Water Crisis (Maryland:
Rowman&Littlefield Publishers, 2013).
Çuhadar Gürkaynak, Esra, “Turkey as a hird Party in Israeli-Palestinian Conlict: Assesment and Relections”, Perceptions, Cilt. 12, Sayı. 1, 2007, s. 89-108.
Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu Tarafından Dışişleri Bakanlığı 1987 Mali Yılı Bütçe Tasarısının TBMM Genel Kurulunda Görüşülmesi Vesilesiyle Yapılacak Konuşma Metni (Ankara: T.C. Dışişleri Bakanlığı, 1986).
Duman, M. Zeki, Türkiye’de Liberal Muhafazakâr Siyaset ve Turgut Özal (Ankara: Kadim
Yayınları, 2010).
“Dünya Kınadı, ABD Onayladı”, Cumhuriyet, 2 Ekim 1985.
Ergin, Sedat, “ABD ile Sorunlar Ağırlaşıyor”, Cumhuriyet, 4 Kasım 1986.
Ergin, Sedat, “Halefoğlu: İsrail Bu Kez Cezalandırılsın”, Cumhuriyet, 3 Ekim 1985.
Ergin, Sedat ve Akerson, Tanju, “Halefoğlu Şamir ile Görüşmüyor”, Cumhuriyet, 2 Ekim
1985.
Erhan, Çağrı, Turkish-Israeli Relations in a Historical Perspective (London: Frank Cass,
2003).
Ertosun, Erkan, Filistin Politikamız: Camp David’den Mavi Marmara’ya (İstanbul:
Kaknüs Yayınları, 2013).
Evren, Kenan, Kenan Evren’in Anıları 5 (İstanbul: Milliyet Yayınları, 1991).
“Filistin Halkıyla Dayanışma Uluslararası Günü Sebebiyle Gönderilen Mesaj, 29 Kasım 1984”, içinde Başbakan Turgut Özal’ın Konuşma, Mesaj, Beyanat ve Mülakatları
13.12.1983-12.12.1984 (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1984).
Gönültaş, Hale, Mehmet Keçeciler: Merkez Siyasetin Perde Arkası (İstanbul: Hayykitap,
2014).
215
ÖZAL’IN ORTA DOĞU BARIŞI PERSPEKTİFİ
“Güneş Gazetesi ile Yapılan Söyleşi, 23 Mart 1984”, içinde Başbakan Turgut Özal’ın
Konuşma, Mesaj, Beyanat ve Mülakatları 13.12.1983-12.12.1984 (Ankara: Başbakanlık
Basımevi, 1984).
Gürün, Kamuran, Fırtınalı Yıllar: Dışişleri Müsteşarlığı Anıları (İstanbul: Milliyet Yayınları, 1995).
Hohler, Gerd, “Türkiye, Arap Yarımadasına İçme Suyu Pompalamayı Arzuluyor”, Frankfurter Rundschau, 18-19 Temmuz 1987, içinde Dış Basında Türkiye (1977-1987) (Ankara: Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, 1987).
İdiz, Semih, “Rum Atağına Yanıt Hazır”, Cumhuriyet, 19 Eylül 1987.
Jouejati, Murhaf, “Water Politics as High Politics: he Case of Turkey and Syria”, içinde
Henri J. Barkey, der., Reluctant Neighbor: Turkey’s Role in the Middle East (Washington,
D.C.: United States Institute of Peace Process, 1996), s. 131-146.
Karaosmanoğlu, Ali L., “Turkey’s Security and the Middle East”, Foreign Afairs, Cilt. 62,
Sayı. 1, 1983, s. 157-175.
Kaya, İbrahim, “Possible Turkish Role in the Solution of Regional Water Shortage in the
Middle East”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt. 4, Sayı. 13, 2008, s. 175-177.
Kıran, Abdullah, Orta Doğu’da Su: Bir Çatışma ya da Uzlaşma Alanı (İstanbul: Kitap
Yayınevi, 2005).
Kut, Şule, “Orta Doğu Barış Süreci ve Türkiye”, Orta Doğu Barış Süreci ve Türkiye Sempozyumu, İstanbul, 11-12 Nisan 1995 aktaran Bülent Aras, Filistin-İsrail Barış Süreci ve
Türkiye (İstanbul: Bağlam Yayınları, 1997).
Kürkçüoğlu, Ömer E., Türkiye’nin Arap Orta Doğusu’na Karşı Politikası (1945-1970)
(Ankara: Ankara Üniversitesi SBF Yayınları, 1972).
Laçiner, Sedat, “Turgut Özal Period in Turkish Foreign Policy: Özalism”, USAK Yearbook, Cilt. 2, 2009, s. 153-205.
“Ortadoğu’daki Gelişmelerle İlgili Olarak A.A. Muhabirine Verilen Beyanat, 18 Şubat 1984”, içinde Başbakan Turgut Özal’ın Konuşma, Mesaj, Beyanat ve Mülakatları
13.12.1983-12.12.1984 (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1984).
“Özal’ın ABD’deki Gizli Temasları”, Cumhuriyet, 12 Nisan 1985.
“Özal: Bush Bizi Anlıyor”, Cumhuriyet, 20 Aralık 1988.
“Özal: Hayırlı Olsun”, Milliyet, 16 Kasım 1988.
“Özal: Ortadoğu’da Rol Oynamaktan Kaçınmayız”, Cumhuriyet, 16 Ocak 1984.
Özal, Turgut, “An Inevitable War”, FBIS-WEU, 20 Şubat 1991 aktaran Ramazan Gözen,
Amerikan Kıskacında Dış Politika: Körfez Savaşı, Turgut Özal ve Sonrası (Ankara: Liberte
Yayınları, 2000).
216
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Pamukçu, Konuralp, “Su Sorunu Çerçevesinde Türkiye, Suriye ve Irak İlişkileri”, içinde
Faruk Sönmezoğlu, der., Türk Dış Politikasının Analizi (İstanbul: Der Yayınları, 2004),
s. 253-270.
Starr, Joyce R., “Water Wars”, Foreign Policy, Sayı. 82, 1991, s. 17-36.
Taşhan, Seyfi, “Contemporary Turkish Policies in the Middle East: Prospects and Constraints”, Middle East Review, 1985, s. 12-20.
“UN Security Council, Resolution 242, 22 November 1967”, içinde Mahdi Abdul Hadi,
der., Documents on Palestine Vol. II 1948-1973 (Kudüs: PASSIA, 2007), s. 307.
“UN Security Council, Resolution 338, 22 October 1973”, içinde Mahdi Abdul Hadi,
der., Documents on Palestine Vol. II 1948-1973 (Kudüs: PASSIA, 2007), s. 413.
Wolf, A. T., Hydropolitics Along the Jordan River: Scarce Water and Its Impact on the Arab-Israeli Conlict (New York: United Nations University Press, 1995).
217
KAMU DİPLOMASİSİ PERSPEKTİFİYLE TURGUT
ÖZAL DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASININ
ANALİZİ
Muhammed Murat ARSLAN*
Turgut Özal dönemi, Türk siyasal hayatının ve küresel siyasetin değişim ve
dönüşümünün en önemli zaman dilimlerinden birini oluşturmaktadır. Soğuk
Savaş döneminin sonları ve küreselleşmenin ilk evresinin yaşandığı bu dönemde
küresel eğilimler açısından liberal anlayışlar temerküz etmekte ve ideolojik temelli salt ayrışmalar, yerini daha esnek ilişki düzeylerine bırakmaktaydı. İç politika
açısından ise artık alışılmış bir düzen halini alan askeri müdahaleler önemli bir
yön belirleyicisiydi. Osmanlı’nın son dönemleri ile Cumhuriyet tarihi içerisinde darbeler mükerrer bir hal almıştı. Yaşanan bu darbeler siyasette, bürokraside,
medyada, iş dünyasında, akademide sınırlı bir alan oluşmasına neden oluyor ve
belirli kalıpların dışına çıkılmasının önünü kapatıyordu. En son yaşanan 1980
askeri darbesi ile bu anlayış kendini göstermişti. Turgut Özal’ın darbenin ardından seçimle işbaşına gelmesiyle hem iç politikada hem dış politikada yeni bir
anlayış ile Türkiye’nin hareket kabiliyeti gelişmeye başlamıştır. Kendisi hem bürokrasi, hem özel sektör, hem de uluslararası kuruluşlarda görev almıştır. Özal
politikalarının temelinde bu tecrübelerin de etkisi görülebilir.
Dağılmış ve son döneminde çok ciddi travmalar yaşayarak toprak kaybetmiş bir imparatorluğun mirasçısı Türkiye’nin dış politika anlayışı, genel nitelikleri itibarıyla statükocu bir görünüm arz etmekteydi. ‘Sevr Sendromu’ şeklinde
açıklanan dışa kapalı politika modeli genel hatlarıyla Türk dış politikasının özeti
niteliğini almıştır. Özal ise siyasete getirdiği yeni söylemlerle aktif dış politikayı
savunmuş, liberal değerler perspektifinde ekonomi temelli politikalar geliştirme
gayreti içerisinde olmuş ve Türk siyasetini dinamikleştirmiştir. Kendisi bunu
‘transformasyon’ ifadesiyle kavramsallaştırmıştır. Bu bakımdan dış politikanın
içine kapalı yapısını kırmak için kendisinden evvelki paradigmaların dışında
bir siyaset tasavvur etmekteydi. Özal, Türkiye’nin Orta Asya, Balkanlar, Orta
Doğu gibi tarihi-kültürel yakınlığının bulunduğu coğrafyalarda aktiliğini savunuyor ve her vesileyle bu politikanın önemini vurguluyordu. Batı demokrasisi,
liberalleşme gibi değerleri de savunarak çok farklı çerçevelerde zemin arayışları* Yüksek Lisans Öğrencisi, Turgut Özal Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Siyaset Bilimi ve Uluslararası
İlişkiler Bölümü.
219
KAMU DİPLOMASİSİ PERSPEKTİFİYLE TURGUT ÖZAL DÖNEMİ
TÜRK DIŞ POLİTİKASININ ANALİZİ
nı sürdürüyordu. Bu durum eleştirileri de beraberinde getirmekteydi. Bir taraftan çok fazla İslamcı ve milliyetçi olmakla itham ediliyor, diğer taraftan da çok
fazla Amerikancı ve Batıcı olmakla suçlanıyordu. Ancak Özal, bu yaklaşımların
birleşimiyle ortaya çıkacak tablonun Türkiye’nin lehine olduğunu düşünüyordu.
20. yüzyılın ikinci yarısına kadar devletlerin gücü kendi askeri kapasitesinin
verimliliği ve etkililiğiyle ölçülmekteydi. Küreselleşme olgusunun hızla kendini
göstermesiyle devlet kapasitesinin sınırları, askeri nitelikli anlamın ötesine geçerek yeni bir süreç başlatmıştır. Artık diplomasi, soğuk ve geleneksel metotların
ötesinde yeni bir çerçeveye oturmuştur. Diplomasinin muhtevası daha çok sayıda
etken ile tanışmış ve farklı kanallardan uygulanan çok yönlü bir girişim halini almıştır. Diplomasinin çeşitlenen bu içeriği birçok devletin dikkatini çekmiş
ve bu kavramsal haritanın zenginliği içinde devlet kurumlarından medyaya sivil
toplum kuruluşlarından uluslararası şirketlere kadar diplomasiye farklı açılardan
katkılar gelmeye başlamıştır. Özellikle kamu diplomasisi, yumuşak güç gibi kavramlar uluslararası ilişkilerin bu dönüşümündeki yeni metotları anlamaya yardımcı olmuştur.
Çalışmada kamu diplomasisi kavramının anlamı değerlendirilmekte,
ardından Özal dış politikasının genel hatları, kendisinden önceki dönemle
mukayesesi ve iç politikanın da bu etkileşimden payı ele alınmaktadır. Dönemin
uluslararası konjonktüründe kamu diplomasisinin durduğu nokta tahlil edilmeye
çalışılmıştır. Turgut Özal dönemi Türk dış politikasında kamu diplomasisi
olarak addedilebilecek faaliyetler devlet merkezli bir okuma ile analize tabi
tutulmuştur. Devlet tarafından politika yapımına katkısı olan yeni kurumlar ve
projeler değerlendirilmiş, bu dönemde Türkiye liderliğinde kurulmuş uluslararası
kuruluşlara değinilecek, ardından dönemin mevcut uluslararası kuruluşları olan
Avrupa Topluluğu (AT) ve İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) ile ilişkiler ele alınmıştır. Son olarak kamu diplomasisi faaliyetlerine eleştirel bir yaklaşım yapılarak
bu politikaların etkinliği tartışılmış ve genel bir değerlendirme yapılmıştır. Çalışmada bu faaliyetlerin günümüze yansımalarının değerlendirilmesi ve mukayeseli
okuma yapılması makalenin sınırları açısından mümkün değildir. Bu çalışma bir
başlangıç olup daha kapsamlı bir çalışmanın mukaddimesini oluşturabilir.
Kamu Diplomasisi Kavramı
Kamu diplomasisi kavramı genel nitelikleri itibariyle, devletlerin dış politika uygulamalarındaki hedef kitlenin ve uygulama şeklinin klasik tanımlamaların ötesinde farklı argümanlardan oluşturulmasını öngörmektedir. İlk kez 1967 yılında
Fletcher Hukuk Fakültesi Dekanı Edmund Murrow tarafından ortaya atılmıştır.
220
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Geleneksel diplomasinin dışında, hükümetler tarafından diğer ülkelere yönelik
kamuoyu oluşturulması, halkların çeşitli şekilde etkileşime geçmesi, diplomatlar
arası ve kültürler arası münasebetler kavramın içeriğini oluşturur.1
Kamu diplomasisi akılları ve gönülleri kazanarak politika yapmanın gerekliliğini vurgulamaktadır. Özellikle Soğuk Savaş döneminde ABD’nin ideolojik
temelli çatışmada komünizme karşı oluşturduğu mukavemet çalışmaları, dış politikada kamu diplomasisine ilgiyi arttırmıştır.2 Bu süreçten sonra kamu diplomasisi faaliyetlerinin arttığı gözlemlenmektedir. Bu dış politika anlayışı sadece ABD
ile sınırlı kalmayıp birçok devletin ilgisini çekmiştir. İngiltere, Fransa, Rusya,
Çin gibi küresel denklemde önemli ülkeler kamu diplomasisi faaliyetlerini son
dönemlerde önemli ölçüde artırarak bunu bir devlet politikası haline getirmiştir.
Bunun yanında kapalı toplumlar dışında kendisini dünyaya anlatma hedefi olan
devletler, öne çıkan olumlu yönlerini anlatma çabasındadır. Devletler kendilerini
ve sorunlarını dünyaya açıklama ve pozitif algı oluşturma amacıyla kamu diplomasisi faaliyetleri yürütmektedir.
Kamu diplomasisinin unsurları oldukça çeşitlidir ve her geçen gün bu diplomasi anlayışına yeni aktörler eklenmektedir. Örneğin; eğitim, sağlık, turizm,
spor, sanat, edebiyat, müzik vs. kavramlar kamu diplomasisi politikalarının alanına girebilmektedir.3 Bilgi çağının, yenilikleri çok hızlı sunuşunun ve yaymasının
bu konuda büyük etkisi vardır. Uluslararası ilişkilerin hızla karmaşıklaştığı günümüzde kamu diplomasisinin önemi artmış ve artık devletler bu diplomasi faaliyetini daha anlamlı ve düzenli kılmak adına önemli yatırımlar yapmaya başlamışlardır. Son yıllarda kamu diplomasisi, uluslararası ilişkiler anlamında önemli bir
faaliyet alanı olarak görülmüş, buna bağlı hem akademik hem de sosyal manada kavramın açıklanmasında önemli mesafeler katedilmiştir. Kamu diplomasisi
faaliyetleri sadece devletler tarafından yürütülmez. Yardım kuruluşları, düşünce
kuruluşları, spor kulüpleri vs. gibi devlet dışı yapılanmalarda kamu diplomasisi
yürütücüsü olabilir ve bu alana katkı yapabilirler.
Kamu diplomasisi kavramı açıklanırken, birbiriyle etkileşim içinde olan yumuşak güç kavramını da irdelemek gerekmektedir. İlk kez 1990 yılında Joseph
Nye tarafından ortaya atılan kavram yine Nye tarafından aynı isimde yayımlanan
kitabında çok boyutlu bir şekilde açıklanmıştır. Nye’a göre güç; istenilen bir şeyi
yaptırabilme yetisidir. Yumuşak güç ise istenilen şeyleri yaptırmada çekicilik, hay1 Edmund Murrow, “What is the Public Diplomacy”, (Erişim tarihi, 15.01.2015), http://letcher.tufts.edu/murrow/diplomacy
2 Emine Akçadağ, “Dünya’da ve Türkiye’de Kamu Diplomasisi”, s.5, (Erişim tarihi, 3 Şubat 2015), http://www.
kamudiplomasisi.org/pdf/emineakcadag.pdf
3 İbrahim Kalın, “Türk Dış Politikası ve Kamu Diplomasisi”, (Erişim tarihi, 13.02.2015), http://kdk.gov.tr/sag/
turk-dis-politikasi-ve-kamu-diplomasisi/20
221
KAMU DİPLOMASİSİ PERSPEKTİFİYLE TURGUT ÖZAL DÖNEMİ
TÜRK DIŞ POLİTİKASININ ANALİZİ
ranlık uyandırma, tercihleri şekillendirme gibi kaba güce dayalı şekilde ilerlemeyen politikaları oluşturmaktadır. Güç kavramının bir diğer kutbu olan sert güç,
istenilenin kabul ettirilmesi için askeri tehdit ve ekonomik ambargo modellerinin
uygulanması olarak kabul edilmiştir.4 Küresel politikaların hızla sınırları aşan bir
geçirgenlik yaşandığı çağımızda yumuşak gücün önemi gün geçtikçe artmaktadır.
Bu bakımdan ülkelerin yumuşak güç kapasitelerini artırmaya yönelik faaliyetleri
son dönemlerde ülkelerin gündemlerinde üst sıralarda yer almaya başlamıştır.
Tablo 1: Devletin Gücünün Kaynakları
Davranışlar
Temel Araçlar
Hükümet Poliikaları
Askeri Güç
Zorlama, caydırma, koruma
Tehdit, kuvvet
Zorlayıcı diplomasi,
savaş, iifak
Ekonomik Güç
Teşvik , zorlama
Para verme ve
yaırım
Yardım, rüşvet
Yumuşak Güç
Hayranlık
uyandırma,gündem
yaratma
Değerler, kültür,
poliikalar,
kurumlar
Kamu diplomasisi, iki
taralı ve çok taralı
diplomasi
Kaynak: Nye, 2004, s.37.
Nye, devletlerin yumuşak gücünün kaynaklarını ülkelerin kültürleri, siyasi
değerleri ve dış politikaları olmak üzere üç ana kategoride incelemiştir. Kültür
bir ülkenin sahip olduğu edebiyat, sanat vb. gibi kapasiteleri, siyasi değerler her
ülkenin kendi potansiyelini en doğru ve demokratik tavırla sergilemesini, dış politikada ise devletlerin çıkarlarını kaba bir şekilde değil insan hakları gibi evrensel
değerlere bağlı yürütmesini kapsar.5 Burada her ülkenin kendini açıklamada uygulamaya koyacağı politikaların barış diline dayalı, temel insani değerlere bağlı
olması oldukça önemlidir. Sert güç ve yumuşak güç etkileşiminin sağlıklı bir şekilde dengelenmesi gerekmektedir. Bu bakımdan tek başına yumuşak güç ve sert
gücün etki kapasitesi daha düşük olacaktır. Mantıklı bir kavrayışla oluşturulmuş
her iki güç parametresini en verimli şekilde kullanmak devletlerin çıkarına daha
çok hizmet edecektir.6
Turgut Özal Dönemi Türk Dış Politikasına Genel Bir Bakış
Turgut Özal döneminin dış politikasını analiz ederken Türk siyasal hayatının
kendine has değişimlerini de analize tabi tutmak gerekliliği ortaya çıkmaktadır.
1980 askeri darbesinin ardından iktidara gelen Özal güçlü bir siyasal alanı
yönetmeye başlamıştır. Henüz askeri darbeden çıkılmış olması her ne kadar
4 Joseph Nye, Yumuşak Güç (İstanbul: Elips Yayınları 2004), çev. Reyhan İnan Aydın, s.14-15.
5 Nye, 2004, s.20-23.
6 Nye, 2004, s.32-37.
222
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
daraltıcı bir etki yaratıyor olsa da Özal bunu fırsata çevirmiştir. Güçlü rakiplerinin
siyasi yasaklı olması hasebiyle Özal’ın seçim kazanması kolaylaşmış7 ve Özal lider
kimliğinin de etkisiyle kendisine yeni bir siyasi alan oluşturmuştur. Farklı eğilimleri birleştirme vurgusu siyasi anlamda yeni bir vizyon denemesi olmuştur. Hürriyet fikirlerini de yaygınlaştırarak ortaya bir sentez çıkarmayı hedeleyen Özal,
aynı zamanda medeniyet ve kültür gibi meselelere atıfta bulunarak çok yönlü bir
gelişimi arzulamıştır. Kurduğu siyasi partinin içinde tüm ana siyasi temayüllerin
temsili ilk kez yaşanmış8 ve bu farklı gruplarla politika yapımı hedelenmiştir.
Kendisinden önceki dönemde iç siyasi gruplar genel olarak ‘sağcı’ ve ‘solcu’ olarak ayrıma tabi olmuş ve bu anlayışın açmazı uzun süre iç siyasetin kıvamını
belirlemiştir. Özal’ın kurduğu Anavatan Partisi’nin (ANAP) iç politikada geniş
ideolojik yelpazesi siyaset dizaynının toplumsal tabanda teveccüh bulmasını
kolaylaştırmıştır. İç siyaseti Türkiye’deki çatışmacı üslubundan öteye götürerek
anlamlandırdığı Türkiye tahayyülü Özal’ın politika yapımında kullandığı temel
argümanların başında gelmiştir.
Özal’ın dış politikada da Türkiye’nin alışık olmadığı tarzda getirdiği
yenilikler vardır. Dış politikayı yönlendirme biçimi Cumhuriyet tarihinde oluşan şeklin ötesinde bir noktada konumlanmaktaydı. Dış politika yaklaşımında
Türkiye’nin eğilimleri genel hatlarıyla mevcut sınırlar içinde kalmaya çaba gösteren statükoculuk ve Batı’ya odaklı, Batı tarzı siyaset şeklinde yönlenmiştir9. Bu
açıdan Özal genel kabul görmüş statükocu zihniyetin karşısında olduğunu açıkça
vurguluyordu:
“Dışişlerine göre politika tespit edilirken önce etrafı gözlemek gerekiyor. Herkes ne yapıyorsa onun ortalaması almak, en başarılı sayılıyor. Herkesin peşinden
gitmek akıllı olmak zannediliyor. İsmet İnönü’nün devrinden kalan korkunç temenni, bizim Dışişlerimizin hâkim çizgisi… Atatürk şartlar elverdiğinde Hatay’ı
alıyor. Boğazlar rejimini Mötro’de değiştiriyor. İtalya’ya ve Almanya’ya karşı, İngiltere’nin, Fransa’nın yanında yer alıyor… Şimdi herkes Atatürkçülükten bahseder.,
Atatürk’ü göklere çıkartır… Ama bürokrasi bütün çizgisiyle İnönü çizgisindedir.
Atatürk çizgesinde asla değildir. İsmet İnönü bir nevi Osmanlı Paşasıdır. Atatürk
ise statükoyu değiştirmeye çalışan bir reformcudur hep. Askeri, sivili, hariciyesi,
dâhiliyesi ile Türk bürokrasisi Atatürk’ün değil, İsmet İnönü’nün çizgisindedir.
Dış politikada ve Körfez Krizinde bu tutumu devam ettirdiğiniz takdirde, hem
zelil duruma düşeceksiniz, hem ondan sonra da hiçbir yaptığınız fedakarlığın
karşılığını alamayacaksınız...”10
7 Sedat Laçiner, “Turgut Özal Period in Turkish Foreign Policy: Özalism”, USAK Yearbook, Sayı. 2, 2009,
s.159.
8 Kemal Karpat, Kısa Türkiye Tarihi 1800-2012 (İstanbul: Timaş Yayınları, 2014), s.218.
9 Baskın Oran, “TDP’nin Temel İlkeleri” içinde Baskın Oran, der.,. Türk Dış Politikası Cilt 1: 1919-1980
(İstanbul: İletişim Yayınları, 2012), s.46-53.
10 Mehmet Barlas, Turgut Özal’ın Anıları (İstanbul: Birey Yayıncılık, 2001), s.121.
223
KAMU DİPLOMASİSİ PERSPEKTİFİYLE TURGUT ÖZAL DÖNEMİ
TÜRK DIŞ POLİTİKASININ ANALİZİ
Bu dönemde Özal; komşu ülkelerle, tarihi ve kültürel ortaklıkların olduğu
coğrafyalarla, Uzakdoğu gibi bölgeler ile yeni ilişkiler geliştirmeye gayret etmiştir.
Bu etkileşim bolluğu modern Türkiye’nin alışık olduğu statükocu ve Batıcı zihniyetten önemli noktalarda ayrılıyordu. Ancak bunun yanında Özal kendisini Batı
çizgisinin dışında da görmüyor ve ABD ile ilişkilerini de son derece önemli buluyordu. Bu açıdan Özal dönemi dış politikası, sınırları alışılan duvarların dışına
çıkarak aktif, risk alabilen ve çok yönlü bir zemine oturmuştur. Bu aktif politika
geliştirmenin ve risk alabilmenin Türk dış politikası için çok önemli bulduğunu
ifade etmiştir.11 Nitekim Körfez krizi sırasında gösterdiği tutum Özal’ın aktif ve
risk alan yönünü tahlilde önemli bir göstergedir.12
Özal döneminde bu aktiliğin bazı kaçınılmaz noktaları olduğu da
gözlemlenmektedir. Bu dönemin uluslararası ortamına bakıldığında siyasi tarihte
önemli değişiklikler oluşturacak kırılmalar yaşanmıştır. Soğuk Savaş döneminin
bitmesiyle Türkiye’nin jeo-politik önemini sorgulanmaya başlamıştır. Özellikle
yeni kurulan Türk Cumhuriyetlerinden dolayı Türkiye’nin bu dönemde dil, kültür, tarih gibi yeni kaynaklar dış politikanın gündemi olmuştur.13
Özal dış politikasının genel hatları değerlendirilirken ekonomi ağırlıklı ve
liberal, çok boyutlu olan, alternatif geliştirebilen, etnik unsurlara yeni yaklaşımlar
getiren bir siyaset anlayışı ortaya çıkmaktadır.14 Özal dış politikasının analizi çok
yönlü bir bakış açısıyla ele alınabildiği takdirde tam olarak anlaşılacaktır. Dış politikanın aktörleri arasına yeni açılımlar ve anlayışlar girmiş, bunlar dış politikaya
önemli katkılar yapmıştır.
Özal’ın dış politikasını değerlendirirken başbakanlığı döneminin öncesinden
de bahsedilmesi gerekir. Bir mühendis olan Özal aktif çalışma hayatına bürokrat
olarak başlamış, daha sonra Dünya Bankası’nda danışman olarak çalışmış ve özel
şirket tecrübesi de yaşamıştır. ABD’de bulunduğu dönemde liberal eksenli görüşleri belirginleşmiştir. 24 Ocak kararlarını alırken de bu eksen göze çarpmaktadır.
Özal’ın liberal perspektifi dış politikaya da yansımıştır. Teşebbüs hürriyeti, Türk
işadamlarının dışa açılması ve ekonomide liberalleşmeyi salık vermesi bunun en
belirgin örnekleridir. Bu dönemde Özal, Türk işadamlarının önünü açılması ve
onların da diplomasiye katılması için çaba göstermiştir.15
11 Barlas, 2001, s.125-131.
12 Ramazan Gözen, “Turgut Özal ve Körfez Savaşı: İdealler ve Gerçekler Açmazında Dış Politika”, içinde
İhsan Sezal ve İhsan Dağı, der,. “Kim Bu Özal (İstanbul: Boyut Kitapları, 2003), s.317-325.
13 Hasan Kösebalaban, Türk Dış Politikası (İstanbul: Bigbank Yayınları, 2014), s.241.
14 Muhittin Ataman, “Özalist Dış Politika: Aktif ve Rasyonel Bir Anlayış”, Bilgi Dergisi, Cilt. 5, Sayı. 2, 2003,
s.51-60.
15 Resul İzmirli, “Dönüşümcü Bir Lider Olarak Turgut Özal”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı. 42, s.247-248.
224
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Dönemin Uluslararası Ortamı ve Kamu Diplomasisi
1980’li yıllara gelindiğinde iletişim teknolojilerinin etki ağı oldukça gelişmiştir.
Soğuk Savaş döneminin son evrelerinin yaşandığı bu dönemde kamu diplomasisi
devletler tarafından ilgi görmeye başlamıştır. Özellikle televizyonun yaygınlaşmasından kamu diplomasisi anlayışı büyük ölçüde etkilenmiştir. Televizyon ile
verilmek istenen mesajlar halklara aracısız olarak ulaşmaktaydı. Hızla uluslararasılaşan gazete, dergi, radyo, müzik, sinema, basın-yayın faaliyetleri toplumların
birbirini tanımasına olanak veriyor ve karşılıklı etkileşimin artmasını sağlıyordu.
Fikirler, değerler hızla sınır ötesine taşınıyor ve birçok mesele artık uluslararası
kamuoyu tarafından takip edilebiliyordu.
Bu dönemde liberalleşmenin de etkisiyle uluslararası şirketler yaygınlaşarak
yeni diplomasi anlayışının gelişmesine katkı sağlamaktaydı. Birçok marka uluslararası ün yaparak ülkelerin imajlarına pozitif katkılar sunmaktaydı. Daha önce
ülkelerarası mesafelerin katedilişi bu dönemde gelişen teknoloji ile hızlanmış ve
toplumlararası etkileşimler önemli oranda artış göstermiştir.
Devletlerarası ilişkilerin mevcut yapısında değişimler yaşanarak kamu diplomasisi alanında atılımlar gerçekleşmiştir. 1987 yılında ABD Başkanı Reagan’ın
yaptığı bir konuşmada; geleneksel diplomasi anlayışının ötesinde içinde bulunulan bilgi çağında kamu diplomasisine yatırım yapılması gerektiğini ve ABD’nin
dünya siyasetinde büyük güç olmasının yolunun bu anlayışı geliştirerek olacağını
vurgulamıştır.16
Turgut Özal Dönemi Türk Dış Politikası ve Kamu Diplomasisi
Turgut Özal dönemi Türk dış politikasında kamu diplomasisi olarak
tanımlanabilecek faaliyetler yeni kurulan kurumlar, uluslararası örgütlerde
aktif rol üstlenme, yeni uluslararası kuruluşlara öncülük etme, barış dilini
kullanma, kültürel diplomasi, eğitim diplomasisi gibi başlıklar etrafında
açıklanabilir. Özal, dış politikaya yeni alanlar kazandırmak birçok faaliyet
içersinde olmuştur. Bu bakımdan dönemin politikaları daha önceki dış politika
pratikleriyle karşılaştırıldığında, dış politikayı uygulama metotlarında ciddi bir
çeşitlenme gözlemlenmektedir. Bu çeşitlenme, ulusal ve uluslararası nitelikli
girişimlerin artmasıyla oluşmuş ve dış siyasetin odaklandığı coğrafyaların sınırları
genişlemesiyle ivme kazanmıştır. Özal dış politikasının temelleri arasında
“bölgesel yatırımlara ve projelere ağırlık verilmesi” ilkesi bulunmaktadır.17 Bu
16 http://www.reagan.utexas.edu/archives/speeches/1987/091687a.htm (Erişim tarihi, 01.03.2015)
17 Zeki Duman, Türkiye’de Liberal-Muhafazakâr Siyaset ve Turgut Özal (Ankara: Kadim Yayınları, 2010), s.
328.
225
KAMU DİPLOMASİSİ PERSPEKTİFİYLE TURGUT ÖZAL DÖNEMİ
TÜRK DIŞ POLİTİKASININ ANALİZİ
dönemde bu stratejinin uygulamaya konulması hususunda önemli somut adımlar mevcuttur.
Kamu diplomasisi bir bakıma süreç inşası olarak görülebilir. Bu kavramın
altında uygulanmış olan politikaların çıktılarını uzun soluklu girişim modelleri
şeklinde görmek doğru olacaktır. Bu bakımdan Özal’ın sık sık 21. yüzyıl Türkiye’sine atıfta bulunması onun bu kavram ile ilişkilendirilmesini kolaylaştırmaktadır. Yakın coğrafyalarla uzun vadeli geliştirmek istediği işbirliği zemini, Özal’ın
ileriye dönük politika uygulama tezini güçlendirmektedir. Nitekim 3.İzmir İktisat Kongresi’nin açılış konuşmasındaki beyanları onun ileriye dönük politika
uygulama isteğinin önemli bir yansımasıdır:
“… gelecek on yıl Türkiye’nin önüne çok büyük bir istikbal açan dönemdir. Balkanlar’dan Orta Asya’ya kadar Müslüman ve büyük kısmı Türk olan yeni devletlerle birlikte kendi gücümüzü daha tesirli hale getirebiliriz. Bu fırsatı iyi kullanabilirsek akılcı, gerçekçi, hakkaniyetli yöntemlerle işbirliğini ilerletebilirsek, hem
biz hem de bu kardeşlerimiz dünya üzerinde bir gruplaşmanın etkili fertleri olarak
ortaya çıkabilirler”18
Orta Asya politikalarında açılımın bir boyutu ise eğitimdir. Eğitim diplomasisi, kamu diplomasisi için kritik bir rol üstlenmektedir. ABD kamu diplomasinin en önemli alanlardan olan eğitim ‘beyin göçü’ diye tabir edilen bir transferi
mümkün kılmakta, aynı zamanda karşılıklı ilişkilerin gelişmesine önemli katkılarda bulunmaktadır. Özal’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde ortaya atılan Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı ‘Büyük Öğrenci Projesi’ genel itibariyle Orta Asya
devletlerinden getirilen öğrencilerin Türkiye’de okutulmasını öngörmekteydi.
Eğitim bu yıllarda Türk dış politikasının yeni bir açılımı ve önemli bir dış politika
aracı olmuştur.19 Bu projenin amaçları şu şekildedir: “Türk Cumhuriyetleri ve
topluluklarının eğitim düzeyini artırmak, yetişmiş insan gücü gereksinimini karşılamaya yardımcı olmak, Türkiye dostu bir nesil yetiştirmek, Türk Dünyasıyla
kalıcı bir kardeşlik ve dostluk köprüsü kurmak.”20
Aynı zamanda ilk olarak Türkistan Devlet Üniversitesi olarak kurulan ardından, Ahmet Yesevi Üniversitesi adını alan üniversite Kazakistan’ın Türkistan
şehrinde 1991 yılında tüm Türk dünyasına hizmet etmek amaçlı Kazakistan ve
Türkiye arasında imzalanan anlaşma ile kurulmuştur.21 Hem Türkiye’ye öğrenci
18 Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın 3. İzmir İktisat Kongresindeki Konuşmaları, İzmir, 4 Haziran 1992.
19 Yüksel Kavak ve Gülsün Atanur Baskan, “Türkiye’nin Türk Cumhuriyetleri, Türk ve Akraba Topluluklara Yönelik Eğitim Politika ve Uygulamaları”, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı. 20, 2001, s. 92-93.
20 T.C. Devlet Bakanlığı. “Türk Cumhuriyetleri ile Türk ve Akraba Topluluklarından Öğrenci Getirme Projesi /
1992-2000.” (Briing Metni). Ankara:( 2000), alıntılayan: Kavak ve Baskan, 2001, s.96.
21 http://www.yesevi.edu.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=2&Itemid=4 (Erişim tarihi,
12.02.2015)
226
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
getirilmesi hem de Orta Asya coğrafyasında bir üniversitenin açılışına ön ayak
olunması, kamu diplomasisinin eğitim kanadının önemsendiğini göstermiş ve bu
yolla kamu diplomasisi performansına yeni bir düzey kazandırılmıştır.
Turgut Özal dış dünyaya kapalı sadece kendi problemleriyle hemhal olan
bir Türk toplumunun ülkeye fayda getirmeyeceğini düşünüyordu. Türk Hava
Yolları (THY) bu dönemde büyük bir dışa açılım gerçekleştirmiş, sefer sayılarını
arttırmış ve yeni rotalarla Türkiye’yi dünyaya entegre etmede önemli bir işlev
görmüştür. Uzakdoğu’ya seferler ilk olarak bu dönemde gerçekleştirilmiştir. Yeni
kurulan Türk Cumhuriyetlerine seferler, bu ülkelerle ilişkilerin güçlenmesine
katkı sağlamıştır. Farklı coğrafyalar ve ülkelerden insan kapasitelerinin Türkiye’yi
keşfetmeleri kolaylaşmış ve Türkiye’de yatırım yapma imkanlarının önü açılmıştır. Özal’ın İpek Yolu üzerindeki ülkelere özel bir ilgisi vardı. Bunun için çeşitli
projeler geliştirmiş ve THY’yi bu noktada harekete geçirmiştir.22 Özal’ın THY’yi
bu vizyonla yönetmesi dönemin küreselleşme eğilimi ve Türkiye için oluşturduğu
fırsatlar göze alındığında kamu diplomasisi perspektifiyle oluşan dönüşüm daha
iyi anlaşılacaktır.
Turgut Özal’ın bir diğer açılımı da dış Türkler ile ilgili olmuştur. Etnisite kavramının yeniden tanımlanmasıyla Turgut Özal, tarihi ve kültürel birikime
vurgu yaparak eski milliyetçilik kalıplarını yıkmıştır.23 Orta Asya, Balkanlar ve
Kafkasya’daki Türk ve akraba topluluklar göz önüne alınarak politika geliştirilmiştir. Bulgaristan’da 1980 yıllarda Türk unsurlara yönelik baskıcı tutumlar artmış ve 1989 yılında Türkler zorunlu göçe tabi tutulmuşlardır. Karşılıklı olarak
iki ülke arasında vizelerin kaldırıldığı üç ayda yaklaşık üç yüz bin kişi sınır kapısından giriş yapmıştır. Bulgaristan Türklerine yönelik baskıcı tutumu büyük bir
göç hareketi ile sonuçlanmıştır. O dönem Özal tarafından tüm imkânlar seferber
edilerek Bulgaristan’da yaşayan Türkler sahiplenilmiştir.24 Bulgar Türklerinden
güreşçi Naim Süleymanoğlu, Özal’ın girişimi ile Türk vatandaşlığına geçmiş ve
bu kimlikle dünya şampiyonu olmuştur. Hem spor diplomasisi hem de meşhur
figürleri kullanma metoduyla kamu diplomasisi mekanizmaları Özal tarafından
harekete geçirilmiş, soydaş ve akraba toplumların güveni kazanılmıştır.
Uluslararası ilişkilerde barış vurgusu ile proje yapmak ve ülkeleri işbirliğine
sevk etmek yumuşak gücün temel argümanlarından birisidir. Özellikle Özal’ın
“Barış Suyu Projesi” bu açıdan önem arz etmektedir. 21 milyar dolarlık maliyeti
22 Hikmet Özdemir, Turgut Özal (İstanbul: Doğan Kitap, 2014), s. 203-205.
23 Ataman, Muhittin,“Özal ve Özalizm, Siyasette Yeniden Yapılanma: 1983-1993, içinde Tuğba Ünlü Bilgiç ve
Cihat Göktepe, ed., İç ve Dış Gelişmelerle Türkiye’nin Demokrasi Tarihi 1946-2012 (İstanbul: Ufuk Yayınları,
2014), s.279-280.
24 Yavuz Ulutürk, “25.Yılında Bulgaristan Göçü”, Zaman Gazetesi, 1 Haziran 2014.
227
KAMU DİPLOMASİSİ PERSPEKTİFİYLE TURGUT ÖZAL DÖNEMİ
TÜRK DIŞ POLİTİKASININ ANALİZİ
olan Seyhan ve Ceyhan nehirlerinin artıklarının Orta Doğu’da su sıkıntısı çeken
ülkelere ulaştırılmasını ve çatışmaların yatıştırılmasını öngörmüştür. Bu girişim
birçok alan önemli tavsiyeler getirmeyi planlanan bir projedir.25
Dünyaya, barışın tesisi için emek verildiği bu yolla anlatılmış ve ülke imajı
pozitif değer kazanmıştır. Her ne kadar hayata geçirilememiş bir proje olsa da,
Orta Doğu gibi karışık ve barış lafzının bile anılamadığı bir coğrafyada böylesi bir
hamle dönemin şartları açısından oldukça önem arz etmektedir.
Yeni Kurulan Kurumlar
Politika yapımında Özal ekonomiye büyük bir önem atfetmişti. Bu dönemde
karşılıklı bağımlılık esasına dayalı ekonomi politikaları geliştirildi.26 Bu çizginin
yanında kültürel kodları da içeren dış politika anlayışı paralelinde oluşturulan
kurumlar da siyasi alanda önemli etkiler bıraktı. Kamu diplomasisi faaliyetleri
çerçevesinde bu yeni kurumlar, dış politikanın yeni pratikleri halini alarak devletlerarası ve toplumlararası ilişkilerin gelişmesine katkı sağlamıştır.
1989 yılında Devlet Planlama Teşkilatı tarafından dış yardımlar ekibi kurulmuştur. Daha sonra Dışişleri Bakanlığı’na bağlı olarak kurulan Türk İşbirliği ve
Kalkınma Ajansı’nın (TİKA) özellikle Orta Asya, Kafkasya ve Balkanlar’da yeni
kurulan ülkelerin kalkınmalarına yardımcı olması amaçlanmıştır.27 Uluslararası
İlişkilerde dış yardımlar önemli bir diplomasi metodu olarak karşımıza çıkmaktadır. Meşru bir kuruluş olarak ortaya çıkan TİKA işbirliği ve yardım temelli politikalarla Türk dış politikasına yeni perspektiler kazandırmıştır. TİKA’nın özellikle
yeni kurulan Türk Cumhuriyetlerine yönelik faaliyetleri bu dönemde önemli bir
dış politika unsuru olmuştur. TİKA’nın kurulması, yeni kurulan Türk Cumhuriyetlerinin dünyaya entegre olmasına yardımcı olmaya çalışan Türkiye’nin, dış
politika da fırsat kartlarını artırmaya yönelik tutumunun göstergelerinden bir
tanesidir. Bu çerçevede TİKA’nın kurulması Türk kamu diplomasisi için kritik
bir dönüm noktası olmuştur.28
Türk EXİMBANK, 1987 yılında kurularak ihracatı arttırmaya yönelik
politikalar geliştirme çabası içerisinde olmuştur.29 Özellikle post-Sovyet coğrafyaya yatırımların teşviki ve ekonomi merkezli ilişkilerin önünün açılmasıyla
kamu diplomasisi kapasitesi arttırılmıştır. Türk EXİMBANK yeni kurulan Türk
25 Aydın G. Alacakaptan, “Orta Doğu’da Su Sorunu ve Türkiye”, Aksiyon Dergisi, 6 Ocak 1996. (Erişim tarihi,
28.02.205), http://www.aksiyon.com.tr/dosyalar/ortadoguda-su-sorunu-ve-turkiye_501249
26 Ataman 2003a, s. 51.
27 Soner Karagül, “Türkiye’nin Balkanlardaki “Yumuşak Güç” Perspektii: Türk İşbirliği ve Koordinasyon
Ajansı”, Girişimcilik ve Kalkınma Dergisi, Cilt.8, Sayı.1, 2013,s. 88.
28 Akçadağ, s.20.
29 https://www.eximbank.gov.tr/TR,5/hakkimizda.html (Erişim tarihi, 02.02.2015)
228
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Cumhuriyetlerine krediler açmış ve destek fonları oluşturmuştur ve bu alanda
Türk Cumhuriyetleri ile birçok protokol imzalanmıştır.30 Türkiye’nin ekonomik
açıdan Türk Cumhuriyetlerine karşı tutumuna EXİMBANK bu şekilde katkı
sağlamıştır. Aynı şekilde Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) de ihracat kapasitesinin arttırılması adına bir girişimdir. Yurt dışı yatırımların daha koordineli yapılması, ihracatın daha kaliteli olması adına hareket eden bu kuruluş31
ihracatın artmasına katkı yaparak dış politika anlayışına karşılıklı bağımlılık ve
kamu diplomasisi perspektifinden önemli katkılar yapmıştır. Özal dış politikasının ekonomi merkezli oluşu bu kurumların mental yapısı hakkında da fikir
vermektedir. Yaptığı gezilerde sürekli yanına iş adamlarını alması onları bölgeye
ve dünyaya entegre etme çabası dönemin Türkiye’si için alışılmışın dışında bir
faaliyet alanıdır.
Kamu diplomasisi faaliyetleri içerisinde medya önemli bir noktada yer almaktadır. Ülkenin imajını olumlu noktaya taşımada, değerlerini yansıtmada
önemli bir rol üstlenen medya aynı zamanda ülkelerarası ilişkilere de önemli katkılar yapmaktadır. Kamu diplomasisinde alıcıya kendinizi anlatmanın öneminin
büyük olmasından dolayı bu diplomasi faaliyeti için medya zaruri bir alandır. Bu
dönemde dünyada yükselen medya faaliyetleri hem devletlere bağlı kuruluşlarla
hem de özel kuruluşlarla ülkelerin kamu diplomasisinde kapasite alanı oluşturmuştur. 1990 yılında Avrupa’ya göç eden Türklere yönelik yayın yapan TRTINT kurulmuştur. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından bu kanal Türk
Cumhuriyetlerine yönelik de yayın yapmaya başlamış ve adı TRT INT-AVRASYA olmuştur. Daha sonra Nisan 1992 yılında isim değişikliğiyle TRT AVRASYA
ayrı bir kanal olarak hizmet vermeye başlamıştır.32 Yurt dışındaki Türklerle iletişimi mümkün kılan TRT-INT bu açıdan önemli bir boşluğu doldurmuştur. TRT
AVRASYA kanalı ise Türk Cumhuriyetlerine yönelik yayınlarıyla bu ülkelerle
doğrudan iletişimin önünü açmıştır. Ortak tarihi ve kültürel birikimlerin olduğu
bu coğrafya da yapılan yayınlar ifade edilen bu ortak yönlerin güçlenmesi ve ülke
halklarına Türkiye’yi tanıtma adına önemli bir görev üstlenmiştir.
Öncü Olunan Uluslararası Kuruluşlar ve Toplantılar
Devlet üstü kuruluşlar meşruiyet ve stratejilerin doğrulanması adına önemli bir
kamu diplomasisi etkinliğidir.33 Uluslararası kuruluşlara öncülük etmek bu dö30 Mehmet Alagöz vd..“Türk Cumhuriyetleri ile İlişkilerimize Ekonomik Açıdan Bir Yaklaşım”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı. 12, 2004, s. 66-68.
31 http://www.deik.org.tr/287/DeikHakkinda.html ( Erişim tarihi, 02.02.2015)
32 Süleyman Tongut ve Cevit Yavuz, “Sovyetler Birliğinin Dağılmasından Sonra Kırgızistan İle İlişkilerde Türk
Medyası: TRT-Avrasya, TRT-Türk ve TRT-Avaz”, Manas Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt. 3, Sayı. 3, 2014,
s.137-138.
33 Gaye Aslı Sancar, Kamu Diplomasisi ve Uluslararası Halkla İlişkiler (İstanbul: Beta Yayınları, 2012), s.106107.
229
KAMU DİPLOMASİSİ PERSPEKTİFİYLE TURGUT ÖZAL DÖNEMİ
TÜRK DIŞ POLİTİKASININ ANALİZİ
nemde Türk dış politikasını daha faal hale getirmiştir. Bu çalışmalar ile Türkiye
birçok açıdan kazanımlar elde etme amacı gütmüştür. Oluşturulan uluslararası
bu kuruluşlar ticari, siyasi ve kültürel nitelikli çok yönlü bir görünüm arz etmektedir. Öncü olunan bu kuruluşlarla hem yeni işbirliği alanları açılmış hem de
alternatileri olan dış politika oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu durum hem Türkiye’nin imajına pozitif katkılar yaparak dış politikanın yelpazesini genişletmiştir.
Sovyetler Birliğinin son döneminde Özal’ın Moskova ziyaretinde Karadeniz’de yeni bir işbirliğini öngören yapının temelleri atılmış ve fikir somutlaştırılmıştır.34 Karadeniz Ekonomik İşbirliği Bölgesi (KEİB) hem Ruslar hem de havza
ülkelerini içine alan, ekonomik temelli işbirliğini artırmaya yönelik bir proje olarak doğmuştur. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Rusya Federasyonu
ile iyi ilişkiler kurmak isteyen Türkiye, post-Sovyet coğrafyayla ilişkilerini geliştirirken Rusya’dan gelecek tepkiyi bu örgütle dengelemeye çalışmıştır.35 Temel hedefi Karadeniz ülkeleri ile işbirliği şartları oluşturmak olan bu yapı, 1992 yılının
Nisan ayında İstanbul’da yapılan zirvede resmi statüsüne kavuşmuştur. Üyeleri
arasında Türkiye’nin yanında Arnavutluk, Azerbaycan, Bulgaristan, Ermenistan,
Gürcistan, Moldova, Romanya, Rusya, Ukrayna, Yunanistan yer almaktadır. Üye
ülkelerin siyasi, iktisadi, teknoloji ve sosyal ilişkilerini derinleştirmeyi amaçlayan
kuruluş, bölgeye refah ve istikrar getirmek amaçlı kurulmuştur.36 KEİB, Soğuk
Savaş döneminde oluşan yeni uluslararası düzende Türkiye’nin kendi konumunun vurgusunu dünyaya daha güçlü anlatabilme girişimi olarak görülebilir.37
Turgut Özal tarafından KEİB’in kuruluş misyonu ve buradan beklentileri KEİB
zirvesinin açılış konuşmasına şu şekilde yansımıştır:
“Avrupa ve dünya ekonomisi ile bütünleşme hedei yolunda, ulusal değer ve
özelliklerimizi yitirmeksizin sınırları aşan bir anlayış ve yarar birliğine Karadeniz
Bölgesi’nde ulaşabileceğimize inanıyorum. Bu çerçevede temelde ekonomik olan
işbirliğimizin, güven, huzur ve istikrara önemli katkısı doğacaktır. Bölgenin refah
kadar ve hatta refah için, bu unsurlara da büyük ihtiyaç olduğu kanısındayım.”38
KEİB havzası küçük bir Avrasya sayılabilir. Bu bakımdan kurulan bu işbirliği
ağının öncülüğü Türkiye’ye hem bölge minvalinde olumlu imaj kazandırmış hem
de dış politikada yeni bir alternatif oluşturmuştur.
34 Abdulvahap Kara, Turgut Özal ve Türk Dünyası (İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2012), s. 29.
35 Emel G. Oktay, “Türkiye’nin Avrasya’daki Çok Taralı Girişimlerine Bir Örnek: Kradeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü”, Uluslararası İlişkiler, Cilt. 3, Sayı. 10 (Yaz 2006), s.158.
36 http://www.mfa.gov.tr/karadeniz-ekonomik-isbirligi-orgutu-_kei_.tr.mfa ( Erişim tarihi, 15.03.2015)
37 Erhan Büyükakıncı, “Türk-Rus İlişkilerin Değerlendirilmesi: Güvenlik Sorunsalından Çok Boyutlu Ortaklığa Geçiş”, içinde Erhan Büyükakıncı ve Eyüp Bacanlı, der., Sovyetler Birliği’nin Dağılmasından Yirmi
Yıl sonra Rusya Federasyonu : Türk Dilli Halklar ve Türkiye ile İlişkiler (Ankara: Atatürk Kültür Merkezi
Yayınları, 2012), s.810-811.
38 Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Karadeniz Ekonomik İşbirliği Zirvesi Açış Konuşması, İstanbul, 25 Haziran
1992.
230
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
1984 yılında İzmir’deki toplantıda Türkiye’nin öncülüğünde Ekonomik İşbirliği Örgütü (EİÖ) kurulmuştur. Kurucu üyelerin arasında Pakistan ve İran
bulunmaktaydı. Üyelerin ekonomik ve kültürel işbirliğini öngören yapı 1985 yılında resmi hüviyetine kavuşmuştur. Örgüt 1992 yılında genişlemeye giderek Afganistan, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan Tacikistan ve Kırgızistan’ı da içine almış ve 7 milyon km2 alan üzerinde yaklaşık 400 milyon kişiyi
kapsayan bir örgüt olmuştur.39 EİÖ’nun genişlemesiyle oluşan örgüt hinterlandı
Türkiye’nin bu dönemde ki Orta Asya ve Kafkasya’ya açılımının bir yansımasıdır.
1992 Yılında Ankara ve Bakü’de Türkiye, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan kültür bakanlarının katılımlarıyla gerçekleşen
toplantıların ardından kültürel anlamda işbirliğini öngören bir uluslararası kuruluşun temelleri atılmıştır. 1993 Temmuz ayında kurumsal çalışmaları tamamlanmış ve Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi (TÜRKSOY) ismini almıştır.
Uzun süre ayrı kalınmış fakat tarihi ve kültürel birlikteliklerin bulunduğu halklarla çok yönlü bir teması mümkün kılan TÜRKSOY aynı zamanda yeni fırsatlar
yaratmanın önünü açmıştır.40 Özellikle tarihi ve kültürel vurguların arttığı bu
dönemde bu söylemler bu yolla eyleme geçmiştir. TÜRKSOY’un ilk başkanı Polad Bülbüloğlu bu teşkilatın kuruluşunu şu şeklide anlatmıştır:
“1992 yılı baharı… Sovyet sonrası mekanında başlayan milli bağımsızlık ve manevi uyanış harekatı. Yeni dünya düzeni içinde ülkelerimizde atılan ilk cesur adımlar.
Halklarımızın ulusal kimlik arayışları. Geçmişe geleceğin penceresinden bakmak,
onu doğru kavramak meyilleri. Yüz yıllar süren ayrılığın ardından güç kazanan
kardeşlik temasları. Ve bütün bu karmaşık, ağrılı olaylar içinde… Türk dünyası
Kültür Bakanlarının bitmek bilmeyen sohbetleri, dostça paylaşılan düşünceler,
sorular ve cevaplar, ümitler ve planlar…41
Kültürel diplomasi kamu diplomasisi araçları anlamında önemli bir konumu haizken aynı zamanda bunun uluslararası bir hüviyette teşkilatlanması, bu
diplomasi tanımlamasında TÜRKSOY’u daha da güçlü kılmış, böylece kamu
diplomasisi faaliyetleri içerisinde önemli bir adım atılmıştır.
Türkçe Konuşan Ülkeler Zirvesi, bağımsız altı Türk Cumhuriyetinden Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Özbekistan devlet başkanlarının
katılımıyla 30-31 Ekim 1992 yılında gerçekleştirilmiştir. Bu zirveden bir gün
önce ve zirve sırasında Kazakistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Özbekistan dev39 http://www.mfa.gov.tr/turkey-and-the-economic-cooperation-organization-_eco_.en.mfa
40 Fırat Purtaş, “Kültürel Diplomasi ve TÜRKSOY”, (Erişim tarihi, 30.01.2015), http://mekam.org/mekam/
kulturel-diplomasi-ve-turksoy
41 “TÜRKSOY Genel Müdürü ve Azerbaycan Cumhuriyeti Kültür Bakanı Polat Bülbüloğlu’nun 10. Yıl Konuşması”, TÜRKSOY Onuncu Yıl, TÜRKSOY Yayın No:28, Ankara, 2006, s. 38, alıntılayan: Fırat Purtaş,
“Kültürel Diplomasi ve TÜRKSOY”, http://mekam.org/mekam/kulturel-diplomasi-ve-turksoy
231
KAMU DİPLOMASİSİ PERSPEKTİFİYLE TURGUT ÖZAL DÖNEMİ
TÜRK DIŞ POLİTİKASININ ANALİZİ
letlerinin Türkiye büyükelçilikleri açılmıştır. Bu zirvenin temel hedeleri arasında
serbest ticaret bölgesinin oluşturulması, telekomünikasyon koşullarının iyileştirilmesi, ekonomik işbirliği gibi kapsayıcı konular yer almıştır. Turgut Özal, zirvenin açılışında şu sözleri sarf etmiştir: “Altı kardeş ülke arasında yapılan bu zirve
ülkelerimiz arasında ki işbirliğini içermektedir. Kimseye karşı olmadığı gibi dünya barışına katkı çabasıdır. Türkiye daha önce de Rusya başta olmak üzere etrafında ki ülkelerle KEİB anlaşmasını imzalamıştır. Türkiye ve kardeş ülkelerin daha
iyi bir hayat seviyesine ulaşmaktan başka arzusu yoktur.”42 Konuşmasında geçen
kardeş ülkeler, işbirliği ve barış vurgularıyla zirvenin mahiyetini ortaya koymaya
çalışmıştır. Ancak zirve esnasında yapılan bazı hatalar zirvenin söylem ve eylem
dengesini sarsmıştır. Toplantı sonunda yayımlanacak Ankara Bildirisi daha önce
ülkelerin başkentine gönderilmediği, onay alınmadığı gerekçesiyle anlaşmazlık
yaşanmıştır. Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev’in içeriğe de itiraz
etmesiyle bildiri geri çekilmiş ve ilk bildiriden bazı bölümler çıkartılarak ikinci
bir bildiriye imza atılmıştır.43 Böyle bir gerilimli ortamın doğmasından zedelenen
imaj Türkiye için negatif bir durum ortaya çıkarmıştır. Ancak toplantı bütünüyle
olumsuz nitelikli olmamıştır. Bu altı ülkenin bir araya gelebilmesi ve bunun
Türkiye’de yapılması, Türk Dünyasının kurumsal bir altyapı içerisinde yeni bir
hareket alanı açılması adına önemli bir ilk adım olmuştur.
Mevcut Uluslararası Kuruluşlar: AT ve İKÖ
Turgut Özal’ın özel bir önem atfettiği Avrupa Topluluğu (AT) dönemin en
önemli politika yapıcı kurumları arasındaydı. Özal’ın Türkiye’yi tanımlarken
kullandığı ve sürekli dile getirdiği Türkiye’nin Avrupa’nın bir parçası olduğu
vurgusu AT için geliştirilen politikalar adına önemlidir. Kendisinden önceki dönemlerde inişli çıkışlı bir seyir izleyen AB politikaları Özal döneminde belirli bir
istikrara kavuşmuştur.44 Özal Başbakanlığa gelmesinin ardından AT ile ilişkileri
daha profesyonel bir zemine oturtmak çabası içerisindedir. Bu çerçeveden Özal
1984 yılında AT ilişkilerinde bir basamak olacak olan tam üyelik kararını almıştır. Özal’ın üyeliğe başvuruda elde etmek istediği kazanımlar salt üye olma fikrinden ziyade AT’nin dönüştürücü etkisini Türkiye’ye getirmek istemesiydi.45 Üç
hürriyete yaptığı vurgular, Batı değerlerine olan saygısı, hem siyasi hem iktisadi
liberal anlayışı Özal’ı bu birliğe yakın kılan özelliklerindendi. 1987 yılında AT’ye
tam üyelik başvurusu yapılsa da bu kabul edilmemiştir. Ancak bu başvuruyla
Türkiye’de AT’nin insan hakları, hukukun üstünlüğü, liberal politikalar gibi ko42 “Egeden Çin’e Türk Birliği”, Tercüman, 02.11.1992, alıntılayan Kara, 2012, s.213.
43 Kara, 2012, s.212-213.
44 Ataman(a), 2003, s.57.
45 Ali Balcı, Türkiye Dış Politikası İlkeler, Aktörler, Uygulamalar (Etkileşim Yayınları, 2013), s.189.
232
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
nularda getirdiği eğilimlerle ilgili önemli değişiklikler yaşanmıştır.46 Özal’ın AT
ile geliştirdiği bu süreç mevcut çıktıları olarak başarısız olsa da-tam üyeliği reddiküresel eğilimler ışığında Türkiye’nin kendini daha rahat ifade etmesine sebebiyet
vermiştir. Bu örgüt içerisinde ki aktif tutumu, lobicilik faaliyetleri, Türk dış politikasının müzmin problemli alanlarına getirdiği yenilikler açısından önemlidir.
Dönemin uluslararası ilişkilerinde tanınırlığı yüksek olan AT ile geliştirilen bu
politika Türkiye’nin uluslararası arenadaki temsiline olumlu katkı sağlamıştır.
Türk dış politikasında İslam dünyası ile ilişkiler genellikle ikinci planda tutulmuştur. 1969 yılında kurulan İslam Konferansı Örgütü (İKÖ)’ye Türkiye,
özellikle laiklik tartışmaları sebebiyle mesafeli yaklaşmış ve bu örgüte katılımın
temsil düzeyi üst düzeylerde olmamıştır. İslam dünyasıyla da ilişkileri geliştirerek
çok yönlü bir politika takip etmek isteyen Özal, bu minvalde İKÖ içerisinde
aktileşmek için çaba sarf etti ve ilişkiler oldukça geliştirildi.47 Küreselleşme ve
liberalleşme etkisinin gözlemlendiği bu dönemde artık bu kuruluşlar ekonomik
birlikteliklerin de önünü açmaktaydı. Bu kapsamda İKÖ içerisinde Türkiye’nin
önemli kazanımlarının arasında bu teşkilatın içersinde geliştirdiği ekonomik
ilişkiler olmuştur. 1981 yılında kurulan İslam Konferansı Örgütü Ekonomik ve
Daimi İşbirliği Örgütü’nün (İSEDAK) daimi başkanlığını 1984 yılında Türkiye
üstlenmiştir. Üye ülkelerin ekonomik entegrasyonunu sağlamak, işbirliği kapasitelerinin arttırılmasına yönelik çalışılmalar yapmak, ortak bir anlayış ve politika
yakınlığı oluşturulmak gibi amaçları olan48 İSEDAK’ın kritik görevini üstlenen
Türkiye kurumdaki potansiyelini harekete geçirmiştir. Özal, Cumhurbaşkanlığı
döneminde Bosna’da Sırplar tarafından zulüm gören Boşnaklar için İslam ülkeleri Dışişleri Bakanları toplantıya çağırmış ve bu toplantı sonucu Sırbistan’ı kınama
kararı alınmıştır. Özal, örgütü hem ekonomik ilişkiler açısından önemli görmüş,
hem de meşru bir bütünleşme aracı olarak kullanmıştır.
Eleştirel Bir Yaklaşım
Turgut Özal dönemi dış politikası değerlendirirken değişen koşulların ve
yeni paradigmaların göz önüne alınması elzemdir. Uzun süre göz ardı edilen
coğrafyaların, dış politikanın en çok konuşulan meselelerinin arasına girmesi
hem Türk toplumu için hem de Türk bürokrasisi için çok yenidir. Özal’ın bu
coğrafyalara uyguladığı politikalar her ne kadar tarihi atılarla yapılmışsa da
bunun reel politikte uygulanabilirliği sorgulanacak düzeydedir. Dönemin siyaset
46 Çağrı Erhan ve Tuğrul Arat, “Avrupa Topluluklarıyla İlişkiler”, içinde Baskın Oran, ed., Türk Dış Politikası
Cilt 2: 1980-2001 (İstanbul: İletişim Yayınları, 2012), s. 93-94.
47 Muhittin Ataman, “Özal ve İslam Dünyası: İnanç ve Pragmatizm”, içinde İhsan Sezal ve İhsan Dağı, der,.
“Kim Bu Özal (İstanbul: Boyut Kitapları, 2003), s.372-375.
48 http://www.comcec.org/TR_YE/icerik.aspx?iid=111 (Erişim tarihi: 01.03.2015)
233
KAMU DİPLOMASİSİ PERSPEKTİFİYLE TURGUT ÖZAL DÖNEMİ
TÜRK DIŞ POLİTİKASININ ANALİZİ
yapıcıları ve bürokratlarının dahi bu bölgelerle ilgili bildiği şeyler çok sınırlıdır.49
Örneğin Orta Asya’da Soğuk Savaş etkisinin azaldığı dönemin öncesine dair Türkiye’nin elle tutulur bilgi ve donanıma sahip olduğu söylenemez. Bu açılımların
devam ettiği süre zarfında Türkiye’de özellikle Türk Cumhuriyetlerine dair hamasi söylemler hızla artmıştır. “Adriyatik’ten Çin Seddine Büyük Türkiye” ifadesi
neredeyse Türkiye’nin resmi söylemi haline gelmiştir. “Ağabey” rolü üstlenmeyi dile getirmekten çekinmeyen Türkiye’nin bu yaklaşımı diğer devletler adına
önemli sıkıntılar doğurmuştur. Bu söylemler politika geliştirilen ülkeler adına bir
çekince doğurmuştur. Bu tecrübesizliklerin örneklerinden bir tanesi de yukarıda
bahsi geçen Türkçe Konuşan Ülkeler Zirvesinde yaşananlardır. Bu zirvede yaşanan söylem ve eylem dengesizliği, bu olgunun önemli göstergelerindendir.
Yeni kurulan ülkelere o dönemlerde bir örnek oluşturulması öngörüsüyle
‘Türk modeli’ kavramı ortaya çıkmıştır. Türkiye hem Müslüman kimliği bulunan hem de Batı tarzı yapısal sistemi benimseyebilmiş bir ülkedir. Buraya ihraç
edeceği zihniyet aynı zamanda Rusya ve İran gibi bölgedeki önemli devletlere
karşı bir güç oluşturacağından ötürü Batı ve ABD, Türkiye’nin bölge politikalarına olumlu bakmaktaydı.50 Türk modelinin Batı’da teveccüh ile karşılanması
bu bölgede Türkiye’nin aktileşmeye yönelik tutumunda kararlılığını arttırmıştır.
Rusya, bu coğrafyaya Sovyetler’den kalan miras olarak bakmıştır. Türkiye’nin
ağabeylik rolü üstlenmeye dayalı söylemleri ve Rusya’nın bakış açısı o dönemde
siyasi anlamda soğukluklar yaşanmasına sebebiyet vermiştir. Bu iki ülkenin de
çıkar elde etme yarışı siyasi bir rekabet alanının önünü açmıştır. Türkiye her ne
kadar “kardeşlerimiz” yaklaşımıyla bölgeye baksa da Sovyet döneminden kalma
kültür bölgede hala başat rol üstlenmekteydi. Rusya aynı zamanda bu bölgeyi
kendi arka bahçesi olarak görüyor ve ikinci bir paydaş istemiyordu. Türk modeli
kavramı yapılan hatalardan ötürü bir süre sonra ilk oluşturduğu etkiyi giderek
kaybetmiştir.
Bir diğer tartışma konusu ise yeni-Osmanlıcılıktır. Dönemin uluslararası
ortamına uyum adına yeni-Osmanlıcılık akımı politika yapımında öne çıkan
önemli bir strateji olmuştur.51 Osmanlı devletinden koparak devletleşen Orta
Doğu, Balkanlar ve Kafkasya gibi coğrafyalardaki ülkelere yönelim, ortak tecrübelere dayalı iyi ilişkiler inşa etmek olarak tezahür etmiştir. Ancak Osmanlı
Devleti mirasının bu kadar söyleme yansıması bunu neo-Osmanlıcılık gibi bir
49 Mustafa Aydın,“Kafkasya ve Orta Asya’yla İlişkiler”, içinde Baskın Oran, der., Türk Dış Politikası Cilt 2:
1980-2001 (İstanbul: İletişim Yayınları, 2012), s.383.
50 Muzaffer Ercan Yılmaz, “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Türkiye Orta Asya Türk Cumhuriyetleri İlişkiler”,
içinde Tayyar Arı, der., Orta Asya ve Kafkasya Rekabetten İşbirliğine (Bursa: MKM Yayıncılık, 2010), s.421422.
51 Ahmet Davutoğlu. Stratejik Derinlik (İstanbul: Küre Yayınları, 2011), s.85.
234
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
adlandırma ile kaim kılmıştır. Zihinlerde olumsuz algılara neden olan bu isimlendirme ile telafuz edilen fikirler Türkiye’nin imajını zedelemiştir. Bu iki kavramın şemsiyesinde her ne kadar yeni işbirlikleri tesis etmek yatsa da hegemonya
ve tahakküm olarak algılanışı imaj kaybına sebebiyet vermiştir.
Sonuç
Tüm bu faktörlerle değerlendirme yapıldığında bu dönemde Türk dış politikasının temel argümanlarının dışına çıkıldığı görülmektedir. Kamu diplomasisi
perspektifiyle incelenen bu dönemde oldukça önemli sonuçlar elde edilmiştir.
Oluşturulan yeni anlayışın bu kadar kısa sürede verim açısından en üst düzeyi
yakalamasını beklemek doğru olmayacaktır. Geliştirilen bu politika şekli kendisinden sonra ki dönemlerde kapasitesini arttırarak devam etmiştir. Yeni kurulan
kurumların, bu dönemin sonrasına büyük etkileri olmuş, Türkiye’nin kamu diplomasisi kapasitesine büyük katkılar sağlamışlardır. Yeni geliştirilen dış politika
dili yine bu dönemden sonra dış politikanın önemli gündemleri arasında yer
almıştır. Çok taralı yaklaşımlar ile tesis edilen siyaset şekliyle Türk dış politikası
tek boyutluluktan çıkarak alternatif geliştirme hususunda mesafeler kat etmiştir.
Dönemin uluslararası ortamında kamu diplomasinin artan rolünü Türkiye kendi
kapasitesinin sınırları ölçüsünde geliştirmiştir.
Turgut Özal’ın Türkiye’nin dış politika anlayışına eklediği yeni parametrelerin günümüz politikalarına sirayeti de gözlemlenebilir durumdadır. Hesabı
o dönemin şartları itibariyle hayli zor olan yanlışlar olmasıyla birlikte, Özal ile
müşahhas bir zemine oturan bu politika biçiminin Türk dış politikasında bir
‘zihniyet devrimi’ni kendi ifadesiyle ‘dönüşüm’ü başlatması bakımından oldukça
değerlidir.
235
KAMU DİPLOMASİSİ PERSPEKTİFİYLE TURGUT ÖZAL DÖNEMİ
TÜRK DIŞ POLİTİKASININ ANALİZİ
Kaynakça
Akçadağ, Emine, “Dünya’da ve Türkiye’de Kamu Diplomasisi”, http://www.kamudiplomasisi.org/pdf/emineakcadag.pdf
Alacakaptan, Aydın G, “Orta Doğu’da Su Sorunu ve Türkiye”, Aksiyon Dergisi, 6 Ocak
1996, http://www.aksiyon.com.tr/dosyalar/ortadoguda-su-sorunu-ve-turkiye_501249
Alagöz, Mehmet, Sinem Yapar ve Ramazan Uçtu, “Türk Cumhuriyetleri ile İlişkilerimize Ekonomik Açıdan Bir Yaklaşım”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,
Sayı. 12, 2004, s.59-74.
Ataman, Muhittin, “Özal ve İslam Dünyası: İnanç ve Pragmatizm”, içinde İhsan Sezal ve
İhsan Dağı, ed., Kim Bu Özal? Siyaset, İktisat, Zihniyet (Boyut Kitapları, 2003 İstanbul),
s.351-384.
Ataman, Muhittin, “Özal ve Özalizm, Siyasette Yeniden Yapılanma: 1983-1993”, içinde
Tuğba Ünlü Bilgiç, Cihat Göktepe ed., İç ve Dış Gelişmelerle Türkiye’nin Demokrasi
Tarihi 1946-2012 (İstanbul: Ufuk Yayınları, 2014), s.259-283.
Ataman, Muhittin, “Özalist Dış Politika: Aktif ve Rasyonel Bir Anlayış”, Bilgi Dergisi,
Cilt. 5, Sayı. 2, 2003, s.49-64.
Aydın, Mustafa, “Kafkasya ve Orta Asya’yla İlişkiler”, içinde Baskın Oran ed., Türk Dış
Politikası Cilt 2: 1980-2001 (İstanbul: İletişim Yayınları, 2012), 366-439.
Balcı, Ali, Türkiye Dış Politikası İlkeler, Aktörler, Uygulamalar (Etkileşim Yayınları, 2013).
Barlas, Mehmet, Turgut Özal’ın Anıları (İstanbul: Birey Yayıncılık, 2001).
Büyükakıncı, Erhan, “Türk-Rus İlişkileri: Tarihsel Rekabetten Çok Boyutlu Ortaklığa
Geçiş”, içinde Erhan Büyükakıncı ve Eyüp Bacanlı, der,. Sovyetler Birliği’nin Dağılmasından Yirmi Yıl Sonra Rusya Federasyonu:Türk Dilli Halklar ve Türkiye İle İlişkiler (Ankara,:Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, 2012), s.779-842.
Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın 3. İzmir İktisat Kongresindeki Konuşmaları, İzmir, 4
Haziran 1992.
Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Karadeniz Ekonomik İşbirliği Zirvesi Açış Konuşması,
İstanbul, 25 Haziran 1992.
Davutoğlu, Ahmet, Stratejik Derinlik (İstanbul: Küre Yayınları, 2011).
Duman, Zeki, Türkiye’de Liberal-Muhafazakâr Siyaset ve Turgut Özal (Ankara: Kadim
Yayınları, 2010).
Erhan, Çağrı ve Tuğrul Arat, “Avrupa Topluluklarıyla İlişkiler”, içinde Baskın Oran, der.,
Türk Dış Politikası Cilt 2: 1980-2001 ( İstanbul: İletişim Yayınları, 2012), s.83-101.
Gözen, Ramazan, “Turgut Özal ve Körfez Savaşı: İdealler ve Gerçekler Açmazında Dış
Politika”, içinde İhsan Sezal ve İhsan Dağı, der,. Kim Bu Özal (İstanbul: Boyut Kitapları,
2003), s.309-350.
236
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
İzmirli, Resul, “Dönüşümcü Bir Lider Olarak Turgut Özal”, Dumlupınar Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı. 42, s.245-256.
Kalın, İbrahim, “Türk Dış Politikası ve Kamu Diplomasisi”, http://kdk.gov.tr/sag/
turk-dis-politikasi-ve-kamu-diplomasisi/20
Kara, Abdulvahap, Turgut Özal ve Türk Dünyası (İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık,
2012).
Karagül, Soner, “Türkiye’nin Balkanlardaki “Yumuşak Güç” Perspektii: Türk İşbirliği ve
Koordinasyon Ajansı”, Girişimcilik ve Kalkınma Dergisi, Cilt. 8, Sayı. 1, 2013, s.79-102.
Karpat, Kemal, Kısa Türkiye Tarihi 1800-2012 (İstanbul: Timaş Yayınları, 2014).
Kavak, Yüksel ve Gülsün Atanur Baskan, “Türkiye’nin Türk Cumhuriyetleri, Türk ve
Akraba Topluluklara Yönelik Eğitim Politika ve Uygulamaları”, Hacettepe Üniversitesi
Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı. 20, 2001, s.92-103.
Kösebalaban, Hasan, Türk Dış Politikası (İstanbul: Bigbank Yayınları, 2014).
Laçiner, Sedat, “Turgut Özal Period in Turkish Foreign Policy: Özalism”, USAK Yearbook,Sayı. 2, 2009, s.153-205.
Murrow, Edmund, “What is the Public Diplomacy”, http://letcher.tufts.edu/murrow/
diplomacy.
Nye, Joseph. Yumuşak Güç (Ankara: Elips Yayınları, 2005), çev. Rehyan İnan Aydın.
Oktay, Emel G., “Türkiye’nin Avrasya’daki Çok Taralı Girişimlerine Bir Örnek: Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü”, Uluslararası İlişkiler, Cilt: 3, Sayı:10 (Yaz 2006),
s.149-179.
Oran, Baskın, “TDP’nin Temel İlkeleri” içinde Baskın Oran, der., Türk Dış Politikası,
17.Baskı, Cilt 1: 1919-1980 (İstanbul: İletişim Yayınları, 2012).
Özdemir, Hikmet, Turgut Özal (İstanbul: Doğan Kitap, 2014).
Purtaş, Fırat, “Kültürel Diplomasi ve TÜRKSOY”, http://mekam.org/mekam/kulturel-diplomasi-ve-turksoy
Sancar, Gaye Aslı, Kamu Diplomasisi ve Uluslararası Halkla İlişkiler (İstanbul: Beta
Yayınları, 2012).
Tongut, Süleyman ve Cevit, Yavuz, “Sovyetler Birliğinin Dağılmasından Sonra Kırgızistan İle İlişkilerde Türk Medyası: TRT-Avrasya, TRT-Türk ve TRT-Avaz”, Manas Sosyal
Araştırmalar Dergisi, Cilt:3, Sayı:3, 2014, s.133-145.
Ulutürk, Yavuz, “25.Yılında Bulgaristan Göçü”, Zaman Gazetesi, 1 Haziran 2014.
Yılmaz, Muzafer Ercan, “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Türkiye Orta Asya Türk
Cumhuriyetleri İlişkiler”, Derleyen: Tayyar Arı, Orta Asya ve Kafkasya Rekabetten İşbirliğine (Bursa: MKM Yayıncılık, 2010), s. 419-438.
http://www.comcec.org/TR_YE/icerik.aspx?iid=111.
237
KAMU DİPLOMASİSİ PERSPEKTİFİYLE TURGUT ÖZAL DÖNEMİ
TÜRK DIŞ POLİTİKASININ ANALİZİ
http://www.deik.org.tr/287/DeikHakkinda.html.
http://www.mfa.gov.tr/karadeniz-ekonomik-isbirligi-orgutu-_kei_.tr.mfa.
http://www.mfa.gov.tr/turkey-and-the-economic-cooperation-organization-_eco_.
en.mfa.
http://www.reagan.utexas.edu/archives/speeches/1987/091687a.htm.
http://www.yesevi.edu.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=2&Itemid=4.
https://www.eximbank.gov.tr/TR,5/hakkimizda.html.
238
Üçüncü Bölüm
EKONOMİ
ÖZAL DÖNEMİ EKONOMİSİNE
GENEL BİR BAKIŞ
Umut ÜNAL*
70’li yılların sonunda Türkiye ekonomisi ciddi bir krizle karşı karşıyaydı. Krizin
temel etkenleri arasında dış ödemeler dengesindeki bozukluk ve sürekli artan
fiyatlar genel seviyesi ilk iki sırayı almıştı. Bütün bunların yanında ekonomi aynı
zamanda staglasyon süreci ile de karşı karşıya kalmıştı. Üretim azalıyor; buna
karşılık dış ticaret açığı da büyüyordu. Genel anlamda fiyat denetimleri olmasına
rağmen kıtlıklar ve karaborsa önlenemiyordu. En temel gıda maddelerini bile
temin etmekte zorlanan halk büyük zorluklarla geçiniyordu.
Yaşanan iktisadi problemlere aynı zamanda toplumsal ve siyasal sorunlar da
eşlik etmeye başlamıştı. İşçi sınıfı enlasyonda yaşanan sürekli artışa rağmen sendikal etkinlik sayesinde reel kayıplarını engellemek üzere mücadele veriyor ama
buna rağmen olası bir kayıp söz konusu olduğunda ivedilikle grev ve iş yavaşlatma eylemlerine gidiyorlardı. Sermaye sınıfı için de memnuniyetsizlik had safhadaydı. Üretim gitgide azaldığı için bu yolla para kazanma imkânı da azalmıştı.
1979 yılına gelindiğinde siyasi ortam büyük bir kargaşa içindeydi. Aralık
ayında Kısmi Senato ve beş milletvekilliği için yapılan ara seçimi Adalet Partisi büyük bir çoğunlukla kazanmış, Bülent Ecevit başkanlığındaki Cumhuriyet
Halk Partisi hükümeti istifa etmiş, Süleyman Demirel başkanlığında yeni bir hükümet kurulmuştu.1
12 Kasım 1979 tarihinde kurulan Adalet Partisi azınlık hükümeti karşı karşıya kaldığı iktisadi problemleri çözüp, ekonomideki kötü gidişata dur diyebilmek
amacıyla Turgut Özal’ı başbakanlık müsteşarı olarak atadı. Hükümet yine aynı
maksatla ekonomi literatürüne “24 Ocak Kararları” adı ile geçecek olan ve bir
takım iktisadi önlemler içeren paketi yürürlüğe koydu. 24 Ocak Kararları ana
hatları itibariyle aşağıdaki şekilde özetlenebilir:
•
Serbest piyasa ekonomisine geçiş,
•
Kambiyo rejimi serbestisi,
* Yrd. Doç. Dr. Turgut Özal Üniversitesi, İktisat Bölümü.
1 Tevik Çavdar, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi: 1950’den Günümüze, (Ankara: İmge Kitabevi), s. 258.
241
ÖZAL DÖNEMİ EKONOMİSİNE GENEL BİR BAKIŞ
•
Piyasa tarafından belirlenecek olan reel faiz,
•
İthal ikameci politikaların yerine döviz girdisini artırmayı benimseyen
ihracata dayalı bir ekonomi,
•
Kamunun ekonomi içindeki payının azaltılması.
Ancak adı geçen paket sadece bir iktisadi paket olmaktan ziyade ekonomide
köklü değişimlere yol açacaktı ve söz konusu değişikliklerin sistemli olarak uygulanabilmesi o günkü konjonktürde kolay değildi. Bunun için siyasi bir rejim
değişikliği gerekiyordu. İlgili değişiklik 12 Eylül darbesiyle sağlanacaktı.2
12 Eylül 1980 sabahı Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime bir kez daha el
koymuş, sivil iktidar bir kez daha devre dışı bırakılmış, bireysel, siyasal ve basın
özgürlüğünün kısıtlandığı sıkı yönetim düzenine geçilmişti. Daha önemlisi,
sıkı yönetimin getirdiği bir takım “ayrıcalıklar” sayesinde, askeri yönetim
üç yıl boyunca 24 Ocak Kararlarını ve bunların devamı olabilecek ekonomi
politikalarını rahatça uygulamakla kalmayıp, ilgili politikaların gelecek yıllarda
da uygulanması için gerek yasal gerekse toplumsal zemini oluşturmuş olacaktı.3
Başbakanlık Müsteşarı olarak Turgut Özal’ı atayan askeri vesayet 1981-1983
yılları arasında hüküm sürecek ve söz konusu dönem askeri rejim denetiminde
“liberal” bir ekonominin olduğu dönem olarak anılacaktı.4 Bu dönemde yaşanan en önemli sorunların başında, alınan tedbirler gereği hem mevduat hem de
kredi faizlerinin serbestçe belirlenmesinin getireceği sıkıntılar yer alacaktı. Şöyle
ki, faiz oranları serbest bırakıldığında büyük bankalar bir araya gelerek faiz üst
sınırını belirleyip centilmenlik anlaşmaları yaptılar. Ancak daha sonra ortaya çıkan bankerler, söz konusu üst sınırın dışına çıkıp bir faiz yarışı başlattılar. Özel
kesime çok yüksek faiz oranlarıyla kredi verip, yine aynı şekilde mudilere çok
yüksek faiz oranı taahhüt ettiler. Başta bu çarkı bir şekilde döndürebildiyseler de,
zamanla bankalar ve bankerler arasındaki faiz yarışının git gide tırmanmasından
ötürü, bankerin borç verdiği girişimci borcunu ödeyememeye başladı. Dolayısıyla bankerler de mudilere taahhüt ettikleri miktarları ödeyememeye başladılar.
Bu bir domino etkisi oluşturdu ve bankerler teker teker ilas etmeye başladılar.
Buna müteakip küçük bankalar da battı ve kamulaştırıldı.5 Bütün bu yaşananlar
sadece kamuoyunu sarsmakla kalmadı, aynı zamanda askeri yönetimi de sarstı ve
neticesinde Turgut Özal’ın hükümetten ayrılmasına sebep oldu.6
2 Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi 1908-2002,(Ankara: İmge Kitabevi, 2003), s. 148.
3 Özlem Eştürk “Türkiye’de Liberalizm: 1983-1989 Turgut Özal Dönemi Örneği”, (Basılmamış Yüksek Lisans
Tezi, Mustafa Kemal Üniversitesi, 2013), s. 30.
4 Boratav, 2003, s.150.
5 Mustafa Sönmez, Türkiye Ekonomisinin 80 Yılı (İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayınları, 2004), s. 65-100.
6 Boratav, 2003, s. 151.
242
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Hiç bir darbe hükümeti sonsuza dek iktidarda kalamazdı. Askeri vesayet yerini sivil iktidara para piyasası krizini bahane ederek bırakacaktı. 6 Kasım 1983
tarihinde yapılan genel seçimlerden, rakiplerine göre daha sivil görünüme haiz
olan, Turgut Özal başkanlığındaki Anavatan Partisi (ANAP) büyük bir zaferle
çıktı. Öyle ki, ANAP katılımın %92.3 olduğu seçimde oyların %52.88’ini almış
ve 211 milletvekiliyle tek başına iktidar olmuştu.7 Türkiye bu seçimlerle birlikte
artık yeni bir döneme girmişti.
1983 seçiminin ardından 1987 yılında yapılan seçimde de ANAP oyların
%36.3’ünü alarak 292 milletvekili8 ile yine seçimden birinci parti olarak çıkmıştı.9 ANAP 1991 yılına kadar iktidarda kalacak ancak Turgut Özal 1989 yılından
itibaren siyasi hayatına Cumhurbaşkanı olarak devam edecekti.
Bu çalışmanın temel amacı Turgut Özal dönemi makroekonomik
göstergelerdeki değişiklikleri ele almaktır. Bu sebeple, Gayrı Sai Yurtiçi Hasıla
(GSYİH), kişi başına düşen GSYİH, iktisadi faaliyet kollarına göre GSYİH,
yatırım, enlasyon, işsizlik, cari işlemler dengesi, dış borç stoku ve yapısı, uluslararası doğrudan yabancı sermaye girişi ve dış ticaret verilerinin ilgili dönem
itibariyle Türkiye’de nasıl şekillendiği ve aynı zamanda –veriler elde edilebildiği
sürece- ilgili makroekonomik göstergelerdeki ülke performansının dünya ortalaması ve gelişmiş ülkeler ortalaması ile kıyaslanması hedelenmiştir. Literatürde
öne çıkan çalışmalar her ne kadar Turgut Özal dönemini 1984-1988 yılları arası
olarak ele alsa da, yukarıda bahsedilen tarihsel ve siyasi gelişmelerden ötürü bu
çalışma boyunca 1980-1989 yılları arasındaki iktisadi gelişmeler ele alınacaktır.
1980-1989 dönemi zaman zaman ilgili alt dönemler ele alınarak da değerlendirilecektir.
Turgut Özal dönemi geneli itibariyle birçok makaleye, ders kitabına daha
genel bir ifade ile bilimsel araştırmalara konu olmuştur. Bu çalışmayı diğerlerinden
ayıran iki temel özellik vardır. Bunlardan ilki, ilgili dönem değerlendirilirken
Türkiye’nin performansı ile birlikte dünya genelinin ve veriler elde edilebildiği müddetçe gelişmiş ülkelerin performansı ile karşılaştırılmasıdır. İkincisi ise,
çalışma boyunca makroekonomik değişkenlerdeki değişmenin olası sebep ve sonuçlarına değinilmesi, yorumdan uzak kalmaya çalışılması ve takdirin okuyucuya
bırakılmasıdır. Bu bağlamda çalışma üç bölümden oluşmaktadır. İkinci bölümde
dönemin temel makroekonomik göstergelerindeki değişmeler ele alınmakta, son
bölümünde ise nihai değerlendirmeler yapılmaktadır.
7 Türkiye İstatistik Kurumu Verileri, http://www.tuik.gov.tr
8 İlgili seçimlerde bölge barajı sistemi kullanılmıştır.
9 Türkiye İstatistik Kurumu Verileri, http://www.tuik.gov.tr
243
ÖZAL DÖNEMİ EKONOMİSİNE GENEL BİR BAKIŞ
Makroekonomik Göstergelerdeki Değişmeler
Bu bölümde çeşitli makroekonomik değişkenler ele alınacak ve ilgili değişkenler
1980-1989 dönemi boyunca incelenip analiz edilecektir. Bu bağlamda, ekonomik verilerin elde edilebilirliği ile ilişkili olarak Türkiye verileri dünya ortalaması
ve gelişmiş ülkeler ortalaması ile kıyaslanacaktır. Temel anlamda veriler üç kategori altında incelenecektir.
Büyüme-Yatırım-İstihdam
Bu alt bölümde büyüme, yatırım ve istihdam göstergelerindeki değişiklikler ele
alınacaktır. Bu bağlamda GSYİH, kişi başına düşen GSYİH, iktisadi faaliyet
kollarına göre GSYİH, yatırım, enlasyon ve işsizlik oranlarının yıllar itibariyle
gösterdiği gelişmeler değerlendirilecektir.
Şekil 1: GSYİH Yıllık Değişim (%), 2005 Fiyatlarıyla
Kaynak: Dünya Bankası, Dünya Gelişim Göstergeleri.
GSYİH’daki yıllık değişimini ele aldığımızda Türkiye’nin performansının
1980, 1988 ve 1989 yılları haricinde gerek dünya ortalaması gerekse gelişmiş
ülkeler ortalamasından daha iyi bir durumda olduğunu söyleyebiliriz (Şekil 1).
Yine bu yıllar arasında sadece 1980 yılında bir ekonomik daralma yaşanmış, diğer grup ortalamalarının altında kalınan yıllarda dahi ekonomik büyüme gerçekleşmiştir. Öte yandan, 1987 yılında yakalanan %9.49’luk büyüme, yine aynı yıldaki dünya ortalaması olan %3.47 ve gelişmiş ülkeler ortalaması olan %3.40’lık
rakamların yaklaşık 2.7 katına tekabül etmektedir. 1980-1989 döneminde Türkiye’de yıllık ortalama büyüme %4.1 olarak gerçekleşmiş, dünya ortalaması olan
%3.07’nin ve gelişmiş ülkeler ortalaması olan %3.01’in üzerinde kalarak büyük
bir başarı elde edilmiştir.
244
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Şekil 2: Kişi Başına Düşen GSYİH Yıllık Değişim (%) 2005 Fiyatlarıyla
Kaynak: Dünya Bankası, Dünya Gelişim Göstergeleri.
Şekil 2’de kişi başına düşen GSYİH ele alındığında da benzer bir tablo ortaya
çıkmaktadır. Kayda değer tek fark gelişmiş ülkelerin ilgili dönemde yıllık bazda
ortalama büyüme oranının %2.26 olarak gerçekleşerek, Türkiye ortalaması olan
%1.91’in ve dünya ortalaması olan %1.29’un üzerinde yer almasıdır. Burada
her ne kadar gelişmiş ülkelerin ekonomik performanslarının etkileyici düzeyde
olduğunun üzerine vurgu yapılması gerekse de yine aynı ülke grubundaki nüfus
artış oranlarının dünya ve Türkiye ortalamasının altında olduğu da dikkatten
kaçmamalıdır.
Şekil 3: İktisadi Faaliyet Kollarına Göre GSYİH
Kaynak: Birleşmiş Milletler İstatistik Bölümü, Ulusal Hesaplar.
Şekil 3 iktisadi faaliyet kollarına göre GSYİH’yı ele almaktadır. 1980-1989
dönemi incelendiğinde Türkiye’de tarım sektörünün payı %16.4’ten %9.7’ye,
hizmet sektörünün payı %44.9’dan %40.7’ye düşmüş, sanayinin sektörünün
245
ÖZAL DÖNEMİ EKONOMİSİNE GENEL BİR BAKIŞ
payı ise %38.7’den %49.6’ya yükselmiştir. Yine aynı dönemde dünya ortalamalarına bakıldığında karşımıza daha farklı bir tablo ortaya çıkmaktadır. Tarım sektörünün GSYİH’daki payı %5.8’den %4.6’ya, sanayi sektörünün payı %43.8’den
%39.4’e düşerken; hizmet sektörünün payı ise %50.4’ten %56’ya yükselmiştir.
Bir başka deyişle dünya genelinde üretimin katma değer ağırlığı hizmet sektörü
üzerinde yoğunlaşırken, ilgili dönemde Türkiye’de tam tersine sanayi sektörünün
üretimdeki payının gitgide arttığı gözlemlenmektedir. Bunun altında yatan temel sebepler arasında Türkiye’nin göreli olarak geriden gelen sanayileşme atakları
gösterilebildiği gibi 1982 yılında yaşamış olduğu sermaye piyasası krizi neticesinde ağır bir darbe alan ve hizmet sektörünün önemli bir parçası olan bankacılık
kesimi de gösterilebilir.
Şekil 4: Yatırımların GSYİH’ye Oranı
Kaynak: Uluslararası Para Fonu, Dünya Ekonomik Görünümü Verileri.
Şekil 4 yatırımların GSYİH’ya oranını göstermektedir. Ele alınan dönem boyunca Türkiye’de söz konusu oran %19.3 ve %26.5 aralığında dalgalanıp, ortalama %22.7’lik bir performans göstererek, gelişmiş ülkeler ve dünya ortalamalarının altında seyretmiştir. Bilhassa 1983-1985 yılları arasında, diğer gruplarla olan
farkın ciddi manada açılmış olduğu tespit edilmektedir. Burada dikkati çeken en
önemli husus, 1980-1989 döneminde Şekil 1’de de gösterildiği gibi Türkiye’de
GSYİH’nın artış hızının gerek gelişmiş ülkeler ortalamasından gerekse dünya ortalamasından oldukça yukarıda olmasına rağmen yatırımların GSYİH’ya oranı
ortalamasında aynı durumun söz konusu olmaması; hatta gerek gelişmiş ülkeler
gerekse dünya ortalamasının altında kalmasıdır. Bu durumdan çıkarılabilecek temel argüman büyümenin kaynağının ve/veya kalitesinin sorgulanmasıdır. Büyümenin kaynağı olarak üretimdeki artıştan ziyade askeri vesayet döneminin doğal
bir mirası olarak ortaya çıkan atıl kapasite kullanımı gösterilebilir. Söz konusu
246
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
tarzda bir büyümenin ne kadar sürdürülebilir olduğu tartışmaya açıktır.
Şekil 5: Enlasyon Oranı
Kaynak: Uluslararası Para Fonu, Dünya Ekonomik Görünümü Verileri.
Şekil 5 ilgili dönemde Türkiye, dünya ve gelişmiş ülkelerdeki enlasyon oranlarını göstermektedir. Ele alınan dönem boyunca Türkiye’de enlasyon oranının
yüksekliği göze çarpmaktadır. Hatta söz konusu oran 1980 yılında 1979’da yaşanan petrol fiyatlarındaki anormal artış ve askeri rejimin de etkisiyle olsa gerek- üç haneli rakamlara ulaşmıştır. Genel itibariyle, askeri vesayet döneminin
sona ermesi ve ANAP’ın iktidara gelmesi ile birlikte enlasyon oranında kayda
değer bir düşüş sağlansa da, 1980-1989 yılları arasında ortalama enlasyon Türkiye’de %51.3 ile dünya ortalaması olan %16.6 ve gelişmiş ülkeler ortalaması olan
%6.5’in oldukça üzerinde seyretmiştir. Boratav10 enlasyonun bu denli yüksek
seyrinin temel sebepleri arasında ücretlilerin ve tüketicilerin katkılarına dayanacak şekilde köklü değişiklikler yapılan vergi sistemini ve ANAP’ın popülist politikalarını göstermektedir. Öte yandan diğer bir sebep olarak da serbestleşen ithal
mallara olan yüksek talepten ötürü artan tüketimin enlasyonist bir baskıya yol
açtığı da diğer bir sebep olarak düşünülebilir.
10 Boratav, 2003, s.153.
247
ÖZAL DÖNEMİ EKONOMİSİNE GENEL BİR BAKIŞ
Şekil 6: İşsizlik Oranı
Kaynak: Uluslararası Para Fonu, Dünya Ekonomik Görünümü Verileri.
Şekil 6 ilgili yıllar itibariyle işsizlik oranını göstermektedir.11 Söz konusu
dönem boyunca Türkiye’de işsizlik oranı ortalaması %7.7 olarak gerçekleşirken,
aynı oran gelişmiş ülkeler için %6.8 olmuştur. Gelişmekte olan bir ülke olan
Türkiye’nin gelişmiş ülkeler ortalamasına bu denli yaklaşması dikkat çekici bir
durumdur. Özellikle, 1984-1987 yılları arasındaki başarı göze çarpmaktadır. Dönem boyunca işsizlik oranında yakalanan başarı Turgut Özal’ın uygulamış olduğu politikaların bir neticesi olarak görülebilir. Ancak, dönem sonu itibariyle tekrar artmaya başlayan işsizlik oranı Turgut Özal döneminin en çok tenkit edilen
tarafı; bir başka ifade ile zayıf halkası olan bölüşüm ilişkilerinde12 güdülmüş olan
emek aleyhtarı politikaların sonucu olarak da görülebilir. Yine bir diğer sebep
olarak bir sonraki graiği açıklarken üzerinde durulacak olan 4 Şubat kararları
neticesinde ekonominin yaşamış olduğu staglasyon süreci de görülebilir.
Ödemeler Dengesi-Dış Borçlanma
Bu alt bölümde ödemeler dengesi ve dış borçlanma göstergelerindeki değişiklikler ele alınacaktır. Bu bağlamda cari işlemler dengesinin GSYİH’ya oranı, Türkiye’nin dış borç stoku ve yapısı, uluslararası doğrudan sermaye girişi ve söz konusu
değerin GSYİH’ya oranı gibi makroekonomik göstergelerdeki değişimler yıllar
itibariyle değerlendirilecektir.
11 Dünya genelinde işsizlik verisi ilgili kaynaklarda yer almadığından burada ilgili yıllar için Türkiye ve gelişmiş ülkeler ortalaması kıyaslanacaktır.
12 Yakup Kepenek ve Nurhan Yentürk, Türkiye Ekonomisi, (İstanbul: Remzi Kitabevi, 2009), s.200-212.
248
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Şekil 7: Cari İşlemler Dengesinin GSYİH’ya Oranı
Kaynak: Uluslararası Para Fonu, Dünya Ekonomik Görünümü Verileri.
Şekil 7 cari işlemler dengesinin GSYİH’ya oranını göstermektedir. Yıllar itibariyle incelendiğinde Türkiye’de 1988 ve 1989 yılları haricinde cari açık oranı
gelişmiş ülkeler ve dünya genelinden daha kötü bir durumda olsa bile 1983 yılından başlayarak cari açıkta kademeli bir azalma yaşamıştır. Cari açığın temel
sebebi olarak alınan büyük ölçekli dış krediler gösterilebilir.13 Diğer bir önemli
faktör ise serbestleştirilmesi sonucu ciddi manada artış gösteren ithalattır. Öte
yandan, 1988 ve 1989 yıllarında cari işlemler açığının fazlaya dönmesindeki temel sebep ise 1987 yılında New York borsasında başlayan çöküşün az gelişmiş
ve gelişmekte olan ülkeleri ciddi manada etkilemesi ve Türkiye’nin de bundan
nasibini alıp 4 Şubat 1988 tarihinde yürürlüğe koyduğu ve literatüre ‘4 Şubat
Kararları’ olarak geçecek olan istikrar önlemleri olarak gösterilebilir. Söz konusu
kararlar mali piyasalara yönelik düzenlemeleri içermekte, ancak vergi gelirlerini
artırmaya yönelik kısmi önlemler de barındırmaktadır. İlk etapta banka mevduat
munzam karşılıkları, genel disponibilite oranları ve Türk Lirası bazında tasarrufu özendirmek adına vadesiz ve kısa vadeli mevduatlara uygulanan faiz oranları
artırıldı. Döviz ve dış ticaret piyasasında döviz girişini artırmak maksadıyla ihracat gelirini yükseltici, ithalatı ise baskılamak amaçlı önlemler alındı. Örneğin,
ihracatçıların ihracat gelirlerinin tamamını yurda getirmesi zorunlu kılındı. Benzer biçimde, ithalat depozitoları yükseltildi. Diğer yandan iç talebi baskılamak
adına dolaylı vergilerde artışa gidildi.14 Alınan tüm bu önlemler sonucu kronik
bir problem olan cari açıkta ciddi bir daralma söz konusu oldu ve 1988 yılında
cari işlemler bilançosu $1.6 milyar fazla verdi. Söz konusu rakam dönemin GSYİH’sının %1.3’üne tekabül etmekteydi.
13 Gülten Kazgan, Tanzimattan 21. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi (İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2009),
s. 136.
14 Kazgan, 2009, s. 146.
249
ÖZAL DÖNEMİ EKONOMİSİNE GENEL BİR BAKIŞ
Şekil 8: Türkiye’nin Yıllar İtibariyle Dış Borç Stoku ve Yapısı
Kaynak: Dünya Bankası, Dünya Gelişim Göstergeleri.
Şekil 8 ilgili yıllar itibariyle Türkiye’nin dış borç stoku ve alt kalemleri ile
toplam dış borcun Gayri Sai Milli Hasıla’ya (GSMH) oranını göstermektedir.
1980 yılında $19.1 milyar olan dış borç stoku 1987 yılına kadar hızlı bir artış
göstermekte ve aynı yıl itibariyle $40.9 milyara ulaşmaktadır. 4 Şubat kararları ile
bu artışın hızı kesilmekte ve dönem sonu itibariyle toplam dış borç stoku $41.6
milyar olmaktadır. Yani 1980-1989 dönemi bir bütün olarak ele alındığında toplam dış borç stokunda %117.3’lük bir artış söz konusudur. Dış borç stokunun
GSMH’ya oranı incelendiğinde yine çarpıcı sonuçlar ortaya çıkmaktadır. 1980
yılı itibariyle %28.3 olan oran 1987 yılına gelindiğinde %44.6 gibi uç bir noktaya ulaşmış, yine 4 Şubat kararlarının etkisi ile 1989 yılı itibariyle %39.7’ye düşmüştür. Buradan çıkarılacak en önemli sonuç dönem boyunca ulusal gelirdeki
artışın dış borç stokundaki artıştan daha az olduğudur. Dış borç stokunun yapısı
incelendiğinde ise kısa vadeli dış borç stokunun toplam dış borç stoku içindeki
payının 1980 yılında %13’ten 1986 yılına kadar hızlı bir artış gösterip %19.3’e
yükseldiği, 4 Şubat kararlarının etkisiyle düşüşe geçip 1989 yılında %13.8’e indiği görülmektedir. Uzun vadeli dış borç stokunun yapısında ise tam tersi bir
durum söz konusudur. Şöyle ki; kısa vadeli dış borç stokunun arttığı yıllarda
uzun vadeli dış borç stoku azalmış bir başka ifade ile uzun vadeli dış borç kısa
vadeli dış borç ile ikame edilmiş; kısa vadeli dış borç stokunun azaldığı yıllarda
ise uzun vadeli dış borç stoku artmış kısa vadeli dış borç uzun vadeli dış borç ile
ikâme edilmiştir. Rakamlarla ifade etmek gerekirse, kısa vadeli dış borcun arttığı
1980-1986 yılları arasında uzun vadeli dış borç stokunun toplam dış borç stokuna oranı %81.7’den %77.4’e düşmüştür. Yine aynı şekilde kısa vadeli dış borç
stokunun azaldığı 1986-1989 döneminde ise uzun vadeli dış borç stokunun top-
250
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
lam dış borç stokuna oranı %77.4’ten %86.1’e yükselmiştir. Dış borç stokunun
bir diğer kalemi olan IMF kredi borcu ise 1980-1983 döneminde uzun vadeli
dış borç stoku ile ikâme edilerek toplam dış borç stoku içindeki payı %5.5’ten
%7.7’ye yükselmiş ve söz konusu oran 1983 yılından sonra ise sürekli ve düzenli
olarak azalma eğilimine girerek 1989 yılı itibariyle %0.1 olarak gerçekleşmiştir.
Şekil 9: Türkiye’ye Yıllar İtibariyle Uluslararası Doğrudan Sermaye Girişi
Kaynak: Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı Verileri.
Şekil 9 incelediğimiz dönem için Türkiye’de uluslararası doğrudan sermaye
giriş miktarlarını ve söz konusu miktarların yıllar itibariyle GSYİH’ya oranlarını
vermektedir. 1980 yılı itibariyle uluslararası doğrudan sermaye girişi $1.8 milyon
olarak gerçekleşirken, ilgili rakam GSYİH’nın sadece %0.03’üne karşılık gelmektedir. Durum göreli olarak iniş çıkışlar gösterse de 1983 yılında genel çerçevede
bir değişiklik olmamıştır. Elbette askeri vesayet altında olan bir ülkeye yabancı
yatırımın gelmesini beklemek çok da rasyonel değildir. Ancak yine de doğrudan
yabancı sermayeyi çekmek adına Türkiye’nin 1983 öncesi dönemde yeteri kadar
çabası olmadığı da aşikardır. Zira ilgili yıl itibariyle henüz ülkede bir borsa dahi
yoktu.
1983 yılındaki seçimlerle iktidara gelen Turgut Özal Hükümeti›nin yapmış
olduğu çalışmaların neticesini aldığı bir diğer kalem de uluslararası doğrudan
sermaye girişinin artmasıdır. Zira, 1984-1989 yılları boyunca ekonomide
liberalleşme adına ciddi reformlar yapılmıştı. 1985’te kurulan serbest bölgeler,
komşu ülkelerle sınır ticaretinin serbestleştirilmesi, yabancı bankaların şube
açmaları gibi düzenlemeler yabancı sermayeyi çekme yolunda atılan önemli
adımlardı. Yapılan tüm bu düzenlemeler etkilerini hissettirmeye başlamış,
uluslararası doğrudan sermaye girişi 1984 yılından itibaren yeni bir boyut
kazanmıştı. Aynı yıl temelleri atılan ve Turgut Özal’ın 1986 yılında çaldığı gong
251
ÖZAL DÖNEMİ EKONOMİSİNE GENEL BİR BAKIŞ
ile işlemlerine başlayan İstanbul Menkul Kıymetler Borsası, hali hazırdaki sürece
yeni bir ivme kazandırmıştı. Zira 1986 yılında başlatılan özelleştirme sürecinde
Kamu İktisadi Teşebbüsleri hisselerinin borsada satılabilmesi bu vesile ile mümkün olmuştu. 1989 yılında sermaye hareketleri bilançosu işlemleri de serbestleştirildikten sonra yabancıların piyasaya girmesinin önündeki tüm engeller kalkmış
oldu.15 1986-1989 yılları arasında özelleştirmeden de ciddi manada bir kaynak
sağlanmış oldu. İlgili yıllar arasında toplamda $160 milyon’luk özelleştirme geliri
elde edildi.16
Tüm bu çabalar neticesinde, genel çerçeveye bakıldığında 1980 yılında sadece $18 milyon olan uluslararası doğrudan sermaye girişi 1989 yılı itibariyle $663
milyon’a ulaşmıştı. Bu rakam 1989 yılı için GSYİH’nın yaklaşık %0.62’sine tekabül etmekteydi.
Dış Ticaret
Bu bölümde Turgut Özal ismi anıldığında ekonomik çevrelerce akla gelen göstergelerin başında olan dış ticaret verileri kapsamlı bir şekilde incelenecektir. Bu
bağlamda ithalat, ihracat, dış ticaret dengesi, dış ticaret hacmi ve ihracatın ithalatı
karşılama oranı (ihracat/ithalat) ile dış ticaretin GSMH’ya oranının yıllar itibariyle gösterdiği gelişmeler değerlendirilecektir.
Şekil 10: Türkiye’de Yıllar İtibariyle Dış Ticaretin Yapısı
Kaynak: Türkiye İstatistik Kurumu.
Şekil 10 Türkiye’nin ithalat, ihracat, dış ticaret dengesi, dış ticaret hacmi ve
ihracatın ithalatı karşılama oranı (ihracat/ithalat) verilerini ilgili dönem itibariyle
göstermektedir. Kısaca değinmek gerekirse, 1980 yılında $2.9 milyar olan ihra15 Kazgan, 2009, s. 139.
16 M. Necati Doğan, der., Rakamlarla Özelleştirme, (Ankara: T.C. Özelleştirme Başbakanlık İdaresi Başkanlığı
Yayınları), s. 25.
252
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
cat rakamı yılda ortalama %14.9’luk bir artış ile 1989 yılına gelindiğinde $11.6
milyara ulaşmıştır. %14.9’luk yıllık ortalama artış oranı aynı dönem dünya geneli
ortalaması olan %5.1’in oldukça üzerinde seyretmiştir. Benzer tablo ithalat rakamlarına bakıldığında da karşımıza çıkmaktadır. 1980 yılı itibariyle $7.9 milyar
olan ithal mal ve hizmet rakamı 1989 yılında $15.8 milyara yükselmiştir. Türkiye için gerçekleşen yıllık ortalama artış hızı %7.2 düzeyi ile aynı dönem dünya
geneli ortalaması olan %5’in oldukça üzerindedir. Burada dikkati çeken husus
ithalattaki artış hızının ihracattakine oranla daha düşük kalmasıdır. Bu durum
ülkenin lehine olmuş, dış ticaret açığında bir azalma meydana gelmiştir. Daha net
bir ifade ile, 1980 yılı itibariyle yaklaşık $5 milyar olan dış ticaret açığı dönem
sonunda %16.7 oranında azalarak $4.2 milyara inmiştir. Bunun ötesinde, benzer
nedenden dolayı ihracatın ithalatı karşılama oranında da kayda değer gelişmeler
elde edilmiştir. 1980 yılı itibariyle yaklaşık %36.8 olan oran dönem boyunca
kademeli olarak artış göstermiş, 1989 yılına gelindiğinde ise %73.6 gibi bir değer almıştır. Özellikle 1988 yılında yakalanan %81.4’lük oran dikkati çekmekte,
kayda değer bir gelişim olarak ele alınmaktadır.
Şekil 11: Dış Ticaretin GSMH’ya Oranı
Kaynak: Türkiye İstatistik Kurumu ve Yazarın Hesaplamaları.
Şekil 11 ilgili dönem boyunca Türkiye ve dünyada dış ticaret hacminin GSMH’ya oranını göstermektedir. İlgili gösterge ekonomi literatüründe dışa açıklık
oranını ifade etmekte, grafikte de gösterildiği üzere dış ticaret hacminin (ihracat
artı ithalat) GSMH’ya oranı şeklinde hesaplanmaktadır. Benzer biçimde, söz konusu oran ülkenin dış ticarete olan bağımlılığını da göstermektedir. Bu oran bire
ne kadar yakınsa ülke ekonomisinin dışa o ölçüde açık olduğunu, sıfıra ne kadar
yakınsa da ülke ekonomisinin dışa o kadar kapalı olduğunu, bir başka ifade ile
dış ticaretin ülke ekonomisinde öneminin o denli az olduğunu ifade eder. 1980
253
ÖZAL DÖNEMİ EKONOMİSİNE GENEL BİR BAKIŞ
yılı itibariyle dışa açıklık oranının Türkiye’de yaklaşık %16.1 ile dünya ortalaması
olan %40.9 değerinin oldukça altında seyrettiği görülmektedir. Dönemin tamamı değerlendirildiğinde ise Türkiye’nin dünya ortalamasına yaklaştığı, aradaki
makasın kapandığı görülmektedir. 1989 yılında söz konusu oran Türkiye için
%25.8, dünya ortalaması içinse %39.0 olarak gerçekleşmiştir.
Sonuç
Bu çalışmada Turgut Özal’ın Türkiye ekonomisinde kilit rol üstlendiği 19801989 döneminde ülke ekonomisindeki makroekonomik değişkenlerin performansı, dünyadaki ekonomik gelişmeler ışığı altında ele alınmıştır.
1980-1989 dönemi mirasını devraldığı son 20 yılda sadece dış dünyaya kapalı bir ekonomi olarak kalmayıp aynı zamanda iki askeri darbeye maruz kalmıştı. Bu darbelerden üçüncüsü olan 12 Eylül darbesi de ilgili dönemin tam da
başında olmuştu.
1980 yılına yaklaşıldığında dünya ekonomisi ve siyasetindeki gelişmeler de
pek iç açıcı değildi. Petrol fiyatları son 10 yılda ciddi manada artış kaydetmiş, ülkeler henüz o günlere kadar adı bile bilinmeyen staglasyonla karşı karşıya kalmanın vermiş olduğu sıkıntılarla mücadele etmekteydi. Bu bakımdan 1980-1989
dönemi belki de en ülkenin en zorlu, siyasi sorumluluğun alınabileceği en riskli
dönemlerden biriydi.
1981 yılında Başbakanlık Müsteşarı olarak göreve gelen Turgut Özal, 1983
yılı seçimlerinden büyük bir zaferle çıkmış, oyların büyük çoğunluğunu alarak
tek başına iktidar olmuştu. Kurucusu olduğu ANAP 1987 seçimlerini yine birinci parti olarak noktalamıştı. 1989 yılında Cumhurbaşkanlığı makamına seçilmiş,
vefat ettiği 1993 yılına kadar bu görevi sürdürmüştü.
Turgut Özal’ın başbakanlık yaptığı 1983-1989 yılları arası Türkiye açısından
büyük değişimlere sahne olmuştur. Söz konusu dönem ithalat yasaklarının kalktığı, Türkiye’nin dünyaya entegre olduğu, uluslararası doğrudan sermaye girişinin ciddi manada artış gösterdiği, kişi başına düşen GSYİH’nın artışında gelişmiş
ülke grupları ve dünya ortalamasına göre ciddi anlamda üstünlükler içeren yıllar olarak geçtiği kadar; özellikle bölüşüm ilişkilerindeki gelişmelerin tartışıldığı,
yüksek enlasyon ve işsizliğin tenkit edildiği, dış borç stoku ve iç piyasadaki vergi
yükünün ciddi manada arttığı yıllar olarak da anılmaktadır. Bu çalışma boyunca
ilgili verilerle birlikte yukarıda bahsedilen tüm bu olguların değerlendirilmesi
yapılmaya çalışılmış ve takdir okuyucuya bırakılmıştır.
254
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Kaynakça
Birleşmiş Milletler İstatistik Bölümü, Ulusal Hesaplar Veri Tabanı, 25.12.2014, http://
unstats.un.org/unsd/snaama/selbasicFast.asp.
Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı Verileri, 25.12.2014, http://unctad.
org/en/Pages/DIAE/FDI%20Statistics/FDI-Statistics.aspx.
Boratav Korkut, Türkiye İktisat Tarihi 1908-2002,(Ankara: İmge Kitabevi, 2003), s. 148.
Çavdar Tevik, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi: 1950’den Günümüze, (3. Baskı, Ankara:
İmge Kitabevi), s. 258.
Doğan M. Necati, der., Rakamlarla Özelleştirme, (Ankara: T.C. Özelleştirme Başbakanlık
İdaresi Başkanlığı Yayınları), s. 25.
Dünya Bankası, Dünya Gelişim Göstergeleri, 25.12.2014, http://data.worldbank.org/
data-catalog/world-development-indicators.
Eştürk Özlem, “Türkiye’de Liberalizm: 1983-1989 Turgut Özal Dönemi Örneği,
(Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Mustafa Kemal Üniversitesi, 2013), s. 30.
Kazgan Gülten, Tanzimattan 21. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi (İstanbul: Bilgi Üniversitesi
Yayınları, 2009), s. 136.
Kepenek Yakup ve Yentürk Nurhan, Türkiye Ekonomisi, (İstanbul: Remzi Kitabevi,
2009), s.200-212.
Sönmez Mustafa, Türkiye Ekonomisinin 80 Yılı (İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayınları, 2004), s. 65-100.
Türkiye İstatistik Kurumu Veri Tabanı, 25.12.2014, http://www.tuik.gov.tr.
Uluslararası Para Fonu, Dünya Ekonomik Görünümü Verileri, 25.12.2014, http://www.
imf.org/external/pubs/ft/weo/2014/02/.
255
TÜRKİYE EKONOMİSİNDE ENERJİ VE
ULAŞTIRMADA YAPISAL DÖNÜŞÜM: ÖZAL’LI
YILLAR (1983-1991)
Erkan DEMİRBAŞ*
Nurettin CAN*
Dünya ekonomisinin büyük resmine bakıldığında 1970’li yıllar, enerji krizlerinin yaşandığı, gelişmiş ülkelerde maliye politikalarının uygulandığı, Sovyetler
Birliği’nin iktisat politikalarının ekonomide hantallığa yol açtığı ve kaynak israfının olduğu bir dönemdir.1980’li yıllar ise dışa açık liberal politikaların yaygın
bir şekilde benimsenerek, rekabetçilik ve kaynakların etkin ve verimli bir şekilde
tahsisi ile ekonomilerde büyümenin gerçekleştiği yeni bir dönemin başlangıcıdır.
Türkiye ekonomi tarihine bakıldığında dünyada hakim genel ekonomi politikalarının tatbik edilmeye çalışıldığı gözlenmektedir.
Türkiye ekonomi tarihinin dönüm noktalarından birisi de hiç şüphesiz 24
Ocak 1980 tarihinde alınan ekonomik kararlardır. Bu kararlar bir devrin bittiğinin ve yeni bir dönemin başladığının da işaret fişeğidir. Biten devir hiç şüphesiz
ithal ikâmeci politikalar eşliğinde dışa kapalı kalkınma modelinin sonlandırılması ve buna mukabil başlayan dönem ise ihracata dayalı üretim ve büyümeyi başarmaya yönelik dış dünyaya entegrasyona açık dönemdir. Bu dönemin mimarı
da önce bürokrat sonra siyaset adamı olan Turgut Özal’dır.
Bu çalışmada Özal’lı yılların ekonomisini; seçilmiş sektörlerdeki kamu
yatırımlarını ve ekonomideki yapısal dönüşümü mercek altına alacağız. Kamu
kesimi ağırlıklı kalkınma modelinden, özel kesim ağırlıklı bir ekonomiye geçiş
için ekonomide yapısal dönüşümlerin gerçekleştirilmeye çalışıldığı bu dönem ayrıca “serbest piyasa ekonomisi” şartlarının altyapısının da kurulduğu dönemdir.
Çalışma, Turgut Özal’ın ANAP başkanı olarak tek başına iktidara geldiği 1983
yılı ile Cumhurbaşkanı olduğu 1991 yılları arasını kapsamaktadır.
Liberal ekonomik sistemde, özel kesimin hem üretim hem de istihdamda
ağırlıklı olması beklenir. Ekonomimizde ihracata dayalı üretim ve kalkınma
modeli için gerekli dönüşümün sağlanmasında ulaştırma ve enerji gibi altyapı
faaliyetlerinin gerçekleştirilmesi ve modernleştirilmesi büyük önem arz etmekte* Doç. Dr., Turgut Özal Üniversitesi, İktisat Bölümü.
257
TÜRKİYE EKONOMİSİNDE ENERJİ VE
ULAŞTIRMADA YAPISAL DÖNÜŞÜM: ÖZAL’LI YILLAR (1983-1991)
dir. Bu sektörler aynı zamanda özel sektörün üretim sürecinde ihtiyaç duyulan en
temel girdilerin temininde kilit role sahiptirler.
Rekabetçilik, dışa açılma ve ihracatı artırmanın enerji ve ulaştırma sektörlerindeki yatırımlarla ilişkisi sebebiyle ekonomide ağırlıklı olarak yapısal
dönüşüm politikaları uygulanmıştır. Özal’lı yılların ekonomisinde enerji ve
ulaştırma alt başlıklarında nitel ve nicel veriler irdelenerek ekonomik performans
değerlendirmeleri yapılacaktır. Ayrıca Özal’lı yıllar ile diğer periyodların
karşılaştırmaları yapılarak dinamik analiz metotları tatbik edilecektir.
Özal’lı Yıllarda Büyüme Performansı
Özal’lı dönemlerde ekonomik performansın en önemli göstergesi olarak sabit
fiyatlarla büyüme hızına bakmak yerinde olacaktır. Burada 1987 temel fiyatları
baz alınarak hazırlanan büyüme verileri dikkate alınacaktır.
1981-1983 dönemi ekonomik büyüme açısından yeniden toparlanma dönemidir. Bu dönemde GSMH sabit fiyatlarla yılda ortalama %4 oranında büyümüştür. Bu büyüme ekonomide mevcut üretim kapasitesinin kullanım oranı
yükseltilerek sağlanmıştır. 1984’ten itibaren ekonomide daha ileri bir canlanma
yaşanmıştır. Bu canlanmanın iç ve dış talep genişlemesinden ve 1983’ten sonra
dünyada ekonomik konjonktürün iyileşmesinden kaynaklandığı bilinmektedir.
İhracat ve ithalatın artması ve dış kredilerin açılması ekonomik canlanmayı artırmıştır. 1984-1987 dönemi GSMH yılda ortalama %6.7 oranında, sınai hasıla
yılda ortalama %8.4 oranında büyümüştür. Ekonomideki bu canlanma 1986’dan
itibaren işsizlik oranının azalmasını da mümkün kılmıştır. Bu dönemde özellikle inşaat, turizm ve ulaştırma sektörlerindeki canlanma yeni istihdam imkânları
sağlamıştır. 1988-1989 da yaşanan staglasyon arkasından 1991’de Körfez Savaşı
nedeniyle büyüme oranı binde 5’e kadar düşmüştür. Türkiye ekonomisi için yeniden bunalım ve istikrar programı gereğinin işaretlerini vermiştir.1
1983-1991 yılları arasında GSYİH büyümesi ortalama %5’tir. Bu dönemi
göstermiş olduğu ekonomik performans olarak kendi içerisinde iki gruba ayırmak mümkündür. Özal’ın ilk dönemi olan 13 Aralık 1983 – 21 Aralık1987 tarih
aralığında GSYİH büyüme hızı ortalama %6.5 ile Türkiye ortalamasının üzerindedir. Özal’ın ikinci dönemi 21 Aralık 1987 – 31 Ekim1989 ve ardından Ali Bozer, Yıldırım Akbulut ve Mesut Yılmaz’ın başbakanlık yaptığı 31 Ekim 1989 - 20
Kasım 1991 dönemlerinde GSYİH ortalama büyüme hızı ise %3.1’e düşmüştür.
1 Hüseyin Şahin, Türkiye Ekonomisi Tarihsel Gelişimi, Bugünkü Durumu, (Ezgi Kitabevi Yayınları, Bursa,
2009), ss.29-31.
258
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Özetle Özal’ın başbakanlığının ilk döneminde elde edilen başarı, Özal’ın ikinci
döneminde ve takip eden hükümetlerce sürdürülememiştir. Bununla birlikte
1987 yılında %9.5 ve 1990’da ulaşılan %9.3 olan büyüme rekorları Cumhuriyet
tarihimizde en yüksek büyüme rakamları arasında olma özelliğini korumaktadır.
Özellikle 1987 yılında ulaşılan büyüme performansının takip eden yıllarda
yakalanamadığı dikkat çekmektedir.
Şekil 1: Gayri Safi Yurtiçi Hasılanın Büyüme Oranı (1987 Temel Fiyatlarıyla)
Kaynak: http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist, Ulusal Hesaplar.
Ana faaliyet kollarına göre büyüme oranları dikkate alındığında ise tarım, sanayi ve hizmetler sektörlerinin neredeyse birlikte hareket ettiğini söylemek mümkündür. 1983 yılıyla birlikte tarım hariç ana faaliyet kollarında büyüme süreci
başlamıştır. Takip eden yıl içerisinde her üç sektörde de büyüme elde edilmiştir.
Göz dolduran yıllar olarak kayıtlara geçen 1986 ve 1987’de özellikle sanayi ve
hizmetler sektöründe önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Sanayi sektöründe 1986
yılında %13.1 büyüme oranı yakalanmıştır. 1986 yılı bu özelliğiyle cumhuriyet
tarihinde sanayi sektöründe en fazla büyümenin olduğu 13’üncü yıldır. Ancak bu
orana takip eden yıllarda ulaşılamamıştır. Göz dolduran ikinci ana faaliyet kolu
hizmetler sektöründe ise 1987 yılında %12.7 büyüme oranı yakalanmış olup,
Cumhuriyet tarihindeki bu sektörde en fazla büyümenin elde edildiği dokuzuncu yıl olarak kayıtlara geçmiştir. Ancak yine takip eden yıllarda bu başarıya ulaşılamamıştır. Tarım sektöründe ise maalesef sanayi ve hizmetlerde ortaya konan
başarılı performans sergilenememiştir.
259
TÜRKİYE EKONOMİSİNDE ENERJİ VE
ULAŞTIRMADA YAPISAL DÖNÜŞÜM: ÖZAL’LI YILLAR (1983-1991)
Şekil 2: Ana Faaliyet Kolları Büyüme Oranları (1987 Temel Fiyatlarıyla)
Kaynak: http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist, Ulusal Hesaplar.
Ana faaliyet kollarının üretimdeki payları irdelendiğinde büyüme oranlarıyla büyük bir benzerlik içerdiği görülmektedir. 1983-1991 yılları arasında üç
ana faaliyet kolunun üretimdeki ortalama paylarına bakıldığında hizmetler sektörü %57 ile birinci gelirken, sanayi sektörü %25 ile ikinci, tarım ise %18 ile
üçüncü sırada yer almaktadır. Bununla birlikte Özal dönemi izlenen stratejiler
ve takip edilen programlar sayesinde ekonominin geleceğine dair oldukça önemli bir yapısal dönüşüm sürecinin gerçekleştiği görülmektedir. Bu dönüşümün
önemli bir göstergesi olarak tarım, sanayi ve hizmetler sektörlerinin üretimdeki
paylarına bakmak faydalı olacaktır. 1970, 1980 ve 1990 yıllarındaki değişim
kıyaslandığında tarım sektörünün GSYİH içindeki payı azalmaktadır. Aynı
periyod itibariyle sanayi sektörüne bakıldığında 1970’de %17.9 olan payın takip
eden 10 yılsonunda %20.7, bir sonraki 10 yılın sonunda ise %26.2’ye çıktığı
görülmektedir. Hizmetler sektöründe de sanayiye yakın bir dönüşüm sergilenmiştir. Özetle bu zaman diliminde tarım ekonomisinden sanayi ve hizmetler
ekonomisine geçiş sürecinde önemli bir merhale alındığı söylenebilir. Bununla
birlikte bu dönüşüm sürecinin Özal’dan önce de olduğunu vurgulamakla birlikte
Özal’la birlikte hızlandığının da hatırlanmasında fayda mülahaza edilmektedir.
Şöyle ki, 1970-1979 yılları arasında tarım kesiminin toplam üretimdeki payının
ortalama azalma hızı %2.8 iken, bu değişim hızı Özal döneminde (1983-1991)
%3.7 olmuştur. Aynı şekilde sanayinin toplam üretimdeki payındaki ortalama
değişim hızı 1970-1979 için %1.3 iken Özal döneminde %2.2’ye yükselmiştir.2
2 TÜİK, Ulusal Hesaplar, http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist, 30.01.2015.
260
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Şekil 3: Sektörlerin Üretimdeki Ortalama Payı Şekil 4: Üretim Paylarının Gelişimi
Kaynak: http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist, Ulusal Hesaplar.
Kamu Yatırım Harcamaları
Kamu harcamaları ekonomik sınılandırma sisteminde ekonomik etkilerine göre
ayrıma tabi tutulmaktadır. Bu sisteme göre kamu harcamaları kendi içerisinde
cari, yatırım ve transfer harcamaları olmak üzere üç gruba ayrılmaktadır. Yatırım
harcamaları ise bir ekonomide üretimi artıran ve olumlu yönde etkileyen, kaynakların daha iyi kullanılmalarını sağlayan, daha çok dayanıklı mal niteliğinde
olan ve faydası uzun dönemli olan harcamalardır. Bu kapsamda yatırım harcamalarına örnek olarak yollar, yapılar, barajlar, tesisler, büyük onarımlar vb. gösterilebilir. Yatırım harcamaları aynı zamanda kamu sektöründe sermaye birikimine
de yol açmaktadır.3
Yatırım harcamalarının bir diğer özelliği ise ekonomik hareketliliği arttırmaları ve büyük maliyetler içermelerinden dolayı kamu eliyle yapılmasının zorunluluğudur. Maliyetlerinin yüksek oluşu yatırımların özel kesim tarafından tercih
edilmemesi sonucunu doğurmaktadır.4
Takip eden kısımda sırasıyla kamu yatırım harcamaları, bu harcamaların
sektörler düzeyinde dağılımı ve Özal döneminde kamu yatırım harcamalarında
ön plana çıkan enerji ve ulaştırma sektöründeki yatırımlar irdelenecektir. Özal
döneminde kamu yatırım harcamalarının gelişimi irdelendiğinde özellikle 1987
yılı ile birlikte bu yatırım harcamalarında önemli artışlar olduğu gözlenmektedir. Örneğin 1986 yılı kamu yatırımları toplamı 8.1 katrilyon TL iken, bu tutar
1987 yılında 20 katrilyona yükselmiştir. 1987 yılında gerçekleştirilen bu harcama
tutarı, 1983-1986 yıllarını kapsayan dört yıllık dönemdeki harcamalardan daha
3 M. Hakan Özbaran, “Türkiye’de Kamu Harcamalarının Son Beş Yılının Harcama Türlerine Göre İncelenmesi”,
Sayıştay Dergisi, Sayı: 53, http://www.sayistay.gov.tr/yayin/dergi/icerik/der53m5.pdf, 02.02.2015, ss.117-118.
4 Erkan Demirbaş “Türkiye’de Kamu İnşaat Harcamalarının Belirleyicileri ile Ekonomik Büyüme Arasındaki
İlişki”, (Basılmamış Doktora Tezi, Dumlupınar Üniversitesi, 2011), s. 133.
261
TÜRKİYE EKONOMİSİNDE ENERJİ VE
ULAŞTIRMADA YAPISAL DÖNÜŞÜM: ÖZAL’LI YILLAR (1983-1991)
büyüktür. 1987 yılı kamu yatırım harcaması büyüme hızı %147 olup, 1980 sonrası 1996 yılından sonra kamu yatırım harcamalarında en fazla büyüme oranına
ulaşılan ikinci yıl olmuştur. Takip eden yıllarda ise büyüme hızında yavaşlama
olmuştur.
Şekil 5: Kamu Yatırım Harcaması Gelişimi Şekil 6: Yatırım Harcaması Büyüme Hızı
Kaynak: http://www2.kalkinma.gov.tr/kamuyat/yatirim-progarsiv.html.
Sektörler itibariyle bir kıyaslama yapıldığında ise TL cinsinden en fazla
kamu yatırım harcamalarının sırasıyla enerji ve ulaştırma sektörlerine tahsis edildiği, özellikle enerji sektörünün diğer sektörlerden bariz bir şekilde ayrıştığı dikkat çekmektedir. Enerji sektöründe gözlemlenen bu odaklanmanın 70’li yıllarda
yaşanan petrol krizlerinden çıkartılan acı tecrübelerin bir daha vuku bulmaması
için alınan tedbirler olarak açıklanabilir.
Şekil 7: Kamu Sektörel Yatırım Harcamaları Şekil 8: Yatırım Harcamaları Ortalaması
Kaynak: http://www2.kalkinma.gov.tr/kamuyat/yatirim-progarsiv.html.
1980-1991 yılları arasında enerji ve ulaştırma sektörlerinde gözlenen büyüme
oranları aşağıdaki şekilde verilmektedir. Buna göre 1983-84 yıllarında her iki
262
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
sektörde de bu döneme ait en yüksek büyümenin gerçekleştiği gözlenmektedir.
Takip eden yılda ise her iki sektörde de büyümenin yavaşladığı görülmüştür.
1983-1991 yılları arasında ortalama büyüme oranlarına bakıldığında enerjinin
%10.2, ulaştırma sektörünün ise %4.5 büyüdüğü görülmektedir.
Şekil 9: Enerji ve Ulaştırma İktisadi Faaliyet Kolu Büyüme Oranları (1987 Temel
Fiyatları)
Kaynak: http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist, Ulusal Hesaplar.
Özal döneminde sektörel düzeyde kamu yatırım harcamalarının enerji
ve ulaştırma alanlarında yoğunlaşmasından dolayı çalışmanın takip eden
kısımlarında bu iki sektöre odaklanılacaktır. Bu bağlamda sırasıyla enerji ve
ulaştırma sektörlerinde gerçekleştirilen kamu yatırım harcamaları çeşitli başlıklar
altında değerlendirilecektir.
Şekil 10: Enerji&Ulaştırma Harcamalarının Payı(%) Şekil 11: Proje Adedi
Kaynak: Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) a,b,c.5
5 Devlet Planlama Teşkilatı, DPT-a, Sektörlere Göre Kamu Yatırımları-Proje Bazında”, http://www2.dpt.gov.
tr/kamuyat/sektor.html, (22.03.2011); DPT-b, Kamu Yatırımlarının Sektörlere Göre Genel Dağılımı”, http://
www2.dpt.gov.tr/kamuyat/sekgenozet.html, (22.03.2011); DPT-Devlet Planlama Teşkilatı, (2011c), “Kamu
263
TÜRKİYE EKONOMİSİNDE ENERJİ VE
ULAŞTIRMADA YAPISAL DÖNÜŞÜM: ÖZAL’LI YILLAR (1983-1991)
Enerji Sektöründe Sağlanan Gelişmeler
Ekonomik ve toplumsal kalkınmanın önemli bir göstergesi olan enerji girdisi
gelişmekte olan ülkeler grubu içerisinde yer alan Türkiye gibi enerji kaynakları
kıt olan ve iç talebi büyük ölçüde ithalat ile karşılamak zorunda kalan ülkeler
için kritik bir öneme sahiptir. Enerjinin taşıdığı önem, esas olarak kalkınmanın
temel taşlarından birisi olması niteliğinden kaynaklanmaktadır. Kişi başına enerji
tüketimi ile kişi başına gelir arasında oldukça yakın bir ilişkinin bulunduğu konusunda günümüzde yaygın bir görüş söz konusudur.6
1979 ikinci petrol krizi uluslararası piyasalarda faizin artmasına yol açmış ve
böylece dünya ekonomisi işsizliği ve durgunluğu birlikte tecrübe etmiştir. Türkiye ekonomisi bu yıllarda bütçe açığı, dış ticaret açığı ve enlasyon problemleriyle
yüzleşmekteydi. Döviz darboğazından dolayı petrol ithal etmek güçleşmişti. Bunun doğal bir sonucu olarak da üretim yapılamıyor ve fiyatlar artıyordu.7 1979’da
%69 olan enlasyon oranı, takip eden yıl %100’ü aşmıştı.
Enerji sektöründeki darboğazdan dolayı yapısal sorun haline dönüşen enlasyon ve işsizlik gibi ekonomik problemlerle tekrar yüzleşmemek için kamu kesimi
enerji sektöründe önemli yatırımlarda bulunmuştur. Enerji sektörünün ön plana
çıktığı bu süreçte ayrıca kamu yatırımlarının özel kesim üretiminde bir girdi niteliği taşıyor olması da etkili olmuştur. Kamunun enerji sektöründeki yatırımlarının çıktılarını ortaya koymak üzere yıllar itibariyle üretilen enerji miktarına
bakmak faydalı olacaktır. Elektrik Üretim AŞ. (EÜAŞ)’nin yıllar itibariyle Gigawat saat (GWh) cinsinden üretmiş olduğu brüt elektrik miktarına bakıldığında
1980’de yaklaşık 20 bin GWh olan elektrik üretimin 1991’de 55 bine ulaştığı
görülmektedir.
Yatırım
Programları”,http://www.dpt.gov.tr/PortalDesign/PortalControls/WebIcerikGosterim.aspx?Enc=83D5A6FF03C7B4FC0AD85F9C51D0BA1AAA1AE2A4015C96CF504F9A1284347962, (25.03.2011).
6 Telatar Erdinç, “Bölüm 6. Enerji Sektöründeki Gelişmeler, Türkiye Ekonomisi Sektörel Analiz”, içinde Editör: Prof. Dr. Ahmet Şahinöz, (Turhan Kitabevi, Ankara, 1988), sayfa 149.
7 Murat Kaykusuz, Geçmişten Günümüze Finansal Krizler (1619-2014) (Ekin Yayınevi, Bursa, 2014), s.262263.
264
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Şekil 12: Kamu ve Özel Kesim Elektrik Üretimi Payı
Kaynak:http://www.teias.gov.tr/T%C3%BCrkiyeElektrik%C4%B0statistikleri/istatistik2011/istatistik%202011.htm.
Şekil 13: EÜAŞ Elektrik Üretimi (GWh)
Kaynak:http://www.teias.gov.tr/T%C3%BCrkiyeElektrik%C4%B0statistikleri/istatistik2011/istatistik%202011.htm.
Kamunun enerji alanındaki üretimini enerji kaynakları itibariyle de değerlendirmek mümkündür. Bu açıdan belirtilen yıllar itibariyle elektrik üretimi hidrolik, jeotermal ve termik kaynaklardan elde edilmektedir. Hidrolik ve jeotermal
elektrik üretiminde 1986-88 yılları arasındaki artış dikkat çekmektedir. Üretimde gözlenen bu artış, enerji alanında yapılan kamu harcamalarının meyvelerinin
alındığını ortaya koymaktadır.
265
TÜRKİYE EKONOMİSİNDE ENERJİ VE
ULAŞTIRMADA YAPISAL DÖNÜŞÜM: ÖZAL’LI YILLAR (1983-1991)
Şekil 14: EÜAŞ’nin Enerji Kaynaklarına Göre Elektrik Üretimi (Brüt, GWh)
Kaynak: http://www.teias.gov.tr/T%C3%BCrkiyeElektrik%C4%B0statistikleri/ istatistik2011/istatistik%202011.htm.
Elektrik üretiminde özellikle barajlar büyük önem arz etmektedir. Bunun
doğal bir yansıması olarak enerji sektöründeki inşaat harcamalarının ağırlıklı bir
kısmı Devlet Su işleri Genel Müdürlüğü (DSİ) tarafından yürütülen baraj ve
hidroelektrik santrali (HES) inşaatlarına tahsis edilmektedir.
Türkiye’de 1983-1992 yılları arasında toplam 184 adet baraj inşa edilmiştir.
Bu yıllar arasında ortalama olarak her yıl yaklaşık 19 adet baraj inşa edilmiştir.
Bunların en önemli kısmı sulama maksatlıdır. Bununla birlikte bu barajların yedi
adedi sadece enerji, beş adedi sulama, enerji ve taşkın, altı adedi sulama ve enerji
ve bir adedi içme suyu ve enerji amaçlı inşa edilmiştir. Sadece enerji maksatlı
inşa edilen barajlar talveg yükseklikleriyle dikkat çekmektedir. Bu açıdan talveg
yüksekliğinde ilk üç sırada yer alan enerji maksatlı baraj sıralamasında Altınkaya
(1988, Samsun), Oymapınar (1984, Antalya), Karakaya (1987, Diyarbakır), barajları yer almaktadır. Atatürk Barajı (1992, Şanlıurfa) ise hem sulama hem de
enerji maksatlı olup talveg yüksekliğinde dördüncü sırada yer almaktadır.
266
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Şekil 14: Yıllar İtibariyle Toplam Baraj Adedi (1981-1991)
Kaynak: DSİ-Devlet Su İşleri, (2011), “Barajlar”, http://www2.dsi.gov.tr/baraj/baraj.cfm.
Enerji sektörüne yapılan yatırımların bir diğer önemli göstergesi ise ülke
içinde gerçekleştirilen elektrik tüketimidir. Yıllar itibariyle gwh cinsinden elektrik enerjisi tüketiminin verildiği aşağıdaki tabloya göre net elektrik tüketimi
1980 sonrası artmıştır. Burada sadece elektrik üretimi değil aynı zamanda elektrik tüketim talebi de belirleyici olmuştur. 1983-1991 yılları arasında ortalama
elektrik tüketimi büyüme oranı %8.5’tir. Yatırım harcamalarında ve ekonomik
büyümede dikkat çeken 1987 yılında elektrik tüketiminin de önemli oranda arttığı görülmektedir.
Tablo 1: Türkiye Elektrik Enerjisi Tüketiminin Yıllar İtibariyle Gelişimi (Net,
GWh)
Yıllar
Net Tükeim
Büyüme (%)
1980
20,398
3.7
1981
22,030
8.0
1982
23,586
7.1
1983
24,465
3.7
1984
27,635
13.0
1985
29,708
7.5
1986
32,209
8.4
1987
36,697
13.9
1988
39,721
8.2
1989
43,120
8.6
1990
46,820
8.6
1991
49,282
5.3
Kaynak: http://www.teias.gov.tr/T%C3%BCrkiyeElektrik%C4%B0statistikleri/ istatistik 2011/istatistik%202011.htm.
267
TÜRKİYE EKONOMİSİNDE ENERJİ VE
ULAŞTIRMADA YAPISAL DÖNÜŞÜM: ÖZAL’LI YILLAR (1983-1991)
Benzer bir değerlendirmeyi elektriği olan köy sayısına bakarak da yapabiliriz. 1980’de 18 bin köyde elektrik bulunurken, 1991’de 35 bin köy elektriğe
kavuşmuştur. Özellikle 1985 ve 1986 yıllarında elektriğe sahip köy sayısındaki
artış dikkat çekmektedir. 1983-1991 yılları arasında elektriğe sahip köy sayısında
ortalama %8.1 artış olmuştur.
Tablo 2: Elektriği Olan Köy Sayısı (Adet)
Yıl
Adet
%
1980
18,345
-
1983
24,436
33
1984
26,515
8
1985
30,591
15
1986
33,885
10
1987
34,557
2
1988
34,834
0,8
1989
35,060
0,6
1990
35,191
0,3
1991
35,872
2
Kaynak: http://www.kalkinma.gov.tr/Pages/EkonomikSosyalGostergeler.aspx, Ekonomik ve Sosyal
Göstergeler, 7. Bölüm. İktisadi Sektörlerdeki Gelişmeler.
Ulaştırma Sektöründe Sağlanan Gelişmeler
1980 yılında ekonomik liberalleşme ve dışa açılma politikalarının doğal bir sonucu olarak ulaştırma sektörünün önemi de giderek artmıştır. Bu süreçte ticarette
meydana gelen olumlu gelişmeler ulaştırma sektöründe ilave talep artışına yol
açmıştır. Bu talebi karşılamak üzere karayolları, denizyolu ve havayolu taşımacılığına teşvikler ve destekler sağlanarak hizmet kalitesi artırılmış ve rekabet ortamı
desteklenmiştir.8
Bir ekonomide mal ve hizmetler ile kişilerin güvenli ve hızlı bir şekilde yer
değiştirmesi olarak tanımlanabilecek olan ulaşım aynı zamanda ticari gelişmenin de temelini oluşturmaktadır. Küreselleşme kapsamında dünya ekonomisi ile
uyum ve bütünleşme olguları ulaştırma sektörüne verilen önemin artmasında
etkili olmuştur ve olmaktadır.9
Ulaştırma sektörü sadece ekonomik gelişmeye değil aynı zamanda bazı
önemli sosyal göstergelere katkı sağlama noktasında da oldukça büyük önem arz
etmektedir. Ulaştırma sektörü, kendi içerisinde çok kapsamlı bir ekonomik fa8 Coşkun Nejat, “Bölüm 7. Ulaştırma-Haberleşme Sektörü”, içinde Editör: Prof. Dr. Ahmet Şahinöz, Türkiye
Ekonomisi Sektörel Analiz, (Turhan Kitabevi, Ankara, 1988), s. 169.
9 Bulut Cihan, Ekonomik Yapı ve Politika Analizi Türkiye Ekonomisinin Performans Değerlendirmesi, (Der
Yayınları, İstanbul, 2006), ss. 236-238.
268
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
aliyet olmakla birlikte, pek çok sektörle de sıkı bir ilişki içerisindedir. Bir ülke
içerisinde yürütülen ekonomik, ticari ve sosyal faaliyetlerin yaklaşık olarak %20
’si ile %30’unu ulaştırma faaliyetleri oluşturmaktadır. Ulaştırma sektörünün milli
gelir içerisindeki payının yaklaşık olarak %13 olması sektörün ülke ekonomisi
açısından taşıdığı önemi gözler önünde sermektedir.10
DPT verilerine göre 1983-1991yılları arasında ulaştırma alt sektörlerinde
gerçekleştirilen ortalama projelerin sayıları ve toplamdaki payları baz alındığında
sırasıyla karayolları %53, denizyolu %20 ve demiryollarının %14 olduğu gözlenmektedir.
Şekil 15: Ulaştırma Alt Sektörlerinde Ortalama Proje Sayıları (1983-1991)
Kaynak: Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) a,b.11
1980-1991 arasında Özal’lı yıllarda karayollarında otoyolları, devlet ve il yolları
ile köy yollarında meydana gelen gelişmeler incelendiğinde otoyolların 24 km.’
den 342 km.’ ye, toplam devlet yollarının asfalt oranının %59’ dan %82’ ye,
köy yollarının ise 172 bin km.’ den 308 bin km.’ ye yükseldiği gözlenmektedir.
Toplamda ise 232 bin 888 km. olan yol uzunluğu 368 bin 165 km.’ ye ulaşmıştır.
10 Demirbaş, 2011, s. 136.
11 Devlet Planlama Teşkilatı, DPT-a, Sektörlere Göre Kamu Yatırımları-Proje Bazında”, http://www2.dpt.gov.
tr/kamuyat/sektor.html, (22.03.2011); DPT-b, Kamu Yatırımlarının Sektörlere Göre Genel Dağılımı”, http://
www2.dpt.gov.tr/kamuyat/sekgenozet.html, (22.03.2011).
269
TÜRKİYE EKONOMİSİNDE ENERJİ VE
ULAŞTIRMADA YAPISAL DÖNÜŞÜM: ÖZAL’LI YILLAR (1983-1991)
Tablo 3: Karayolları Ağında Yıllar İtibariyle Gözlenen Gelişmeler (Km)
Otoyollar
Devlet ve il Yolları
Köy Yolları
Toplam
Endeks
Toplam
Toplam
Asfalt (%)
Toplam
Asfalt (%)
1980
24
60,761
59
172,103
-
232,888
262
1983
38
59,297
67
243,359
5
302,694
341
1984
77
59,112
69
251,209
5
310,398
349
1985
77
59,302
71
257,508
5
316,887
357
1986
77
59,139
74
261,558
6
320,774
361
1987
101
58,915
77
269,154
7
328,170
369
1988
151
58,851
77
271,511
7
330,513
372
1989
151
58,538
79
297,579
7
356,268
401
1990
241
59,128
80
308,597
7
367,966
414
1991
342
59,221
82
308,602
8
368,165
415
Kaynak: http://www.kalkinma.gov.tr/Pages/EkonomikSosyalGostergeler.aspx, Ekonomik ve Sosyal
Göstergeler, 7. Bölüm. İktisadi Sektörlerdeki Gelişmeler.
Bir diğer ulaştırma alt sektörü olan demiryollarında ise aynı dönemler itibariyle anahat uzunluğu, yolcu ve yük taşımacılığına dair bilgiler aşağıdaki tabloda
verilmektedir. 1980’de 8 bin 397 km. olan anahat uzunluğunda çok fazla bir artış
olmamıştır. Ancak dramatik artış yolcu ve yük taşımacılığında gözlenmiştir. Şöyle
ki, 1980’de 214 olan taşınan yolcu sayısı endeksi, 1991’de 251’e yükselmiştir.
Yük taşımacılığında ise 132 olan endeks 171’e ulaşmıştır.
Tablo 4: Demiryolu Anahat Uzunluğu ve Taşımacılık Bilgileri
Anahat Uzunluğu
Yolcu Sayısı
Yük taşıması
Yıllar
(km)
Endeks
(bin kişi)
Endeks
(bin ton)
Endeks
1980
8,397
224
113,937
214
11,446
132
1983
8,373
223
125,254
236
13,237
152
1984
8,400
224
131,442
247
14,828
171
1985
8,400
224
136,354
257
14,322
165
1986
8,401
224
129,352
243
13,709
158
1987
8,439
225
129,909
245
13,887
160
1988
8,430
224
135,706
255
14,353
165
1989
8,430
224
146,359
275
13,146
151
1990
8,429
224
139,089
262
13,464
155
1991
8,429
224
133,243
251
14,880
171
Kaynak: http://www.kalkinma.gov.tr/Pages/EkonomikSosyalGostergeler.aspx, Ekonomik ve Sosyal
Göstergeler, 7. Bölüm. İktisadi Sektörlerdeki Gelişmeler.
270
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Özal’ın ekonomide karar alıcı olduğu 1983-1991 yılları arasında haberleşme
sektöründe de büyük atılımlar yapılmıştır. Çok düşük olan telefon santral
kapasitesi hızla artmış, telefon hizmetleri yaygınlaştırılmış, kalitesi de yükseltilmiş,
haberleşme ve radyo-televizyon yayınları için uydu sistemleri kurulmuş ve aynı
zamanda katma değerli hizmetler verecek şekilde yeni teknolojilere büyük
yatırımlar yapılmıştır.12
Tablo 5: Telekomünikasyon Endeksi (1950=100)
Yıllar
Telefon Santral Kapasitesi (Bin Hat)
Telefon Abonesi
(Bin)
Televizyon Sayısı
(Bin)
1980
1,909
1,979
344
1983
2,797
2,884
555
1984
3,297
3,347
805
1985
3,775
3,876
919
1986
4,929
4,793
1,007
1987
7,138
6,383
1,075
1988
8,604
8,484
1,120
1989
9,638
10,133
1,187
1990
11,060
11,831
1,300
1991
13,379
14,047
1,454
1992
15,713
16,331
1,602
Kaynak: http://www.kalkinma.gov.tr/Pages/EkonomikSosyalGostergeler.aspx, Ekonomik ve Sosyal
Göstergeler, 7. Bölüm. İktisadi Sektörlerdeki Gelişmeler.
Sonuç ve Değerlendirme
Genel olarak 1980 öncesi Türkiye’nin ekonomisine bakıldığında dışa kapalı
ve merkezi kalkınma planlarının uygulandığı görülmektedir. Bunun doğal sonucu ağırlıklı olarak ithal ikâmeci kalkınma politikalarını ön plana çıkarmıştır.
Özellikle 1973-1979 yılları arasında dünyada yaşanan iki petrol krizi Türkiye
ekonomisini derinden sarsmıştır. Özal bu şartlar altında 12 Eylül 1980 darbesinin
ardından ekonomiden sorumlu başbakan yardımcılığına getirilmiştir. Ancak
bürokrat olarak etkin rol üstlendiği 24 Ocak 1980 kararları Özal’ın ekonomideki
dönüşümü sağlayabilmesi için gerekli altyapıyı oluşturmuştur.
Dışa kapalı, korumacı modelden, dışa açık ve rekabete dayalı pazar ekonomisine geçilmesi özellikle özel kesimin teşvik edilmesiyle sağlanmıştır. Özel
kesimin girdi maliyetlerinin düşürülmesi, üretim kapasitesi ve rekabetçiliklerinin
artırılması, yeni iş olanaklarının sağlanması için özel kesime girdi niteliğinde alt12 Kamil Yılmaz, “Türk Telekomünikasyon Sektöründe Reform: Özelleştirme, Düzenleme ve Serbestleşme”,
(Koç Üniversitesi, Aralık 1999), s.1.
271
TÜRKİYE EKONOMİSİNDE ENERJİ VE
ULAŞTIRMADA YAPISAL DÖNÜŞÜM: ÖZAL’LI YILLAR (1983-1991)
yapı yatırımlarına ağırlık verilmiştir. Bu maksatla kamu kaynakları ağırlıklı olarak
enerji, ulaştırma ve haberleşme sektörlerini geliştirmek için altyapı yatırımlarına
tahsis edilmiştir.
Özal’ın Türkiye ekonomisine sağlamış olduğu en önemli katkılardan bir
diğeri de ekonominin sanayi ve ihracata dayalı kalkınma modelini hayata geçirmesidir. Özal’lı yıllar ekonomide yapısal olarak geleneksel tarım sektörü
ağırlığından sanayi sektörünün daha başat hale geldiği bir dönem olmuştur.
Cumhuriyetimizin kuruluşundan itibaren başlayan tarım aleyhine sanayi sektörünün ekonomideki payının artması Özal döneminde dönüşüm ivmesi katlanarak gerçekleşmiştir.
272
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Kaynakça
Bulut, Cihan, Ekonomik Yapı ve Politika Analizi Türkiye Ekonomisinin Performans Değerlendirmesi, (Der Yayınları, İstanbul, 2006), ss. 236-238.
Coşkun, Nejat, “Bölüm 7. Ulaştırma-Haberleşme Sektörü”, içinde Editör: Prof. Dr. Ahmet Şahinöz, Türkiye Ekonomisi Sektörel Analiz, (Turhan Kitabevi, Ankara, 1988).
Demirbaş, Erkan, “Türkiye’de Kamu İnşaat Harcamalarının Belirleyicileri ile Ekonomik
Büyüme Arasındaki İlişki”, (Basılmamış Doktora Tezi, Dumlupınar Üniversitesi, 2011).
DPT-Devlet Planlama Teşkilatı, (2011c), “Kamu Yatırım Programları”, 25.03.2011,
http://www.dpt.gov.tr/PortalDesign/PortalControls/WebIcerikGosterim.aspx?Enc=83D5A6FF03C7B4FC0AD85F9C51D0BA1AAA1AE2A4015C96CF504F9A1284347962.
DPT-Devlet Planlama Teşkilatı, (DPT-a), “Sektörlere Göre Kamu Yatırımları-Proje Bazında”, 22.03.2011, http://www2.dpt.gov.tr/kamuyat/sektor.html.
DPT-Devlet Planlama Teşkilatı, (DPT-b), “Kamu Yatırımlarının Sektörlere Göre Genel
Dağılımı”, 22.03.2011, http://www2.dpt.gov.tr/kamuyat/sekgenozet.html.
DSİ-Devlet Su İşleri, (2011), “Barajlar”, 05.06.2011, http://www2.dsi.gov.tr/baraj/ baraj.cfm.
Ekonomik ve Sosyal Göstergeler, 7. Bölüm. İktisadi Sektörlerdeki Gelişmeler, 25.01.2015,
http://www.kalkinma.gov.tr/Pages/EkonomikSosyalGostergeler.aspx.
Kalkınma Bakanlığı, “Yatırım Programları”, 25.01.2015, http://www2.kalkinma.gov.tr/
kamuyat/yatirim-progarsiv.html.
Kaykusuz, Murat, Geçmişten Günümüze Finansal Krizler (1619-2014) (Ekin Yayınevi,
Bursa, 2014).
M. Hakan Özbaran, “Türkiye’de Kamu Harcamalarının Son Beş Yılının Harcama
Türlerine Göre İncelenmesi”, Sayıştay Dergisi, Sayı: 53, http://www.sayistay.gov.tr/yayin/
dergi/icerik/der53m5.pdf, 02.02.2015.
Şahin, Hüseyin, Türkiye Ekonomisi Tarihsel Gelişimi, Bugünkü Durumu, (Ezgi Kitabevi
Yayınları, Bursa, 2009), ss.29-31.
Telatar Erdinç, “Bölüm 6. Enerji Sektöründeki Gelişmeler, Türkiye Ekonomisi Sektörel
Analiz”, içinde Editör: Prof. Dr. Ahmet Şahinöz, (Turhan Kitabevi, Ankara, 1988).
TÜİK, “Ulusal Hesaplar”, 25.01.2015, http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist.
Türkiye Elektrik İletim AŞ., “Elektrik Üretim İstatistikleri”, 25.01.2015, http://www.
teias.gov.tr/T%C3%BCrkiyeElektrik%C4%B0statistikleri/istatistik2011/istatistik%20
2011.htm.
Yılmaz, Kamil, “Türk Telekomünikasyon Sektöründe Reform: Özelleştirme, Düzenleme
ve Serbestleşme”, (Koç Üniversitesi, Aralık 1999).
273
ÖZAL DÖNEMİ PARASAL EKONOMİ:
PİYASALAR VE POLİTİKALAR
Ercan SANCAK*
1980 sonrası dönemde dünyada ve Türkiye’de liberalleşme eğilimleri çerçevesinde serbest piyasa ekonomisi uygulamalarının etkileri artmış; para ve sermaye piyasalarında meydana gelen değişiklikler hem finansal hem de reel sektör üzerinde
etkiler meydana getirmişti.
1980 öncesinin finansal kesimi mevduat ve kredi faiz oranlarının idari kararlarla belirlenmesi ve reel olarak negatif olmaları, yüksek aracılık maliyetleri, yetersiz kredi hacmi, yüksek vergiler, gelişmemiş sermaye piyasası, yabancı bankaların
yurtiçi baankacılık piyasasına girişlerinin ve dövize ilişkin işlemlerin yasaklanması gibi özellikleriyle gelişmemiş bir yapı niteliğinde idi.
1980 sonrası ekonomik politikalarının temelini 24 Ocak 1980’de alınan reform kararları oluşturmaktadır. Önemli bir politika değişikliği yapılmış; ithalata dönük büyüme stratejisi yerini dışa açık büyüme stratejisine bırakmıştır. Bu
kararlar genel itibariyle serbest piyasa ekonomisini kurum ve kurallarıyla hayata
geçirmeyi, ekonomik anlamda dönüşüm yapmayı planlamayı amaçlamıştır.
“Özal Dönemi” olarak adlandırabileceğimiz 1983-1991 yılları arasında
ekonominin finansal kesimde çok önemli değişim ve dönüşümlerin yaşandığını
söylemek mümkündür. “Bu değişimin ana unsuru ucuz kredi ve vergi iadesi gibi
teşvik ve sübvansiyonlarla desteklenen ihracat ekonomide bir ulusal öncelik haline getirilmiştir.”1
1980 sonrası dönemde Türkiye’de döviz kuru finansal piyasaları yerli parayabancı para kanalı ile etkileyebilmiştir. Yapılan araştırmalarda döviz kuru ve faiz
oranlarının 1983-1991 döneminde iç borç, dış borç, ulusal tasarrular ve uluslararası sermaye akımları üzerinde ciddi etkisi olduğu ortaya çıkmıştır.
Denebilir ki 1983-1991 yılları arasında döviz kuru ve faiz oranları arasındaki
ilişkiler finansal piyasaları etkileyen en önemli olgu olmuştur. Finansal piyasalarda bir aktör olarak yer alan finansal kurumlar tarafından faiz oranlarının çok yükseldiği dönemlerde ellerindeki döviz cinsinden fonlar Türk Lirasına çevrilmekte,
faiz oranlarının düştüğü, dibe vurduğu dönemlerde ise fonlar dövize çevrilerek,
sermaye yurt dışına çıkarılmaktadır.
1980 öncesinde uygulanan iktisadi politikanın en göze çarpan özellikle* Doç. Dr., Turgut Özal Üniversitesi, İktisat Bölümü.
1 Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi: 1908-2009 (Ankara: İmge Kitabevi, 2014) , s.149.
ÖZAL DÖNEMİ PARASAL EKONOMİ:
PİYASALAR VE POLİTİKALAR
rinden biri faiz haddinin özel sektör yatırımlarını teşvik etmek amacıyla düşük
tutulması idi. Bu politikanın kalkınma yönünden olumlu etkileri görülmüş ve
Türkiye OECD ülkeleri içinde en yüksek büyüme hızına ulaşmıştır.2 Ancak 1970
yılının ikinci yarısından itibaren, enlasyonist sürece giren Türk ekonomisinde bu
durum, tasarruf sahiplerinin önemli ölçüde reel kayıplara uğramasına ve tasarrufların finansal sistem içine kayarak verimsiz alanlara yönelmesine neden olmuştur.
Kredi maliyetlerinin reel olarak negatif olması nedeniyle, özellikle spekülatif stok
yatırımları olmak üzere, her türlü verimsiz yatırımlar özendirilmiş, firmalar açısından kredi kullanımının cazip hale gelmesiyle sanayideki özkaynak kredi oranı
da standartların altına düşmüştür.3
24 Ocak Kararlarından sonra uygulamaya konan program, basit bir istikrar
paketinin boyutlarını ve amacını aşmakta, daha önce uygulanan programlardan
önemli farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıklar sadece uygulanan önlemlerin
niceliksel boyutlarında ya da benimsenen “şok tedavi” yönteminde değildir. Temel farklılık güdülen amaçtadır. Kısaca, bu program, ekonomideki bölüşüm ve
kaynak dağılımı dengelerinin değişmesini amaçlamış, bireysel çıkar güdüsünün
itici güç olduğu piyasa mekanizmasının egemenliğini sağlamaya yönelmiştir.4
Ekonomik istikrar programı şeklinde ortaya konan kararlar enlasyonun
düşürülmesi, ihracatın artırılarak dış ticaret açığının azaltılması, bütçe açığının
azaltılması, serbest faiz ve esnek kur politikalarına geçme yoluyla makroekonomik dengenin sağlanması amaçlanıyordu. İç dengenin sağlanması için devletin
mümkün olduğunca küçülmesini, kamu harcamalarının azaltılmasını, özel kesimin ekonomik faaliyetlerde önünün açılmasını sağlayarak bütçe dengesinin kurulması hedelenmekteydi.
Özal döneminin en önemli özelliklerinden biri devlet yönetiminde karar
alma mekanizmalarının hızlı ve düzenli işlemesi idi. ANAP, iktidara geldiği 1983
yılından 1989 yılına kadar 82 kanun hükmünde kararname, 3678 bakanlar kurulu kararnamesi ve 350 adet kanun kabul etmişti.5
Türkiye’de 1980 Sonrası Parasal Kurumlar ve Politikaları
1980’li yıllara kadar benimsenen dışa kapalı ekonomi modelinde dış denge, faiz
oranlarından çok döviz kurları aracılığıyla sağlanmıştı. Bu dönemde sabit döviz
2 Tansu Çiller ve Murat Çizakça, Türk Finans Kesiminde Sorunlar ve Reform Önerileri (İstanbul:İstanbul
Sanayi Odası Araştırma Dairesi Yayını, 1989), s.15.
3 İktisadi Araştırmalar Vakfı, Faiz Politikaları ve Türkiye’de Uygulamalar (Panel: Panelist: Selçuk Demiralp,
1993), s.43
4 Yılmaz Akyüz, “Türkiye’de Mali Sistem Aracılığıyla Kaynak Aktarımı: 1980 Öncesi ve Sonrası, Bırakınız
Yapsınlar”, Bırakınız Geçsinler: Türkiye Ekonomisi (Editörler: Bilsay Kuruç vd.) (İstanbul:Bilgi Yayınevi,
1985) s.7
5 Işın Çelebi, Türkiye’nin Dönüşüm Yılları, (İstanbul:Alfa yayınları, 2013), s.123.
276
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
kuru politikasının yürürlükte olması, döviz kurlarının piyasa denge fiyatının altında veya üstünde belirlenmesi sonucunu doğurmuştu. “ Program, döviz dengesinin sağlanması, dış ticarette liberalleşme ve ekonomide dışa açılma gibi amaçların yanı sıra, yeni bir ödeme planına bağlanan dış borçların düzenli ödenmesi
gibi amaçlarını da taşıyordu.”6
Uygulanmaya başlanan reel pozitif faiz politikası, yüksek borç/özkaynak
oranları ile çalışan kuruluşları ağır bir finansman maliyeti ile karşı karşıya getirmiştir. Böylece, ilk sayılabilecek parasal program başarısız olmuştur.
Ekonominin döviz kazandırma gücünün düşüklüğü ve yaşanan petrol şoklarının üretim açısından döviz rezervlerinin önemini artırması nedeniyle ortaya
çıkan döviz arzı yetersizliğinin yarattığı sıkıntılar üzerine 24 Ocak 1980’de yüksek oranlı bir devalüasyon yapılmış, ayrıca günlük döviz kuru ayarlamaları uygulaması getirilerek sabit kur ve aşırı değerlendirilmiş para politikası terk edilmiş,
esnek döviz kuru politikası izlenmeye başlamış, döviz kazandırıcı işlemleri teşvik
eden çeşitli politika araçları geliştirilmiştir.
1980 sonrası alınan reform kararları ile finansal sistemin güçlendirilmesi öncelikle sermaye ve para piyasalarının geliştirilmesi amaçlanmıştır. “Bu kapsamda uygulamaya konan politikalardan biri mevduata pozitif faiz verilmesi yoluyla
atıl durumdaki kaynakların sisteme sokularak tasarruf oranında artış sağlama ve
kaynak dağılımını olumlu etkileyeceği varsayımı bulunmaktaydı.”7 Bu çerçevede
mevduat faizleri serbest bırakılmış, tasarruların bankalar yoluyla sisteme çekilmesi hedelenmiştir.
1983 sonrası yapılan düzenlemeler Türkiye’de bankacılık sektöründe önemli
gelişmelerin yaşanmasına imkan vermiş, bankalar, serbest piyasa ekonomisi çerçevesinde dışa açık ve daha rekabetçi ortamla karşı karşıya kalmışlardır. “Uygulanan iktisat politikalarının 1980-1988 arasında bir bütünlük ve belli bir süreklilik
oluşturduğu söylenebilir.”8
Serbest piyasa ekonomisini uygulayan batı ülkelerinin büyük çoğunluğunda,
kısa süreli faiz oranlarının piyasa koşullarının etkisi altında esnek bir şekilde belirlenmesi, ilke olarak benimsenmekle birlikte, para otoriteleri ve özellikle Merkez Bankası ve Hazine, dolaysız ve dolaylı önlemlerle faiz oranlarının oluşmasını
etkilemektedir. Faizin belirlenmesi ve etkilenmesine ilişkin yöntemler, mevduat
ve kredi faizlerinin doğrudan tespiti gibi yöntemlerden, dolaylı önlemler uygula6 Taner Berksoy, “1980lerde Dış Ekonomik İlişkiler”, Bırakınız Yapsınlar, Bırakınız Geçsinler: Türkiye Ekonomisi (Editörler: Bilsay Kuruç vd.), (İstanbul:Bilgi Yayınevi, 1985) s.133.
7 Çiller ve Çizakça, 1989, s.18.
8 Boratav, 2014 , s.150.
277
ÖZAL DÖNEMİ PARASAL EKONOMİ:
PİYASALAR VE POLİTİKALAR
masına kadar değişik şekiller göstermektedir.9
Bu döneme ait bir dizi gelişmeler şöyle özetlenebilir:
•
Mevduat kredi faiz oranlarının serbest bırakılması, sektörde rekabeti kızıştırmış ve pozitif faiz süreci başlamıştır.
•
Sektöre yerli ve yabancı bankaların girişine izin verilmiştir.
•
Bankalararası para piyasası kurulmuştur (1986).
•
TCMB’sı tarafından açık piyasa işlemleri yapılmaya başlanmıştır( 1987).
•
TCMB denetiminde döviz piyasası kurulmuştur (1988).
•
Altın piyasası kurulmuştur (1989)
•
Kambiyo işlemler ve sermaye hareketlerine yönelik 32 Sayılı Karar çıkarılmıştır (1989).
Yukarıda kısaca özetlenen ilgili hukuksal ve kurumsal düzenlemeler sayesinde Türkiye’de bankacılık sistemi çok hızlı bir gelişim sağladığını söylemek mümkündür.
Merkez Bankasının Politika ve Uygulamaları
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, genel ekonomik koşullar bir zorlama getirmediği takdirde, 1980 yılından bu yana uygulanan istikrar ve rasyonalizasyon
programının bir gereği olarak kredi politikasını aşağıdaki ilkeler çerçevesinde sürdürmeyi planlamıştır. Sözkonusu ilkeler şunlardır:10
•
Kamu kesiminde açık finansman politikasının terk edilmesi nedeniyle Merkez Bankası kredileri içindeki kamu kredileri payının giderek azaltılarak, özel
kesimin kredi payının artırılması,
•
Özel kesim kredileri içinde ihracat ve yatırım kredilerinin payının yükseltilmesi,
•
Kredi sisteminin kalkınma plan ve programlarına uygun bir tarzda yürütülebilmesine imkân verecek şekilde kullanılması.
Öncelikli kesimlere kaynak yönlendirilmesi için Merkez Bankası’nın kamu
kesimine açtığı kredilerin toplam içerisindeki payının daraltılması amaçlanmış ve
bu doğrultuda toplam Merkez Bankası kredileri içindeki kamu kesimi kredileri
payı 1985 yılında %71.6 ve 1986 yılında %71.3 iken, 1987 yılında %66’ya inmiştir.11
9 İktisadi Araştırmalar Vakfı, Panel: Panelist: Selçuk Demiralp, 1993, s.43.
10 TCMB, 1987 Yıllık Rapor (Ankara:TCMB Yayını, 1988) s. 50.
11 TCMB, 1987 Yıllık Rapor (Ankara:TCMB Yayını1988) s. 51.
278
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
TCMB kredilerinin toplamının yıllık artış oranı incelenen dönemin başlarında büyük ölçüde azaltılmıştır. Aşağıda tablo 1 ’de gösterildiği gibi 1987’de görülen %88.1’lik artış bir yana bırakılırsa, 1991’e dek sürdürülmüştür. Bu tarihten
sonra TCMB kredileri yeniden bir sıçrama eğilimine girmiş görünmektedir. Nitekim TCMB’nın kredileri toplamı 1991’de %177’lik bir yükselmeyle tarihinin
en büyük artış oranına ulaşmıştır.12
Tablo 1: TCMB Kredileri, (1980-1991)
Yüzde Olarak Sektörel Dağılımlar
Yıllar
Toplam
TCMB
Kredileri
Arış
Oranı
Hazine
KİT
Tarım
Sanayi
Ticaret
İhracat
Diğer
1980
655
71,5
28,0
22,5
10,8
21,5
2,5
7,3
6,7
1982
911
-1,6
29,2
22,3
2,4
25,4
4,3
11,0
5,2
1983
1234
35,5
27,4
15,6
2,8
24,4
9,5
14,7
4,4
1984
880
-29,7
60,0
5,0
1,0
21,0
2,0
4,0
3,0
1985
1300
47,7
61,1
9,1
3,5
19,8
1,9
1,2
3,2
1986
1828
40,6
57,5
11,7
3,3
22,6
1,7
0,2
1,6
1987
3439
88,1
40,9
22,2
14,8
18,0
1,1
1,6
0,6
1988
5142
49,5
40,5
21,0
13,5
17,6
0,2
8,8
1,4
1989
6699
30,1
38,3
19,7
13,7
14,4
8,5
2,8
1,5
1990
8294
23,8
42,8
18,9
11,3
14,4
8,5
2,8
1,5
1991
22976
177,0
59,2
23,6
5,3
4,3
7,0
-
0,7
Kaynak: Kepenek ve Yentürk 1994, s.206.
Merkez Bankası kredilerinin gelişmesinde en önemli etmenin Hazine ve
KİT olduğunu söylemek abartılı sayılmamalıdır. Bu durum kredilerin sektörel
dağılımından kolaylıkla izlenebilir. Bu gelişme kamu gelirlerinin artırılamaması
karşısında kamu giderlerini Merkez Bankası kaynaklarından karşılama eğiliminin
bir sonucudur.13
Ülkemizde 1980 sonrası görülen gelişmeler rasyonel beklentiler teorisinin
açıklamalarını doğrular özellikler göstermiştir. Gerçekten de, fertler, yüksek faiz
oranlarını gelir getirici bir unsur olarak görmüşler ve yatırım tasarrufundan çok
tüketim tasarrufuna yönelmişlerdir. Faiz gelirlerinin en az % 50’lik bölümü tüketim harcamalarına intikal ederek talebi şişirici bir unsur olmuştur. Yatırım harcamaları, yüksek faiz oranlarından olumsuz bir şekilde etkilenmiş ve yeni yatırım
yapılamaması, arz ile talep arasındaki açığın büyümesine ve enlasyonun hızlanmasına hizmet etmiştir. 14
12 Yakup Kepenek ve Nurhan Yentürk , Türkiye Ekonomisi, (İstanbul:Remzi Kitabevi, 1994), s.206.
13 Kepenek ve Yentürk, 1994, s.207.
14 Muhammet Akdiş, “Rasyonel Beklentiler Okulu’nun Enlasyon Yaklaşımı ve Türkiye’deki Faiz Oranları”,
279
ÖZAL DÖNEMİ PARASAL EKONOMİ:
PİYASALAR VE POLİTİKALAR
Para piyasasında meydana gelen değişmeleri analiz etmede para arzlarını gösteren parasal büyüklük denilen ölçütler kullanılmaktadır.
Faiz oranlarının parasal büyüklükler üzerindeki etkisini GSMH’ya oranlarından takip edebiliriz. Nitekim M1/GSMH oranına baktığımızda reel faiz
oranlarında düşüşe paralel olarak paranın dolanım hızı da azalmış, mevduat artış
oranı düşmüş ve böylece bahsi geçen oranda 1987’de 11.26 olmuştur.
Tablo 2. Para Arzları
1987
1988
1989
1990
M1/
M1/
M1/
Yıllık
Milyar Yıllık
M2/ Milyar Yıllık
M2/ Milyar Yıllık
M2/ Milyar
%arTL
%arış M2Y/
TL %arış M2Y/
TL %arış M2Y/
TL
ış
GSMH
GSMH
GSMH
M1/
M2/
M2Y/
GSMH
M1 8.683 31,09
11.26 11.312 31,09
8.44 19.558 72.90
8.32
31.398 60,54
7.94
M2 17.703 54,10
23.04 27.195 54,10
20.29 47.140 73,34
20.03 71.570 51,82
18.10
M2Y 21.771 57,46
30.03 23.004 59,57
27.30 61.275 66,93
26.00 93.363 52,37
23.62
Kaynak: TCMB, Üç Aylık Bülten, HDTM, 1994 İstatistik Yıllığı; DPT, 1990, 1994 Ekonomik Göstergeler.
M2/GSMH oranının artması bir ülkede finansal derinliğin arttığının göstergelerinden biridir. M2/GSMH oranı 1987 yılında 23.04 iken aynı oran 1990’da
18.10’e düşmüştür. Bu açıdan baktığımızda Türkiye’de finansal piyasalarda bir
bozulma ve dengesizliğin var olduğu anlaşılmaktadır.
Para piyasalarının gelişmişliğini ölçen göstergelerden biri M2Y’dir. Yıllara
göre M2Y para arzı büyüklüğünün GSMH’ya oranına baktığımızda 1980’li yılların başından itibaren bir gelişmenin var olduğu ve para piyasasında önemli gelişme yaşandığı anlaşılmaktadır. Para arzındaki artışları da ifade eden M2Y/GSMH
oranı 1990 sonrasında artışa geçmiştir. Bunun önemli bir nedeni faiz oranlarının
yükselmesi ile sermaye akımlarından dolayı para arzının daha da artmasıdır.
1989 yılında bankacılık sistemine üç yeni banka katılmış ve bankalararası (interbank) para piyasasında işlem yapan banka sayısı 62’ye yükselmiştir. Yıl
içinde İnterbank’ta 189 trilyon liralık çift taralı işlem yapılmış olup, bu rakam
GSMH’nın 1,1 katına eşittir. İnterbank faizleri ise yıl içindeki normal seyrini
Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi ( Temmuz 1992), s.61-65.
280
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
sürdürmüş, kamu maaş ödemelerinde piyasa sıkıştığı için faizler yükselmiş, devlet
iç borçlanma senetleri itfa tarihlerinde ise faizler düşmüştür. Bu dönemdeki en
yüksek faiz, %110 ile Ocak ayı maaş dönemine rastlamıştır. Bunun nedeni ise,
Ocak ayının 1989 yılı zamlı maaş uygulamasının ilk ayı olması nedeniyle bankaların sıkışmalarıdır.15
Yüksek faiz oranları para piyasalarında belirsizliğe sebep olmaktadır. Bankacılık kesiminde kısa vadeli mevduata verilen yüksek faiz belirsizliği artırmakta,
orta ve uzun vadeli kaynak talep edenlerin taleplerini gerçekleştirmeleri neredeyse
imkânsızlaştırmaktadır. Fon arz ve talebi kısa vadede döndüğünden fonların reel
kesime yönelmesi güçleşmektedir.
TCMB para arzını ve ekonomide likidite düzeyini belirlemek ve düzenlemek
amacıyla açık piyasa işlemleri aracını kullanmaktadır.
Merkez Bankası, 4 Şubat 1987 tarihinden itibaren açık piyasa işlemleri uygulamaya başlamıştır. Açık piyasa işlemleri mekanizması para politikası aracı olmakla beraber bu işlemler çerçevesinde Devlet iç borçlanma senetlerinin alım-satımına konu edilmesi, aynı zamanda Devlet Tahvilleri için ikincil bir Pazar
oluşturulmasına ve iç borçlanma politikasının günün koşullarına uygun şekilde
yürütülmesine de katkıda bulunmaktadır.16
Açık piyasa işlemlerinin başladığı 4 Şubat 1987 tarihinden 31 Aralık 1987
tarihine kadar toplam 8 trilyon 791 milyar liralık işlem gerçekleştirilmiş bulunmaktadır. Ancak açık piyasa işlemlerinin, senetlerin alım-satımı şeklinde yürütülmesi, bankaların yüksek getirili Devlet İç Borçlanma senetlerini elden çıkarmak
istememesi nedeniyle aksamış ve istenilen ölçüde alım-satım hacmi gerçekleştirilememiştir. Bunun üzerine açık piyasa işlemleri repo ve ters repo şeklinde yapılmaya devam edilmiştir.17 İşlemler, ekonominin likidite durumu göz önünde bulundurularak ya Devlet İç Borçlanma Senetlerinin doğrudan alımı ve geri satım
vaadi ile alımı yapılarak likidite düzeyini artırmak, ya da bu senetlerin doğrudan
satışı ve geri alım vaadi ile satışı suretiyle likidite düzeyinin azaltılması yönünde
gerçekleştirilmiştir. Açık piyasa işlemlerinde oluşan faizlerin, ihaleyle satılan Devlet iç borçlanma senetlerinde oluşan faizleri yakından izlediği anlaşılmaktadır.18
Merkez Bankası açık piyasa işlemi konusu olabilecek tahvil ve senetleri belirlemektedir. Ancak çoğunlukla alım-satım konusu olan senetler Devlet tahvilleri ve
Hazine bonoları olmaktadır.
15 TCMB 1989 Yıllık Rapor (TCMB Yayını,1990) , s. 58
16 TCMB 1987 Yıllık Rapor (Ankara: TCMB Yayını,1988) s. 46
17 Finans Kurumları Özel İhtisas Komisyonu, Türk Bankacılık Kesimi, (Aralık 1993), s.5
18 TCMB, 1987 Yıllık Rapor (Ankara:TCMB Yayını, 1988), s. 47.
281
ÖZAL DÖNEMİ PARASAL EKONOMİ:
PİYASALAR VE POLİTİKALAR
Tablo 3: Merkez Bankası Açık Piyasa İşlemleri ( Milyar TL)
Yıllar
Doğrudan Saış İşlemleri
Doğrudan Alış İşlemleri
Gecelik
1 Ay
Ağırlıklı
Faiz Oranı
9-12 Ay
TL
Ağırlıklı
Faiz
Oranı
Gecelik
1 Ay
Ağırlıklı
Faiz
Oranı
9-12 Ay
TL
Ağırlıklı
Faiz
Oranı
1987
194.4
36.68
29.1
45.16
125.2
43.37
163.5
46.61
1988
499.0
46.84
48.0
62.92
40.2
66.06
489.4
61.01
1989
188.9
40.33
806.8
57.62
97.7
88.82
1039.9
57.43
1990
18.3
42.41
846.1
50.78
234.5
45.78
1725.9
40.43
1991
756.8
61.98
1987.5
66.29
986.3
62.76
5246.6
51.49
Kaynak: TCMB 1994 Yıllık Rapor ( Haziran 1995).
Merkez Bankası’nın başlattığı açık piyasa işlemleri, ekonominin genel likidite düzeyinin ayarlanmasını sağlamış ve bankaların menkul değerler portföylerini
rasyonel biçimde yönetmelerine katkıda bulunması açısından da yararlı olmuştur. TCMB, açık piyasa işlemlerini piyasanın likit olduğu dönemlerde ters (reverse) repo ve/veya kesin satış, piyasanın sıkışık olduğu dönemlerde ise repo ve/veya
doğrudan alım yaparak sürdürmüş, ihale dışı uzun vadeli devlet iç borçlanma
senetlerinin satıldığı günlerde ise bu satışları kolaylaştırmak için açık piyasa işlemi yapmamaya çalışmıştır.19
Hazine ihale faizlerinin düşmesine paralel olarak 1989 yılının ilk yarısında
reverse repo faizlerinde de düşme izlenmiştir. Ancak, yılın ikinci altı ayında açık
piyasada yapılan işlemlerin daha çok kısa vadeli olması ve üç aylık hiçbir işlem
yapılmaması nedeniyle ihale faizleri ile açık piyasa faizlerinin üç aylık karşılaştırması yapılamamıştır.20
Merkez Bankası açık piyasa işlemlerini özellikle bankacılık kesiminde likiditenin oldukça arttığı; ihale ile alınan Devlet iç borçlanma senetlerinin itfalarının
yapıldığı günlerde yapmaktadır. Açık piyasa işlemleri, faiz oranlarının belirlenmesinde, Devlet iç borçlanma senetleri ihalelerinde oluşan faizler, özendirilmek
istenen vadeler, bankalararası para piyasası faizleri ve döviz piyasası hareketleri
etkili olmaktadır.21
Mevduat üzerine uygulanan munzam karşılıklar, bankaların kredi, kaydi
para oluşturma imkânlarını belirlemek üzere uygulanan önemli bir para politikası aracıdır. Merkez Bankası zorunlu karşılık oranını azaltması durumunda
19 TCMB, 1987 Yıllık Rapor (Ankara:TCMB Yayını,1989), s. 56.
20 TCMB, 1987 Yıllık Rapor (Ankara:TCMB Yayını,1989), s. 57.
21 Finans Kurumları Özel İhtisas Komisyonu, Türk Bankacılık Kesimi (Ankara: DPT yayını, Aralık 1993) , s.6
282
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
bankalar daha fazla kaydi para oluşturabileceğinden, bu durum TCMB’nın para
arzını artıracağı anlamına gelmektedir. Bu durumda faiz oranlarında düşme sözkonusu olacaktır. Zorunlu karşılık oranlarının artırılması aynı zamanda bankaların finansal yapılarını güçlendirmek için ve bankacılık sisteminin sağlam bünyeye
kavuşması için kullanılan önemli bir yöntemdir. Teoride zorunlu karşılık uygulamasının bankaların mevduat maliyetini artırdığını yönünde bazı eleştiriler de
mevcuttur.
Türkiye’de mevduatlar için kanuni karşılık ayrılması zorunluluğu ilk olarak
1936 yılında getirilmiş ve oran vadeli ve vadesiz mevduat için %15 olarak tespit
edilmiştir. Bir para politikası aracı olarak kullanılan zorunluluk karşılık oranı,
1980’li yıllına kadar en sık başvurulan araç olmuştur.
1980 sonrası dönemde munzam karşılıklar, 1982 sonuna dek süresiz mevduat için %35, süreli mevduat için de %30 olarak uygulanmıştır.221983’ten sonra
bu karşılıkların diğer hiçbir amaç için kullanılamayacağı hükme bağlanmıştır..
Bu karşılıklara ödenen faiz de 1985 yılında kaldırılmıştır. 1984’ten itibaren bankacılık kesiminde kaynak yapısı değişmeye başlamış ve mevduat içinde döviz
tevdiat hesaplarının payı sürekli bir şekilde yükselmiş,%40’a kadar yaklaşmıştır.
Döviz tevdiat hesapları karşılığı olarak hem döviz hem de TL munzam karşılık
ayrılmaktadır. Bu karşılıklardan döviz olarak tutulanlara LİBOR’un (Londra
bankalararası para piyasası faiz oranı) yarısı kadar faiz ödenmekte, TL üzerinden
tutulanlara ise faiz ödenmemektedir.
Mevduat munzam karşılığı ve disponibilite gibi Merkez Bankası tarafından
uygulanan yöntemlere yöneltilen en önemli eleştiri bankacılık sektörünün kullanılabilir fonlarını azalttığı doğrultusundadır.Bankalar, aldıkları mevduatı gerektiğinde karşılamak üzere disponibl değerler (para ya da kolayca paraya çevrilebilir
değerler) tutmakla yükümlüdürler. Disponilibite oranının hesaplanmasında kasadaki banknot, bozuk para ve efektif mevcudu, her an paraya çevrilebilir devlet
tahvilleri, hazine bonoları, merkez bankası nezdindeki serbest ve vadesiz tevdiat, posta çekleri hesapları dikkate alınır. Diğer bankalardaki mevduat hesapları
disponibl değerlere ilave edilmez.
3 Temmuz 1987 tarihinde yürürlüğe giren 9 sayılı tebliği ile umumi disponibiliteye ait esaslar yeniden düzenlenmiştir. Bankaların kasa mevcudu ve Merkez
Bankası nezdinde bulunan serbest tevdiatlardan oluşan birinci derece disponibl
değerlerin taahhütlere oranı asgari %3’den %5’e çıkarılmış; disponibl değer olarak kabul edilen, kullanılmayan reeskont imkanı ile belirli niteliklere haiz Devlet
22 Kepenek ve Yentürk, 1994, s.213.
283
ÖZAL DÖNEMİ PARASAL EKONOMİ:
PİYASALAR VE POLİTİKALAR
iç borçlanma senetleri için asgari bir oran belirlenmemiş; ancak, toplam disponibl değerlerin taahhütlere oranı %23’e çıkarılmıştır. Umumi disponibilite oranı,
28 Ağustos 1987 tarihinden itibaren %21, 25 Eylül 1987 tarihinden itibaren de
%23 olmak üzere kademeli olarak yükseltilmiştir.23 Ayrıca sözkonusu senetlerin
asgari vadelerinin 210 günün üzerinde olmaları gereklidir.
Bahsi geçen vade sınırlaması kamu finansmanında borç vadelerinin yukarı çekilmesini temin etmekle beraber bazı bankaların aktif-pasif yönetimlerini
olumsuz etkilemektedir. Ancak uygulamada bankalar fazla rezerv mahiyetinde
Devlet iç borçlanma senetlerini portföylerinde tuttuklarından fiili oran %35’in 2
ila 5 puan üzerine çıkmaktadır. Bu durumu özendiren en önemli etken Hazine’ce
Devlet iç borçlanma senetlerine mevduat faizlerinin üzerinde verilen reel faizdir.
Bu reel faiz %25’lere kadar çıkmıştır. Bankaların menkul kıymetler portföylerinde bulunan Devlet iç borçlanma senetleri toplamının halen %55’i disponibl
sayılan değerlerdir.24
Reeskont yeniden iskonto etme anlamında kullanılmaktadır. Merkez Bankası ticari bankalara onların getirecekleri senetleri reeskont ederek paraları bankalar
sistemine aktarmaktır. Merkez Bankası bankalara açtığı kredilerin faiz oranını
kendisi belirlediğinden, piyasa faiz oranını da önemli ölçüde belirlemiş olacaktır.
Bono, ticari senet ve hazine kefaletini içeren bonolar reeskonta kabul edilebilir.
Tablo 4: T.C. Merkez Bankası Reeskont ve Avans Faiz Oranları
Kısa Vadeli Krediler
Reeskont
Orta Vadeli Krediler
Avans İşlem Faiz Oranı
Genel
Faiz Oranı
Özel Faiz
Oranı
Genel Faiz
Oranı
Özel Faiz
Oranı
Avans Yürürlük
Tarihi
01.03.1973
8.00
6.00
9.00
6.00
07.01.1991
50.75
01.03.1980
14.00
13.50
15.00
14.00
31.12.1992
54.50
01.01.1985
52.00
28.00
50.50
28.00
11 Nisan 1993
65.00
01.01.1990
40-45
-
-
-
6 .06.1994
98.00
Yürürlük Tarihi
Kaynak: TCMB, Üç Aylık Bülten, 1995.
Mevduat faizlerindeki düşüşe paralel olarak, 27 Ocak 1987 tarihinde reeskont kredileri faiz oranları yeniden belirlenmiştir Kısa vadeli genel reeskont
kredilerine uygulanan faiz oranı %48’den %45’e, orta vadeli reeskont kredilerine
uygulanan oran ise %50.5’den %48.5’e düşürülmüştür.25 1990 yılında yukarıdaki tablo 4’de görüldüğü gibi Merkez Bankası reeskont faiz oranlarını düşürmüş23 TCMB, 1987 Yıllık Rapor (1988) Ankara, s. 48
24 Finans Kurumları Özel İhtisas Komisyonu, Türk Bankacılık Kesimi, (Ankara:DPT yayını,Aralık 1993), s.5.
25 TCMB, 1987 Yıllık Rapor (Ankara:TCMB yayını 1988), s. 50.
284
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
tür. Bankaların Merkez Bankasından kısa veya orta vadeli reeskont kredisi almaya
teşvik eden iki temel unsur ,piyasa faiz oranı ile Merkez Bankasının uygulamış
olduğu özel faiz oranlarıdır. Reeskont faiz oranlarını Merkez Bankasının düşürmesi, ticari bankaların senet kırmalarında uyguladıkları faiz oranlarını indirme
yönünde teşvik etmekte ve ellerinde mevcut senetleri paraya çevirerek bankaya
kaynak sağlama imkânı doğmaktadır.
Merkez Bankası 1985’ten sonraki dönemde yeni finansal piyasaların oluşturulmasında ve bölümlendirilmesinde ve bu piyasaların en verimli kaynak akışının
ekonomiye sağlanması amacına dayalı olarak “parasal programlama” çalışmalarına başlamış ve kendi bilançosunu orta vadede yeniden yapılandırmak için stratejiler geliştirmiştir. Bu stratejilerden en önemlilerinden biri de Merkez Bankası
bilançosu içinde kamu kesimine verilen kredilerin mümkün olduğunca azaltılarak, bankacılık sektörüne açılan kredileri artırma politikası izlemiş ve bu yolla
bankacılık kesiminin kısa vadeli likidite ihtiyacının bir para politikası aracı olarak
esnek bir şekilde karşılanması amacını gütmüştür.26
Bankacılık sektöründe artan rekabet, faaliyetlerinin çeşitlenip daha karmaşık (kompleks) yapıya bürünmesi, bankaların yönetiminde ve verilen bankacılık
hizmetlerinde zaman boyutunun önem kazanması, kendisine verilen görevlerle
sınırlı olarak TCMB denetim ve gözetimin daha yoğunlaştırılmasını gerekli kılmıştır.27
Merkez Bankası 1989 yılında M1, M2 ve daha geniş tanımlı parasal büyüklükleri değil, Merkez Bankası’nın bilanço büyüklüğünün denetim altına alınması
hedefine yönelmiştir. Bu amaçla iç kredilerin genişlemesi sınırlandırılmıştır.
TCMB, 1989 yılında başlattığı politika değişimini devam ettirmiş; 1990
yılının başında para programını kamuoyuna açıklayarak uygulamaya başlamıştır. 1990 yılında parasal programın uygulanabilmesi ve beklenen yönde olumlu
sonuçlar alınması, büyük ölçüde Merkez Bankası’nın iç varlık genişlemesini denetleyebilmesinden kaynaklanmıştır. Bunun temel nedeni de iç ve dış finansal
piyasaların içinde bulunduğu konjonktürün uygun olması nedeniyle kamu açıklarının piyasadan sağlanan kaynaklarla finanse edilebilmesidir. Merkez Bankası’nın 1990 yılında ulaştığı bu göreli bağımsızlığın, konjonktürden etkilenmeksizin sürdürülmesi ekonominin uzun dönemli istikrarı açısından büyük önem
taşımaktadır. Bu ise ancak kamu finansman açığının denetim altına alınmasıyla
sağlanabilecek bir durumdur.28
26 Finans Kurumları Özel İhtisas Komisyonu, Türk Bankacılık Kesimi, (Ankara:DPT yayını,Aralık 1993), s.1.
27 Finans Kurumları Özel İhtisas Komisyonu, Türk Bankacılık Kesimi, (Ankara: DPT yayını,Aralık 1993), s.9.
28 TCMB, 1990 Yıllık Rapor (TCMB yayını 1991), s.29.
285
ÖZAL DÖNEMİ PARASAL EKONOMİ:
PİYASALAR VE POLİTİKALAR
1989’lı yıllardan itibaren artan dış açıklar düşük kur-yüksek faiz politikası
ile kısa vadeli sermayenin yurtiçine çekilmesi sağlanmış ve Türk Lirasının değerlenmesine imkân verilmiştir. Cari işlemler dengesi açıkları yanında iç açıklar da
artmış, döviz kuru sun’i olarak baskı altında tutulmuştur.
Ticari Bankacılık Sisteminde Değişme ve Gelişmeler
1980’li yıllarda yapılan birçok düzenleme ile Türk bankacılık sektöründe önemli
ilerlemeler sağlanmıştır. Türk bankaları yurt içinde şube sayılarını artırmış, yurt
dışına şube açmaya başlamışlardır. Bu süreçte pozitif faiz oranları bankaların
mevduatlarını artırmaya, bankacılık sektörünün kârlı hâle gelmesiyle banka sayıları da artmaya başlamıştır. Yine bu dönemde yabancı bankaların ülkemizde banka kurma, şube açma ve ortaklık kurma şeklinde faaliyetlerinde artış olmuştur.
Türkiye’de bankacılık siteminde mevduat toplama ve kredi verme işlemlerinde
önemli değişiklikler olmuştur. Yükselen faiz oranları ile pozitif faiz oranları oluşmuş; bankalarda mevduat artışı sağlanmış, artan risk sebebiyle bankalar özsermayelerini artırmışladır. Ancak bu durum bir yandan enlasyonun kontrol altına
alınmasını zorlaştırmıştır.29
1980 sonrasında banka sayısının hızla arttığı söylenebilir. Bu artışın en
önemli nedenleri arasında yükselen faiz oranlarının etkisi, sermaye piyasalarının
yeterince gelişmemiş olması ve piyasada fon arz ve talebini yönlendirecek kurumların azlığıdır. Ayrıca kurulan bankaların hızla artmasının diğer bir nedeni büyük
ölçekli işletmelerin, holdinglerin kendi şirketlerine ucuz fon aktarmanın bir yolu
olarak bankacılık yapmayı cazip görmeleridir.
1980 öncesi dönemde idari olarak belirlenen mevduat faiz oranları bankaların “faiz” rekabetine girmelerini engellemiş, fiyatta rekabet edemeyen bankalar
şube sayısını arttırma gibi “fiyat-dışı” rekabet yöntemlerine yönelmişlerdir. Bu
dönemde ortaya çıkan “aşırı şubeleşme” olgusu bankaları yüksek aracılık maliyetleri ile fon aktarımı yapan finansal kurumlar haline getirmiştir.
29 Zeynep Ada, “Türk Bankacılık Sisteminin Yapısı (1980-1990)”, 3. İzmir İktisat Kongresi, (Eskişehir:DPT
Yayını, 1992, b), s.92.
286
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Tablo 5: Banka Sayılarında Gelişim
Banka Kurumları
1980
1985
1989
Mevduat Bankaları
37
44
53
Kamu Sermayeli
9
9
8
Özel Sermayeli
24
20
24
Yabancı Sermayeli
4
15
21
Yaırım Ve Kalkınma Bankaları
6
6
9
Kamu sermayeli
4
4
3
Özel sermayeli
2
2
2
Yabancı sermayeli
-
-
4
Toplam
43
50
62
Toplam Şube Sayıları
6100
6.268
6.590
Toplam Personel Sayısı
125.050
138.201
153.067
Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği.
1980 sonrası faiz politikaları bir yandan mevduat artışını amaçlarken diğer
yandan bankaların daha verimli çalışmalarını sağlayacak bir fiyat (faiz) rekabetine
girmelerini öngörmüştür.
Yukarıdaki 5 nolu tablo incelendiğinde bankacılık sektörünün sadece yerli
yatırımcılar için değil aynı zamanda yabancı yatırımcılar içinde kârlı bir sektör
olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim 1980 yılında yabancı sermaye katkılı banka
sayısı dört iken, 1989 yılında 21 olmuştur. Yabancıların bankacılık sektörüne
girmesi bankacılık alanında rekabetin ve hizmet kalitesinin artmasına imkân sağlamıştır.
Türkiye Bankalar Birliği’nin 1988-1992 yılları için hazırlanan konsolide kâr
ve zarar tablolarında toplam gelirlerin en önemli payını faiz gelirleri teşkil etmekte, faiz gelirlerinin de önemli bir bölümü de kredilerden alınan faizlerden
oluşturmakta olduğu görülmektedir. Faiz dışı gelirler dikkate alındığında ise en
önemli payın kambiyo kârlarına ait olduğu anlaşılmaktadır. Toplam giderler toplam gelirlerin ortalama %90’ını, faiz giderleri de yaklaşık yarısını teşkil etmektedir. Net kâr 1988-1992 yılları arasında toplam gelirlerin %6 ile %10 arasında bir
oranı temsil etmektedir.30
30 Finans Kurumları Özel İhtisas Komisyonu Raporu, s.9.
287
ÖZAL DÖNEMİ PARASAL EKONOMİ:
PİYASALAR VE POLİTİKALAR
1989 yılından itibaren yükselme eğiliminde olan faiz oranları bankalar arasında sert rekabetin yaşanmasına ve artan rekabet beraberinde faiz oranlarının
daha da yükselmesine neden olmuştur. Yükselen mevduat faiz oranları bankacılık
sektöründe riskli bir yapı oluşturmuştur. “Çünkü bankalar, mevduata ödedikleri
yüksek faizleri telâfi edebilmek için riskli alanlara kredi açacaklardır ve sonuçta
da izin verilmemesi gereken bir riskli bankacılık uygulaması ortaya çıkabilecektir.
Para otoriteleri bahsi geçen sorunu dikkate alarak genelde faiz oranlarına tavan
koyarak müdahale edebilmektedir.”31
Türk bankacılık sistemi, hemen hemen bütün ülkelerde gözlendiği gibi, oligopolistik yapıya sahiptir. Sistemde çok sayıda banka olmasına karşın, az sayıda
banka mevduat ve kredi piyasasında büyük paya sahip bulunmaktadır. Nitekim,
1993 yılında en fazla mevduata sahip beş banka (sırasıyla, T.C. Ziraat Bankası,
T. Emlak Bankası, T. İş Bankası, Yapı ve Kredi Bankası ve T. Halk Bankası) toplam mevduatın %15.6’sına sahip bulunmakta, sözkonusu bankaların ticaret bankalarının toplam kredileri içindeki payları da % 46.7’e ulaşmaktadır. Sistemde
beş büyük bankanın payının önemli düzeyde olmasına karşın, büyük bankaların
paylarının giderek azaldığı, sistemin oligopolistik yapısının daha rekabetçi bir hal
aldığı gözlenmektedir.32
1980-1985 yılları arasında bankacılık sisteminde meydana gelen değişmeler
şöyledir.33
•
Sermaye yeterliliği açısından banka kesiminde bir iyileşme gözlemlenmiştir
•
Varlık değerlendirilmesi açısından kredilerin toplam varlıklar içindeki oranında bir sıçrama görülmüştür.
•
Bankaların kârlılığında önemli artışlar görülmüştür
•
Bankaların varlıkların yapısında kaymalar olmuştur. Bankaların kasa ve Merkez Bankası alacakları düşmüş, ancak devlet tahvili ve bonoların miktarı artmıştır.
•
Özel bankaların kamu bankalarına göre mevduattan daha fazla pay aldıkları
belirlenmiştir.
•
Bankalar bankacılık dışındaki faaliyetlerinde azalma olduğu görülmüştür
•
Yüksek faizler nedeniyle batık kredilerin toplam krediler içerisindeki payı büyük ölçüde artmıştır.
31 İktisadi Araştırmalar Vakfı, Panel: Panelist: Selçuk Demiralp, 1993, s.43.
32 Öztin Akgüç, “ 1993 Yılında Bankalar, Mevduat ve Krediler”, Banka ve Ekonomik Yorumlar, (Yıl:31, 1994) s.5.
33 Çiller ve Çizakça, 1993, s.51-53
288
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
•
Fon aktarma maliyeti34 son derece yükselmiştir. Batı ülkelerinde %5 iken
Türkiye’de %50’yi bulmuştur.
Yurtiçi tasarruları teşvik etmek ve tasarruları mali sisteme çekmek için mevduat faizlerinin serbest bırakılması ya da reel getiri sağlayacak şekilde enlasyon
oranının üzerinde tespit edilmesi bankaların faiz ödemelerini artırmıştır.35
Türkiye’de bankacılık sisteminde 1985’lerden sonra kaliteli kadrolar, müşterilerin ihtiyaçlarını sağlayabilme, karar almada hız ve esneklik, düşük maliyetler,
büyük hacimdeki fonların kontrol edilmesi ve piyasada rekabet açısından önemli
gelişmeler olmuştur.36 Şüphesiz ki bu hızlı gelişmede bankacılık sektörünün uygulamış olduğu pozitif faiz oranlarının yüksek kazanç sağlayan bir sektör haline
gelmesinde önemli rolü olmuştur.
1988 sonrasında bankacılık alanında yapılan ıslahatlar sonucunda bankalar
Hazine ve Merkez Bankası garantisi olmadan uluslararası piyasalardan borçlanma
imkânına kavuşmuştur. Bu durum para arzının artmasına sebep olmuş Merkez
Bankası artık para arzını denetlemekte zorluk çekmiştir.37
1980 sonrası ekonomide yürürlüğe konan finansal politikaların önemli bir
amacı bankacılığın yanında banka dışı finansal kurumların da geliştirilmesi olmuştur.
Özel finans kurumları genelde faiz işlemlerine konu olmadan parasını değerlendirmek isteyen kişilerin talepleriyle kurulmuştur.
Türkiye’de Özel Finans Kurumları (ÖFK) 1984 yılından itibaren kurulmaya
başlanmış, finansal piyasalara fon çekme ve tasarruf birikimini artırma açısından
yeni kurumsal bir yapı olarak ekonomide yerlerini almışlardır. ÖFK’lar İslam
esasları temelinde finansal sistemde çalışmalarını yapmaktadırlar. Faizsiz bankacılık temelinde “kâr-zarar ortaklığı” ve “mudaraba (kâr paylaşımı)” yöntemleriyle
halktan fon toplanmakta ve bu fonlar doğrudan doğruya reel unsurlara kredi
olarak kullandırılmaktadır. Öte yandan elde edilen fonlar İslam’ın yasakladığı
mal ve hizmetlerin üretimine kanalize edilemez. ÖFK’lar tüketim amacıyla kredi
kullandırmamaktadırlar. ÖFK’ların en önemli özelliği kredi kullananlara hem
kâr hem de zarara ortaklık şartı getirmesidir.
34 Fon aktarma maliyeti: Tasarruf sahibinin eline geçen net faiz geliri ile kredi talep eden tarafın bankaya ödeme durumunda kaldığı toplam faiz arasındaki farktır.
35 Zeynep Ada, “Faiz Politikası ve Türk Bankacılık Sistemi Üzerindeki Etkileri” (Ankara:DPT Yayını,1992,
a) s.111.
36 İlhan Uludağ, Ekren Nazım., “Avrupa Topluluğu ve Türk Bankacılık Sistemi: Karşılaştırmalı Analitik Bir
Değerlendirme”, (İstanbul:Türkiye Bankalar Birliği Yay. 1993), s.12
37 Ahmet Beyarslan, “ Enlasyon Analizi ve Para Sunumu Geliştirme Stratejileri ve Makroekonomik Politikalar”, 3. İzmir İktisat Kongresi, (Eskişehir:DPT yayını, 1993), s. 62-63.
289
ÖZAL DÖNEMİ PARASAL EKONOMİ:
PİYASALAR VE POLİTİKALAR
Türkiye’de 1980 Sonrası Para Piyasasında Meydana Gelen Değişmeler
1980 öncesinde pek çok gelişmekte olan ülkelerde gözlendiği üzere, Türkiye’de
de faiz oranlarının kamu tarafından düşük tutulması yatırımlar için ucuz kaynak
sağlamanın bir yolu olarak görülmüştür. 1970’lerin başında enlasyonist sürece giren Türk ekonomisinde bu durum tasarruf sahiplerinin önemli ölçüde reel
kayıplara uğramasına ve tasarruların finansal sistemin dışına kayarak verimsiz
alanlara yönelmesine neden olmuştur. Tasarruların artırılması ve finansal sisteme
çekilebilmesi için faizler üzerindeki kayıtlamaların aşamalı bir biçimde kaldırılarak faiz oranlarının gerçekçi düzeylere yükseltilmesi politikası benimsenmiştir.38
Temmuz 1980’de vadeli mevduat faizlerinin serbest bırakılması uygulaması başlatılmıştır. Ancak bankaların uygulayacakları mevduat faiz oranları konusunda centilmenlik anlaşması arayışlarına girmeleri, etkin ve derinliği olan bir
para piyasasının olmayışı faiz oranlarının gerçekçi seviyelerde tutulabilmesi için
yeniden para otoritelerince üst limitlerin belirlenmesi ihtiyacını doğurmuştur.
Faiz oranlarının yükseltilmesi, tasarruların finansal sisteme kanalize edilmesini
ve spekülatif davranışların kontrol altına alınmasını sağlamıştır.39
Aralık 1983 tarihinden itibaren ticari bankalar kredi faizlerini serbestçe belirlemişlerdir. Ancak, Türkiye’nin ihracata yönelik sanayileşme ve döviz kazandırıcı diğer faaliyetleri destekleme yönünde yapmış olduğu tercihin ve tarım sektörünün ekonomik ve sosyal öneminin bir gereği olarak, bazı sektörlerde tercihli
kredi faizi uygulaması sürdürülmüştür.
Devlet iç borçlanma senetleri, piyasalarda en çok alış-verişi yapılan finansal
araçtır. Çeşitli düzenlemelerle, bankalara, portföylerinde devlet iç borçlanma senedi bulundurma zorunluluğu getirilmiştir. 3 Temmuz 1987 tarihinde yürürlüğe giren umumi disponibilite hakkındaki tebliğle, toplam disponibilite oranının
yükseltilmesi ve aynı tarihte yürürlüğe giren mevduat munzam karşılıkları hakkında tebliğle, karşılık oranlarının düşürülmesi sonunda alacaklı çıkan bankaların alacaklarının devlet iç borçlanma senedi alımında kullandırılması, bankaların
portföylerinde bulundurmak zorunda oldukları devlet iç borçlanma senetleri
miktarınca artırılmıştır. Ayrıca, piyasa mekanizması içinde belirlenen faiz oranlarının,genellikle mevduatın sağladığı net getirinin üzerinde seyretmesi, tanınan
vergi avantajları, kredi riski taşımaması, birçok alanda teminat olarak kullanılabilmesi ve açık piyasa işlemlerine konu olması devlet iç borçlanma senetlerine
sürekli bir talep oluşturmaktadır.40
38 DPT, 1980’den 1990’a Makroekonomik Politikalar ve Türkiye Ekonomisindeki Gelişmelerin Analizi ve Bazı
Değerlendirmeler. (Ankara:DPT Yayını, 24 Temmuz 1990), s.15.
39 DPT, 1980’den 1990’a Makroekonomik Politikalar ve Türkiye Ekonomisindeki Gelişmelerin Analizi ve Bazı
Değerlendirmeler. (Ankara:DPT Yayını, 24 Temmuz 1990), s.15.
40 TCMB, Yıllık Rapor (Ankara:TCMB yayını 1987), s.61.
290
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
1989 yılında çıkarılan 32 Sayılı Karar para piyasaları üzerinde önemli etkileri
olmuştur. 1990’lı yılların başında artan kamu açıkları hükümetin yurtdışı kaynaklarla finanse etmesinde zorluklar çekmesine bağlı olarak yurtiçi kaynaklara
yönelme yönelmesine sebep olmuştur.
Hazine bütçeyi finanse etmek amacıyla hazine bonosu çıkarmakta ve bu bonolarla bankalar, finansal kuruluşlar, firmalar ve halktan en çok bir yıl süre ile
borçlanmaktadır. Hazine bonolarının faiz oranı piyasada geçerli olan faiz oranı
dikkate alınarak belirlenmektedir.
29 Mart 1989 tarihinden itibaren Merkez Bankası ile Hazine arasında imzalanan protokol gereği Hazine’nin Merkez Bankası’na dış borçtan doğan borcunun tasfiyesi için uzun vadeli değişken faizli devlet iç borçlanma tahvillerinin
satışına başlanması ihale faizlerinin yükselmesine etki etmiştir. Ancak bu eğilim
bahsi geçen yılın sonuna doğru ihale faizleri düşmeye devam etmiştir.
5 Nisan 1989 tarihinden itibaren Hazine, daha fazla borçlanabilmek fakat
bu arada ihale faizlerini de yükseltmemek için ihalelerde opsiyon uygulamasını
başlatmıştır. Bu uygulamaya göre, toplam opsiyonla satılacak miktar ihaleye çıkılan miktarın %25’ini geçmemek zorundadır. Opsiyonlu satışlardan almaya hak
kazanmak için ise ihaleyi kazanmak ve ihalede belirlenen ortalama faizi veya daha
düşük bir faizi önermek gerekmekte ve alışlar kazananların ihaledeki aldıkları
miktarlarla sınırlı olmaktadır. opsiyonlu satışlara talebin çok olması ve dolayısıyla
bir tayınlama gerekmesi durumunda, ihaleyi en düşük faizle kazanandan başlayarak sırayla opsiyonla satılacak miktar bitene kadar devam edilecektir.41
Bonoların ve tahvillerin alıcıları, önem sırasına göre bankalar, resmi kuruluşlar ve özel kuruluşlardır. 1989 yılında, bonoların %88’ini bankalar, %7’sini
resmi kurumlar ve %4’ünü özel kuruluşlar, tahvillerin %91’ini bankalar satın almıştır. Bankalar iç borçlanma senetlerini disponibilite için de tutabildiklerinden,
paylarını özellikle arttırmaktadırlar. Bazı bankalar krediye dönüştüremedikleri
fonlarını bu yoldan değerlendirmişlerdir. 1989’da bono ve tahvil stokları toplamının GSMH’ya oranı %8 olmakla birlikte, M2’ye oranı %29’dur. Bu oran,
borçlanmanın finansal piyasalarda büyük etki yapabileceğinin göstergesidir.42
Toplam menkul kıymetler satışları içinde Hazine bonosunun payı geçen yıllara oranla düşerek %52’ye düşmüş, devlet tahvilinin payı artarak, %29’a ulaşmıştır.43
41 TCMB, 1989 Yıllık Rapor (Ankara:TCMB yayını 1990), s. 55.
42 TCMB, 1989 Yıllık Rapor (Ankara:TCMB yayını 1990) s. 22
43 A.g.e. s.22
291
ÖZAL DÖNEMİ PARASAL EKONOMİ:
PİYASALAR VE POLİTİKALAR
1980 sonrası dönemde para piyasalarında dikkat çeken bir gelişme, gerek
ulusal bankaların ve gerekse yabancı bankaları da kapsayacak bir biçimde bütün
banka sisteminin kaynak toplama (mevduat) ve dağıtma (kredi) maliyetlerini dramatik sayılabilecek bir kısırdöngü ile yükselmesidir. Vadeli mevduat faizlerinin
endekslenmesinin ve toplam mevduat içinde vadesiz/vadeli bileşiminin önemli
ölçüde değişmesinin sonucu olarak Türk Banka Sisteminde toplam mevduatın
faiz maliyeti 1979 yılında %4,9 iken bu oran %1984 yılında %33 düzeyine ulaşmıştır.44
Kredi Piyasasında Gelişmeler
1980 sonrası dönemde nominal faiz oranları önemli ölçüde artarken, kredi faizi
ile mevduat faizi arasında büyük farklar (spread) oluşmuştur. Kredi faiz oranlarında meydana gelen artışlarında temel etken mevduat faiz oranlarının yükselmesi olmuştur.
Kredi ve mevduat faiz oranları arasındaki farklar, bankaların -aşırı şube sayısı
ve buna bağlı olarak yüksek sabit masraları, son yıllarda yaygınlaşan otomasyon
sonucu sabit maliyetlerdeki artışlar gibi sebeplerle- yüksek aracılık maliyetleri,
geri dönmeyen ve donuk kredi alacaklarını cari kredi faizlerine yansıtmalarından
kaynaklanmaktadır. Bunlardan başka yüksek munzam karşılıklar, disponibilite,
bankacılık işlemleri üzerindeki vergi ve fonlar kredinin nihai kullanıcıya maliyetini artıran diğer faktörlerdir.45
Kuşkusuz “Türk Banka Sistemi”, yüklendiği faiz yükünü olduğu gibi kredi
müşterilerine yansıtmış, ticari kredilerin kredi müşterilerine maliyeti 1979 yılında %25-30 düzeyinde iken faizle birlikte her türlü gideri kapsayan bu maliyet,
1984 yılında %75-80 düzeyine ulaşmıştır.46 Kredi faiz oranlarının her bankaca
“serbest” biçimde belirlenmesinin, bankaların “para ticareti” yerine yüksek faizlerle Hazine’yi finanse etmelerinin ve kambiyo kurlarındaki endekslemeye koşut
olarak artan kambiyo gelirlerinin sonucu olarak bankaların kâr artışları da artmıştır.47
44 Tuncay Artun, “Türk Mali Sistemi:1980-1984 Değişim ve Maliyeti” Bırakınız Yapsınlar Bırakınız Geçsinler: Türkiye Ekonomisi (Ed: Bilsay Kuruç vd.) (İstanbul:Bilgi Yayınevi, Haziran1985) s.64
45 Adnan Büyükdeniz, Türkiye’de Faiz Politikaları: 1980 Sonrası Politika ve Uygulamaların Ekonomi Üzerindeki Etkileri, (İstanbul:Bilim ve Sanat Vakfı Yayınları, Yayın no.1, 1991), s. 69.
46 Artun, 1991, s.64.
47 Artun, 1991, s.66.
292
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Tablo 6: Bankacılık Sektörü Kredileri, GSYİH İçindeki Paylar, (%)
1970 1980 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993
Merkez Bankası
Kredileri
7,7
12,4
3,7
4,9
5,2
4,2
20,5
18,0
3,5
4,6
5,0
Mevduat banka
kredileri
17,8 14,9
15,8
19,6
21,4 17,6
2,7
1,9
16,0
16,8
17,1
Yaırım kalkınma
kredileri
7,2
1,8
2,0
2,0
15,9
16,4
1,7
1,5
1,4
3,3
-
Kaynak: TCMB 1990 Yıllık Raporu; DPT, 1990, 1994 Ekonomik Göstergeler.
Türk finansal sisteminde, tasarruların yönelebileceği belli başlı dört çeşit
finansal araçtan bahsetmek mümkündür. Bunlar; nakit, vadeli ve vadesiz mevduat, devlet tahvilleri ve özel kesim tahvilleridir. Ancak, devlet tahvili ve hazine
bonolarının, çeşitli teşvik ve zorlamalarla finansal kuruluşların portföylerinde yer
aldığı, özel kesim tahvillerin algılanan riskinin son derece yüksek olduğu hesaba katılırsa, gönüllü tasarruların yönelebileceği finansal araçların büyük ölçüde
mevduat ile sınırlı kaldığını söylemek yanlış olmayacaktır. 1980’den bu yana uygulanan faiz oranları banka mevduatlarının artırılmasına yönelmiş, faiz oranlarının temel amacı vadeli mevduata enlasyonun üzerinde bir faiz geliri ödemek
olmuştur. Buna karşın; özel kesim tahvilleri doğrudan ya da 1-yıl vadeli mevduat
faizine endekslenerek belirlenmiş, tahvil ve mevduat faiz oranları arasındaki fark
çoğu kez on puanın altında kalmıştır. Kamu tahvillerine ödenen (vergiden muaf )
faiz oranları ise genellikle vadeli mevduata ödenen net faiz oranının üzerinde
tutulmuştur.48
Faiz politikalarında köklü değişiklik 1 Temmuz 1980 tarihinden itibaren,
bankaların vadeli tasarruf mevduatı faizlerini serbestçe belirlemeleriyle başlamıştır. Ülkemizde faiz oranlarının arz ve talebe göre belirlenmesini düzenleyen aynı
Tebliğ’de bankalara mevduat sertifikası çıkarabilme imkânı tanınmış, faizlerde
serbestliği kısıtlayıcı yönde Bankalar Birliğince herhangi bir karar alınamayacağı
hükmü yer almıştır.
1983 sonrası dönemde, faiz oranlarının piyasada serbestçe belirlenmesi yerine, güdümlü olarak enlasyona endekslenmesi olmuştur. Ocak 1983 tarihinde
büyük bankalara mevduat faiz oranını belirleme yetkisi verilmiş, “nominal faiz
oranları idari olarak belirlenmeye başlanmış, genelde mevduatlara pozitif reel getiri sağlayacak düzeylerde olmuştur. Diğer bir ifade ile, faiz politikaları mevduat48 Büyükdeniz, 1991, s.70.
293
ÖZAL DÖNEMİ PARASAL EKONOMİ:
PİYASALAR VE POLİTİKALAR
lara genelde pozitif reel faiz getiri sağlama sağlamıştır.”49
Tablo 7: Faiz Oranları İle İlgili Temel Göstergeler
Tasarruf
Faiz Oranı
Yıllar
(Vadeli
mevduat,
1Yıllık)
Hazine BoBankalararası
nosu, Devlet
Faiz Oranı
TCMB
Tahvili Faiz
Reeskont
Oranı
Faiz Oranı
(ortalama ve
yılsonu)
(1 Yıl)
Reel Faiz
Oranı
(1 yıl vadeli
tasarruf
mevduaı)
Enlasyon
Oranı (TEFE)
1980
33,0
33,0
-
-
-35,81
107,2
1981
50,0 (1)
31,5
-
-
9,65
36,8
1982
50,0 (1)
31,5
-
-
18,11
27,0
1983
45,0
48,5
-
-
11,20
30,5
1984
45,0
52,0
43,7
-
-3,5
50,3
1985
55,0
52,0
50,2
-
8,24
43,2
1986
48,0
48,0
53,6
39,09
14,20
29,6
1987
45,0-58,0
45,0
48,1
42,36
11,24
32,0
1988
65.0
54,0
64,1
46,77
-6.3
70,4
1989
48.5
54,0
64,3
26,87
-2.8
63.9
1990
50,3
50,7
58,8
62,72
-4.6
52,3
1991
61.4
50,5
69,2
59,87
8.1
55,4
Kaynak: TCMB Yıllık Raporları (1987, 1991, 1994) HDTM, TCMB Üç Aylık Bülten ( IV Aralık,1994 ve Nisan- Haziran 1995) ve 6 ay vadeli mevduatlara ödenen faiz oranı.
Faiz oranları 1980 ortalarında serbest bırakılmasına rağmen büyük bankaların kendi aralarında kartel türü anlaşmaları sonucunda bir fiyat olarak belli seviyede tutuldu, tamamıyla serbest piyasa şartlarında belirlenmedi. Oligopolistik
bir yapıya sahip olan Türk bankacılık sisteminde “centilmenlik anlaşması” adı
verilen bir anlaşmayla bankalar faiz oranlarını birlikte belirleme yoluna gitmişlerdir. 1981 yılında da bu uygulama devam etmiş ve bankalar yine birlikte hareket
ederek, değişen ekonomik koşulların ışığında vadeli tasarruf mevduatı faizlerini
tasarrulara reel getiri sağlayacak şekilde üç defa yükseltmişlerdir50.
Bu durumda biri bankaların saptadığı, diğeri de serbest piyasa da oluşan
ikili bir faiz yapısı oluştu. Bu ikinci fiyat “banker” faizi, bu işi yapanlarda banker
olarak adlandırıldı. Denebilir ki esasen var olan tefecilik açıklık kazandı ve yay49 Büyükdeniz, 1991, s.67.
50 Ada, 1992, s.28.
294
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
gınlaştı.51
Firmalar, faiz oranlarının yükselmesi sonucu finansman yüklerini karşılayamaz duruma gelmişler ve borç aldıkları paraların faizini ödeyebilmek için,
bankerlerden daha yüksek faizle borç almaya yönelmişlerdi. Ancak firmaların,
bankerlere olan yükümlülüklerini bu yüksek faiz oranları nedeniyle yerine getirememesi ve bankerlerin topladıkları tasarruların bankaları sarsacak boyutlara
ulaşması bankaları harekete geçirdi ve 1983’de bankerlik tasfiye edildi, bu arada
güç durumda kalan beş banka da kurtarıldı. Serbest piyasa ekonomisine geçişle
birlikte yaşanan ilk finansal sorunu önlemek amacıyla hükümet devreye girmiş
ve mevduatın vadesine göre faiz oranını belirleme yetkisi Merkez Bankası’na verilmiştir.
Merkez Bankası, 1987 yılında bir yandan faiz oranlarının yatırımların azalmasına, piyasada ekonomik durgunluğa yol açmayacak şekilde öte yandan mali
tasarruları bankacılık sistemine çekebilmek için düzenleme yoluna gidilmiş ve
bir yıl vadeli mevduat faiz oranları serbest bırakılmıştır. 1988 yılında mevduat
faiz oranlarında hızlı artışlar nedeniyle yılın sonuna doğru “faiz tavanı” uygulamasına yeniden dönülmüştür.
1988 yılın tümü için belirlenen enlasyon oranı hedefinin (%35’in altında
bir enlasyon) daha yılın ilk 6-7 ayında aşılması enlasyon beklentilerini olumsuz
etkilemiş, bunun sonucu Türk Lirası araçlarından dövize kaymalar hızlanmıştır.
Türk Lirası’ndan kaçışı yavaşlatmak, döviz piyasaları üzerindeki aşırı talep baskısını azaltmak ve banka mevduatlarını teşvik etmek amacıyla, 17 Ekim 1988’de
mevduat faiz oranları bir kez daha serbest bırakılmıştır. Böylece 1980’den bu tarihe kadar mevduat faizleri üçüncü kez serbest bırakılmış oluyordu. Faiz serbestîsini takiben, bir yıl vadeli mevduata ödenen faiz oranının %85’lere yükselmiştir.
1988 yılının yaz ayları boyunca emisyondaki artışların yüksek olması ve enflasyonun hız kazanmaya başlaması üzerine reel faiz oranları negatife dönüşmüş
ve dövize olan talep yeniden canlanmıştır. Bunun üzerine Ekim ayında döviz talebini kontrol edici ve dış ticaret politikasını kapsayan tedbirler alınmış ve resmi
mevduat dışındaki bütün mevduat türlerinde uygulanacak faiz oranları serbest
bırakılmıştır. TL’nin dövizle ikamesini önlemeye yönelik olarak Ekim 1988’de
döviz tevdiat hesapları (DTH)’ından elde edilen faiz gelirlerine %5 oranında
vergi stopajı uygulanmaya başlanmıştır. Yine bu amaçla, vadesiz DTH’ları için
munzam karşılık oranı %25’e yükseltilmiştir.52
51 Kepenek ve Yentürk, 1994, s.210.
52 Ada, 1992(b), s.38.
295
ÖZAL DÖNEMİ PARASAL EKONOMİ:
PİYASALAR VE POLİTİKALAR
1989 yılında toplam mevduatın artış hızı %73.9 oranına ulaşırken, mevduat
bankalarının kredileri %37.9 oranında yükselmiştir. Bu yılda kredi artışının sınırlı kalmasına, 1988 yılında yürürlüğe konulan karşılık kararnamesi, mevduat
bankalarının faaliyetlerindeki çeşitlenme, fonların önemli bir kısmının daha az
riskli alanlara plase edilmesi ve ekonomide yaşanan durgunluk etkide bulunmuştur.53
1980 öncesinde ve sonrasında önemli makroekonomik göstergelerden biri
olan tasarruf oranı Türkiye’de düşük seviyede gerçekleşmiştir. Bu durum, diğer
gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi, Türk finansal sisteminin sığ kalmasına
neden olmuştur. Bu dönemde vadeli ve vadesiz mevduat, küçük tasarruf sahipleri
için tek tasarruf aracı olarak kalmıştır. Çok dar çerçevede işlem gören hisse senedi
ve tahvil gibi diğer araçlar ise, tasarruf sahiplerinin taleplerini karşılayacak ölçü ve
güvenceden yoksun kalmıştır.54
Tablo 8’de görüldüğü gibi en hızlı artan para piyasası derinlik göstergesi vadeli mevduatta olmuştur. Buna göre vadesiz mevduatta 1983’de GSMH’ya oranla %9.5 iken 1994’de %4 olmuştur. Vadesiz mevduattan vadeli mevduata ciddi
bir geçiş yaşanmış, vadeli mevduat 1983’de GSMH’daki oranı %9.9 iken 1990’da
10.5’e ulaşmıştır. Şüphesiz ki bu artışı etkileyen en önemli faktörler mevduat faiz
oranlarının genelde pozitif seyir izlemesi ve informel piyasalarda dönen kaynakların resmi piyasalara yönelmiş olmasıdır.
1984’de döviz üzerine mevduat açtırmanın mümkün olmasıyla, vadeli TL
mevduatı ile döviz mevduatı arasında da geçiş yaşanmıştır. 1985’de vadeli mevduat GSMH’ya oranla %14.2 iken 1990’da bu ora %10.5’e düşmüş, döviz mevduatı ise %5.5’e çıkmıştır.
Türkiye’de, 1980 yılından önce mevduat faiz oranları kontrol altındaydı ve
bu oranlar genelde negatif seviyede oluşmuştu. Bu ise kredi ihtiyacının yeterince
karşılanamamasına ve buna bağlı olarak ortaya çıkan kredi tayınlaması sonucunda kaynakların etkin olmayan şekilde tahsisine neden olmuştur.
1980 sonrası devletin küçültülmesi amacıyla altyapı harcamaları dışında kalan yatırımların özel kesime bırakılması bir ilke olarak benimsenmişti. Mevduat
faizlerinin serbest bırakılması finansal piyasaların ihtiyaç duyduğu fonların sağlanmasında etkili olmuş ve böylece faiz oranlarının piyasada arz ve talebe göre
belirlenmesi süreci başlamıştır. Pozitif reel faiz oluşacak şekilde, ekonomide atıl
şekilde duran tasarruların sisteme çekilmesi ve mevduatların artırılması amaçlanmıştır. Nitekim reel faizlerdeki artış, mevduat miktarında artışa neden olmuştur.
53 DPT. 1980’den 1990’a Makroekonomik Politikalar ve Türkiye Ekonomisindeki Gelişmelerin Analizi ve Bazı
Değerlendirmeler. ( Ankara:DPT Yayını,24 Temmuz 1990). S.59
54 İktisadi Araştırmalar Vakfı, Panel: Panelist: Selçuk Demiralp, 1993, s.43.
296
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Tablo 8: Para Piyasası Derinlik Göstergeleri, GSMH’ya Oranlar (%)
1983
1985
1990
1991
Vadesiz Mevduat
9.5
6.0
5.2
5.0
Vadeli Mevduat
9.9
14.2
10.5
11.6
Resmi Mevduat
1.2
1.3
0.9
0.5
Özel Finans Kurumları
-
-
0.3
0.4
Döviz mevduaı
-
-
5.5
8.3
Kaynak: DPT, 1990, 1994 Ekonomik Göstergeler.
Faiz politikasında yapılan değişiklikle tasarruların alternatif plasman imkanlarından vadeli tasarruf şeklinde kullanımının avantajlı kılınması etkisini
göstermiş ve 1979 yılında vadeli tasarruf mevduatının toplam mevduat içindeki payı %19.1 iken, bu pay 1982 sonunda %41.3’e yükselmiştir. 1983 başında
ve ortasında vadeli tasarruf mevduatı faiz oranının iki defa düşürülmesi ve fiyat
artışlarının hızlanması, tasarruf sahibinin reel olarak pozitif faiz geliri elde edememesine yol açmış, bu da mevduat artış hızının belirgin şekilde yavaşlamasında
etkili olmuştur.
Tablo 9: Bankalardaki Mevduatın Dağılımı (%)
Yıllar
Tasarruf Mevduaı
Ticari Mevduat
Döviz Tevdiatı
Diğer mevduat
1988
33,19
17.12
24.70
24.99
1989
37.03
15.60
22.46
24.81
1990
34.63
15.36
23.15
26.86
1991
34.80
13.14
31.57
20.49
Kaynak: TCMB, 1994.
1983 yılında toplam mevduat %30.8 oranında büyümüştür. Yürürlüğe konulan faiz rejimi ile vadesiz tasarruf mevduatı %100’ün üzerinde artış göstermiştir.55 1980-1989 döneminde reel faiz politikası takip edilmiş ve böylece mevduatların artırılmasına çalışılmıştır. Bu dönemde toplam mevduatın artış oranı
ortalama yıllık %57,3 oranında olmuştur.56 Bu dönem boyunca sadece 1984
yılında negatif faiz gerçekleşmiş diğer yıllarda pozitif faiz oranları sayesinde tasarrular finansal sisteme çekilmiştir.
55 Ada, 1992 (b), s.33.
56 DPT, 1980’den 1990’a Makroekonomik Politikalar ve Türkiye Ekonomisindeki Gelişmelerin Analizi ve Bazı
Değerlendirmeler. ( Ankara:DPT Yayını,24 Temmuz 1990), s.59.
297
ÖZAL DÖNEMİ PARASAL EKONOMİ:
PİYASALAR VE POLİTİKALAR
Yıllar itibariyle Türk Bankacılık Kesimi’nde mevduatın türler arasındaki dağılımına bakıldığında toplam içinde tasarruf mevduatı ile ticari mevduatın sürekli bir düşme, döviz tevdiatının ise sürekli yükselme eğilimi gösterdiği saptanmaktadır.57
Türk finansal sisteminde, fon toplama araçları büyük ölçüde kısa vadeli ve
likiditesi yüksek araçlardır. Fon toplama araçları içinde en büyük payı teşkil eden
banka mevduatlarının önemli ölçüde kısa vadeli olduğu gözlenmektedir. Örneğin, 1988 yılı sonu itibariyle toplam mevduat içinde vadesiz mevduatın payı
%37; toplam vadeli tasarruf mevduatı içinde 1 ay vadeli mevduatın payı %12,
3 vadeli mevduatın payı %25, ay vadeli mevduatın payı ise %13 civarındadır.
Toplam vadeli tasarruf mevduatı içinde 1 yıl ve daha uzun vadeli mevduatın payı
1984’de %5’den, 1988 itibariyle %50’ye yükselmiştir. Öte yandan banka mevduatlarında vade taahhüdünün bağlayıcı olmaması ve böyle aracın fon toplama
araçları içinde çok önemli bir paya sahip olması finansal sistem açısından potansiyel bir istikrarsızlık kaynağı teşkil etmektedir.58
1990 sonrasında döviz mevduatında önemli artışlar görülmüştür. Bunun
sebebi enlasyon oranındaki artış ve yurtiçi faiz oranındaki artışın yurtdışı faiz
oranından hızlı artmasıdır. Böylelikle yurt dışından fon toplayan yatırımcıların
piyasaya döviz arz etmesiyle kurumlarda döviz mevduatları da artmıştır. Bu dövizlerin bir kısmı işçi dövizleridir.
Faiz oranları enlasyonun artışına sebep olurken enlasyondaki artışlar da tasarruf sahiplerinin beklentilerini olumsuz etkilediğinde faiz oranlarının artışına
sebep olmaktadır. Kısaca, faiz-enlasyon arasında kısır döngü sözkonusu olmaktadır. Yüksek faiz ve yüksek enlasyon ekonominin dengelerini altüst eden iki
değişken olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yurtiçi finansal piyasalarda faiz oranlarının yüksekliği, piyasalarda finansal
baskı oluşturarak reel faiz oranlarının yüksek kalmasına neden olmuştur. Reel
faizlerin yüksek olması bütçede faiz giderlerinin artmasına ve kamu kesiminin
daha fazla borçlanmasını gerektirmiştir.
Döviz kuru, enlasyon ve faiz oranlarındaki gelişmeler, tasarruf mevduatının
gelişimini, mevduatların Türk lirası ve yabancı para olarak dağılımıyla birlikte
mevduatların vade yapısını etkilemektedir.59
57 Finans Kurumları Özel İhtisas Komisyonu, Türk Bankacılık Kesimi, (Ankara:DPT yayını,Aralık 1993) s.7
58 Büyükdeniz, 1991, s. 60.
59 TCMB, 1994 Yıllık Rapor (Ankara:TCMB yayını 1995), s. 75-76
298
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
1980’li yıllarda uygulanan yüksek faiz düşük kur politikalarına bağlı olarak
kısa vadeli sermaye yani ‘sıcak para’ girişi hızlanmış ve sonuçta ülkenin dış borçlanmasını hızlandırmıştır.”60
Kredi piyasasının liberalize edilmesi ülke kalkınmasında önemli rol oynamıştır. Özel sektörün önünün açılması aslında Türkiye ekonomisinin sağlam temeller üzerinde oturtulmasını da önemli ölçüde Özal Dönemi’nde sağlandığını
söylemek mümkündür. Kalkınmada sadece özel sektör değil kamu kaynaklarının
da etkin kullanıldığı söylenebilir. Şöyleki “1985 yılında yatırım giderlerinin bütçe içindeki payı %22.8 iken bu oran 2001’de %6’ya düşmüş”61, 2007’de %8.1,
2012’de ise 11.2 olmuştur.
Döviz Piyasasında Meydana Gelen Değişmeler
1980 yılından itibaren reel ve finansal ekonomiyi önemli ölçüde etkileyen iki
önemli değişken faiz oranları ve döviz kurudur. Uygulanan kur politikası, ihracatın teşviki ve ithalatın caydırılması yoluyla dış dengenin sağlanmasında önemli
rol oynamıştır. Faiz oranlarının ise ekonomiye dış kaynak girişini sağlama ve fiyat
istikrarının korunmasında etkin rolü vardır.
Türk Lirasının reel olarak değer kaybetmesi nedeniyle ihraç malları fiyatlarının ucuzlaması ve buna paralel olarak Türkiye’nin uluslararası piyasalarda rekabet
şansımızın artmasına ve dolayısıyla ihracatımızın artmasına imkân sağlayacaktır.
Türk Lirasının reel değer kaybı durumunda ise ithal mallarının fiyatları artacak
ve ithalat azalacaktır.
25 Ocak 1980 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Türk Parasını Kıymetini
Koruma Hakkındaki 25 sayılı Karara göre 1 ABD Doları = 70 TL’ye yükseltilmiş,
alım-satım konusu yapılan dövizlerin alış-satış fiyatları, uluslararası para piyasasındaki gelişmeler göz önüne alınarak belirleneceği belirtilmiştir. 01 Mayıs 1981
tarihinden itibaren çoklu kur uygulamasından, günlük tek kur uygulamasına geçilmiş ve döviz kurları TCMB tarafından günlük olarak ilan edilmeye başlanmış
ve böylece sabit kur rejimi terk edilmiştir.
24 Ocak 1980 kararlarını izleyen dönemde Türkiye’nin ekonomi politikasının olumlu yönlerinden biri, döviz kurunun, başlangıçta yapılan yüksek oranlı
bir devalüasyondan sonra, enlasyona paralel biçimde, bazen de onun da üstünde
bir oranda parça parça ayarlanmaya devam edilmesi; diğer bir deyişle Türk parasının iç değeriyle dış değeri arasındaki bağın gerçekçi bir düzeyde muhafaza edilmesi; günlük konuşma dilimizle gerçekçi kur politikası izlenmesiydi. Gerçi bu
60 Sinan Sönmez, Dünya Ekonomisinde Dönüşüm, (Ankara:İmge Kitabevi, 2005 ), s. 450.
61 Onur Öymen, Türkiye’nin Gücü, (İstanbul:Remzi Kitabevi, 2003), s.149.
299
ÖZAL DÖNEMİ PARASAL EKONOMİ:
PİYASALAR VE POLİTİKALAR
kur politikası dahi Türkiye’nin Dış Ödemeler Dengesinin Cari İşlemler Hesabını
dengeye getirecek bir denge kuru düzeyinde gerçekçi değildi. Faiz ve genel olarak
fiyat politikasıyla birleşen bu kur politikasıyla Türkiye, 1980-1987 döneminde
ekonomisinde makro dengeleri iyi kötü koruyabilmiştir.62
1980-1984 döneminde ekonominin dış dengesizliği önemli ölçüde parasal
bir olgu olarak algılanmıştır. “Bu çerçevede uygulamaya konan önlemler daha
çok fiyatlara yönelik olmuş ve ulusal para değerinin sürekli olarak ayarlanması
temel amaçlardan biri olarak benimsenmiştir. Döviz kurları T.C Merkez Bankası
tarafından iç ve dış enlasyon oranları arasındaki farkı giderecek şekilde belirlenmeye başlanmıştır. Bu biçimde belirlenen kurlar ithal ürünlerin iç fiyatlarını artırırken, ihracatın Türk lirası karşılıklarının yükselmesine neden olmuştur.
Açıkça görüleceği gibi kur politikasının amacı ihracatı teşvik ederken ithalatın
artış hızını frenlemektir.”63
07 Temmuz 1984 yürürlük tarihli 30 sayılı Karar’la Türkiye’de uygulanmakta olan kambiyo rejimi büyük ölçüde liberalize edilmiştir. Böylece, kambiyo
işlemlerinde TCMB’nin ilan ettiği kurlar dışında, ticari bankaların kendi belirleyecekleri kurları uygulama imkânı sağlanmış, yurtdışı yerleşiklerin Türkiye’de
TL ile tahsilât ve tediye yapabilmelerine izin verilmiştir. Ayrıca, Türkiye’de yerleşiklerin döviz tevdiat hesabı açma ve döviz tutma imkânlarına sahip olmaları
serbest bırakılmıştır.
24 Ocak Kararları ile başlayan yapısal uyum reformunun ilk yıllarında en
yoğun kullanılan iktisadi politika aracının döviz kuru olduğu gözükmektedir.
1985’e değin döviz kurundaki reel aşınma %40’a yakındır. Ayrıca bu dönemde
ihracatçı sermayeye oldukça karmaşık bir teşvik sistemiyle önemli ölçüde kaynak
transferinin gerçekleştiği anlaşılmaktadır.64
1984 yılından itibaren kambiyo rejiminin serbestleştirilmesiyle Türkiye’de
yerleşik kişilerin döviz tevdiat hesabi açma ve döviz tutma imkânlarına sahip
olmaları, faiz ve döviz kuru politikalarının etkinliğini sınırlamaya başlamıştır.
Bunun temel nedeni, Türk Lirasının reel değer kaybının hızlandığı koşullarda,
elde döviz tutmanın getirisinin, Türk lirası mevduatın getirisine oranla daha yükselmesidir. Bu olgu, para arzının denetimini güçleştiren bir etmen olmuştur. Bu
şartlarda, Türk Lirası yabancı para ikamesini önleyebilmek için, reel döviz oranı
ve döviz kurunun reel değer kaybı arasında hassas bir dengenin gözetilmesi zo62 Kemal Kurdaş, “Ekonomide Bunalıma Doğru”, Banka ve Ekonomik Yorumlar, (Yıl: 31, Sayı:2, 1994), s.3940.
63 Berksoy, 1985, s.136.
64 Erinç Yeldan, “Türk Yapısal Uyum Sürecinde İktisadi Artığın Yaratılması ve Kaynak Aktarımı”, İşletme ve
Finans, (Yıl:7, Sayı:78. 1992), s.34.
300
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
runlu olmaktadır. Özellikle 1987 yılında bu hassas dengenin tutturulmasında
zorluklarla karşılaşılmıştır.65
Ocak 1986’dan itibaren bankaların ihracat ve görünmeyen işlemlerden sağladıkları döviz ve efektilerin % 20’sini TCMB’ye devretmeleri zorunluluğu ve
nezdlerinde açılan döviz tevdiat hesapları karşılığında (bankalararası tevdiat hesapları hariç) TCMB nezdinde % 20 munzam karşılık tesis etmeleri esası getirilmiştir. Böylece, 15 Mart 1986’ya kadar serbest kur sistemi uygulanmıştır.
30 Ekim 1986 tarihinde TCMB Genelgesi ile bankaların ticari ve gayri ticari
işlemler için uygulayacakları döviz ve efektif satış kurları TCMB’ce günlük olarak
belirlenen döviz ve efektif satış kurlarını geçmemekte, alış kurları ise TCMB’ce
belirlenen döviz satış kurunu geçmemek üzere bankalarca serbest olarak belirlenmiştir. Bankalararası işlemlerde uygulanacak döviz kurları eskiden olduğu gibi
serbest bırakılmıştır.
Önceki yıllarda olduğu gibi 1987 yılında da döviz kurlarının belirlenmesinde iç ve dış fiyat düzeylerindeki değişmeler ile ödemeler dengesi ve uluslararası
döviz piyasalarındaki gelişmeler göz önünde tutulmuştur. 1987 yılının ilk yarısında Türk lirasının efektif değeri reel olarak artış göstermiş ve bu tarihten itibaren düşme eğilimine girmiştir.
Türkiye’nin 1980’lerde en büyük ekonomik sorunlarından biri döviz rezervlerinin azlığı idi. Serbest piyasa ekonomisine geçişten sonra TCMB döviz
rezervlerini artırmıştır. Uygulanan döviz politikası 1988 yılına kadar enlasyon
seviyesine, bütçe açıklarına ve ödemeler dengesine büyük etki yapmış ve finansal
istikrarı koruyucu bir alet gibi istifade edilmiştir.66
29 Temmuz 1988 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren Merkez Bankası genelgesine göre döviz kuruna belirli derecede serbestlik
getirilmiştir. Bankalar, özel finans kurumları döviz alım ve satım faaliyetleri ile
uğraşabileceklerdir. Yayınlanan Merkez Bankası genelgesine göre Döviz kurları
bankalar, özel finans kurumları ve yetkili müesseseler ile TCMB Döviz İşlemleri
Müdürlüğü’nün katılacağı bir alım satım seansı sonunda belirlenecek, 31 Ağustos 1988 tarihinde kurulan Döviz Efektif Piyasaları Müdürlüğü bu olaya tarafsız
aracılık edecektir. Yine bu genelgeye göre günlük döviz kurlarının belirlenmesi
seansı her gün saat 15.30–16.30 arasında yapılacak, bu süre boyunca bankalar ve
diğer ajanlar 100000 dolar için çift taralı kotasyon verecek ve bu kotasyonlarda
65 TCMB Yıllık Rapor (Ankara:TCMB yayını, 1987), s. 35.
66 Cevat Gerni., “Makroekonomik Analiz ve Politikalar”, 3. İzmir İktisat Kongresi, (Eskişehir:DPT Yayını,
4-7 Haziran 1992) s.251.
301
ÖZAL DÖNEMİ PARASAL EKONOMİ:
PİYASALAR VE POLİTİKALAR
alım-satım fiyatı arasındaki fark alım fiyatının %1’ini geçmeyecektir.67
Bilindiği gibi enlasyon ile döviz kuru arasında ters ilişki vardır. Artan enflasyon oranı döviz kuru sabit iken ülkelerin milli paralarının değer kaybetmesine
sebep olmaktadır. Döviz kurunda enlasyon oranının artış hızından daha fazla
artış meydana geliyorsa milli para değer kazanmaktadır.
Tablo 10: Döviz Kurları İle İlgili Temel Göstergeler
Yıllar
Nominal
Efekif
Faiz Oranı
Döviz
Reel Kur
(Mevduat)
Alış Kuru
(TL/$)
Yıllık
Enlasyon
Oranı
(TÜFE, Yıl
sonuna
göre %
değişme)
Reel Kur
Endeksi
Nominal
Döviz Kuru
(TL/$)
Reel Döviz Kuru
(TL/$)
(*)12 Aylık
(1982
(Devalüas- Ortalama
Ocak=100)
yon Oranı) % Değişme
1980
33,0
89,25
89,25
107,2
-
150.8
-
1981
50,0 (1)
132,30
132,30
36,8
-
43.3
-
1982
50,0 (1)
184,90
184,90
27,0
100.00
45.7
-
1983
45,0
280,00
280,00
30,5
92.52
40.2
-5.05
1984
45,0
442,50
442,50
50,3
87.61
62.1
-5.31
1985
55,0
574,00
574,00
43,2
89.18
40.8
1.3
1986
48,0
755,15
755,90
30.1
80.31
29.8
4.2
1987
45,0-58,0
991,18
1.018
28.0
78.12
27.3
0.3
1988
83,9
1794,83
1.814
67.9
77.10
68.1
-1.1
1989
58,8
2309,66
2.311
63.9
84.43
47,5
9.51
1990
50,7
2871,05
2.927
52,3
100.23
23,2
18.72
1991
72,7
5049,33
5.075
59,2
98.49
52.0
7.3
Kaynak: TCMB Yıllık Raporları (1987, 1991, 1994) DPT, 1995.
1988 yılından, özellikle ikinci yarısından itibaren Türkiye’de döviz kuru
ekonomideki enlasyonun çok altında belirlenmeye başlanmıştır. 1987 yılında
TÜFE enlasyon oranı %28 iken nominal döviz kuru %27.3, 1988’de TEFE
enlasyon oranı %70,4 iken nominal döviz kuru %67.1 olmuştur. Bu durumun
manası, Türk Lirasının dövize karşı, gerçek değerinden fazla değerlendiğidir.
1988-1989 döneminde döviz kurunun hızla fazla değerlenmesine izin veren
bir politika izleyen hükümet, buna paralel olarak da ihracattaki teşvikleri kaldırmış ve gümrük himayesini çok aşağı çekerek Türk piyasasını bütünüyle yabancı
67 Melike Altınkemer, “Türkiye’de Döviz Piyasası ve Döviz Kurlarının Belirlenmesi”, TCMB Araştırma Genel
Müdürlüğü, Tartışma Tebliği No: 9012, (Ankara:TCMB yayını,Mayıs 1990), s .2.
*Döviz kurları DİE’nin 1987=100 Temelinde toptan eşya iyat endeksi ile ABD ve Almanya’nın sanayi ürünleri
toptan eşya iyat endeksleri kullanılarak reel hale getirilmiştir. (-) eksi değerler Türk Lirasının değer kayıplarını
gösterir.
302
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
mal ve hizmetlere açmış bulunmaktaydı.68 Yüksek enlasyonist ortamda fazla değerlenmiş döviz kuru, gümrük oranlarının düşürülmesiyle birleşince ekonomide
ithalat hızla artmış ve dövize talep artmıştır.
1989 sonrası spekülatif kısa vadeli sermaye hareketlerine açılan yeni imkanlar ile ulusal piyasalarda döviz kuru ve faiz oranları birbirine bağlı hale gelmiştir.
Merkez Bankası’nın finansal piyasalara döviz ve faizi birer politika aracı olarak
birbirinden bağımsız şekilde kullanabilme rolü önemli ölçüde kaybolmuştur. Finansal piyasalarda finansal varlıkların fiyatlarında, faiz ve döviz oranlarında yükselme ve düşme özellikle bankaların kredi verme politikalarına etki etmektedir.
11 Ağustos 1989 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Türk
Parasının Kıymetini Koruma Hakkındaki 32 Sayılı Karar ile döviz alım-satımı ve
yurt dışına transferi üzerindeki kısıtlar kalkmıştır. Böylece ülkemize kısa vadeli
uluslararası sermaye hareketlerinin giriş ve çıkışı tamamen serbest hale gelmiştir.
Ayrıca, dışarıda yerleşik kişilerin borsada işlem gören Türk menkul kıymetlerini
Türkiye’de Sermaye Piyasası Kanununa göre faaliyet gösteren bankalar ve aracı
kurumlar vasıtasıyla satın almaları, satmaları, bu kurumları aracılığıyla transfer
ettirmeleri ile Türkiye’de yerleşik kişilerin bankalar ve özel finans kurumları aracılığı ile yabancı borsalarda işlem gören menkul kıymet satın almaları ve bu kıymetlerin alış bedellerini transfer ettirmeleri, serbest bırakılmıştır.
Kambiyon düzenlemeleri kapsamında bankalar döviz işlemleri yaparken
tam anlamıyla serbest bırakılmamış belirli kurallara tabi tutulmuşlardır. Bankalar döviz kurlarının belirlenmesinde serbest bırakılırken kur risklerini belirli bir
seviyede tutulmasının sağlanması için yabancı para aktilerinin, yabancı para pasilerine oranı şeklinde tanımlanan ve sınırlama getirilen kur risk oranının alt ve
üst sınırları arasında faaliyetlerine müsaade edilmiştir. Ayrıca bankalar yabancı
para taahhütlerinin asgari %10’u kadar likit yabancı parayı aktileri bünyelerinde
zorunlu olarak tutmak zorundadırlar.69
32 Sayılı Karar sonrası mevcut pozitif faiz oranları Türkiye’yi “sıcak para”
olarak adlandırılan kısa vadeli portföy yatırımları için cazibe merkezi haline
getirmiştir. Özellikle 1990 sonrası ülkemize gelen kısa dönemli sermaye hareketlerinin önemli bir kısmı, finansal piyasalardaki faiz ve döviz kuru arasındaki
dengesizlikten kaynaklanan arbitraj işlemlerinden faydalanmaya yöneliktir. Ülkemizdeki nominal faiz oranları uluslararası faiz oranları ile mukayese edildiğinde
yüksek olmuş ve kısa vadeli sermaye için uygun fırsatlar sunmuştur. Ülkemizde
reel ve finansal piyasalar için gerekli fonların sağlanamaması da kısa vadeli serma68 Kurdaş, 1994, s. 40.
69 Finans Kurumları Özel İhtisas Komisyonu, Türk Bankacılık Kesimi, (Aralık 1993) s.7.
303
ÖZAL DÖNEMİ PARASAL EKONOMİ:
PİYASALAR VE POLİTİKALAR
ye akımlarını tabir uygunsa “can simidi” şeklinde algılanmasına sebep olmuştur.
Gerçekten de belli ölçüde finansal piyasalarda döviz sıkıntısı çekilmemesine imkân sağlamıştır. Ancak bu durum 1990’lı yıllarda, Türkiye ekonomisinde dolarizasyon süreci yaşanmasına sebep olmuştur.
Yukarıda bahsi geçen alınan kararların ekonomide oluşturacakları sonuçlar; ekonominin dışta rekabet, içeride yabancı mala dayanma gücünü yıpratarak
ekonomide döviz giderlerinin hızla kabarması, döviz getiren faaliyetlerin zafiyete
düşmesi, giderek memleketin dış ticaret dengesinin ve onunla birlikte cari işlemler dengesinin hızla bozulmasıdır. Daha rahatsız edecek sonuç ise, içte ve dışta,
dış rekabetin baskısı altında ekonominin bütün kesimlerinin bir gerileme ve bunalımın ortaya çıkmasıdır.70
Şubat 1990’da döviz kurlarının kamu otoritesinden bağımsız olarak belirlenmesine izin verilmiştir. Buna göre, bankalar ve özel finans kurumları döviz
kurlarını Merkez Bankası’ndan bağımsız olarak belirleyebilecekti.
Faiz oranlarının yüksekliğinden dolayı bankalar yabancı para ile borçlanıp,
bunu TL olarak piyasalara sunma politikasını izlemişlerdir. Bu süreçte devlet iç
borçlanma senetlerinin faiz oranı döviz kurunda meydana gelen değişimlerin
üzerinde olması bankaların yüksek kâr elde etmelerine imkân sağlamıştır.
Döviz cinsinden borçlanan bankalar, döviz kurunda meydana gelen değişmelere karşı yüksek kur riski taşımakta idiler. Nitekim bazı bankalar bu süreçte
ödeme güçlüğüne girmiş, bazıları ise kapanmak zorunda kalmıştır.
Türkiye’de 1980 sonrası iki tür döviz kuru rejimi uygulanmıştır. Esnek kur
rejimi kapsamında “yönetimli dalgalanma” ve “ sürünen parite” kur rejimleri
uygulanmıştır. Yönetimli dalgalanma döviz kuru sisteminde TCMB döviz piyasasında yer yer döviz kuru dengesi bozulmaya gittiğinde müdahale etmiştir. Bu
müdahaleler daha çok döviz kurunun değerlenmesine, diğer bir ifade ile Türk Lirasının reel olarak değer kaybetmesi yönünde olmuştur. Bunun en önemli sebebi
ihracata dayalı kalkınma stratejine kolaylık sağlamaktır.
Türkiye’de 1989 sonrasında uygulanan “ sürünen çıpa” döviz kuru politikası
döviz piyasalarını farklı bir döneme sokmuştur. 1990 yılında döviz kurları 1989
yılındaki gibi hareket etmiş, Türk Lirası reel olarak değer kazanmaya devam etmiş, bununla beraber farklı kurlarda alış-veriş yapılan ikinci bir piyasa da oluşmamıştır. Ancak döviz piyasasında 1989 yılında farklı olarak iki önemli gelişme
ortaya çıkmıştır. İlk olarak 1990 yılında ekonomideki büyümeye paralel olarak
70 Kurdaş, 1994, s.42.
304
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
ithalat talebinde büyük bir artış olmuştur. Diğer yandan kambiyo rejiminde yapılan düzenlemelerin bir sonucu sermaye hareketlerinin önemli ölçüde serbestleştirilmesinin de etkisi ile kısa vadeli sermeye girişi piyasadaki döviz miktarını
artırmıştır.71
1990 sonrasında bankalar artan oranda döviz temelinde pozisyon almışlar ve
kurlarda yükselme ve düşme nedenleriyle önemli ölçüde kur riski ile karşı karşıya kalmışlardır. Kur riski, banka bilançolarında yabancı para aktileriyle yabancı
para pasilerinin birbirine eşit olmadığı bilançolarda ortaya çıkmaktadır. Bankaların bu duruma müsaade etmesinin sebebi faiz oranı ile döviz kuru arasındaki
farktan kaynaklanan kâr elde etme amacıdır.
Sonuç ve Değerlendirme
1980 yılı başında serbest piyasa ekonomisine dayalı bir ekonomik yapılanma sürecine giren Türkiye ekonomisi, 1990’lı yıllarda kamu açıklarından kaynaklanan
yüksek faiz, kronik enlasyon ve devlet borçlarındaki artış sonuçlarıyla karşı karşıya kalmıştır. Bu süreçte özellikle yüksek faiz oranları ve döviz kurlarındaki artışlar
finansal kesim üzerinde önemli etkileri olmuştur.
Türkiye ekonomisinin dışa açık büyüme stratejisi sürecinde faiz ve döviz
kuru politikalarının finansal piyasalar üzerinde etkilerini şöyle özetlemek mümkündür:
32 Sayılı Karar ile birlikte, sermaye hareketleri tamamen serbestleştirilmiş
ve Türkiye ekonomisi yabancı bankalar, firmalar ve diğer kurumsal yatırımcılar açısından cazibe merkezlerinden birisi haline gelmiştir. Bu süreçte, faiz oranı-döviz kuru politikalarındaki değişiklikler uluslararası sermaye hareketlerinde
Türkiye’ye yönelik bir akımı başlatmış ve bahsi geçen kararın finansal piyasaların
gelişmesinde önemli rolü olmuştur.
Türkiye’de ekonomisinin gelişmesi için öncelikle her yönden gelişmiş bir
para ve sermaye piyasasının varlığına ihtiyaç vardır. Para piyasasında kurumsallaşma ve düzen sermaye piyasalarına göre daha ileri düzeydedir. Diğer işlevlerinin
yanında, sermayenin tabana yayılması, tasarruların etkin bir şekilde kullanımı,
bozuk gelir dağılımının düzeltilmesi ve şirketlerin finansman ihtiyacının görülmesi gibi oldukça önemli görevleri ifa eden sermaye piyasası ne yazık ki batılı
gelişmiş ülkelerle mukayese edildiğinde arzu edilen seviyede gelişmemiştir.
Döviz kuru ve faiz oranları ile ilgili gelişmelerin finansal piyasalar üzerinde bir etkisi özelikle para piyasası ve kurumları üzerinde olmuştur. Döviz kuru
71 TCMB, 1990 Yıllık Rapor (TCMB Yayını, 1991), Ankara, s.36.
305
ÖZAL DÖNEMİ PARASAL EKONOMİ:
PİYASALAR VE POLİTİKALAR
ve faiz oranları arasındaki ilişkiler sonucunda dış borçlanma oldukça cazip hale
gelmiş ve bu süreçten yararlanan öncelikle bankalar olmuştur. Serbest sermaye
hareketleri altında artan dış borçlar, mevduat hacminin çok üstünde bankaların
kredi stokunda artışa neden olmuştur.
Türkiye’de finansal piyasaların derinlik kazanmasında 1980 sonrası yapılan
reformların büyük etkisi olduğu ancak yeterli bir derinliğin sağlandığı da söylenemez. Türkiye’de faiz değişkeni 1980 sonrası önemli bir makroekonomik politika aracı olarak kullanılmış, reel ve finansal piyasaları etkilemiştir. Kurlarda
yükselme veya düşme finansal piyasaları etkileyen ikinci önemli değişken olarak
ifade edilebilir.
Türkiye’de döviz kuru finansal piyasaları yerli para-yabancı para kanalı ile
etkileyebilmektedir. Döviz kurunda yükselme durumunda yatırımcılar TL’den
kaçmakta, dövize yönelmekte ve portföylerini hızla değiştirmektedirler. Ancak
Türkiye’de finansal piyasalar yeterince derin olmadığı için portföy değişikliği sınırlı kalmaktadır.
Bir ekonomin temeli üretmektir. Finansal kesim reel kesimi aktif şekilde
finansal olarak desteklediğinde ekonomide denge sağlanır. 1980 sonrası yapılan
ekonomik reformlara çağdaş dünya ile eşzamanlı olarak başlandığı ve bu sürecin
dış dünya ile eklemlenmede son derece önemli olduğunu belirtmemiz gerekir.
306
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Kaynakça
Akdiş, Muhammet, “Rasyonel Beklentiler Okulu’nun Enlasyon Yaklaşımı ve Türkiye’deki Faiz Oranları”, Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, ( Temmuz 1992).
Akgüç, Öztin. “1993 Yılında Bankalar, Mevduat ve Krediler”, Banka ve Ekonomik Yorumlar, Yıl:31, 1994).
Akyüz, Yılmaz, “Türkiye’de Mali Sistem Aracılığıyla Kaynak Aktarımı: 1980 Öncesi ve
Sonrası”, Bırakınız Yapsınlar, Bırakınız Geçsinler: Türkiye Ekonomisi (Editörler: Bilsay
Kuruç vd.) (İstanbul:Bilgi Yayınevi, 1985).
Altınkemer, Melike, “Türkiye’de Döviz Piyasası ve Döviz Kurlarının Belirlenmesi”,
TCMB Araştırma Genel Müdürlüğü, Tartışma Tebliği No: 9012, (Ankara: TCMB yayını,
Mayıs 1990).
Artun, Tuncay, “Türk Mali Sistemi:1980-1984 “Değişim ve Maliyeti” Bırakınız Yapsınlar Bırakınız Geçsinler: Türkiye Ekonomisi (Ed: Bilsay Kuruç vd.) (Ankara:Bilgi Yayınevi, Haziran1985).
Berksoy, Taner “1980’lerde Dış Ekonomik İlişkiler”, Bırakınız Yapsınlar, Bırakınız Geçsinler: Türkiye Ekonomisi (Ed: Bilsay Kuruç vd.), (İstanbul:Bilgi Yayınevi, 1985).
Beyarslan, Ahmet.“Enlasyon Analizi ve Para Sunumu Geliştirme Stratejileri ve Makroekonomik Politikalar”, 3. İzmir İktisat Kongresi, (Ankara:DPT yayını, 1993) s. 62-63.
Boratav, Korkut, Türkiye İktisat Tarihi: 1908-2009, (Ankara:İmge Kitabevi, 2014).
Büyükdeniz, Adnan, Türkiye’de Faiz Politikaları: 1980 Sonrası Politika ve Uygulamaların
Ekonomi Üzerindeki Etkileri, (İstanbul:Bilim ve Sanat Vakfı Yayınları, Yayın no.1, 1991).
Çelebi Işın, Türkiye’nin Dönüşüm Yılları, (İstanbul:Alfa yayınları. 2013).
Çiller Tansu ve Çizakça, Murat. Türk Finans Kesiminde Sorunlar ve Reform Önerileri,
(İstanbul: Sanayi Odası Araştırma Dairesi Yayını. 1989)
Çiller, Tansu ve Çizakça, Murat. Faiz Politikaları ve Türkiye’de Uygulamalar (Panel: Panelist: Selçuk Demiralp, 1993), ( İstanbul:İktisadi Araştırmalar Vakfı Yayını).
DPT. 1980’den 1990’a Makroekonomik Politikalar ve Türkiye Ekonomisindeki Gelişmelerin Analizi ve Bazı Değerlendirmeler. (Ankara:DPT Yayını.,24 Temmuz 1990).
Finans Kurumları Özel İhtisas Komisyonu, Türk Bankacılık Kesimi (Aralık 1993).
Finans Kurumları Özel İhtisas Komisyonu, Türk Bankacılık Kesimi (Ankara:DPT Yayını,
Aralık 1993).
Gerni Cevat., “Makroekonomik Analiz ve Politikalar”, 3. İzmir İktisat Kongresi, (Ankara:DPT Yayını, (4-7 Haziran 1992).
İktisadi Araştırmalar Vakfı, Faiz Politikaları ve Türkiye’de Uygulamalar, (Panel: Panelist:
Selçuk Demiralp) (İstanbul. İktisadi Araştırmalar Vakfı yayını,1993).
307
ÖZAL DÖNEMİ PARASAL EKONOMİ:
PİYASALAR VE POLİTİKALAR
Kepenek, Yakup ve Nurhan Yentürk, Türkiye Ekonomisi, (İstanbul:Remzi Kitabevi,
1994).
Kurdaş, Kemal, “Ekonomide Bunalıma Doğru”, Banka ve Ekonomik Yorumlar, (Yıl: 31,
Sayı:2, 1994).
Öymen, Onur, Türkiye’nin Gücü, (İstanbul:Remzi Kitabevi, 2003).
Sönmez, Sönmez, Dünya Ekonomisinde Dönüşüm, (Ankara:İmge Kitabevi, 2005).
TCMB, 1987 Yıllık Rapor (Ankara:TCMB Yayını1988).
TCMB, 1989 Yıllık Rapor (Ankara:TCMB Yayını,1990).
TCMB, 1993 Yıllık Rapor (Ankara:TCMB Yayını 1987).
TCMB, 1994 Yıllık Rapor (Ankara:TCMB Yayını 1995).
Uludağ İlhan, Ekren Nazım., (Avrupa Topluluğu ve Türk Bankacılık Sistemi: Karşılaştırmalı Analitik Bir Değerlendirme, (İstanbul: Türkiye Bankalar Birliği Yay. 1993).
Yeldan Erinç, “Türk Yapısal Uyum Sürecinde İktisadi Artığın Yaratılması ve Kaynak Aktarımı”, İşletme ve Finans, (Yıl:7, Sayı:78. 1992).
Zeynep Ada, “Faiz Politikası ve Türk Bankacılık Sistemi Üzerindeki Etkileri”, (DPT Yayını,1992, a).
Zeynep, Ada, “Türk Bankacılık Sisteminin Yapısı (1980-1990)”, 3. İzmir İktisat Kongresi, (Ankara:DPT Yayını,1992,b).
308
SERBEST MUHASEBECİ MALİ MÜŞAVİRLİK
MESLEĞİNİN KURUMSALLAŞMASINDA
ÖZAL’IN ROLÜ
Hamide ÖZYÜREK*
Özal önce milletim, sonra devletim, en son partim diyen ve kendi kişisel çıkarlarını hesaba katmadan hareket eden, Türkiye sevdalısı bir lider olarak tarihin altın
sayfalarında yerini almıştır. Kendisinden önce hiçbir Başbakanın cesaret edemediği, memleketin kanayan yarası haline gelen konularda kimseden çekinmeden
cesur adımlar atmış, adını dönüşümcü bir lider olarak tarihe yazdırmış yıllar geçse de unutulmayacak ve hayırla yâd edilecek bir devlet başkanıdır.
Türk milletinin bağrında yetişen nadide bir şahsiyet olarak daima gönüllerde
yaşayacaktır. Türk milletinin ihtiyacı olan güveni, umudu, cesareti ve her şeyi
yapabileceği inancını aşılayan, aslında Türkiye’nin geleceğini Batı devletleri arasında, onlar seviyesinde gören bir millet adamı olarak hatırlanacaktır. Özal halkı
ayrıştırmayan, bölmeyen, küçümsemeyen, bir koruma ordusu ile dolaşarak vatandaşla arasına etten duvarlar örmeyen, halkına hakaret etmeyen, iftira atmayan,
yalanlar söylemeyen egosunu tatmin etmek için gösterişe girmeyen erdem sahibi
bir lider olarak hatırlanacaktır. Özal dönemine kadar neredeyse her on yılda bir
asker, sivil yönetim değişiklikleri onun döneminde son bulmuştur. Türkiye’ye
çağ atlatan bir lider olması, Özal döneminin derinlemesine analiz edilmesini her
alanda yaptığı icraatlarının ve söylemlerinin değerlendirilmesini ve aslında sadece
yaptıklarının değil yapamadıklarının da araştırma konusu olarak irdelenmesini
gerekli kılmaktadır.
Özal’ın her alanda dönüşüm ve değişimde rolü bilinmektedir. Bununla
birlikte Özal döneminin yeterince araştırılmadığı ve araştırılmasına ihtiyaç
duyulduğu görülmektedir. Özellikle muhasebe mesleğinin kurumsallaşmasındaki
katkısına yönelik araştırmalara rastlanmamaktadır. Bu bölümün amacı Özal
dönemine kadar birçok çalışma hatta yasa tasarısı hazırlanmasına rağmen
kendisinden önceki Başbakanların çıkarmaya cesaret edemediği 01.06.1989
tarihinde yasalaşan 3568 sayılı “Serbest muhasebeci, serbest muhasebeci mali
müşavir ve yeminli mali müşavirlik kanunu” nu ve mesleğin kurumsallaşmasında
Özal döneminin rolünü incelemektir.
* Yrd. Doç. Dr. Turgut Özal Üniversitesi, İşletme Bölümü.
309
SERBEST MUHASEBECİ MALİ MÜŞAVİRLİK MESLEĞİNİN
KURUMSALLAŞMASINDA ÖZAL’IN ROLÜ
Bu çalışmada muhasebe mesleğinin kurumsallaşma aşamasına gelmesi ve
57 yıllık bir çabanın sonucunun neden Özal döneminde gerçekleştiği ele alınmaktadır. Özal’ın mesleğin kurumsallaşmasındaki rolünü görebilmek için öncelikle Özal “Türkiye ekonomide yapısal bir dönem yaşayacaktır” derken neden
bahsetmektedir? Özal niçin ısrarla serbest piyasa ekonomisi vurgusu yapmıştır? Özal için Katma Değer Vergisi (KDV) kanunu neden bu kadar önemlidir?
Türkiye’de Özal’lı yıllar olarak bilinen 80’li yıllarda ne tür ekonomik reformlar
gerçekleştirilmiştir? Tüm bu sorulara verilecek cevapların Özal’ın muhasebe
mesleğinin kurumsallaşmasında nasıl bir etkisi olduğunun anlaşılmasını
sağlayacağı açıktır. Diğer taraftan Muhasebecilik ve Mali müşavirlik mesleğinin
önemi nedir? Mesleğin gelişmesi için gerekli olan şartlar nelerdir? Neden böyle bir
düzenlemeye ihtiyaç duyulmuştur? Neden 57 yıl süren bir yasalaşma mücadelesi
verilmiştir? Meslek yasasının çıktığı dönemde Türkiye’de var olan koşullar buna
uygun mudur? soruları cevaplanmaktadır. Tüm bu sorular cevaplandığında aslında Özal’ın en önemli değişim ve dönüşümlerden birini muhasebe mesleğinin
kurumsallaşmasında gerçekleştirdiğini söylemek mümkün olacaktır.
Dönemin Maliye ve Gümrük Bakanı Adnan Kahveci’nin de ifade ettiği gibi
Türkiye’nin Özal döneminde izlediği politikalar, ekonomi, sağlık ve eğitim başta
olmak üzere pek çok alanda gerçekleştirilen değişim ve dönüşüm programları
meslek yasasının çıkarılmasını ve kurumsallaşmasını zorunlu hale getirmiştir.
Gelişen ekonominin önemli araçlarından biri olarak kabul edilen Serbest Muhasebecilik ve Mali Müşavirlik Mesleğinin ortaya çıkması özellikle sermaye piyasasının gelişmesine paralel bir gelişme göstermiştir.1
Bu çalışmada mesleğin kurumsallaşmasını zorunlu hale getiren Özal dönemi
değişim ve dönüşüm uygulamaları birlikte ele alınmaktadır.
Biltekin Özdemir’in de ifade ettiği gibi muhasebe mesleğinin etkin işleyişi
devletin ekonomik ilişkilerini, iş dünyasının rekabet kuralları içinde vergi kanunlarına uyumlu olarak faaliyetlerini sürdürmesini ve devletin mali gücünü artırmasını sağlayan bir numaralı meslek grubu olarak kabul edilmektedir. Özdemir
1961-2001 yılları arasında devlette pek çok üst düzey görevlerde bulunan, Türkiye’nin ilk Yeminli Mali Müşavir unvanını alan, Turgut Özal’ın 1982’de Başbakan Yardımcılığı döneminde Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel
Müdürü olarak atanarak beş yıl bu görevi yürüten önemli bir bürokrattır. 3568
sayılı Meslek Yasası Özdemir’in Müsteşarlığı zamanında çıkarılmıştır. Özdemir
mesleğin o dönemde yasal kurallara bağlanması gerektiğini ifade ederek nalbant1 Adnan Kahveci, “Muhasebecilik ve Mali Müşavirlik Mesleğinin Önemi”, Mali Çözüm Dergisi, Sayı 1, Mart
1991.
310
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
ların bile ruhsat alma zorunluluğu varken muhasebeci ve mali müşavirler için
bu zorunluluğun olmadığını ifade etmektedir. Özdemir ayrıca Maliye Bakanı
Ekrem Pakdemirli ve Gelirler Genel Müdürü Altan Tufan’la birlikte mesleki ve
siyasi gayretlerinin bu yasanın çıkmasında önemini vurgularken Cumhurbaşkanı
Turgut Özal’ın emirleri ve sahip çıkması ile 3568 sayılı “Serbest Muhasebecilik,
Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Müşavirlik Kanunu” nun kabul
edildiğini belirtmektedir.2
İcraatın İçinden
Türkiye Cumhuriyetinin 45. Hükümeti diğer bir ifadeyle 1. Turgut Özal
Hükümeti, Turgut Özal’ın başkanlığında, 13 Aralık 1983 tarihinde kurularak
21 Aralık 1987 tarihine kadar görev yapmıştır.3 Özal’ın güvenoyu aldıktan
37 gün sonra düşüncelerini, icraatlarını, hedelerini Türk milleti ile paylaşmak
için “İcraatın İçinden” programıyla halkın karşısına çıktığı görülmektedir. İlk
“İcraatın İçinden” programları incelendiğinde halkın çok da alışmadığı farkı,
değişimi ve dönüşümü hedeleyen bir liderin varlığına dair ipuçlarını yakalamak
mümkün olmaktadır. Türk Milletini “Satıcısıyla alıcısıyla meselelere iktisadi
açıdan bakan bir toplum” olarak görmek istemektedir. O güne kadar pek dile
getirilmeyen “Hedef bütün Batı dünyasında olduğu gibi ülkemizde de faturalı
hayatı başlatmak”4 diyerek millete Batı dünyasını örnek göstermektedir. Özal’ın
milletiyle birlikte kayıtlı ekonomiye sahip bir Türkiye kurmayı hedelediğini görmekteyiz. Türk Milletine seslenirken “Kendi kesenize ve devletin kesesine sahip
çıkın”5 demektedir. “Rekabete dayalı serbest piyasa nizamı”6, “Ekonomide genel
bir bünye değişikliği”7, “Üretimde, hizmette, ticarette dünya ekonomisi ile birleşme”8 gibi ifadeleri ve hemen her konuşmalarında ele aldığı iktisadi konular o
güne kadar karşılaşılmayan bir sürecin, bir dönüşümün başladığının göstergesi
olarak kabul edilmektedir.
Özal’a göre hükümetlerin hem iyi icraatta bulunmaları hem de icraatlarını
iyi tanıtmaları gerekmektedir. Bu düşüncesini uygulamak için belirli aralıklarla
“İcraatın İçinden” programında halka seslendiğini ve icraatlarını paylaştığını
görmekteyiz. Özal 1984 yılında yaptığı “İcraatın İçinden” konuşmalarında
halkın aslında o güne kadar belki de hiç duymadığı bir kavramdan bahsetmek2 Ayşegül Emir, “Zirvedekiler, Büyüme Oranından yüksek cari açık tehlikeli” İSMMMO Yaşam, Ocak- Şubat
2013, s. 10-13. http://archive.ismmmo.org.tr/.
3 http://tr.wikipedia.org/.
4 Turgut Özal, “İcraatın İçinden” Programı, 15 Şubat 1984.
5 Özal, 30 Temmuz 1985.
6 Özal, 28 Şubat 1985.
7 Özal, 30 Temmuz 1985.
8 Özal,31 Temmuz 1984.
311
SERBEST MUHASEBECİ MALİ MÜŞAVİRLİK MESLEĞİNİN
KURUMSALLAŞMASINDA ÖZAL’IN ROLÜ
tedir “Ekonomide yapısal bir değişiklik vaadiyle işbaşına geldik” diyerek hükümetin en önemli değişiklikleri ekonomide yapacağının sinyallerini vermektedir.
Özal’ın en çok üzerinde durduğu ve önem verdiği konulardan birisi de
hiç kuşkusuz kayıt dışılığa son vermektir. Bu düşüncesini bir hedef olarak
göstermekte ve “hedef bütün Batı dünyasında olduğu gibi ülkemizde de faturalı
hayatı başlatmak”9 diyerek yeni bir yön tespiti yapmaktadır. “Faturalı yaşam”10
diye ifade ettiği “vergi iadesi kanunu” nu halka anlatmaktadır. Özal neredeyse
hemen her konuşmasında ekonomi üzerinde durmaktadır. Faturalı yaşamın sosyal adaletle ilgili vergi adaletini sağlayan bir kanun olduğunu, vergi vermeyenden
vergi almak, vergi veren çalışan kesime ise bir kısmını iade etmekle bu adaletin
sağlandığını ifade etmektedir.11
Özal dönemine kadar içe dönük bir politika izlendiği ve Özal’ın Türkiye için
dışa yönelik yeni bir rota tayin ettiği görülmektedir. Özal dünyaya açılmaktan
bahsetmektedir ve bu Türk Milleti için başını yerden kaldırmak dünya karşısında
ezilmişlikten kurtulmak anlamına gelmektedir. Özal’a göre belirlenen rota
Türk insanı tarafından benimsenmektedir. Kendi ifadeleriyle “Ekonomimiz
kabuk değiştiriyor. Üretimde, hizmette, ticarette dünya ekonomisi ile birleşme,
bağdaşma, bütünleşme, seferberliğine, memleketimin bütün güçlerinin katıldığını
görüyorum.”12 diyerek memnuniyetini dile getirmektedir.
Özal bir taraftan dışa açılmaktan bahsederken diğer taraftan bir ilke daha
imza atmaktadır. Devlet ve milleti iktisadi işbirliği için bir araya getirecek
adımlar atarak yeni bir süreç başlatmaktadır. 1. Boğaziçi Köprüsü Gelir Ortaklığı
Senetlerinin satışa çıkarılacağının müjdesini ekranlarda milleti ile paylaşırken
bunun sadece bir başlangıç olduğunu sırada Keban Barajı Gelir Ortaklığı
senetlerinin olduğunu belirtmiştir.13 1984 yılının son icraatın içinden konuşmasında ise ithalatın serbest bırakılması, ihracatın artırılması, dövizin serbest
bırakılması, tekelciliğin kaldırılması gerektiği, karaborsanın çökertilmesi konularında açıklamaları yer almaktadır.
Toplumda yaşanan değişim ve dönüşümü anlatırken “tartışma ortamları
millet olarak toplum olarak temel bir değişimden geçtiğimizin kanıtıdır”14 demektedir. Tartışma ortamlarından rahatsızlık duymadığını aksine bu durumdan
mutlu olduğunu ifade etmektedir.
9 Özal, 15 Şubat 1984.
10 Özal, 30 Nisan 1984.
11 Özal, 30 Eylül 1985.
12 Özal, 31 Temmuz 1984.
13 Özal,30 Kasım 1984.
14 Özal,22 Ocak 1985.
312
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Özal toplumun ekonomi konuşmasından duyduğu memnuniyeti her yerde
ifade etmekte ve konuyu Katma Değer Vergisi Kanunu’na getirmektedir. Kanunu çıkarmak ve ben yaptım oldu demek Özal’ın düşüncelerine aykırı bir durum olacağı için kanunu çıkarmadan önce ve sonra milleti ile tüm ayrıntıları ile
düşüncelerini paylaştığı görülmektedir. Çünkü Özal’a göre hükümetlerin görevi
sadece icraat yapmak değil aynı zamanda milletle icraatları paylaşmaktır. KDV
Kanunu onun müsteşarlığı döneminde de üzerinde durduğu ve üniversitelerde,
basın toplantılarında fırsat bulduğu her yerde neden ve nasıl uygulanması gerektiğini açıkladığı bir kanundur. Her fırsatta ekranlardan halka seslenerek KDV
Kanunu’nun ne olduğunu, önemini niçin gerekli olduğunu halkın anlayacağı
şekilde örneklerle açıklamaktadır. Refah yoluna girmiş ülkelerin 150 yıllık tartışmadan sonra KDV Kanunu’nu uygulamaya koyduklarını ifade ederek devleti
güçlendirecek bir vergi15 olduğunu ifade etmektedir. KDV Kanunu sayesinde
vergi gelirlerini ikiye katlamayı umduklarını bunun içinde hemen her konuşmada “kendi kesenize ve devletin kesesine sahip çıkın”16diyerek halkı işin içine
çekmektedir. Özal’a göre KDV en adil vergi sistemidir17 ve bu kanunla birlikte
bir yıllık vergi artışının %62.6 olduğunu açıklamaktadır.
Özal’ın konuşmaları incelendiğinde devleti güçlendirecek verginin
öneminden hemen her konuşmasında bahsetmektedir. 3568 Sayılı Meslek Yasasının genel gerekçesinde meslek mensuplarından vergi konusunda beklenenler
aşağıdaki şekilde ifade edilmektedir.
•
Özel sektörde faaliyet gösteren kurum ve kuruluşlarda muhasebe bilgi sisteminin kurulmasının ve işlerliğinin sağlanmasının yanı sıra denetimin yapılarak doğru güvenilir vergi beyannamelerinin verilmesinin sağlanması,
•
Maliye ve Gümrük Bakanlığı’nın vergi denetimi konusundaki ağır yükününün hafiletilmesi,
•
Vergi kanunlarının uygulanmasından ortaya çıkacak uyuşmazlıkları en az
düzeye indirmek,
•
Vergicilik ve işletmecilik alanlarında güven temin ederek vergi sisteminde
yozlaşmanın önüne geçmek için, bu tasarıyla, batı ülkelerindekine benzer
SM, SMMM ve YMM müessesesi Türkiye’ye getirilmek istenilmektedir.18
Tablo 1 incelendiğinde muhasebe meslek mensuplarından en büyük beklenti
15 Özal,28 Şubat 1985.
16 Özal,30 Temmuz 1985.
17 Özal,29 Ocak 1986.
18 3568 Sayılı “Serbest Muhasebecilik, Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanunu”, 13. 6 1989 Tarih ve 20194 sayılı Resmi Gazete.
313
SERBEST MUHASEBECİ MALİ MÜŞAVİRLİK MESLEĞİNİN
KURUMSALLAŞMASINDA ÖZAL’IN ROLÜ
olarak görülen vergi gelirlerinde beklenen artışın meslek yasasının çıkmasından
sonra gerçekleştiğini görmekteyiz.
Tablo 1: Vergi Gelirleri 1988-1993 Yıllar
Yıllar
( TL)
1988
14.231.761
1989
25.550.320
1990
45.399.534
1991
78.642.770
1992
141.602.094
1993
264.272.936
Kaynak: http://www.gib.gov.tr/.
Serbest Muhasebeci Mali Müşavirin şirketlerin ödediği vergiyi ilk olarak hesaplayan bir görevde olduğu düşünüldüğünde vergi gelirlerinin artırılmasının ve
iyi çalışan ekonomik sistemin varlığının, yeterli sayıda, eğitim kalitesi yüksek,
doğru ve güvenilir bilgileri veren, etik değerleri taşıyan, tarafsız, bağımsız hareket
edebilen, sosyal sorumluluk sahibi meslek mensuplarının varlığına bağlı olduğu
görülecektir.
Meslek yasasının gerekçesinde ifade edildiği gibi mükellef, malî müşavir,
kamu idaresi arasında işbirliği ve güven ortamının oluşturulması sağlanmaktadır.
Yeminli malî müşavirler mesleki itibarları ve bilgi düzeyleri ile kişi ve kurumların
muhasebe ile ilgili beyanlarının doğruluğunu güven altına alarak tasdik ederken
serbest muhasebeci malî müşavirler mesleki sorumluluklarının yanı sıra bağımsız çalışacak olan meslek mensubu olarak tanımlanmaktadır. Meslek mensupları
bilgisine ve yeterliliğine olduğu kadar, ahlaki niteliği ile öne çıkmakta ve gerekli
yükseköğretim, staj, sınav ve ruhsat alma gibi, mesleğin özel şartlarını yerine getirmiş üçüncü bir kişi olarak kabul edilmektedir.19
Vergi kanunlarında meydana gelen değişmelerin muhasebe mesleğini doğrudan etkilediği ifade edilmektedir. Özellikle 80’li yılların ortalarında küçük
işletmelerin birçoğu gelir vergisi, KDV beyannamesi gibi beyannameleri hazırlamakla muhasebe işlemlerinin bittiğini düşünmektedir. KDV Kanunu çıkmadan önce bazı işletmelerin kayıt bile tutmadıkları bilinmektedir. Çoğu işletme
için ise kârın vergilendirilmesi süreci muhasebe için ciddi önem taşımaktadır.
Bu nedenlerle vergi yasalarının çıkarılmasının muhasebeyi doğrudan etkilediği
ifade edilmektedir. Vergi yasalarının koyduğu hükümlerle muhasebe tekniklerini
günün standartlarına göre daha iyi bir duruma getirerek muhasebedeki gelişme19 3568 Sayılı Meslek Yasası.
314
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
leri tetiklediği kabul edilmektedir. Bir başka durum kârın saptanmasında stokların göz önüne alınması gerektiği hakkındaki hükümler, uygun stok değerleme
yöntemlerinin (FİFO, LİFO vb.) hesaplanması tartışmalarına sebep olmaktadır.
Vergi anlaşmazlıklarından doğan dava sonuçlarında alınan kararlar ise muhasebe
kavramlarının gelişmesine yardımcı olmaktadır.20
Özal’ın en çok üzerinde durduğu konulardan birisi de “rekabete dayalı
serbest piyasa nizamı”21 dır. Merkezi planlamaya ağırlık veren ülkelerde muhasebenin devlet denetiminde olması daha yararlı olduğu halde, serbest piyasa sistemine dayalı ekonomilerde işletmelerin bakış açısı ağırlık kazanmaktadır. Türkiye Özal dönemine kadar karma ekonomi sistemine sahip bir ülke olarak kabul
edilebilir. 1980’li yıllara kadar Türkiye de muhasebe alanında ki gelişmelerin
çoğunlukla kamu sektöründeki gelişmelere bağlı olduğu söylenebilir. Ülkelerin
ekonomi politikalarının yanı sıra ekonomik örgütlere bağlı olmaları da muhasebe
sistemini etkilemektedir. Örneğin Türkiye’nin Avrupa Birliğine üye olmaya aday
bir ülke olması Uluslararası Muhasebe Standartlarına uyumu da zorunlu kılmaktadır. Özel sektörün ekonomide ki ağırlığının artmasına paralel olarak Türkiye’de
muhasebe uygulamalarının özel sektör yararına gelişmesi de kaçınılmaz olarak
görülmektedir. 2791 Sayılı Kanunla getirilen yeniden değerlemenin özel sektöre
sağladığı vergi avantajı bu açıdan bir örnek kabul edilmektedir.22
Özal ekonomide genel bir bünye değişikliği23 gerçekleştirmeyi hedelediklerini belirtmektedir. Ekonominin dışa açılması ve ihracatı artırmayı bu kapsamda
değerlendirmek gerekmektedir. Özal’a göre iktisadi olarak rahatlama karaborsanın ortadan kalkması ile sağlanırken, yokluğun, darlığın unutulması ise dışa açık
rekabete dayalı ekonomi sayesinde gerçekleşmektedir. Yabancı sermayeyi ülkeye
çekmenin başbakanlar, bakanlar düzeyinde iletişimle değil beraberinde götürdüğü iş adamlarının diğer ülkelerdeki iş adamları ile iş konuşacakları bir ortamın
oluşması ile sağlanacağını ifade etmektedir. Bu amaçla yurt dışı gezilerinde yanında iş adamlarını da götürdüğü ve bu ortamı sağladığını görmekteyiz.
Muhasebenin gelişmesinde önemli rol oynayan kurumsal olaylar arasında
“özel mülkiyet kavramı”, “kredi kurumunun gelişmesi”, “sermaye birikimi” sayılmaktadır.24 Özel mülkiyet ve kredi kurumları bir kaydı gerektirirken bireyler
arasındaki ilişkilerin kaydında tek yanlı kayıt yeterli görülmektedir. Sermayenin
birikimini ve kullanımını sağlayan kurumlar olarak ortaklıkların ortaya çıkması,
20 Nalan Akdoğan ve Hamdi Aydın, Muhasebe Teorileri, (Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 1987), s.73.
21 Özal, 28 Şubat 1985.
22 Akdoğan ve Aydın, 1987, s.111.
23 Özal, 30 Temmuz 1985.
24 Akdoğan ve Aydın, 1987, s. 67.
315
SERBEST MUHASEBECİ MALİ MÜŞAVİRLİK MESLEĞİNİN
KURUMSALLAŞMASINDA ÖZAL’IN ROLÜ
muhasebe kişiliği kavramı “işletmelerin sahip ve ortaklarından ayrı bir kişiliğinin
olması” nın ortaya çıkmasını zorunlu kılmıştır.
Meslek yasasının gerekçesinde ifade edildiği gibi muhasebe mesleği gelişmekte olan ülkeler için kaynakların tespitinde güvenilir bilgiye erişimi sağlayacak
ve ülke genelinde denetim fonksiyonunu yaygınlaştırabilecek tek yol durumunda
bulunması nedeniyle üzerinde önemle durulması gereken bir müessese olarak
kabul edilmektedir.25
Özal hemen her konuşmasında olduğu gibi yine ekonominin ve Türkiye’nin
Batı dünyası ile bütünleşmeye kararlı bir ülke olduğunun altını çizmektedir.
Ekonomik hayatta rastlantılara yer olmadığını ne ekilirse onun biçileceğini ifade
etmektedir.26
Özal’ın hayatına baktığımızda çok cesur ve daha önce kimsenin yapmaya
cesaret edemediği şeyleri yaptığını görmekteyiz. Hareketleriyle davranışlarıyla
ezber bozduğunu askerleri şortla selamlamasında da görebiliriz. İcraatlarında
da benzer özellikler sergilediğini görmekteyiz. Özal kendi ifadeleriyle “hiçbir
siyasi hesaba dayanmadan, kısa vadeli endişelerden uzak, memleketin hiç
dokunulmamış meselelerinin üstüne üstüne gidilmiştir. Yıllarca, hatta yüzyıllarca
iktisadi, mali ve toplumsal hayatta müzminleşmiş problemlerinize çözüm arama
sürecine girilmiştir” 27 ve her icraatın altyapısının kanun çıkartmak 28 olduğunu
ifade etmektedir.
Türkiye’de mesleğin yasalaşma sürecinde ne kadar geç kalındığı diğer ülkelerin yasa çıkardıkları tarihlere bakıldığında net bir şekilde görülmektedir. İngiltere
meslek yasasını 1870 yılında çıkarırken, diğer ülkelerin İngiltere’yi takip ettiği görülmektedir. Muhasebe mesleğini Fransa 1881 yılında düzenlerken, ABD
1886 yılında, Hollanda 1895, Almanya 1899, İsviçre 1941, Arjantin 1945, Brezilya ve Meksika 1946, Hindistan 1949, Yunanistan 1950, Nijerya 1955 yılında
kanunla düzenlemişlerdir.29 Muhasebe meslek mensuplarının bu ülkelerde vergi
sisteminin başarısında vazgeçilmez unsurlar olarak kabul edilmekte olduğu ifade
edilmektedir. Türkiye’de muhasebe mesleğinin belirli bir seviyeye ulaşmasında
Türkiye Muhasebe Uzmanları Derneği (TMUD) tarafından yapılan çalışmalar
etkili olmuş fakat hükümetlerin destek vermeye cesaret edememesi nedeniyle
çalışmalar tamamlanamamıştır. Ülkemizde mesleğin tanımlanması, topluma anlatılması, dünya uygulamalarının ülkemize taşınması, konu ile ilgili uluslararası
25 3568 Sayılı Meslek Yasası.
26 Özal, 29 Ağustos 1985.
27 Özal, 29 Aralık 1985.
28 Özal, 28 Ekim 1987.
29 TÜRMOB, Çalışma Raporu, 2014.
316
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
çalışmalarda ülkemizin temsil edilmesi konularında TMUD’nin çok değerli hizmetlerde bulunduğu bilinmektedir. TMUD, 1938’den sonra, 1949, 1956, 1961,
1966, 1972, 1977 ve 1987 yıllarında yapılan meslek yasa tasarılarının hazırlık
çalışmalarına katılmış, ülkemizin gereksinimlerine uygun bir meslek yasasının
çıkmasını sağlamak üzere yasa tasarı taslakları hazırlamış ve Maliye Bakanlığına
ve TBMM Komisyonlarına önerilerde bulunmuştur.30
Türkiye’de yıllarca süren çabalar gayretler olmasına rağmen birçok Başbakan
ve Bakanlar bu süreçte görev yapmasına rağmen Özal’ın kendisinden önce kimsenin cesaret edemediği iki alanda kimsenin gözünün yaşına bakmadığını ve ne
kadar kararlı olduğunu ve söylemleri ile paralel hareket ettiğini görmekteyiz. Bu
makalenin kapsamı Serbest Muhasebecilik Mali Müşavirlik mesleğinin kurumsallaşması olduğu için sadece iki önemli husus hatırlatılacaktır. Birincisi mesleğin
kurumsallaşmasında en az yasa kadar etkili olan Katma Değer Vergisi Kanunu,
ikincisi yine yıllar süren çabalara rağmen bir türlü yasal düzene kavuşturulamayan Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik Yasası’nın 1989 yılında yürürlüğe girmesidir.
KDV Kanunu Özal’ın kendi ifadelerin de de belirttiği gibi ilk defa tasarı
olarak 60’lı yıllarda gelmesine rağmen kanunlaşamamıştır.31 1985 yılında KDV
Kanunu’nun yürürlüğe girdiği görülmektedir. Uzun yıllar üzerinde çalışılmasına
tasarı olarak hazırlanmasına rağmen bir türlü meclise getirilemeyen KDV konusunda daha önceki hükümetlerin cesaret edemedikleri görülmektedir. Özal döneminde ise KDV ile birlikte İşletme Vergisi dâhil 8 kanunun yürürlükten kaldırıldığı ve Vergi İadesi Kanunu ve KDV Kanunu mükellelerinin ödeme kaydedici
cihaz kullanmaları mecburiyeti hakkında kanun KDV Kanunu’nu desteklemek
için çıkarılmıştır. Devrim niteliğinde kabul edilen kanunların birbiri ardınca çıkarılmasının temelinde Avrupa Birliği uyum sürecinin olduğu söylenebilir.
TÜRMOB başkan yardımcısı ve DSP İstanbul Milletvekili Masum Türker
mesleğin 11. Yılı nedeniyle yaptığı konuşmada ekonomide, maliyede ve ticaret
hayatında disiplinin, muhasebe uygulamaları ve muhasebe denetiminin işlerliği ile sağlandığını ifade etmektedir. Türker tarihte meslek yasasının çıkarılması
için birçok girişimin yapıldığını fakat 1989 yılında dönemin Başbakanı Turgut
Özal’ın özel gayretiyle ve dönemin Maliye Bakanı Sayın Ekrem Pakdemirli’nin
çabalarıyla, 3568 sayılı yasayla kanuna kavuştuğunu açıklamaktadır.32
30 Hamide Özyürek, “Türkiye’de Muhasebe ve Muhasebe Mesleğinin Tarihi, Muhasebecilerin İş Tatmini, Beklentileri, Karşılaşılan Sorunlar” Ufuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Anabilim Dalı, Yüksek
Lisans Tezi, Ankara, 2009.
31 Özal, 29 Ocak 1985.
32 Masum Türker, “01 Haziran 1989 tarihli 3568 sayılı Meslek Yasasının kabul edilişinin 11. yılı”, 01 Haziran
2000 tarihli TBMM konuşma metni.
317
SERBEST MUHASEBECİ MALİ MÜŞAVİRLİK MESLEĞİNİN
KURUMSALLAŞMASINDA ÖZAL’IN ROLÜ
3568 sayılı meslek yasasının 57 yıllık bir mücadele sonucunda bu aşamaya
geldiği hemen hemen herkesin kabul ettiği bir gerçek olarak tarihe geçmiştir.
Muhasebe tarihçisi Oktay Güvemli meslek yasasının gecikmeli çıkmasını “1932
yılında başlayan çabaların başka bir meslekte görülmeyen şekilde 1989 yılında
sonuçlanabildiğini” ifade etmektedir.33
Meslek yasasının gerekçesinde muhasebe işleri ile uğraşanların kendilerine;
malî müşavir, uzman muhasip, vergi uzmanı, serbest hesap uzmanı gibi çeşitli
unvanlar vererek çalıştıkları ifade edilmektedir. Meslek mensuplarını, bir örgüt
etrafında toplayarak belirli nitelikler kazandırmak, düzenli ve seviyeli hizmet anlayışı etrafında birleştirmek, nizama, intizama kavuşturma çabalarının oldukça
uzun bir geçmişi olduğu, 1932 yılından itibaren mesleğin düzenlenmesi amacıyla
çeşitli tasarılar hazırlandığı, yasama organlarına sunulduğu fakat kanun haline
gelmediği bilinmektedir.34
Her ne kadar muhasebe mesleğinin sadece devletin vergi kaçağını önleyecek
bir gerekçe ile yasal statüye kavuşturulması eleştiri konusu olsa da bu konuya
Özal’ın verdiği önem dikkatlerden kaçmayacaktır. Özal sosyal adaleti sağlayan
vergi anlayışı içinde hala vergi kaçırmak isteyenlere göz açtırmayacaklarını belirtmektedir. Özal 7000 denetçinin işe alındığını ve 25.000 kişilik bir denetçi ordusunun daha işe alınacağını ve denetim için Ankara’dan başlamak üzere Maliye’nin
bilgisayarlı sisteme geçiş yapacağını halka açıklamaktadır.35 Denetimler artıkça
vergi artışının da artacağı ve 1986 da 1985‘e oranla %50 olmasını hedelediklerini belirtmektedir. Vergi vermenin ciddi bir vatan görevi olduğunu her fırsatta
dile getiren Özal sosyal adaleti sağlayacak ve devleti güçlendirecek bir vergi reformunu uygulamaya koyduklarını da sıkça ifade etmektedir.
Meslek yasasının gerekçesinde “Türkiye’de yaklaşık olarak yıllık gelir vergisi
beyannamesi veren mükellef sayısı 2 milyon 113 bin 221, kurumlar vergisi mükellefi 75 bin 220 olup, bunların aynı zamanda katma değer vergisi mükellefiyetleri de bulunmaktadır. Buna karşın, vergi incelemesi yapmakla görevli denetim
elemanlarının sayısı ise 2 bin 330 kişi civarındadır. Bu durumda, devlet kadrolarında görevli vergi inceleme elemanı sayısıyla, milyonları aşan vergi beyannamelerimin etkin bir kontrol ve denetimden geçirilmesine imkân yoktur.”36
Meslek yasasının gerekçesinde de ifade edildiği gibi 1980’li yıllardan itibaren devletin ekonomik yaşam içindeki görev ve fonksiyonlarında meydana gelen
33 Oktay Güvemli, “Türkiye’de Muhasebe Meslek Örgütünün 20. Yılı –bir değerlendirme-” Mufad Journal,
Sayı 44, Ekim 2009, s.7.
34 3568 Sayılı Meslek Yasası.
35 Özal, 29 Ocak 1986.
36 3568 Sayılı Meslek Yasası.
318
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
artışa dikkat çekilmekte ve bunun ekonomik gelişmeye paralel bir artış olduğu
vurgulanmaktadır. Devletin görevlerinin sorumluluk alanlarının genişlemesi vergilere olan ihtiyacı da artırmaktadır. Bununla birlikte Türkiye’de vergilerin beyan
esasına dayanması vergi mükelleleri arasında yoğun ve karmaşık vergi ilişkilerinin doğmasına neden olmaktadır.37
Devlet kurumlarının iktisadi girişimlerinin en son muhasebe uygulamaları
adapte etmelerini, tekdüzen sistem uygulamalarını zorunlu kılarak daha iyi kurumlar arası karşılaştırmaları olanaklı kıldığı görülmektedir. Devlet kurumları ilk
olarak bir bilgi toplama birimleri olarak çalışmaya başlamaktadır. Daha sonra bu
kurumlar tekdüzen muhasebe uygulamalarını zorunlu kılarak muhasebe işlemlerini kontrol amacına yönelmektedir. Son aşamada da bu kurumlar muhasebe
verilerini kullanarak kontrol ve yönlendirme işlevini yerine getirmektedirler. Muhasebe alanında ki gelişmelerin, çeşitli sosyal, ekonomik, politik faktörlerin yanı
sıra vergi kanunlarındaki düzenlemeler, teknolojik gelişmeler, kuramsal çalışma
ve uygulamalar sonucu gerçekleştiği görülmektedir.38
Özal vergi adaleti sağlandığında sosyal adaletsizliğin ve gelir dağılımı
dengesizliğinin ortadan kalkacağına inanmaktadır ve bunu sağlamak için çıkarılan
reform mahiyetindeki kanunlar paketinden bahsetmektedir.39 Ayrıca serbest piyasa ekonomisinin sosyal adaletin en büyük teminatı olduğunu belirtmektedir.40
Özal “Türkiye önümüzdeki yıllarda dünyanın sayılı ülkeleri arasına
girecektir.”41 diyerek Türk insanına cesaret ve hedef vermektedir. Teknolojik gelişmelerle birlikte fabrika sisteminin ve seri üretimin gelişmesi sonucu, üretim
ve dağıtımda kullanılan sabit kıymet hacminin büyüdüğünü göstermektedir.
Üretim maliyetlerinin ve stok değerlerinin saptanmasına ilişkin olarak maliyetler hakkında yönetimin bilgi gereksinimi de ortaya çıkmaktadır. Sanayileşmenin
yaygınlaşması sonucu maliyet muhasebesinin gelişmesinin ve yaygınlaşmasının,
muhasebe teorisi üzerinde önemli sonuçlar doğurdu görülmüştür. Önceden belirlenmiş genel üretim giderleri ve standart maliyetlerin çözümlemesinde, verimli
stoklanabilir maliyetler, etkin olmayan maliyetler ve atıl kapasite arasındaki farklara giderek daha çok önem verilmeye başlandığı görülmüştür.42
Özal iktidarın dördüncü yılında tek hedelerinin “Türkiye‘ye çağ atlatmak”43
olduğunu belirtmektedir. Büyük transformasyon olarak nitelediği üç husustan
37 3568 Sayılı Meslek Yasası.
38 Akdoğan ve Aydın, 1987, s.76.
39 Turgut Özal, 30 Mayıs 1986.
40 Özal, 30 Mayıs 1986.
41 Özal, 30 Mart 1987.
42 Akdoğan ve Aydın, 1987, s. 71.
43 Özal, 27 Eylül 1987.
319
SERBEST MUHASEBECİ MALİ MÜŞAVİRLİK MESLEĞİNİN
KURUMSALLAŞMASINDA ÖZAL’IN ROLÜ
birisi tarım ülkesi olmaktan sanayi ülkesi olmaya hızlı geçiş yapan Türkiye’yi ifade ederken çağ atlandığını belirtmektedir. “Biz son yıllara kadar, 1980’e gelinceye
kadar ihracatı ağırlıkla tarım ürünü olan ve hammadde satan bir ülkeydik, sanayi
mamulü ihracatımız en fazla %35 seviyesine çıkmıştı. Bugün Türkiye’nin ihracatı 1979 senesinin neredeyse beş katından fazla olacaktır. 12 milyar dolara yaklaşan ihracatımızın %80’i sanayi ürünü olmuştur. Bu transformasyon ülkemizin
150 senedir özlediği bir değişimdir. Avrupa’ya yetişebilmenin, onlardan geri kalmamızı telafi etmenin tek yolu budur.”44 Türkiye enerji, ulaştırma ve haberleşme
sektörlerinde yine Özal’ın ifadesiyle bir transformasyon yaşamıştır. Tablo 2
incelendiğinde 1980-1989 yılları sektörel büyüme oranları görülmektedir. Tarım
sektöründe %24.2 oranından %16.6’ya bir düşüş yaşanırken, sanayide %20
.5’den % 25.9’a, hizmet sektöründe ise %55.4 den %57.5’e bir yükselmenin
olduğunu görmekteyiz. 80’li yıllara kadar tarım ülkesi olma özelliği gösteren Türkiye’nin 1980 den itibaren sanayi ye yöneldiğini göstermektedir.
Tablo 2: Ana Faaliyet Kollarına Göre Gayri Safi Milli Hasıla (1987 sabit fiyatları-000.000 )
Yıl
Tarım
Sektör
Büyüme
Payları
Hızı (%)
(%)
Sanayi
Sektör
Büyüme
Payları
Hızı (%)
(%)
Sektör
Büyüme
Hizmetler Payları
Hızı (%)
(%)
1980 12 287 950.9 24.2
1.3
10 424 177.6 20.5
-3.6
28 157 786.7 55.4
-4.1
1981 12 066 632.8 22.6
-1.8
11 453 641.0 21.5
9.9
29 796 575.5 55.9
5.8
1982 12 463 165.0 22.7
3.3
12 032 940.3 21.9
5.1
30 467 110.4 55.4
2.3
1983 12 359 288.8 21.6
-0.8
12 837 432.9 22.4
6.7
32 082 278.4 56.0
5.3
1984 12 438 263.0 20.3
0.6
14 187 936.7 23.1
1.5
34 723 630.2 56.6
8.2
1985 12 396 027.5 19.4
-0.3
15 116 140.8 23.6
6.5
36 476 930.3 57.0
5.0
1986 12 836 767.7 18.8
3.6
17 099 707.3 25.0
1.1
38 378 403.2 56.2
5.2
1987 12 882 700.4 17.2
0.4
18 679 588.8 24.9
9.2
43 457 098.8 57.9
13.2
1988 13 911 021.4 18.3
8.0
19 073 839.7 25.1
2.1
43 123 281.5 56.7
-0.8
1989 12 845 404.0 16.6
-7.7
20 007 946.1 25.9
4.9
44 493 955.1 57.5
3.2
Kaynak: www.tuik.gov.tr.
Endüstrileşmiş bir ülkedeki muhasebe uygulamaları ile tarım, turizm veya
doğal kaynaklara (petrol üreten Arap ülkeleri gibi ) dayalı bir ekonomide muhasebe uygulamalarının farklılıklar gösterdiği görülmektedir. Türkiye Özal öncesi
dönemde endüstrileşmeye çalışan tarıma dayalı bir ülke olarak ifade edilmektedir. Özal sonrası dönemde ise uygulanan ihracata yönelik ekonomi politikaları
ağırlık kazanmış ve Türk ekonomisinin tarımdan sanayiye kayan gelişim doğ44 “Başbakan Turgut Özal’ın Basın Mensuplarına Açıklama, Mülakat ve Konuşmaları 13.12.1988-31.10.1989”
Başbakanlık Basımevi, 1989, s.6.
320
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
rusuna bağlı olarak, 1950 yılından önce çıkarılan vergi hukuku tarım gelirlerinin vergilendirilmesine ağırlık verirken, ticaret, sanayi ve hizmet sektörünün
vergilendirilmesine ağırlık verildiği görülmektedir. Bu gelişmelerden muhasebe
sisteminin etkilenmesi elbette kaçınılmaz olacaktır.45 Bu durum sanayide, hizmet
sektöründe hukuki, mali, ekonomik bir takım uygulamalar esnasında karşılaşılan
problemleri çözecek eğitimli bir meslek grubunun varlığının gerekliliğini bir kez
daha göstermektedir.
Meslek yasasının gerekçesinde eğitimli, bilgili, ihtisas sahibi meslek mensubunun gerekliliği ifade edilirken şu hususlara dikkat çekilmektedir. Ticarette
ve endüstride gelişmeler yaşanmakta, bu durum büyük ve karmaşık sorunları
beraberinde getirirken bu sorunları çözmek için sadece mali ekonomik konularda alınan yükseköğretim eğitimi yeterli olamamaktadır. Bütün bu gelişmeler
modern vergi sistemlerinin yanı sıra muhasebe, işletmecilik ve vergi konularında
yüksek bilgi ve ihtisas sahibi olacak yeni bir mesleğin doğmasını zorunlu hale
getirmektedir. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa ülkelerinde, muhasebe meslek mensuplarının vergi sistemlerinin başarısındaki öneminin çok önceden kabul
edildiği görülmektedir. Ülkemizde ise, batılı anlamda ve ülke ihtiyaçlarına cevap
verilebilecek bir meslekî örgütlenme, geçmişteki bütün çabalara rağmen, 1989
yılına kadar gerçekleştirilememiştir.46
Muhasebenin ilk zamanlarda eli kalem tutan herkes tarafından yapıldığı görülmektedir. 3589 Sayılı Meslek Yasasının çıkarılmasında önemli çabaları olan
1989 yılında Maliye Bakanı olarak görev yapan Prof. Dr. Ekrem Pakdemirli Manisa’da karşılaştığı bir olayı şu şekilde anlatmaktadır. “Manisa’da mesela manavdı
“defter tutulur” diye bir de tabelası vardı yani hem manavlık yapıyor hem de
tabelası var defter tutuyordu. Tabii, o günkü şartlar altında belki çok basit bir
işletme defteri tutabiliyordu ama bu bir kurum olmanın çok ötesinde kendisini
kaydettirdiğinde vergi dairesine “ben defter tutuyorum” dediğinde oluyordu.”47
Bu durum herkesin kendi anlayışına göre muhasebe kayıtlarının oluşmasına yol
açıyor ve karşılaştırılabilir olmaktan çok uzak mali tabloları ortaya çıkarıyordu.
Şirketlerin hem kendi içerisinde hem de aynı sektörde farklı işletmelerle mali tabloların karşılaştırılması, güvenilir bilgilerin olmaması nedeniyle yapılamıyordu.
Meslek yasasının gerekçesinde ifade edildiği gibi Türkiye’de 1989’dan önce
tekdüze bir sistem uygulanmamakta muhasebe uygulamaları farklılıklar göstermekte bu durum sağlıklı kararların verilmesini engellemektedir. Mali tablolar
45 Akdoğan ve Aydın, 1987, s.111.
46 3568 Sayılı Meslek Yasası.
47 Ekrem Pakdemirli, “Açılış Konuşması”, 1. Yeminli Mali Müşavirlik Denetim ve Tasdik Sempozyumu, 13-17
Mayıs 2009 Antalya, TÜRMOB yayınları, 376, s. 20.
321
SERBEST MUHASEBECİ MALİ MÜŞAVİRLİK MESLEĞİNİN
KURUMSALLAŞMASINDA ÖZAL’IN ROLÜ
(bilanço, gelir-gider tabloları) gerçeği yansıtmamakta işletme içi ve dışı bilgi
kullanıcılarının yanlış kararlar vermesine neden olmaktadır. Doğru kararların
zamanında verilebilmesi için, muhasebe meslek mensuplarının eğitilmesi ve uzmanlık ruhsatlarının verilmesini sağlayan bir sistemin kurulmasına ihtiyaç dile
getirilmektedir. Buradaki amaç sadece muhasebe bilgi sisteminin ürettiği bilgilerin güvenilirliğini sağlamak değil aynı zamanda muhasebe bilgilerini kullanan
yöneticilerin yanı sıra tüm paydaşların güvenilir ve doğru bilgileri kullanmalarını
sağlamaktır. Meslek yasasının çıkmasından önce mali tablolar muhasebenin tam
açıklama ilkesine göre hareket etmemekte hatta bilgileri kâr-zararı gizleyici ve
karıştırıcı bir rol oynamaktadır.48
Meslek yasasının gerekçesinde muhasebe mesleğinin tanımı üzerinde ortak
bir tanım olmadığı ifade edilmektedir. Meslek mensubu, derin bir işletme iktisadı bilgisi, malî hukuk ve muhasebe kültürüne dayanarak, işletmelerin muhasebe,
hesap, istatistik bütçe ve her türlü malî konuların planlanması ve bu alanlardaki
sorunların çözümlenmesi ile uğraşan kişi olarak meslek yasasının gerekçesinde
tanımlanmaktadır. Bu tanım o güne kadar bir kâtip gibi değerlendirilen ve sadece defter tutan kişi olarak tanımlanan muhasebe meslek mensubu açısından
önemli bir açıklama olmaktadır. Meslek yasasının gerekçesinde, meslek mensubunun tarafsızlığına vurgu yapılmakta ve işletmelerin mali ve vergi işlemlerinin
yanında ekonomik ve hukuki işlemlerini de bilgi kullanıcılarının yararına sunan
uzman olarak açıklanmaktadır. Bu işlemleri muhasebe ilkelerine ve yasalara uygun olarak yapması beklenmektedir. Yapılan tanımlamalar ülkelere, müşavirlerden beklenen hizmetlere ve bu hizmetlerin niteliklerine göre değişmekle beraber
muhasebe meslek mensuplarının görevlerini de kapsamaktadır.49
Yaşanan sanayi devriminin, birbirini izleyen teknolojik gelişmelerin, dev işletmelerin doğmasına yol açtığı bunun sonucu olarak zamanla işletmelerde yönetimin bir uzmanlık halini aldığı ve bu gelişmenin de muhasebe kuramı ve uygulamasında, gelişmelerin de sağlanmasına neden olduğu belirtilmektedir.50
Muhasebe teorisindeki bazı temel fikirlerin sermaye şirketlerinin ortaya
çıkmasına bağlı olarak oluştuğu görülmüştür. Sermaye şirketlerinde sahipliğin
devredilebilmesindeki kolaylıklar nedeniyle sermaye ve gelir arasındaki ayrımın
yapılması önem kazanmaktadır. Dağıtılabilecek kârın hesaplanması ve rapor edilmesi de muhasebecilere düsen bir görev olarak kabul edilmektedir.51
48 3568 Sayılı Meslek Yasası.
49 3568 Sayılı Meslek Yasası.
50 Yüksel Koç Yalkın, Genel Muhasebe İlkeler ve Uygulamalar, (Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, 2006), s. 11.
51 Akdoğan ve Aydın, 1987, s.73-76.
322
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Meslek yasasının gerekçesinde sermaye şirketlerinin önemi vurgulanmakta
ve hemen her alanda endüstri, inşaat banka ve sigortacılık ile ekonomik hayatta
önemli rol oynadıkları ifade edilmektedir. Sermaye şirketleri hisse senedi ve tahvil
çıkararak finansal kaynak bulma yoluna gitmektedir. Bu nedenle sermaye şirketlerinin bilanço ve gelir tablolarını halka açıklama zorunluluğu bulunmaktadır.
Elbette bu mali tabloların halka açıklanmadan önce denetimden geçirilmesi ve
sermaye temini sırasında güvenilirliğin sağlanması zorunlu olmaktadır.52
Türkiye’de işletmeler yakın zamana kadar şahıs şirketleri “adi ortaklık, kollektif şirket, aile şirketleri” olarak örgütlenmişlerdir. Şahıs şirketlerinin bilgi ihtiyacının daha çok dâhili raporlarla karşılandığı görülmektedir. Değerleme ve
raporlama sistemi de dâhili bilgi amacına yönelik kabul edilmektedir. Sermaye
şirketleri şeklinde örgütlenen işletmelerin varlığının, harici raporlamayı ön plana
çıkardığı ifade edilmektedir. Türkiye’de Sermaye Piyasası Kurulu ile harici raporlamaya ağırlık verilmesi, sermaye şirketlerinin menkul kıymet ihracına bağlı
olarak doğmuş bir gereksinim olarak kabul edilmektedir.53
Özal’ın Sahip Çıktığı Meslek Mensupları Açısından 25 Yılda Değişen Ne Oldu?
3568 sayılı “Serbest muhasebecilik, serbest muhasebeci mali müşavirlik ve yeminli mali müşavirlik kanunu” ile meslek mensuplarının görev alanları belirlenmiştir. Yasada meslek mensupları Serbest Muhasebeci, Serbest Muhasebeci Mali
Müşavir ve Yeminli Mali Müşavir olarak tanımlanmıştır. Meslek yasasının 2.
Maddesinde görev alanları şu şekilde açıklanmaktadır.54
Serbest Muhasebeci; Gerçek ve tüzelkişilere ait teşebbüs ve işletmelerin
•
Genel kabul görmüş muhasebe ilkelerine ve ilgili mevzuat hükümlerine uygun defter tutmak,
•
Bilanço, Gelir-Gider tablosu ve beyannameleri ile diğer belgelerini düzenlemek ve benzeri işleri yapmakla görevlidir. (10.07.2008-5786/1md. de yapılan düzenleme ile meslek unvanı ikiye indirilmiş ve “Serbest Muhasebeci
Mali Müşavir”, “Yeminli Mali Müşavir” olarak belirlenmiştir.)
Serbest Muhasebeci Mali Müşavir: Serbest muhasebecilerin yaptığı islerin
yanı sıra,
•
İşletmelerin muhasebe sistemlerini kurmak, geliştirmek,
•
İşletmecilik, muhasebe, finans, mali mevzuat ve bunların uygulamaları ile
52 3568 Sayılı Meslek Yasası.
53 Akdoğan ve Aydın, 1987, s.112.
54 3568 Sayılı Meslek Yasası.
323
SERBEST MUHASEBECİ MALİ MÜŞAVİRLİK MESLEĞİNİN
KURUMSALLAŞMASINDA ÖZAL’IN ROLÜ
ilgili işlerini düzenlemek, denetlemek veya bu konularda müşavirlik yapmak
görev alanları arasında sayılmaktadır.
Yeminli Mali Müşavirler ise
•
İşletmelerin muhasebe sistemlerini kurmak, geliştirmek,
•
İşletmecilik, muhasebe, inans, mali mevzuat ve bunların uygulamaları ile
ilgili işlerini düzenlemek veya bu konularda müşavirlik yapmak,
•
Yukarıda belirtilen konularda, belgelere dayanılarak, inceleme, tahlil, denetim yapmak,
•
Mali tablo ve beyannamelerle ilgili konularda yazılı görüş vermek, rapor ve
benzerlerini düzenlemek, tahkim bilirkişilik ve benzeri işleri yapmak,
•
Tasdik ve tasdikten doğan sorumluluk ile ilgili maddeye göre çıkartılacak
yönetmelik çerçevesinde tasdik işlerini yapmak görev alanları olarak belirlenmiştir.
Tablo 3 incelendiğinde 25 yıllık süreçte SM unvanlı meslek mensubu sayısının 1990-1991 yılında 16 bin 466 ile SMMM ve YMM’lere göre en yüksek
sayıda meslek grubu olduğunu görmekteyiz. Bu sayı 2008 yılına kadar artarak
28 bin 993’e ulaşmıştır. Fakat bu tarihten sonra sayı üstünlüğünü SMMM’lere
kaptırmıştır. Bunun en önemli nedeni 10 Temmuz 2008 tarihinde 786 Sayılı
Yasa ile SM unvanının kaldırılmasıdır. SM’ler genellikle ticaret meslek lisesini bitirip 2 yıl staj yaptıktan sonra unvan alarak çalışmaya başlayan meslek grubudur.
2008 yılından sonra meslek mensupları arasındaki dengeler SMMM’ler lehine
değişmiştir. 1990-1991 yıllarında toplam meslek mensubu sayısı 27 bin 108 iken
2015 yılına gelindiğinde SMMM olarak çalışan meslek mensubu sayısı 82 Bin
211’e ulaşmıştır.
Tablo 3 incelendiğinde en çok dikkat çeken bir diğer husus ise SM ve
SMMM odalarının sayısı 1994 yılına gelindiğinde 65’e ulaşmış ve aradan geçen
25 yıllık süreçte bu sayıya sadece 12 meslek odası eklenmiştir. Meslek yasasının
1989 tarihinde kabulüyle birlikte meslek örgütlenmesinin ilk yıllarda çok büyük
bir hızla gerçekleştiği ve bugünkü odalar sisteminin %90’ının beş yıl gibi kısa bir
sürede oluştuğu görülmektedir. Bu durum hem Türklerin örgütlenme becerisinin, hem de muhasebecilerin çağdaşlaşmaya olan eğilimlerinin belirgin bir örneği
olarak kabul edilmektedir.55
55 Güvemli, 2009, s.10.
324
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Tablo 3: 1990-2015 Yılları İtibariyle SM, SMMM ve YMM sayıları
Yıllar
SM-SMMM
YMM
Oda Sayısı Oda Sayısı
SM
SMMM
YMM
Toplam
1990-1991
-
-
16.466
8.755
1.887
27.108
1994
65
6
25.085
14.282
2.400
41.767
1996-1997
-
-
25.059
15.983
2.553
43.595
2000
69
6
27.064
22.473
3.182
52.719
2008 Ağustos sonu
-
-
28.993
42.686
3.815
75.494
2009
71
8
28.665
47.736
3.855
80.256
2010
73
8
21.164
57.405
3.858
82.427
2011
75
8
13.279
67.135
3.895
84.309
2012
76
8
12.433
72.984
4.097
89.514
2013
76
8
11.586
76.561
4.271
92.418
2014
77
8
10.880
80.577
4.578
96.035
2015
77
8
10.578
82.211
4.607
97.396
Kaynak: TÜRMOB 2009, 2010, 2011, 2012, 2013, 2014 Çalışma Raporları, 2015 Üye İstatistikleri.
Tablo 3’deki verilerden hareketle oluşturulan Şekil 1 incelendiğinde meslek
mensuplarının unvanlarına göre dağılımındaki artış çok daha net olarak görülmektedir.
Şekil 1: Meslek Mensuplarının Unvanlarına Göre Dağılım Grafiği
Kaynak: TÜRMOB 2009, 2010, 2011, 2012, 2013, 2014 Çalışma Raporları, 2015 Üye İstatistikleri.
Tablo 4’te meslek mensuplarının eğitim durumlarını görmek mümkündür.
Tablo 4 Meslek yasasının 1989 yılında çıkması ile birlikte yasal statüye kavuşan
ve o zamana kadar bakkalın, manavın defter de tutulur diyerek tabela astığı dönemden günümüze kadar yaşanan gelişmeyi gözler önüne sermektedir. Lisans
325
SERBEST MUHASEBECİ MALİ MÜŞAVİRLİK MESLEĞİNİN
KURUMSALLAŞMASINDA ÖZAL’IN ROLÜ
mezunu SMMM’lerin 67 bin 222’ye ulaşması, doktoralı meslek mensubu sayısının 2015 yılında 108 olması da eğitim seviyesinin bu meslek grubunda giderek
arttığının göstergesidir.
Günümüzde meslek mensubunun sadece defter tutan değil aynı zamanda bütçeleme ve denetim amacıyla bilgi üreten, yönetim faaliyetlerini izleyen,
muhasebe politikalarını oluşturan, yönetimin ihtiyaç duyduğu bilgileri üreten
meslek mensubu olarak kabul edilmesinin56 de eğitimli, bilgili, alanında uzman
kişilere duyulan ihtiyacın lisans mezunu meslek mensubu sayısını artırması doğal
karşılanmaktadır. Mali müşavir olabilmek için günümüzde dört yıl üniversite, üç
yıl staj ve iki yıl sınavlar dahil asgari dokuz yıla ihtiyaç bulunmaktadır. Bu durum
mesleğin günümüzde disipline girdiğinin bir göstergesi olarak yorumlanmaktadır.57
Tablo 4: Meslek Mensuplarının 2015 yılı Eğitim Durumu Tablosu
Okul Türü
SM
SMMM
YMM
Toplam
İlköğreim
1.140
392
-
1.532
Meslek Lisesi
4.792
8.117
-
12.909
Ön Lisans
1.516
2.844
-
4.360
Lisans
3.076
67.222
3.604
73.902
Yüksek Lisans
54
3.528
649
4.231
Doktora
-
108
354
462
82.211
4.607
97.396
Toplam
10.578
Kaynak: TÜRMOB 08.03.2015 Üye İstatistikleri.
Tablo 5 1989 yılında yasanın çıkmasıyla beraber hızlı bir kurumsallaşma süreci geçiren mesleğin daha çok erkekler tarafından tercih edilen bir meslek olduğunu gözler önüne sermektedir. Bu durum ülkenin genel yapısıyla benzerlik göstermektedir. Türkiye’de pek çok alanda olduğu gibi kadın meslek mensubunun
erkek meslek mensubu sayısının yarısına bile ulaşamadığını görmekteyiz. Kadınların sayısının bu kadar az olmasını etkileyen hususların araştırılması ve mesleği
tercih etmelerini sağlayacak çalışmaların yapılması faydalı olacaktır. 2015 yılında
meslek yasasının ve mesleğin kurumsallaşmasının neredeyse çeyrek asra yaklaştığı
bir dönemde kadın meslek mensubu sayısının erkek meslektaşlarının yarısı kadar
bile olmaması kat edilmesi gereken daha çok mesafe olduğunu göstermektedir.
56 Sabri Bektöre vd., Genel Muhasebe (Nisan Kitabevi, Ankara, 2007), s. 10-17.
57 SMMM Bahadır Baş, “İçimizden Biri Mali Müşavir Ekrem Keleş”, Ordu SMMMO Bülten, Eylül 2013, Sayı,
35, s.12-13, http://www.ordusmmmo.org.tr/admin/dosya/bulten/smmm_odasi_35_mail.pdf.
326
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Tablo 5: Meslek Mensubu Cinsiyet Dağılım Tablosu
Cinsiyet
SM
SMMM
YMM
Toplam
Erkek
8.777
59.281
4.261
72.319
Kadın
1.801
22.930
346
25.077
Kaynak: TÜRMOB, 08.03.2015 Üye İstatistikleri.
Tablo 3, 4 ve 5 incelendiğinde 25 yılda muhasebe mesleğinin kurumsallaşma sürecinde sayıları ve eğitim seviyeleri artan bir meslek grubunun varlığını
görmekteyiz. 08.03.2015 tarihi itibariyle sayıları neredeyse 100 binlere ulaşan
ve bir o kadar da stajyerin varlığı dikkate alındığında 200 binin üzerine çıkan
meslek mensuplarının Özal döneminde verilen hakları bile tam anlamıyla kullanamadıklarını rahatlıkla ifade edebiliriz. Muhasebe meslek yasasının 1989 yılında çıkarılmasına rağmen yasanın amaçlarının sadece bir kısmının uygulandığını
görmekteyiz. En önemlisi de Özal döneminde verilen denetim hakkına bir takım
kısıtlamaların getirilmiş olmasıdır. Tablo 6’da 2001-2015 yılları arasında faal vergi mükellef sayıları görülmektedir.
Tablo 6: 2001-2015 yılları Faal Vergi Mükellef Sayıları
Basit Usulde
Kurumlar
Gelir StoVergilendiVergisi
paj Vergisi GMSİ Faal
rilen
Faal
Faal Mü- Mükellef
Gelir Vergisi
Mükellef
kellef
Sayısı
Faal Mükellef
Sayısı
Sayısı
Sayısı
Yıllar
Katma
Değer
Vergisi Faal
Mükellef
Sayısı
2001
2.870.826
1.768.653 1.948.312
387.330
808.787
565.556
8.349.464
2002
2.887.598
1.729.260 1.976.469
436.479
810.167
585.981
8.425.954
2003
2.142.949
1.735.722 2.032.950
491.907
820.621
605.020
7.829.169
2004
2.230.815
1.774.568 2.141.913
573.308
814.532
632.093
8.167.229
2005
2.165.516
1.691.499 2.127.603
576.199
792.706
593.166
7.946.689
2006
2.220.477
1.712.719 2.212.690
625.982
775.141
608.981
8.155.990
2007
2.268.925
1.724.366 2.284.723
696.905
762.111
634.569
8.371.599
2008
2.266.053
1.701.865 2.326.494
744.103
744.188
640.679
8.423.382
2009
2.249.950
1.683.308 2.322.883
840.077
739.092
640.786
8.476.096
2010
2.271.049
1.693.316 2.353.382
972.864
728.850
652.009
8.671.470
2011
2.293.765
1.703.754 2.386.309 1.041.427
714.693
663.967
8.803.915
2012
2.343.221
1.760.785 2.433.590 1.336.632
705.093
662.190
9.241.511
2013
2.378.432
1.798.056 2.471.782 1.550.164
693.694
662.225
9.554.353
2014
2.390.387
1.798.738 2.489.121 1.595.320
730.956
673.920
9.678.442
2015
2.383.210
1.788.673 2.485.329 1.588.040
742.411
676.000
9.663.663
Gelir
Vergisi
Toplam
Faal
Mükellef
Sayısı
Kaynak: Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı, 2001-2015 Yıllık Faaliyet Raporları, Ankara.
327
SERBEST MUHASEBECİ MALİ MÜŞAVİRLİK MESLEĞİNİN
KURUMSALLAŞMASINDA ÖZAL’IN ROLÜ
Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığının 2001-2015 yılları faaliyet raporlarından derlenen rakamlara göre 2015 yılının Şubat ayında KDV, KV, GV,
GMSİ, Gelir Stopaj Vergisi ve Basit Usulde Vergi mükellef sayıları toplamının
2001 yılında 8 milyon 349 bin 464’ten 2015 yılında faal vergi mükellef sayısının
9 milyon 663 bin 663’e ulaştığı görülmektedir. Vergi mükellef sayılarının
ulaştığı rakamlar bu mükellelerin denetimlerinin de üzerinde ciddi bir şekilde
düşünülmesini zorunlu kılmaktadır. 3568 sayılı yasa ile serbest muhasebeci mali
müşavirlere verilen denetim yetkisinin önemini de ortaya koymaktadır. 1989’de
bir ihtiyaç neticesinde bu hak verilmişken bu gün neredeyse 10 milyona ulaşan
vergi mükellelerini alanında uzman meslek mensuplarının denetlemesine neden
kısıtlama getiriliyor ve getirilen kısıtlama ile şefaf bağımsız denetleme yapılabilir
mi? sorusu ise tartışılması gereken bir başka konu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yeni Türk Ticaret Kanunu ile tüm sermaye şirketlerinin bağımsız denetime
tabi tutulacağının hükme bağlanacağı konuşulurken birden kapsam daraltılmış
ve aslında bu uygulama ile daha da geriye gidildiği görülmüştür. Bu yeni kanunun meslek mensuplarının beklentilerini karşılamadığı görülmektedir.58 Yolsuzlukların sürekli dile getirildiği, şirketlerin ve kişilerin haksız kazanç elde ettiği bir
dönemde aslında problemin çözümünün denetim olduğu ve mesleğin önündeki
denetim engelinin kaldırılması gerektiği açıkça görülmektedir.59
Sonuç
25 yıllık süreçte birkaç ufak değişiklik haricinde çok ciddi bir iyileştirmenin
yapılmadığını, bu kadar çok meslek mensubunun sorunlarının ve isteklerinin
göz ardı edildiği görülmektedir. Bu kadar büyük bir meslek mensubu grubunun
dikkate alınarak yeni yasal düzenlemelerin yapılması zorunludur. Bunun içinde
Özal’ın yakaladığı ufka sahip, cesur ve adil idarecilerin varlığına ihtiyaç vardır.
25 yıl önce 3568 sayılı yasa ile kurumsal kimliğine kavuşan meslek mensuplarının bazı sorunları maalesef günümüze kadar çözülememiştir. Meslek mensuplarının almak zorunda oldukları ücretleri tahsilde hala zorlandıkları ve geçen bunca süreye rağmen çözüme kavuşturulamadığı görülmektedir. Kayıt dışı
ekonomi, yüklenilen sorumluluk ile eş oranlı olmayan bir ücret, haksız rekabet,
mevzuat yoğunluğu gibi konularda çözüm bekleyen sorunlar arasında ifade edilmektedir.
Muhasebe meslek mensuplarının eğitim seviyeleri giderek artmakta, e-devlet anlayışıyla beraber internet kullanımı da yaygınlaşmaktadır. Fakat yoğun bir
58 SMMM M. Ender Sönmez, “TÜRMOB Genel Kurulu’na Giderken TÜRMOB Onursal Başkanı Mustafa
Özyürek’in Görüşleri…”, Ordu SMMMO Bülten, Eylül 2013, Sayı, 35, s.6-9, http://www.ordusmmmo.org.tr.
59 Yahya Arıkan, “İSMMMO: Bağımsız denetim kısıtlamaları acil kaldırılsın”, Hürriyet,13 Haziran 2014,
http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/26604802.asp.
328
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
tempoda meslek icra edilirken meslek eğitimlerine çok yer verilmediği bilinmektedir. Meslek mensuplarının kendi gelişimleri için mevzuatı takip etmekte zorlandıkları görülmektedir. Günlük çalışma sürelerinin uzun olması, yılda 12 ay ve
bazen haftanın tüm günleri çalışmaları, meslek mensuplarının sağlık yapılarını
olumsuz etkilemektedir. Meslek mensuplarının görevleri arasında yer almadığı
halde mükellefin verdiği çeşitli işleri yapmak zorunda kaldıkları, angaryalardan
hala kurtulamadıkları bilinmektedir. 3568 sayılı Meslek Yasasında yapılacak küçük düzeltmelerle ve meslek mensuplarına beyin amortismanı, yani serbest meslek yıpranma indiriminin getirilmesi ile problemin çözüleceği düşünülmektedir.
Meslek mensuplarının karşı karşıya kaldığı bir diğer problem ise yeterli kalifiye eleman bulunamamasıdır. Özellikle üniversitelerde teorinin yanında pratik
uygulamalara ağırlık verilmesi ile bu problemin çözüleceği düşünülmektedir.
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse mesleğin bugünlere gelmesinde 3568 Sayılı Yasanın büyük önem taşıdığı görülmektedir. Özal döneminde şirketleşme de,
ekonomide, vergi yasalarında, endüstride, teknolojide meydana gelen değişimin
muhasebe mesleğinin gelişmesindeki etkisi net olarak görülmektedir. Muhasebe
birimi tarafından üretilen bilgilerin bir işletmenin yöneticilerinin kararlarından,
hissedarların kararlarına, yatırımcıların kararlarından devletin vereceği kararlara
kadar tüm toplum için önemi olduğu bir gerçektir. Hem işletmeler hem de ilgili
çıkar grupları faaliyetlerine yön verirken muhasebenin kendilerine sunduğu tabloları, raporları ve beyannameleri kullanacaklardır. Muhasebe meslek mensupları ekonomiye yön veren kurumlara veri sağlamak gibi önemli bir sorumluluğa
sahiptir. Artık muhasebeciler, ulusal ve uluslararası işletmelerin, kurumların ve
devletlerin en çok ihtiyaç duyduğu, güvendiği veya güvenmek zorunda kaldığı kişiler arasındadır. Günümüzde rekabetin en önemli unsuru olarak karşımıza
çıkan doğal kaynaklar ve fiziki sermayenin yanında bilgi ve bu bilgiyi kullanan
yetişmiş elemanların önemi de giderek artmaktadır. Bu nedenle muhasebe mesleğinin önemi daha iyi anlaşılmış ve en çok tercih edilen mesleklerden biri haline
gelmiştir.
Meslek yasasının kabulü ile birlikte muhasebe mesleğinin kamuda kabul
görmesinin, onurunun değerinin ve mesleğe bakış açısının olumlu yönde değiştiği kabul edilmektedir.60 Özal’ın “bu yasa çıkar ve göç yolunda düzülür” dediği
3568 sayılı yasa 1989 yılında kabul edilmiştir. Özal ve ekibi sayesinde muhasebe
mesleği sosyal güvence ve muhasebe disiplini olarak bir nebze de olsa hak ettiği
yeri yakalamıştır.
60 Güvemli, Ekim 2009, s.7.
329
SERBEST MUHASEBECİ MALİ MÜŞAVİRLİK MESLEĞİNİN
KURUMSALLAŞMASINDA ÖZAL’IN ROLÜ
Kaynakça
Akdoğan, Nalan ve Aydın, Hamdi, Muhasebe Teorileri, (Ankara Üniversitesi Basımevi,
Ankara, 1987), s.73.
Arıkan, Yahya, “İSMMMO: Bağımsız denetim kısıtlamaları acil kaldırılsın”, Hürriyet,13
Haziran 2014, 15 Aralık 2014, http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/26604802.asp.
Baş, Bahadır, “İçimizden Biri Mali Müşavir Ekrem Keleş”, ORDU SMMMO Bülten,
Eylül 2013, Sayı, 35, s.12-13, 10 Kasım 2014. http://www.ordusmmmo.org.tr/admin/
dosya/bulten/smmm_odasi_35_mail.pdf.
“Başbakan Turgut Özal’ın Basın Mensuplarına Açıklama, Mülakat ve Konuşmaları
13.12.1988-31.10.1989” Başbakanlık Basımevi, 1989, s.6.
Bektöre, Sabri vd., Genel Muhasebe (Nisan Kitabevi, Ankara, 2007), s. 10-17.
Emir, Ayşegül, “Zirvedekiler, Büyüme Oranından yüksek cari açık tehlikeli” İSMMMO
Yaşam, Ocak- Şubat 2013, s. 10-13. 15 Kasım 2014, http://archive.ismmmo.org.tr.
Güvemli, Oktay, “Türkiye’de Muhasebe Meslek Örgütünün 20. Yılı –bir değerlendirme-” Mufad Journal, Sayı 44, Ekim 2009, s.7.
Kahveci, Adnan, “Muhasebecilik ve Mali Müşavirlik Mesleğinin Önemi”, Mali Çözüm
Dergisi, Sayı 1, Mart 1991.
Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı, 2001-2015 Yıllık Faaliyet Raporları, Ankara,
01 Mart 2015, http://www.gib.gov.tr.
Masum Türker, “01 Haziran 1989 tarihli 3568 sayılı Meslek Yasasının kabul edilişinin
11. yılı”, 01 Haziran 2000 tarihli TBMM konuşma metni.
Özal, Turgut, “İcraatın İçinden” Programları, 15 Şubat 1984-28 Ekim 1987.
Özyürek, Hamide; “Türkiye’de Muhasebe ve Muhasebe Mesleğinin Tarihi, Muhasebecilerin İş Tatmini, Beklentileri, Karşılaşılan Sorunlar” Ufuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü İşletme Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2009.
Pakdemirli, Ekrem, “Açılış Konuşması”, 1. Yeminli Mali Müşavirlik Denetim ve Tasdik
Sempozyumu, 13-17 Mayıs 2009 Antalya, TÜRMOB yayınları, 376, s. 20.
Sönmez, M. Ender, “TÜRMOB Genel Kurulu’na Giderken TÜRMOB Onursal Başkanı Mustafa Özyürek’in Görüşleri…”, Ordu SMMMO Bülten, Eylül 2013, Sayı, 35,
s.6-9, 10 Ocak 2015, http://www.ordusmmmo.org.tr.
TÜRMOB 2009, 2010, 2011, 2012, 2013, 2014 Çalışma Raporları, 2015 üye istatistikleri, 01 Mart 2015, http://www.turmob.org.tr/TurmobWeb/Istatistikler.aspx.
330
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Yalkın, Yüksel Koç, Genel Muhasebe İlkeler ve Uygulamalar, (Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, 2006), s. 11.
3568 Sayılı “Serbest Muhasebecilik, Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli
Mali Müşavirlik Kanunu”, 13. 6 1989 Tarih ve 20194 sayılı Resmi Gazete.
20 Şubat 2015, http://tr.wikipedia.org.
25 Şubat 2015, www.tuik.gov.tr.
331
Dördüncü Bölüm
ÖZAL ÇALIŞMALARI
KAYNAKÇASI
TURGUT ÖZAL ÇALIŞMALARI
BİBLİYOGRAFYASI TAHLİLİ
Yüksel NİZAMOĞLU*
“Ben ki 10, belki 15 sene sonra çok daha iyi anlaşılırım. Bugün anlaşılmamam
normaldir, bu toz duman içerisinde. Hele yapılan gürültü içerisinde bazı zorluklar
var. Ama anlaşıldığım zaman, Türkiye ne durumda olacak, hangi durumda anlayacak bunu. O beni düşündürüyor. Geri giderek anlarsa çok iyi anlar; ama geri
gitmeyerek anlarsa benim için çok büyük hadise olur.”1
Turgut Özal Türk siyasi hayatında çok önemli bir rol oynamış ve günümüzde
etkileri hâlâ devam eden bir liderdir. 24 Ocak kararlarını başlangıç alacak olursak,
1980’den 1993’de vefatına kadar Türk siyasetinin önde gelen kişilerinden birisi
olmuştur.
Özal’ın kendisinin yazarı olduğu tek kitap daha sonra Türkçeye Tarih ve Miras adıyla tercüme edilen, ama orijinali ilk defa 1988’de Fransızca olarak basılan
kitaptır. Bu eser üç yıl sonra Kıbrıs’ta İngilizce olarak da basılmıştır.2 Bu kitabın
Özal tarafından kaleme alınmadığı da iddia edilmiş ve yazarının aslında Büyükelçi Gündüz Aktan olduğu ileri sürülmüştür.3 Kitap Türkiye tarihini ele alarak
Anadolu’nun ilk sakinleri olarak Hattiler, Luviler ve Hurrilerle başlamakta İyonlar, Hellenler, Hıristiyanlık, Doğu Roma İmparatorluğu’nu inceledikten sonra
Osmanlı dönemi ve Cumhuriyet dönemini ele almaktadır. Kitapta Batılılaşma,
Atatürk reformları, laiklik ve Avrupa Topluluğu’nun ayrı başlıklar şeklinde incelendiği görülmektedir. Bu eser yazıldığı dönemde eleştirilerle karşılanmış, özellikle Türk uygarlığının Roma ve Bizans uygarlıklarının devamı olduğu tezini öne
çıkardığı düşüncesi aleyhte yayınlara neden olmuştur.4
Özal özellikle vefatı ile birlikte birçok çalışmaya konu olmuş, farklı alanlarda
araştırmalarla hayatı, siyasi düşünceleri, ekonomik yaklaşımları, siyasetteki yeri,
* Yrd. Doç. Dr. , Turgut Özal Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası
İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi.
1 Hayrullah Mahmud, Özal’ın Değişim Paradigması (İstanbul: Alfa, 2001), s. XXI.
2 Turgut Özal, La Turquie en Europe (Paris: Plon, 1988); Turgut Özal, Turkey in Europe and Europe in Turkey,
(Northern Cyprus: K. Rustem&Brother, 1991); Turgut Özal, Tarih ve miras, (İstanbul: Yakın Plan, 2010).
3 Ezgi Başaran, “Özal’ın yazdığı tek kitabı gerçekten Özal mı yazdı”, Hürriyet, 4 Temmuz 2010, http://www.
hurriyet.com.tr/yazarlar/15216691.asp, 23.2.2015; Taha Kıvanç, “Şifreler Kırılıyor”, Yeni Şafak, 26 Mayıs
2007, http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/TahaKivanc/sifreler-kiriliyor/5379, 23.2.2015).
4 Mehmet Bayraktar, “Avrupa’da Türkiye”: Özal’ın Günah Galerisi (Ankara: Rehber, 1989).
335
TURGUT ÖZAL ÇALIŞMALARI
BİBLİYOGRAFYASI TAHLİLİ
Türk dış politikasına etkileri gibi çeşitli yönlerden incelenmiştir. Turgut Özal’la
ilgili şu ana kadar bir bibliyografya çalışması yapılmamıştır. Biz bu çalışmada
öncelikle Özal’la ilgili bir bibliyografya oluşturmayı amaçladık. Daha sonra da
bibliyografyadan hareketle Turgut Özal hakkında yapılan çalışmaları değerlendirmeye çalıştık. Özal’ın siyasete atılışı ile birlikte Anavatan Partisi tarafından yayınlanmaya başlayan, Başbakanlığı döneminde ve Cumhurbaşkanlığı sırasında resmi
yayınlar şeklinde devam eden konuşmalarını ve bazı konularla ilgili görüşlerini
bibliyografyaya dahil ettik. Ancak bunun yine de yeterli olmadığı görülecektir.
Araştırmalar arttıkça bu yayınların toplanması ile Özal’ın diğer konuşmalarına
ulaşma imkanı ortaya çıkacaktır.
Turgut Özal’ın görüşleri ve konuşmalarıyla birlikte hakkında yayınlanan kitapları ve makaleleri derledik. Aşağıda yapacağımız değerlendirmelerde görüleceği üzere bu çalışmaların yetersiz olduğu açık bir şekilde ortaya çıktı. Ayrıca Özal
hakkında üniversitelerde hazırlanan lisansüstü tezlerini ayrı bir başlık olarak ele
aldığımızda çok sayıda hazırlanan yüksek lisans tezlerine karşılık sadece iki doktora tezi hazırlandığını gördük.5
Çalışmamızda sadece bibliyografyaya yer vermek yerine aynı zamanda Turgut
Özal üzerine yapılan çalışmaları kısaca değerlendirmeyi ve böylece bundan sonraki çalışmalara da ışık tutmayı amaçladık. Özal’la ilgili çalışmaları farklı başlıklar
altında değerlendirerek bazı öneriler getirmeye çalıştık.
Turgut Özal’la İlgili Olarak Gazeteciler Tarafından Yapılan Çalışmalar
1970’li yılların sonundan itibaren Türk kamuoyu tarafından yakından tanınmaya başlayan ve 24 Ocak 1980 kararları ile adından söz ettirmeye başlayan Turgut Özal ismi, öncelikle gazetelerde yer almaya başlamış, dönemin ekonomik
problemleri Özal’ın ülke çapında tanınmasında etkili olmuş, 12 Eylül yönetimi
döneminde üstlendiği başbakan yardımcılığı görevi ile Türk siyasetinin önemli
bir figürü haline gelmiştir. Tespitlerimize göre Özal ulusal basında ilk defa 1965
yılında Planlama Heyeti’nin Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmesiyle ilgili bir
haberde “Elektrik Etüt Dairesi’nden Turgut Özal” şeklinde yer almış,6 ancak henüz kamuoyu tarafından tanınmadığından 1976 yılında bile “Korkut Özal’ın
kardeşi” ve “planlama ekibinin başında olan” bir kişi olarak tanıtılmış, daha sonraki 8 Aralık tarihli haberde de Korkut Özal’ın kardeşi olduğu tekrar vurgulanmıştır.7 Özal Süleyman Demirel’in başbakanlığında kurulan azınlık hükümeti
5 A. Argun Akdoğan, “Mapping Özal`s New Right Hegemonic Project”, (Basılmamış Doktora Tezi, Orta Doğu
Teknik Üniversitesi, 2001); Sibel Kavuncu, “Turgut Özal’ın Başbakanlığı Döneminde Türkiye-ABD İlişkileri”,
(Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, 2006).
6 Cumhuriyet, 7 Mart 1965, s. 1.
7 Cumhuriyet, 26 Kasım 1976, s. 10; Cumhuriyet, 8 Aralık 1976, s. 1.
336
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
döneminde 3 Aralık 1979 tarihinde üstlendiği başbakanlık müsteşarlığı ve Devlet
Planlama Teşkilatı genel müdürlüğü vekilliği görevleri ve 24 Ocak kararları ile
kamuoyunun çok yakından tanıdığı bir bürokrat olmuştur.
Özal’ın 12 Eylül yönetimi döneminde üstlendiği başbakan yardımcılığı
görevi ile basının ilgisi devam etmiş, Anavatan Partisi’ni kurması ile de bu ilgi
daha da artmıştır. 1983’ün seçim atmosferinde kendisinden büyük bir başarı
beklenmese de renkli bir kişilik olarak gazete sütunlarında yer almış, TRT ekranlardaki seçim tartışmasındaki performansı ile beklentileri artırmıştır. Özal’ın 6
Kasım 1983 seçimlerinden sonra hükümeti kurduğunda basınla yakın temasları
devam etmiş, yurtdışı seyahatlerinde birçok gazeteciye de yer vermiştir. Hemen
her siyasi iktidar gibi basınla kurduğu iyi diyaloglar çok uzun sürmemiş ve özellikle ailesi üzerinden Özal’a karşı bir muhalefet başlamıştır. İşte bu süreç Özal
hakkında ilk yayının ortaya çıktığı dönem olmuş, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden öğrencisi olan Milliyet gazetesi yazarı Emin Çölaşan 1984 yılında Özal’ın
ekonomik anlayışını ele aldığı kitabı yayınlamış,8 daha sonra da muhalif ve popüler bir çalışma olarak Turgut Nereden Koşuyor adlı ve onlarca baskısı yapılan bir
kitap kaleme almıştır.9
Turgut Özal’ın başbakanlığı dönemindeki basınla yakın diyalogları cumhurbaşkanlığı döneminde de devam etmiş; özellikle Anavatan Partisi’nin 1991 yılındaki seçimleri kaybetmesi ve yerine Süleyman Demirel başbakanlığında DYPSHP Hükümetinin kurulmasıyla basındaki bazı yazarlar vasıtasıyla mesajlarını
iletmeye çalışmıştır. Bu yazarlar arasında Ertuğrul Özkök, Mehmet Barlas, Yavuz
Gökmen, Fehmi Koru ve Hasan Cemal yer almış, bu kişilerin çoğu daha sonra
Özal’la ilgili eserler kaleme almışlardır.
Özal hayatta iken çoğunluğu gazeteciler tarafından kaleme alınan çeşitli
eserler yayınlanmıştır. Meydan gazetesi yazarı Ender Arol’un eseri,10 Hulki Cevizoğlu’nun Körfez Savaşı dönemini incelediği çalışması,11 Süleyman Demirel’e
yakınlığı ile bilinen Yavuz Donat’ın köşe yazılarından meydana gelen ve dönemin
anlaşılmasına katkı sağlayacak nitelikteki çalışması,12 Yavuz Gökmen’in Özal’ı ve
dönemini ele aldığı çalışması,13 Ufuk Güldemir’in Washington’da bulunduğu
dönemde yazdığı ve daha çok Türkiye siyasetinde ABD faktörünün ele alındığı
çalışması, dönemin Sabah gazetesi yazarı Güngör Uras’ın Özal devri ekonomisi8 Emin Çölaşan, 12 Eylül: Özal Ekonomisinin Perde Arkası (İstanbul: Milliyet, 1984).
9 Emin Çölaşan, Turgut Nereden Koşuyor? (İstanbul: Tekin, 1989).
10 Ender Arol, Özal’a Laf Söyletmem Arkadaş, (İstanbul: Say Yayınları, 1989).
11 M. Hulki Cevizoğlu, Körfez Savaşı ve Özal Diplomasisi (İstanbul: Form, 1991).
12 Yavuz Donat, Özal’lı Yıllar: 1983-1987 (İstanbul: Bilgi, 1987).
13 Yavuz Gökmen, Özal Sendromu (Ankara: Verso, 1992). Eserde Özal’ın eşi Semra Özal ve Başbakan Yıldırım
Akbulut, Ekrem Pakdemirli, Güneş Taner gibi kişilerle ilgili kısa tespitler de yer almaktadır.
337
TURGUT ÖZAL ÇALIŞMALARI
BİBLİYOGRAFYASI TAHLİLİ
ni incelediği eseri,14 Hasan Cemal’in 1983’den 1989’a kadar Özal’ın siyasetteki
yükselişini ve 25 Mart 1989’daki yerel seçim mağlubiyetine kadar olan süreci
incelediği 1989’da ilk baskısı yapılan, şu anda da ondan fazla baskı yapmış eseri,
Mehmet Ali Birand’ın önce Özallı Yıllar adıyla belgesel olarak yayınlanan, daha
sonra da kitaba dönüşen ve 2001’den bu yana on iki baskı yapan 582 sayfalık
çalışması bu eserlerin başlıcaları olarak gösterilebilir.15 Bu çalışmalar içinde Özal
yerine daha çok bakanlarını öne çıkaran çalışmalar da yayınlanmıştır.16 Özal hayatta iken Özal devri ekonomisi üzerine henüz bağımsız bile olmayan Azerbaycan’da bir eserin yayınlanmış olması da dikkat çekmektedir.17
Turgut Özal’ın vefat ettiği 17 Nisan 1993’den sonra yeni yayınlar yapılmış
ve bunlar içinde vefat atmosferinin etkisiyle hatıra ve röportajlar öne çıkmıştır.
Bu eserlerden en çok bilineni gazeteci ve Özal’ın yakın dostu Mehmet Barlas’ın
kaleme aldığı ve hatıra niteliği taşıyan eserdir. Eserin yazılması fikri Özal’dan gelmiş, 1991’in yaz aylarında başlayan süreç 1992 yılında da devam etmiş ve Özal’ın
isteğiyle ölümünden sonra yayınlanmıştır. Eserin 168 sayfalık kısmı Barlas’ın röportaj tarzında Özal’a sorduğu sorulara verilen cevaplardan oluşmakta, geri kalan 200 sayfada da Özal’ın Demirel’e bir mektubu, Kalkınmada Yeni Görüş’ün
Esasları, Özal’ın İkinci ve Üçüncü İzmir İktisat Kongresi’ndeki, İş Dünyası Vakfı’ndaki ve Marmara Kulübü’ndeki konuşmaları yer almaktadır. 18 Eser özellikle
Özal’ın anlatımları yönüyle özgün bir değer taşımaktadır.
Özal’ın ani olarak vefatı Türkiye’de büyük bir üzüntüye neden olmuş, kendisi için yüzbinlerce insanın iştirak ettiği bir cenaze töreni düzenlenmiş ve bu
süreçte yaşananlar yerli ve yabancı basının dikkatini çekmiştir. Nitekim bu dönemde yerli ve yabancı basına yansıyan haber ve yazılar da çeşitli eserlerde ele
alınmıştır.19 Turgut Özal’ın vefatı üzerine basında yer alan ünlü kişilerin hatıraları
ve görüşleri de o dönemde gazetecilik yapan ve günümüzde akademisyen olan
Osman Özsoy’un eserinde ele alınmıştır.20
Gazetecilerin Özal’a ilgisi bundan sonra da devam etmiş ve çeşitli yönlerini öne çıkardıkları eserler kaleme almışlardır. Gazeteci Fatih Uğur 2011 yılında
14 T. Güngör Uras, Ekonomide Özal’lı Yıllar 1980-1990 (İstanbul: Alfa, 1993); Ufuk Güldemir; Texas-Malatya,
(İstanbul: Tekin, 1992).
15 Mehmet Ali Birand ve Soner Yalçın, The Özal (İstanbul: Doğan, 2001); Hasan Cemal, Özal Hikâyesi (Ankara: Bilgi, 2013).
16 Ercan Deva, Özal’ın Yan-bakanları (Ankara: Engin, 1991). Deva, kitap yayınlandığı sırada Sabah ve Yeni
Asır gazetelerinin Ankara temsilcisiydi.
17 D. A. Veliev, Türkiye Turgut Özal İgtisadi Mö’cuzeler (Bakı: Serg Dunyası, 1990).
18 Mehmet Barlas, Turgut Özal’ın Anıları (İstanbul: Sabah, 1994).
19 Mehmed Nuroğlu, (der.), Sevgi Şelalesi: Sekizinci Reisicumhur Turgut Özal’ın Vefatı Sebebiyle Türk Basınında Çıkan Yazılar (İstanbul: Sebil Yayınevi, 1995); Ekrem Pakdemirli, Yabancı Basında Cumhurbaşkanı
Turgut Özal’ın Ölümü, y.y. , 1994.
20 Osman Özsoy, Ünlülerin Turgut Özal’la Hatıraları (İstanbul: Türdav, 1994).
338
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Özal’la ilgili 213 sayfa tutan bir çalışma yapmış ve başta eşi Semra Özal olmak
üzere Mehmet Keçeciler, Hüsnü Doğan, Halil Şıvgın, Zeynelabidin Erdem, Kaya
Toperi, Ali Coşkun, Gündüz Aktan gibi bakan, işadamı ve bürokratlarla röportajlara yer vermiştir. Ayrıca kitapta kısa bir Özal kronolojisi de yer almaktadır.21
Özal’ın vefatı üzerine oluşan şüpheler ve öne çıkan zehirlenme iddiaları
gazetecileri bu konuyla ilgili çalışmalara sevketmiştir. Suikast şüphesiyle ile ilgili
ilk yayın 2003’de yapılmış, on yıl sonra konunun tekrar gündeme gelmesiyle
Özal’ın mezarının açılması sürecinde iki eser daha yazılmıştır. Bu konudaki üç
çalışmadan ikisinin Zaman gazetesi tarafından yayınlandığı görülmektedir.22 İlginç noktalardan birisi de Özal’a yakınlığı ile bilinen birçok gazeteci kendisi hakkında eser yazmışken Ertuğrul Özkök ve Fehmi Koru’nun hiçbir eser yazmamış
olmasıdır.
Turgut Özal’la İlgili Olarak Yazılan Hatıra Eserler
Hatıralar kişilerin hayatının veya çeşitli olayların aydınlatılmasında çok önemli
kaynaklardır. Özellikle farklı hatıra eserlerin karşılaştırılmalı bir şekilde kullanılması yapılan çalışmayı çok daha değerli hale getirmektedir. Turgut Özal’ın vefatı
üzerine bir yayın patlaması yaşanmış, bu yayınlarda özellikle hatıra türü eserler
öne çıkmıştır. Özal’ın yakın çalışma arkadaşları da sonraki yıllarda hatıralarını
kaleme almışlardır. Özellikle Turgut Özal döneminin bakanları bu alanda önemli
eserler vermişlerdir. Özal’ın Devlet Planlama Teşkilatı’ndan itibaren beraber olduğu ve Özal hükümetlerinde görev alan Ekrem Pakdemirli’nin 2013’de basılan
anıları ve yine Özal dönemi bakanlarından Işın Çelebi’nin 2012’de ilk baskısını
yapıp şu anda üçüncü baskısını yapan hatıraları bu alanda önde gelen eserlerdir.23 Özal’ın cumhurbaşkanlığı döneminde iki yıl kadar Başdanışmanlık ve Özel
Kalem Müdürlüğü görevlerinde bulunan Engin Güner de hatıralarını kaleme
almıştır. Eser ayrıntılı bir anı kitabı olup Özal’ın vefatına kadar olan dönemle
ilgili olarak önemli bir başvuru kaynağıdır.24
Turgut Özal’la İlgili Olarak Yapılan Lisansüstü Çalışmalar
Türk siyasi hayatının önde gelen kişilerinden birisi olan Turgut Özal akademik
dünyanın da ilgisini çekmiş, özellikle Özal dönemi çeşitli yönleriyle ele alınmış,
öne çıkan görüş ve düşünceleri de araştırma konusu yapılmıştır. Özal’la ilgili ilk
çalışma tespitlerimize göre henüz hayatta iken ve cumhurbaşkanlığı görevi esna21 Fatih Uğur, Özlenen Demokrat Turgut Özal (İstanbul: Zaman, 2011).
22 Hakan İnce, Turgut Özal Suikastı (İstanbul: Zaman Kitap, 2003); Aytekin Gezici, Özal’ı Kim Öldürdü?
(İstanbul: Granada, 2013); İdris Gürsoy, Özal’ın Ölümündeki Sır (İstanbul: Zaman Kitap, 2013).
23 Turgay Yavuz, Özal’ın Mirası Ekrem Pakdemirli’nin Anıları (İstanbul: Ufuk, 2013), Işın Çelebi, Türkiye’nin
Dönüşüm Yılları: Yeniden Öğrenme Zamanı (İstanbul: Alfa, 2013).
24 Engin Güner, Özal’lı Yıllarım (İstanbul: Doğan Egmont, 2013).
339
TURGUT ÖZAL ÇALIŞMALARI
BİBLİYOGRAFYASI TAHLİLİ
sında Bilkent Üniversitesi’nde Ümit İldan tarafından bir yüksek lisans tezi olarak
hazırlanmış, bu çalışmayı 1993’de Gazi Üniversitesi’nde sunulan tez takip etmiştir.25
Turgut Özal ve dönemi ile ilgili bu çalışmalar çok farklı alanlarda gerçekleşmiştir. En çok çalışma yapılan alan siyaset bilimi olmuş, 1994’den bugüne
kadar on çalışmanın yapıldığı bu alandaki iki çalışmada siyaset yönünden Turgut
Özal ve Süleyman Demirel karşılaştırılmış, Özal’ın liderlik yönü, Kenan Evren’le
mukayaseli olarak laiklik anlayışı, Özal devrinde siyasallaşma ve liberalleşme uygulamaları, Turgut Özal’ın politikalarının sosyolojik yönden değerlendirilmesi
gibi başlıklar ele alınmıştır. Siyaset bilimi alanında Güneydoğu sorunuyla ilgili
olarak Turgut Özal’ın bugün gündemde olan çözüm süreciyle ilgili yaklaşımları
önemli bir yer tutmasına rağmen Seydali Ekici’nin 2013 yılındaki çalışmasına
kadar bir lisansüstü çalışması yapılmamış olması dikkat çekmektedir. Yine bir
eksiklik olarak darbe ortamında iktidara gelmiş ve üstüste iki genel ve bir yerel
seçim kazanmış bir siyasetçinin seçim stratejisinin incelenmediği görülmektedir.
Turgut Özal Türkiye’yi dünyaya açan bir lider olarak bilinmesine karşılık
uluslararası ilişkiler alanındaki ilk lisansüstü çalışmanın 2002’de yapılmış olması
düşündürücüdür. Bu alanda yapılan çalışmalarda Turgut Özal dönemi dış
politikası çeşitli başlıklar altında incelenmiştir. Avrupa Birliği ile ilişkiler üç ayrı
çalışmanın konusu olmuş, ABD ile ilişkiler ve Bulgaristan Türkleri gibi konular
hakkında da çalışmalar yapılmıştır. Özal döneminde öne çıkan Irak’la ilişkiler ve
Körfez Savaşı, Bosna Savaşı gibi konularda Özal’ın rolü ayrı bir çalışma konusu
olmamıştır. Ayrıca 1991’de Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanmasıyla başlayan Orta Asya politikasının Özal üzerinden incelenmemesi büyük bir
eksiklik olarak görülmektedir.
Turgut Özal’ın öne çıkan yönlerinden birisi Türkiye ekonomisinde 24
Ocak kararlarından başlayarak gerçekleştirdiği değişimdir. Lisanüstü çalışmalara
bakıldığında Turgut Özal’ın öne çıktığı ekonomi alanındaki çalışmalar sadece
üç tanedir ve bu çalışmalarda Turgut Özal’ın ekonomi-politik yaklaşımları ve
Özal dönemindeki liberalleşme hareketleri ele alınmıştır. Turgut Özal’ın Türkiye
ekonomisine etkisini doğrudan ele alan çalışmaların eksikliği dikkat çekmektedir.
Turgut Özal’ın önemli bir yönü de iletişim başarısıdır ve siyasete girdiği ilk
andan itibaren iletişim araçlarını çok iyi bir şekilde kullanmayı başarmıştır. 1983
seçimleri öncesindeki TRT programındaki performansı ve başbakanlığı döne25 Ümit İldan, “Turgut Özal’s Views on the Relationship Between Politics and Economy”, (Basılmamış Yüksek
Lisans Tezi, İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi, 1991); Ruhdan Uzun, “Siyasal İletişim Sürecinde Llider
İmajı: Basında Turgut Özal”, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, 1993).
340
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
minde elinde kalemle başlattığı “İcraatın İçinden” programı buna ilişkin ilk akla
gelen örneklerdir. Nitekim Özal’la ilgili çalışmalarda iletişim önemli bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu alanda gazetecilik ve halkla ilişkiler de dahil olmak
üzere çeşitli çalışmalar yapılmış; siyasal iletişim yönü, basında Turgut Özal imajı,
döneminde medya-siyaset ilişkileri, demokrasi yaklaşımı, İcraatın İçinden programındaki söylemleri gibi alanlarda çalışmalar öne çıkmıştır.
Lisansüstü çalışmaların yapıldığı üniversitelere baktığımızda özellikle Ankara’daki üniversitelerin ön planda olması dikkat çekmektedir. Özal’la ilgili ilk yüksek lisans tezi 1991’de Bilkent Üniversitesi’nde savunulmuş ve ilk doktora tezi de
Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde kabul edilmiştir.26 Bir başka tespitimiz Turgut Özal’la ilgili olarak lisans eğitimini yaptığı İstanbul Teknik Üniversitesi’nde
hiçbir lisansüstü çalışma yapılmadığı ve bir süre ders verdiği ODTÜ’de sadece bir
çalışma yapılmış olduğudur. Turgut Özal’ın adını taşıyan vakıf üniversitesinde ise
2009’da kurulmuş olmasına rağmen Özal’la ilgili olarak şu ana kadar üç yüksek
lisans tezi kabul edilmiş olup Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler anabilim dalı
doktora programında seçmeli ders olarak “Turgut Özal Araştırmaları” dersi verilmektedir.27
Turgut Özal’la İlgili Akademik Kitaplar ve Makaleler
Yukarıda bir başlık olarak Turgut Özal üzerine gazeteciler tarafından kaleme alınan çalışmaları ele aldık. Bu çalışmalar yanında Özal’la ilgili akademik nitelikli,
çoğunluğunu makalelerin oluşturduğu incelemeler de kaleme alınmıştır. Bunlar
genel olarak değerlendirildiğinde birbirinden çok farklı alanlarda yazıldığını ve
günümüzde de artarak devam ettiğini ifade etmeliyiz.
Özal’la ilgili olarak yayınlanan akademik nitelikli ilk kitap derleme niteliğinde
olup Özal döneminde Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarlığı da yapan İhsan Sezal’ın
editörlüğünde 1996’da yayınlanmış, 2000 yılında da Ramazan Gözen Körfez
Savaşı üzerinden bir Özal çalışmasını ortaya koymuş,28 bu çalışmalar daha sonra
biyografi ve Turgut Özal’ın siyaset ve ekonomiye yönelik yaklaşımını inceleyen
yayınlarla devam etmiştir. Özellikle Özal döneminde gündeme gelen muhafazakârlık, liberalizm gibi alanlarda çalışmalar yayınlanmıştır.29 Yukarıda lisansüs26 İldan, 1991; Akdoğan, 2001.
27 http://sbe.turgutozal.edu.tr/kategori/siyaset-bilimi-ve-uluslararasi-iliskiler-doktora-138-116.html,
22.2.2015.
28 İhsan Sezal, Devlet ve Siyaset Adamı Turgut Özal (İstanbul: 20 Mayıs Eğitim, Kültür ve Sosyal Dayanışma
Vakfı, 1996); Ramazan Gözen, Amerikan Kıskacında Dış Politika: Körfez Savaşı, Turgut Özal ve Sonrası (Ankara: Liberte, 2000).
29 İhsan Sezal ve İhsan Dağı, der., Özal: Siyaset, İktisat, Zihniyet (İstanbul: Boyut, 2001); M. Zeki Duman,
Türkiye’de Liberal-Muhafazakâr Siyaset ve Turgut Özal (Ankara: Kadim, 2010). Duman’ın çalışması 2008’de
kabul edilmiş doktora tezinin gözden geçirilerek yeniden düzenlenmiş şekli olarak yayınlanmıştır.
341
TURGUT ÖZAL ÇALIŞMALARI
BİBLİYOGRAFYASI TAHLİLİ
tü çalışmalarla ilgili değerlendirmelerde eksikliğini belirttiğimiz Turgut Özal’ın
Orta Asya’ya yönelik politikalarının analizi de Abdulvahap Kara tarafından yayınlanmış, Özal döneminde bir eleştiri olarak gündeme gelen Neo-Osmanlılık
konusu da Şaban Çalış tarafından ele alınmıştır.30
Özal’ın hayatını çok ayrıntılı olarak ve zengin bir kaynakça ile ele alan son
güncel yayın ise 2014 yılında Hikmet Özdemir tarafından kaleme alınmıştır. 711
sayfalık geniş bir çalışmaya imza atan Özdemir, yazılı kaynaklarla beraber Özal’ı
yakından tanıyan Yıldırım Akbulut, Kaya Toperi, Aslan Güner, Cemil Çiçek, Sabahattin Çakmakoğlu, Hüsnü Doğan, Hikmet Çetin, Tevfik Ertürk gibi kişilerle
yaptığı görüşmelerden de yararlanmış ve bir akademik çalışma olmasının yanında
sürükleyici bir üsluba sahip bir eser meydana getirmiştir. Biyografi niteliği taşıyan
eserde Özal’ın ailesinden başlayarak çocukluğu, öğrencilik hayatı, bürokratlık
dönemi ve siyasi hayatı bazen de uzun sayılabilecek alıntılarla incelenmiş, kendi
ifadesiyle Özal’ın atadığı “Son Başdanışman olarak nöbetini tamamlamıştır”.31
Özal konusunda akademik çalışmaların bir başka boyutu da makaleler
ve kitap bölümleri olmuş, bu çalışmalarda da farklı konular ele alınmıştır.
Tespitlerimize göre Özal’la ilgili ilk makale Birikim dergisinde kendisi hayatta iken 1991’de Ömer Laçiner tarafından yayınlanmış, İngilizce ilk makale ise
Ramazan Gözen tarafından 1996 yılında kaleme alınmıştır.32 Günümüze kadar
yayınlanan makalelere baktığımızda Özal’ın liberal demokrat anlayışı ve siyasete
dair yaklaşımlarının ön planda olduğunu, diğer yandan da dönemin dış politikaya dair gelişmelerinin ve Özal’ın bu konulardaki görüşlerinin ele alındığı görülmektedir. Özal’ın siyasi kişiliğine ilişkin 2013’de Metin Heper ve Cengiz Çandar
tarafından yeni çalışmalar yapılmıştır.33 Turgut Özal dönemi yeni bir yayında
ayrıntılı bir şekilde ele alınmış; bu eserde daha önce bu alanda çalışmalar yapan
Muhittin Ataman “Özal ve Özalizm, Siyasette Yeniden Yapılanma; 1983-1993”
başlığı altında değerli bir çalışma kaleme almış, yine Erkan Ertosun da “Dış
Politikada Özallı Yıllar: 1983-1993” başlığıyla dönemin dış politikasını incelemiştir.34
30 Abdulvahap Kara, Turgut Özal ve Türk Dünyası (İstanbul: IQ Kültür Sanat, 2012); Şaban Çalış, Hayaletbilimi ve Hayali Kimlikler: Neo-Osmanlılık, Özal ve Balkanlar (Konya: Çizgi, 2001).
31 Hikmet Özdemir, Turgut Özal (İstanbul: Doğan Egmont, 2014).
32 Ömer Laçiner, “Turgut Özal ve Politika”, Birikim, Sayı. 23, 1991, s. 3–5; Ramazan Gözen, “Turgut Özal
and Turkish Foreign Policy: Style and Vision”, Foreign Policy, Cilt. 20, sayı. 3-4, 1996, s. 69-101.
33 Cengiz Çandar, “Turgut Özal Twenty Years After: The Man and the Politician”, Insight Turkey, Cilt. 15, Sayı.
2, 2013, s. 27-36; Metin Heper, “Islam, Conservatism and Democracy in Turkey: Comparing Turgut Özal and
Recep Tayyip Erdoğan”, Insight Turkey, Cilt. 15, Sayı. 2, 2013, s. 141-156.
34 Muhittin Ataman, “Özal ve Özalizm, Siyasette Yeniden Yapılanma: 1983-1993”, s. 259-283; Erkan Ertosun,
“Dış Politikada Özal’lı Yıllar: 1983-1993”, s. 289-318, içinde Tuba Ünlü Bilgiç ve Cihat Göktepe, der., İç ve
Dış Gelişmelerle Türkiye’nin Demokrasi Tarihi 1946-2012, (İstanbul: Ufuk, 2014).
342
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Sonuç
Turgut Özal’la ilgili yayınlar henüz Özal hayatta iken başlamış olmasına rağmen
kamuoyu daha çok gazetecilerin yaptığı yayınları yakından tanımış, akademik
çalışmalar ön plana çıkmamıştır. Hatıra türü eserlerin sayısı hayli fazla olmasına
karşılık birçoğunda duygusallığın ön planda olduğu, hayatıyla ilgili mutlaka aydınlatılması gereken bazı hususların ayrıntılı olarak ele alınmadığı görülmektedir.
Özal artık tarihte yerini almış bir şahsiyetttir ve yapılan çalışmaların daha objektif
olması gerekmektedir. Ancak vefatıyla ilgili olarak ortaya çıkan şüpheler, bir taraftan kamuoyunun ilgisinin her zaman canlı tutulmasına katkıda bulunmkata
iken diğer yandan da duygusallığın ön plana geçmesine neden olmaktadır.
Özal’la ilgili akademik çalışmalar siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler, halkla
ilişkiler, ekonomi, sosyoloji gibi farklı alanlarda gerçekleşmiş ve bu çalışmalar
tez, makale ve kitap olarak yayınlanmıştır. Özal’ın vefatının üzerinden 22 yıl
gibi bir süre geçtiğinden artık tarih biliminin de bu alanda çalışma yapmasına
ihtiyaç duyulmaktadır. Özal’ın siyasi kişiliği, diğer liderlerle ilişkileri, Türk
cumhuriyetlerine olan yaklaşımları, Güneydoğu sorununa bakışı, Türkiye’deki
ekonomi politikalarına katkısı, Avrupa Birliği sürecinin hızlanmasındaki rolü,
ülkemizdeki demokrasi kültürünün gelişmesine katkısı, kendisinin sürekli ifade
ettiği “transformasyon”un Türkiye’ye yansıması, din ve vicdan hürriyetinin
gelişmesine yaptığı katkılar çerçevesinde dönemindeki din devlet ilişkileri, orduyla
olan münasebetleri gibi birçok başlıkta henüz yeterince çalışma yapıldığını
söylemek mümkün değildir. Bugüne kadar Özal ve dönemini bağımsız olarak ele
alan bir kongrenin bile düzenlenmemiş olması düşündürücüdür.
Çalışmamız sırasındaki diğer tespitimiz de Özal’la ilgili çalışmaların belirli
kişiler ve yine sınırlı sayıda üniversitelerden ibaret kalmasıdır. Özellikle Turgut
Özal ve döneminin tarih biliminin de alanına girmesiyle daha yoğun çalışmalar
yapılmalı ve özellikle yukarıda belirttiğimiz alanlardaki boşluklar doldurulmalıdır. Bunun için de önemli bir görevin adını taşıyan Turgut Özal Üniversitesi’ne
düştüğü de bir gerçektir. Artık klasik anma programları dışında bilimsel yayın ve
faaliyetlerle Özal ve döneminin incelenmesi en önemli hedelerden birisi olmalıdır.
343
TURGUT ÖZAL ÇALIŞMALARI
BİBLİYOGRAFYASI TAHLİLİ
Turgut Özal Bibliyografyası
A. Lisanüstü Tezler
Akdoğan, A. Argun, “Mapping Özal`s New Right Hegemonic Project (Özal’ın Hegemonik Yeni Sağ Projesini Konumlandırmak)”, (Basılmamış Doktora Tezi, Orta Doğu
Teknik Üniversitesi, 2001).
Coşkun, Gülay, “Basında Turgut Özal İmajı”, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, 1994).
Çemrek, Murat, “Özal’s Politics With Special Reference To Religion”, (Basılmamış Mastır Tezi, Bilkent Üniversitesi, 1997).
Dağlıoğlu, Gökçay, “Turgut Özal Döneminde Türkiye›nin Bulgaristan Türkleri Politikası:
Konstrüktivist bir inceleme”, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Turgut Özal Üniversitesi,
2014).
Demirel, Ahmet Cenk, “Modern Dünya Sistemi İçinde Turgut Özal (1927-1993)”, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, 2006).
Duman, Mehmet Zeki, “Türkiye’de Modernleşme ve Liberal-Muhafazakâr Siyaset (Turgut Özal’ın Politikaları Üzerine Sosyolojik Bir Çalışma)”, (Basılmamış Doktora Tezi, Ege
Üniversitesi, 2008).
Duran, Burhanettin, “Kenan Evren’s and Turgut Özal’s Conceptualizations of Secularism: A Comparative Perspective”, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İhsan Doğramacı
Bilkent Üniversitesi, 1994).
Ekici, Seydali, “Güneydoğu Sorunu ve Turgut Özal’ın Yaklaşımı”, (Basılmamış Yüksek
Lisans Tezi, Turgut Özal Üniversitesi, 2013).
Erdoğan, Hasan, “Turgut Özal Dönemi›nde Türkiye-AB İlişkileri”, (Basılmamış Yüksek
Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, 2003).
Eştürk, Özlem, “Türkiye’de Liberalizm: 1983-1989 Turgut Özal Dönemi Örneği”,
(Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Mustafa Kemal Üniversitesi, 2006).
Gök, Emre, “1980 Sonrası Yönetimde Neo-Liberal Politikalar (Anavatan Partisi’nin Turgut Özal’lı Dönemi)”, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, 2008).
Güler, Halit Sait, “he Post 1989 Experience with the Presidency in Turkey: A Comparative Analysis of the Presidencies of Turgut Özal and Süleyman Demirel with Special
Reference to heir Tespective Conceptions of the Presidency”, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi, 1994).
Gündüz, Samettin, “Özal Dönemi Liberalleşme Hareketleri”, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Sakarya Üniversitesi, 2001).
Güner, Necdet Celal, “La heorie Des Transitions De Puissance Et La Politique Exterieure De La Turquie: La Periode De Turgut Özal (1980-1993)”, (Basılmamış Yüksek
Lisans Tezi, Galatasaray Üniversitesi, 2002).
344
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
İldan, Ümit, “Turgut Özal’s Views On he Relationship Between Politics And Economy”, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi, 1991).
İnel, Hakan, “Turgut Özal ve Süleyman Demirel’in Siyasi Liderliklerinin Karşılaştırılmalı Analizi”, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Turgut Özal Üniversitesi, 2014).
Kanmaz, Günay, “Turgut Özal Dönemi Türkiye Kronolojisi”, (Aralık 1979-Nisan
1993)” (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Kırıkkale Üniversitesi, 1999).
Kavuncu, Sibel, “Turgut Özal’ın Başbakanlığı Döneminde Türkiye-ABD İlişkileri”, (Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, 2006).
Keskin, Yakup, “Türk Siyasal Hayatında Bir Karizmatik Lider Örneği: Turgut Özal”,
(Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 2002).
Oral, Naciye, “Turgut Özal ve Siyasal Liberalizm”, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi,
Dumlupınar Üniversitesi, 2011).
Sözeri, Aslı, “Turgut Özal Hükümetleri Döneminde (1983-1989) Yönetimde
Siyasallaşma” (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, 2004).
Tiryaki, Salih, “Turgut Özal Döneminde Türk Dış Politikası-Avrupa Topluluğu İle İlişkileri”, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi 2003).
Uzun, Emel, “Demokrasi Retoriği: VIII.Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Konuşmalarında Demokrasi”, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, 2008).
Uzun, Ruhdan, “Siyasal İletişim Sürecinde Lider İmajı: Basında Turgut Özal”, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, 1993).
Yetkin, Barış, “Bir Siyasal İletişim Tarzı Olarak Popülizm: Turgut Özal’ın İcraatın İçinden ve Recep Tayyip Erdoğan’ın Ulusa Sesleniş Konuşmalarının Karşılaştırmalı İncelemesi”, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Akdeniz Üniversitesi,2010).
Yıldız, Mehmet, “Avrupa Birliği’ne Tam Üyelik Başvurusuna Giden Süreçte Turgut
Özal’ın Yaklaşımları, Çalışmaları ve Politikası”, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, 2008).
Zariç, Sami, “1983-93 Yılları Arasında Türk Siyasal Hayatında Anavatan Partisi ve Turgut Özal’ın Partideki Rolü”, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İnönü Üniversitesi, 2011).
B. Kitaplar
Akyol, Mehmet, Beni Çok Ararsınız (Ankara: Akçağ, 2000).
Arol, Ender, Özal’a Laf Söyletmem Arkadaş (İstanbul: Say, 1989).
Barlas, Mehmet, Turgut Özal’ın Anıları (İstanbul: Sabah Kitapları, 1994).
Bayraktar, Mehmet, “Avrupa’da Türkiye”: Özal’ın Günah Galerisi, (Ankara: Rehber, 1989).
Binark, İsmet, der., Bu Dünyadan Bir Turgut Özal Geçti (Ankara: Turgut Özal Düşünce
345
TURGUT ÖZAL ÇALIŞMALARI
BİBLİYOGRAFYASI TAHLİLİ
ve Hamle Derneği, 2008).
Birand, Mehmet Ali ve Yalçın Soner, he Özal, (İstanbul: Doğan Egmont, 2012).
Cemal, Hasan, Özal Hikâyesi (İstanbul, Bilgi, 1989).
Cevizoğlu, M. Hulki, Körfez Savaşı ve Özal Diplomasisi (İstanbul: Form, 1991).
Çalış, Şaban, Hayaletbilimi Ve Hayali Kimlikler: Neo-Osmanlılık, Özal ve Balkanlar
(Konya: Çizgi, 2001).
Çelebi, Işın, Türkiye’nin Dönüşüm Yılları: Yeniden Öğrenme Zamanı (İstanbul, Alfa, 2013.
Çölaşan, Emin, 12 Eylül: Özal Ekonomisinin Perde Arkası (İstanbul: Milliyet, 1984).
Çölaşan, Emin, Turgut Nereden Koşuyor? (İstanbul: Tekin, 1989).
Deva, Ercan, Özal›ın Yan-Bakanları (Ankara: Engin, 1991).
Donat, Yavuz, Özal’lı Yıllar: 1983-1987 (Ankara: Bilgi, 1987).
Duman, M. Zeki, Türkiye’de Liberal-Muhafazakâr Siyaset ve Turgut Özal, (Ankara: Kadim, 2010).
Gezici, Aytekin, Özal’ı Kim Öldürdü? (İstanbul: Granada, 2013).
Gökmen, Yavuz, Özal Sendromu (Ankara: Verso, 1992).
Gözen, Ramazan, Amerikan Kıskacında Dış Politika: Körfez Savaşı, Turgut Özal ve Sonrası
(Ankara: Liberte, 2000).
Güner, Engin, Özal’lı Yıllarım (İstanbul: Doğan Egmont, 2013).
Gürsoy, İdris, Özal’ın Ölümündeki Sır (İstanbul: Zaman Kitap, 2013).
Güldemir, Ufuk, Texas-Malatya (İstanbul: Tekin, 1992).
Güzel, Uğur, Özalcılık (İstanbul: Emre Yayınları, 2008).
İnce, Hakan, Turgut Özal Suikastı, (İstanbul: Zaman Kitap, 2003).
Kara, Abdulvahap, Turgut Özal ve Türk Dünyası (İstanbul: IQ Kültür Sanat
Yayıncılık, 2012).
Keçeciler, Mehmet, Merkez Siyasetin Perde Arkası (İstanbul: Hayy Kitap, 2014).
Kesriklioğlu, Ziya, der., Türk Siyasetçi Tarihinde Turgut Özal (Malatya: Malatya Belediyesi, 2011).
Mahmud, Hayrullah, Özal’ın Değişim Paradigması, (İstanbul: Alfa, 2001).
Mercan, Faruk, der., Turgut Özal (İstanbul: Feza Gazetecilik, 2001).
Nuroğlu, Mehmed, der., Sevgi Şelalesi: Sekizinci Reisicumhur Turgut Özal’ın Vefatı Sebebiyle Türk Basınında Çıkan Yazılar (İstanbul: Sebil Yayınevi, 1995).
Pakdemirli, Ekrem, Yabancı Basında Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Ölümü, (y.y. , 1994).
346
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Özal, A. Korkut, der., Turgut Özal (İstanbul: Aköz Vakfı, 2010).
Özal, Turgut, La Turquie en Europe (Paris: Plon, 1988).
Özal, Turgut, Tarih ve Miras (İstanbul: Yakın Plan, 2010.
Özal, Turgut, Turkey in Europe and Europe in Turkey (Northern Cyprus: K. Rustem&Brother, 1991).
Özbaş, Gündoğdu, Türkiye’nin Ekonomik ve Siyasal Geleceğinde Değişim ve Yeni Hedeler
İçin Özal Diyor ki (Ankara: y. y. , 1993).
Özsoy, Osman, Ünlülerin Turgut Özal’la Hatıraları (İstanbul: Türdav, 1994).
Özdemir, Hikmet, Turgut Özal (İstanbul: Doğan Egmont, 2014).
Sezal, İhsan (editör), Özal (İstanbul: Boyut, 2001).
Sezal, İhsan; Devlet ve Siyaset Adamı Turgut Özal (İstanbul: 20 Mayıs Eğitim, Kültür ve
Sosyal Dayanışma Vakfı, 1996).
Sezal, İhsan ve Dağı, İhsan, der., Özal: Siyaset, İktisat, Zihniyet (İstanbul: Boyut, 2001).
Toros, Emre, der., Türkiye’de Siyasi Liderlik (Ankara: Atılım Üniversitesi, 2011).
Tümtürk, Yusuf, der., Yeni Türkiye’nin Mimarı (Ankara: Turgut Özal Düşünce ve Hamle
Derneği, 2010).
Topçu, Semra, der., Özallı Yıllar: Bir Rüyanın Ardından (İstanbul: Doğan, 2008).
Tokatlı, Orhan, Kırmızı Plakalar: Türkiye’nin Özal’lı Yılları (İstanbul, Doğan, 1999).
Turgut Özal Değişim Belgeleri 1979-1992 (İstanbul: Kazancı, 1993).
Uğur, Fatih, Özlenen Demokrat Turgut Özal (İstanbul: Zaman Kitap, 2011)
Veliev, D.A, Türkiye Turgut Özal İgtisadi Mö’cuzeler (Bakı: Serg Dunyası Kitabhanası, 1990).
Uçar, Bilal, 1983-1991 ANAP Hükümetlerinde Çağ Atlarken (Ankara: Güven, 1998).
Uras, T. Güngör, Ekonomide Özal›lı Yıllar 1980-1990 (İstanbul: Alfa, 1993).
Yavuz, Turgay, Özal’ın Mirası Ekrem Pakdemirli’nin Anıları (İstanbul: Ufuk, 2013).
Yetkin, Barış, Popülizm ve Özal-Erdoğan (Antalya: Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk, 2010).
Yavuz, Mehmet N. , İkinci Cumhuriyet, (Ankara: Öncü Kalem, 2001).
Yavuzalp, Ercüment, Liderlerimiz ve Dış Politika (Ankara: Bilgi, 1996).
Makaleler
Abramowitz, Morton, “Remembering Turgut Özal: Some Personal Recollections”, Insight Turkey, Cilt. 15, Sayı. 2, 2013, s. 37-46.
Aral, Berdal, “Dispensing with Tradition? Turkish Politics and International Society du-
347
TURGUT ÖZAL ÇALIŞMALARI
BİBLİYOGRAFYASI TAHLİLİ
ring the Özal Decade, 1983-1993”, Middle Eastern Studies, Cilt. 37, Sayı. 1, January
2001, s. 72-88.
Ataman, Muhittin, “Özal Leadership and Restructuring of Turkish Ethnic Policy in the
1980s”, Middle Eastern Studies, Cilt. 38, Sayı. 4, 2002, s. 123-142.
Ataman, Muhittin, “Özalist Dış Politika: Aktif ve Rasyonel Bir Anlayış”, Bilgi, Cilt. 7,
Sayı. 2, 2003, s. 49-64.
Ataman, Muhittin, “Özalizm: Türkiye’de Yeniden Yapılanma Teşebbüsü”, Liberal
Düşünce, Cilt. 5, 2000, Sayı. 19, s. 257-287.
Ataman, Muhittin, “Özal ve Özalizm, Siyasette Yeniden Yapılanma: 1983-1993”, s. 259283 (ed) Tuba Ünlü Bilgiç ve Cihat Göktepe, İç ve Dış Gelişmelerle Türkiye’nin Demokrasi
Tarihi 1946-2012 (İstanbul: Ufuk, 2014).
Binark, İsmet, “Turgut Özal’ın Hayatı, Şahsiyeti, Temel Meselelerimiz Konusundaki
Görüşleri ve Hizmetleri”, Türk Yurdu, Cilt. 31 , Sayı. 289, 2011, s. 96–102.
Çandar, Cengiz, “Turgut Özal Twenty Years After: he Man and the Politician”, Insight
Turkey, Cilt. 15, Sayı. 2, 2013, s. 27-36.
Çakmak, Haydar, “Turgut Özal’ın Dış Politika Felsefesi”, Haydar Çakmak, der., Türk
Dış Politikası, 1919-2010 (Ankara, Barış Kitap, 2012), s. 742-744.
Çavuşoğlu, Hüseyin, “Anavatan Partisi İle Doğru Yol Partisi’nin Karşılaştırmalı Analizi”,
University of Gaziantep Journal of Social Sciences, Cilt. 9, Sayı. 1, 2010, s. 19-33.
Dinc, Cengiz ve Yetim, Mustafa; “Transformation of Turkish Foreign Policy Toward the
Middle East : From Non-Involvement to a Leading Role”, Alternatives: Turkish Journal
of International Relations, Cilt. 11, Sayı.1, 2012, s. 67-84.
Duman, M. Zeki, “Turgut Özal’ın Politikalarında Ekonomik Rasyonalizm”, Sosyoloji
Dergisi, Sayı. 23-24, 2011, s. 105–123.
Ertosun, Erkan, “Dış Politikada Özal’lı Yıllar: 1983-1993”, Tuba Ünlü Bilgiç ve Cihat
Göktepe, der., İç ve Dış Gelişmelerle Türkiye’nin Demokrasi Tarihi 1946-2012 (İstanbul:
Ufuk, 2014), s. 289-318.
Gözen, Ramazan, “Turgut Özal and Turkish Foreign Policy: Style and Vision”, Foreign
Policy, Cilt. 20, Sayı. 3-4, 1996, s. 69-101.
Heper, Metin, “Islam, Conservatism and Democracy in Turkey: Comparing Turgut Özal
and Recep Tayyip Erdoğan”, Insight Turkey, Cilt. 15, Sayı. 2, 2013, s. 141-156.
Kurmuş, Orhan,“Türkiye’de Neoliberalizm”, Mülkiye Dergisi , Cilt. 34, Sayı. 268, 2010,
s. 9-41.
Laçiner, Ömer, “Turgut Özal ve Politika”, Birikim, Sayı. 23, 1991, s. 3-5.
Laçiner, Sedat, “Turgut Özal Period in Turkish Foreign Policy: Özalism”, USAK Yearbook, Cilt. 2, 2009, s. 153-205.
348
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
Laçinok, Nevra Yaraç, “Turgut Özal”, Ali Faik Demir (der.), Türk Dış Politikasında Liderler (İstanbul: Bağlam Yayınları), 2007.
Öniş, Ziya, “Turgut Özal and his Economic Legacy: Turkish Neo-Liberalism in Critical
Perspective”, Middle Eastern Studies, Cilt. 40, Sayı. 4, 2004, s. 113-134.
Özen, Hayriye, “Informal Politics in Turkey During the Özal Era (1983-1989)”, Alternatives: Turkish Journal of International Relations”, Cilt. 12, Sayı. 4, 2013, s. 77-91.
“Turgut Özal’ın Batı Trakya Politikası”, Batı Trakya’nın Sesi, Cilt. 6 , Sayı. 49, s. 6-7.
1989-1990 Öğretim Yılında Başbakan Turgut Özal’ın Öğretmenlere Mesajı (Ankara: M.E.B., Çıraklık Ve Yaygın Eğitim Genel Müdürlüğü, 1989).
24 Ocak Kararları, Turgut Özal’ın Görüşleri (Ankara: Anavatan Partisi, 1983?).
Anavatan Partisi Genel Başkanı-Başbakan Turgut Özal’ın TBMM Anavatan Partisi Grup
Genel Kuruluna Telefonla Gönderdiği Mesaj,10 Şubat 1987, T.B.M.M. Anavatan Partisi
Grup Genel Kurulu Toplantısında Yaptığı Konuşma, 7 Nisan 1987, (Ankara: Parti, 1987).
Anavatan Partisi Genel Başkanı Turgut Özal’ın 6 Kasım 1983 Seçimi Öncesi Basın Mensuplarıyla 25 Ekim 1983 Tarihinde T.R.T.’de Yaptığı Açık Oturum (Ankara: Anavatan Partisi, 1984).
Anavatan Partisi Genel Başkanı-Başbakan Turgut Özal’ın TBMM Anavatan Partisi Grup
Genel Kurulunda Yaptığı Konuşma (Ankara: Anavatan Partisi, 1987).
Anavatan Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Sayın Turgut Özal’ın Marmara Bölgesi Genişletilmiş İl Divanı Toplantısında Yaptığı Konuşma (Ankara, Anavatan Partisi, 1986).
Anavatan Partisi 1. Olağan Büyük Kongresinde Anavatan Partisi Genel Başkanı ve Başbakan
Turgut Özal’ın Delegelere Yaptığı Teşekkür Konuşması (İstanbul: Anavatan Partisi, 1986).
Başbakan Turgut Özal’ın 19 Aralık 1983 Tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde Okuduğu Hükümet Programında Milli Eğitim, Gençlik ve Sporla İlgili Olan Hususlar (Ankara:
M.E.G.S.B, 1983).
Anavatan Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Turgut Özal’ın Türk Ocaklarının Açılışı Konuşması (Ankara: Parti, 1987).
Başbakan Turgut Özal’ın Konuşma, Mesaj, Beyanat ve Mülâkatları 13.12.1983-12.12.1984
(Ankara: y.y. , 1984).
Başbakan Turgut Özal’ın Konuşma, Mesaj, Beyanat ve Mülâkatları 13.12.1986-12.12.1987
(Ankara: y. y. , 1987?).
Başbakan Turgut Özal’ın Konuşma, Mesaj, Beyanat ve Mülâkatları 13.12.1984-12.12.1985
(Ankara: y. y. , 1985).
Başbakan Sayın Turgut Özal’ın Basın Toplantısı 14 Aralık 1985 (Ankara: Başbakanlık, 1985).
Başbakan Sayın Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı Adayı Olduğunu Açıkladığı Grup Konuş-
349
ması (Ankara: Anavatan Partisi Basın Yayın Tanıtma ve Halkla İlişkiler Başkanlığı, 1989).
Başbakan Turgut Özal’ın T.B.M.M. Grup-MKYK ve Siyasi Konuşmaları 13.12.198831.10.1989, (Ankara: y.y, 1989).
Başbakan Turgut Özal’ın Basın Mensuplarına Açıklama, Mülakat ve Konuşmaları (Ankara:
Başbakanlık, 1989).
Başbakan Turgut Özal’ın Yurtiçinde Halka Hitaben Yaptığı Konuşmaları, 13.12.198831.10.1989 (Ankara: y.y, 1989).
Başbakan Turgut Özal’ın Yurtdışı Temaslardaki Konuşmaları 13.12.1987-12.12.1988,
(Ankara: y.y, 1988).
Başbakan Turgut Özal’ın Tesis Açılışları, Çeşitli Toplantılarda Yaptığı Konuşmalar (Ankara:
y.y. , 1988).
Başbakan Turgut Özal’ın Yurtdışı Temaslardaki Konuşmaları 13.12.1988-31.10.1989
(Ankara: y.y. , 1989).
Başbakan Turgut Özal’ın T.B.M.M. Konuşmaları 13.12.1988-31.10.1989, (Ankara: y.y.,
1989).
Başbakan Sayın Turgut Özal’ın YASED Üyelerine Hitaben Yaptığı Konuşma, 27 Ocak
1986 (İstanbul: YASED, 1986).
Bürokrasinin Modernizasyonu (Turgut Özal ve Namık Kemal Zeybek’in konuşmaları) (Ankara: Kültür Bakanlığı, 1989).
Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Türkiyemiz, Dünya ve Gelecek Konulu Konuşmaları (Ankara, y .y, 1990).
Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın III. İzmir İktisat Kongresindeki Konuşmaları, 4 Haziran
1992 (Ankara: y.y. , 1992).
Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın İş Dünyası Vakfı Toplantısı’ndaki Konuşmaları (Ankara,
y.y. , 1992).
Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Dicle Üniversitesi’nin 1992-1993 Eğitim-Öğretim Yılının
Açılış Töreninde Yaptığı Konuşmalar (Ankara: y.y. , 1992).
Cumhurbaşkanımız Sayın Turgut Özal’ın Afrodisias Örenyerini Ziyaretleri 12 Ekim 1990
(Aydın, Aydın Valiliği, 1990).
Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Körfez Krizi Konusunda Basın Mensuplarıyla Yaptıkları
Sohbet (Ankara: y. y. , 1992).
Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Marmara Kulübü Toplantısı’ndaki Konuşmaları (Ankara, y.y. , 1992).
Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Basınla Sohbet Toplantısı (Ankara: y. y. , 1993).
Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın TBMM’de Yemin Töreninde Yaptığı Konuşma 9 Kasım1989
TURGUT ÖZAL
Değişim, Dönüşüm
(Ankara: Cumhurbaşkanlık, 198?).
Genel Başkan ve Başbakan Sayın Turgut Özal’ın Burdur Parti İl Merkezinde Yaptığı Konuşma 7 Kasım 1985 (Ankara: ANAP, 1985).
Genel Ekonomi Sorunları, Turgut Özal’ın Görüşleri (Ankara: Anavatan Partisi, 1983?)
Turgut Özal’ın Görüşleri (Ankara: Anavatan Partisi, 1983?).
Konuşmalar (Ankara: Anavatan Partisi, 1983).
351
İNDEKS
A
C
ABD 9, 14, 21, 22, 50, 61, 69, 72, 81, 83,
84, 124, 130, 147, 158, 173, 174,
175, 176, 180, 183, 184, 185, 221,
224, 225, 226, 234, 316, 336, 337,
340, 345
Adnan Kahveci 92, 93, 103, 113, 115, 310
Ahmet Yesevi Üniversitesi 226
Ali Bozer 72, 147, 176, 178, 258
Altyapı 47
ANAP 9, 24, 38, 73, 79, 89, 90, 91, 92, 93,
94, 95, 96, 97, 98, 99, 101, 102, 103,
104, 105, 106, 107, 117, 121, 122,
155, 223, 243, 247, 254, 257, 347
Ankara Anlaşması 139, 143, 146, 147, 157
AP 9, 93, 94, 115, 165
Arafat 197, 198
AT 9, 142, 144, 145, 147, 149, 150, 151,
154, 155, 220, 232
Atatürk 7, 8, 20, 54, 58, 60, 61, 79, 81, 82,
135, 136, 137, 138, 139, 164, 166,
167, 181, 189, 223, 230, 236, 266,
335
Avrasya Gümrük Birliği 160, 164
Avrupa Birliği 3, 9, 73, 81, 83, 135, 136,
137, 139, 144, 146, 147, 148, 155,
156, 157, 158, 159, 160, 161, 162,
164, 166, 167, 315, 317, 340, 343,
345
Cemil Çiçek 62, 66, 93, 342
Ceyhan 228
CHP 9, 93, 94, 158
Cumhurbaşkanı 19, 20, 38, 39, 54, 61, 64,
68, 69, 76, 79, 81, 85, 103, 104, 112,
114, 121, 125, 131, 138, 139, 156,
157, 159, 160, 161, 162, 163, 164,
169, 176, 179, 181, 183, 189, 226,
230, 236, 243, 257, 311, 338, 345,
346, 349, 350
B
Balkanlar 8, 160, 177, 180, 219, 226, 227,
228, 234, 342, 346
Barış suyu 183, 192, 203, 204, 207, 208,
209, 211, 212, 227
Başkanlık sistemi 39
Bedrettin Dalan 93, 104
Bill Clinton 61
BM 9, 172, 184
Bobon Kriteri 9
Brown and Root 204, 205
Bürokrasi 4, 20, 25, 28, 32, 33, 42, 43, 44,
46, 52, 53, 56, 78, 86
Büyükelçi 112, 156, 172, 175, 335
Büyük öğrenci projesi 226
Büyüme 7, 244, 258, 259, 260, 261, 262,
263, 267, 273, 311, 320, 330
D
Darboğaz 174
Değişim 23, 38, 39, 52, 54, 59, 82, 99, 244,
245, 335, 346, 347
DEİK 9, 229
Denetçi 318
Denetim 321, 330
Devletin rolü 26
Devlet İstatistik Enstitüsü 9, 48, 56
Dış politika 67, 70, 75, 84, 157, 158, 166,
171, 176, 181, 185, 189, 190, 221,
222, 223, 224, 225, 232, 233, 234,
236, 237, 341, 342, 345, 346, 347,
348
Dicle 118, 183, 350
Die Welt 61
Dış Politika 6, 34, 54
Din ve vicdan hürriyeti 65, 129, 343
Dönüştürücü lider 57, 58, 59, 60, 67, 70,
73, 77
Dönüşüm 20, 23, 52, 59, 64, 82, 83, 101,
109, 112, 130, 170, 175, 181, 339,
346
Döviz darboğazı 264
Döviz tevdiat hesapları 283, 295, 301
E
Edmund Murrow 220, 221
EİÖ 9, 231
Ekonomi 7, 23, 34, 52, 54, 67, 118, 137,
138, 157, 160, 162, 166, 176, 178,
189, 351
Ekonomik gündem belgesi 183
Ekrem Pakdemirli 39, 56, 61, 63, 75, 96,
117, 185, 311, 317, 321, 337, 338,
339, 347
355
Enerji 6, 262, 263, 264, 266, 267, 273
Enlasyon 149, 243, 244, 247, 254, 264
Engin Güner 63, 122, 184, 339
Ermeni 159
Erol Aksoy 93
F
Faili meçhul 112, 116
Fatin Rüştü Zorlu 138, 139
Faturalı yaşam 312
Federasyon 20, 38
Fırat 117, 118, 125, 183, 231, 237
Filistin 5, 9
FKÖ 9
G
Galip Demirel 33, 37, 52, 62, 118
Geleneksel kamu yönetimi 20, 21
Gelir Vergisi 9, 327
Gelir Vergisi Kanunu 9
George Bush 69, 176
Grev ve Lokavt 78
Gümrük Birliği 141, 146, 147, 152, 153,
160, 161, 162, 163, 164, 166
Güneş Taner 93, 94, 337
Güneydoğu sorunu 111, 112, 116, 117,
118, 120, 121, 122, 124, 125, 127,
128, 340, 343
Güvenlik 5, 6, 10, 40, 74, 75, 90, 115, 120,
126, 130, 146, 153, 175, 230
H
Halefoğlu 197, 198, 201, 202
Halil Şıvgın 93, 102, 103, 339
Harcama 35, 261, 273
Hikmet Çetin 179, 342
Hizmetler sektörü 259, 260
Hüsnü Doğan 39, 93, 96, 123, 339, 342
I
Işın Çelebi 64, 101, 112, 339
İdari yapı 29, 33
İKÖ 9, 220, 232, 233
İsrail 174, 183
İstanbul Menkul Kıymetler Borsası 68,
252
İstihdam 77, 126, 174, 244, 258
İşbirliği 5, 6, 9, 10, 71, 135, 149, 160, 161,
183, 185, 190, 228, 230, 231, 233,
236, 237
İşsizlik 149, 243, 244, 248, 258, 264
İstihdam 26, 29, 41, 45, 47
İzak Şamir 197, 201
İzmir İktisat Kongresi 27, 28, 29, 54, 55,
226, 236, 338, 350
J
Jacques Chirac 61, 69
John Major 61
Joseph Nye 221, 222
Joyce R. Starr 208, 209
K
Kakasya 95, 177, 227, 228, 231, 234, 236,
237
Kalkınma 9, 10, 32, 41, 46, 47, 50, 53, 65,
71, 97, 99, 106, 112, 141, 146, 148,
152, 153, 154, 182, 186, 228, 237,
251, 255, 257, 271, 272, 273
Kalkınma modeli 50, 257, 272
Kamu diplomasisi 220, 221, 222, 226, 228,
229, 235
Kamuran Gürün 200
Kamu yatırımları 151, 257, 261, 264
Kamu yönetimi 48
Karşılıklı bağımlılık 185, 204, 207, 208,
210, 212
Katma Değer Vergisi 9, 68, 151, 310, 313,
317, 327
Katma Protokol 140, 149, 150, 152, 157
KCK 116
KEİB 9, 230, 232
Kissinger 172, 190
Komsomolskaya Pravda 61
Körfez İşbirliği Teşkilatı 160
Kral Hüseyin 198
Kriz 7, 80, 115, 177
Kudüs 193, 194, 200
Kürt 4, 73, 83, 111, 112, 113, 114, 115,
116, 117, 118, 120, 121, 123, 124,
126, 130, 131
Kürtçe 73, 112, 114, 115, 117, 121, 126
Kürt meselesi 112, 114
Kürt sorunu 4, 73, 83, 111, 112, 114, 115,
116, 117, 120, 121, 126, 130
356
L
La Republica 61
Le Figaro 61
Liberal 21, 23, 24, 33, 52, 56, 60, 67, 69,
82, 83, 86, 93, 96, 98, 106, 109, 176,
189, 225, 236, 242, 255, 257, 341,
344, 345, 346, 348
Liberal ekonomi 69, 82, 257
Lider 58, 67, 70, 73, 74, 77, 224, 237, 345
Liderlik 3, 25, 52, 58, 59, 60, 67, 73, 74, 82,
83, 84, 86, 347
M
Mehmet Keçeciler 39, 62, 74, 93, 96, 146,
339
Merkezi idare 34, 36, 45, 50
Merkezi yönetim 49
Meslek örgütlenmesi 324
Meslek yasası 10, 310, 313, 314, 316, 317,
318, 319, 321, 322, 323, 329, 330
Mesut Yılmaz 73, 79, 93, 103, 104, 145,
159, 176, 258
MHP 10, 93, 94, 141, 158
Milliyetçi 10, 90, 93, 140
Milliyetçiler Kurultayı 91
MSP 10, 93, 94, 141
Muhafazakâr 93, 109, 189, 225, 236, 341,
344, 346
Mustafa Taşar 93, 102
Müşterek Pazar 138
N
Namık Kemal Zeybek 93, 350
Necati Utkan 206
Nikolai Tikhonov 196
Nursultan Nazarbayev 161, 163, 232
O
Orta Afrika Birliği 160
Orta Asya 70, 72, 180, 182, 185, 219, 226,
227, 228, 231, 234, 236, 237, 340,
342
Orta Asya Cumhuriyetleri 70
Orta Doğu 4, 5, 6, 8, 56, 72, 123, 173, 180,
183, 191, 192, 193, 194, 195, 196,
199, 200, 201, 202, 203, 204, 205,
207, 208, 209, 210, 211, 212, 213,
219, 228, 234
Osmanlı 8, 26, 61, 71, 95, 124, 127, 137,
169, 171, 182, 219, 223, 234, 335
Özel kesim 242, 257, 261, 264, 271
Özerklik 44, 45
P
Paradigma erozyonu 59
Parlamenter diplomasi 172
Petrol krizi 264, 271
PKK 4, 10, 73, 112, 114, 115, 116, 117,
120, 122, 124, 125, 130
Popülist 26, 65, 247
Pragmatik 27, 34, 62, 106
R
Rajiv Gandi 70
Reagan 21, 71, 174, 185, 225
Rekabet 153
Roma Anlaşması 138, 147, 148
S
Safa Giray 102, 104
Sanayi 27, 40, 41, 147, 155, 167, 259, 320
Semra Özal 62, 71, 104, 337, 339
Serbest düşünce hürriyeti 65
Serbest muhasebeci 309, 310, 311, 313,
314, 317, 323, 331
Serbest Muhasebeci Mali Müşavir 311,
313, 314, 317, 323, 331
Serbest piyasa ekonomisi 92, 241
Sermaye şirketleri 322, 323
Sessiz diplomasi 172
Seyhan 228
Soğuk savaş 172
staglasyon 241, 248, 258
Şanghay İşbirliği Örgütü 10, 161
Serbest Muhasebeci 8, 10
Serbest Muhasebeci Mali Müşavir 8, 10
Sosyal Sigortalar Kanunu 10
Şimon Peres 202
T
Tam Üyelik Başvurusu 144, 345
Tarım 40, 148, 151, 246, 259, 320
TBMM 10, 26, 27, 28, 29, 30, 31, 32, 34,
35, 44, 53, 54, 55, 67, 76, 79, 86, 87,
90, 104, 122, 123, 131, 140, 141,
142, 143, 145, 166, 184, 317, 330,
349, 350
357
Teşebbüs hürriyeti 224
hatcher 21, 53, 72, 81, 187
THY 4, 10, 227
TİKA 5, 10, 185, 228
Transformasyon 173
Transformasyonel diplomasi 173, 184, 185
TRT 10, 30, 41, 54, 115, 229, 237, 337, 340
TRT-Avrasya 229, 237
TRT-INT 229
Türk Cumhuriyetleri 5, 70, 184, 224, 226,
227, 228, 229, 234, 236, 237
Türk ekonomisi 68, 74, 78, 146, 151, 320
Türk Ekonomisi 142, 166
Türk İslam Sentezi 77
Türk modeli 234
Türk Parasının Koruma Kanunu 68
Türk Silahlı Kuvvetleri 10, 74, 75, 143, 242
TÜRKSOY 10, 231, 237
W
Walter Hallstein 139
Y
Yahudi lobisi 200, 201, 211
Yapısal dönüşüm 257, 258, 260
Yaşar Okuyan 93
Yeminli Mali Müşavir 10, 310, 313, 321,
323, 324, 330, 331
Yeni kamu işletmeciliği 21
Yeni kamu yönetimi 22, 23, 50
Yeni-Osmanlıcılık 177, 179
Yeni sağ 21, 22, 28, 50
Yerel yönetimler 36, 44
Yıldırım Akbulut 73, 103, 104, 145, 258,
337, 342
Yumuşak güç 221
U
Ulaştırma 263, 268, 269, 273
Üretim 9, 21, 151, 152, 241, 257, 258, 261,
264, 271, 273, 319
Z
Zirve diplomasisi 172
V
Vehbi Dinçerler 93
Vergi 44, 313, 314, 317, 318, 327, 328
Vestfalya 171
Veysel Atasoy 93, 105
Vizyon 58, 59, 82
Vural Arıkan 94, 101
358
Скачать